2- İSTEDİĞİNİ YAP | KALEM | NÛN (Kitap
Sırası-68)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1-2. Nûn.1 (Ey
Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti
sayesinde, bir deli değilsin.
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
Not.2 VARAKA: Nun 2, 51, Tekvir 22, Furkan 5, Neml 68,
Nahl 103, Enfal 31, Tevbe 61:
Hıristiyan asıllı Varaka b. Nevfel, hem Hz. Muhammed’in
soyundandı, hem de Hz. Hatice’nin amcaoğluydu. Birçok dini biliyordu, bilge bir adamdı. İslami kaynaklarda “Hem
Arapça, hem de İbranice/Süryanice bildiği, Tevrat konusunda iyi bir uzman
olduğu ve kendisinin Hıristiyan olduğu, İncil’in Arapçaya çevirisini yaptığı” ifade ediliyor. Varaka ölünce Hz. Muhammed’e vahiy gelmiyor/kesiliyor.
Vahyin kesildiğine dair ayet de var. Duha suresi hemen
başta bunu açıklıyor. Öyle ki, Hz. Muhammed Varaka’nın ölümünden sonra
oluşan bu boşluk ve vahyin kesilmesi nedeniyle, defalarca dağa çıkıp intihar etmek istiyor; ancak her seferinde Cebrail
gelip onu yatıştırıyor, onu intihar etmekten vazgeçiriyor. Buhari’de ve başka
birçok kaynakta anlatılan bu bilgiler anlamlı. Şöyle ki, Varaka’nın ölümü
üzerine Muhammed’in çok üzülmesi, onun ölümüyle birlikte vahyin uzun süre
gelmemesi ve kendisinin sık sık dağa çıkıp intihara kalkışması, hatta zaman
zaman geceleri uyuyamaması, az önce de belirtildiği gibi vahye ara verilmesi
sonucu bazılarının ona, ‘Ey Muhammed, bakıyoruz
senin şeytanın bu günlerde artık sana bilgi iletmiyor/vahiy getirmiyor’ demesi aslında dikkate değer
açıklamalardır. Bir de zaten ona inanmayan o günün
insanları, ‘Muhammed’in söyledikleri,
hep eskilerin masallarıdır. Arkadaşlarından birilerine yazdırıyor...’ gibi
sözleri hep söylerlerdi. Çoğu, Hz. Muhammed’in anlattıklarını boş
buluyorlardı.
Bütün bunlar yukarıdaki gibi ayetlerde de anlatılmaktadır.
Kaynak: Arif Tekin, Bilinmeyen
Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.35-36).
Not.3 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayette geçen ve ayete adını da veren;
“NUN”
kelimesi Arapça değildir.
Farsça’dır, Pehlevicede “istediğini
yap” anlamında kullanıldığını söyleyenler var. Kim Kur’an’ı Türkçeye
çevirmişse, bu kelime konusunda “Nun” deyip geçmiştir, anlam
verememiştir. Haklılar. Çünkü Arapçada böyle bir kelime yoktur ki anlam
verilsin (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.281).
3. Şüphesiz sana
tükenmez bir mükâfat vardır.
4. Sen elbette yüce
bir ahlâk üzeresin.
5-6. Hanginizin deli
olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.
7. Şüphesiz senin
Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de
daha iyi bilir.
8. O hâlde
yalanlayanlara boyun eğme.
9. İstediler ki,
yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.2
10-14. Yemin edip duran,
aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep
engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir
de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
15. Âyetlerimiz
kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem
97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3,
44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu
ayetlerde (16 yerde) Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye
apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine
inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’
dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl
103).
Oysa; (ilk
kez) bu ayette geçen;
“AYET” kelimesi
bile Arapça değildir.
Süryanice’dir ve “kanıt, alamet” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.267).
16. Yakında biz onun
burnunu damgalayacağız.
Not.1 Kalem
10, 13, 16, Müddessir 19-20, Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Humeze 1, Kamer 20, 31,
Araf 175-176, Yasin 8, Furkan 44, En’am 39, Sebe 33, Mutaffifin 1, Rad 6, Dehr
4, Enfal 12-13, A. İmran 152, Cuma 5, Muhammed 12: Allah, Kuran’daki olup bitenlere inanmayan insanlara sadece hayvanlar
tabirini kullanmamış; daha
ağır terimler de kullanmıştır.
a) “...ancak hayvanlar gibiler. Hatta
daha beterler” (Furkan 44)
b) “...onların durumu, ciltler
dolusu kitap yükletilen eşeğin
durumuna benzer” (Cuma 5)
c) Daha beteri tanrının insana köpek demesi: “Onun durumu köpeğin haline benzer...” (Araf
175-176)
d) Yine Allah, Ebu Leheb hakkında, “Elleri
kurusun” (Tebbet 1), önceki
peygamberlerin kavimlerine verdiği cezalardan söz ederken “Burnunu kıracağız/ burnunu yere sürteceğiz” (Kalem
16), Ad kavmine verdiği ceza konusunda da “Dibinden
kopmuş hurma kütüğü gibi yoluverdiler” (Kamer 20) Semud kavminin
cezasıyla ilgili, “Ağılcı çırpısı gibi
döküldüler” (Kamer 31), Ebabil kuşlarının hışmına uğrayan Ebrehe ve
ordusu için “Yenik ekin gibi yaptı”
(Fil 5), inanmayanlar için “Hayvan gibi
yayıp içerler” (Muhammed 12), “Vay
şu insanların haline!” (Mutaffifin 1, Humeze 1 vb), “Ayetlerimi yalanlayanlar sağır, dilsizler ve karanlık içindeler”
(En’am 39) gibi ifadeler kullanmıştır.
e) Kalem 10’da Allah beğenmediği insan
hakkında, “Mehin”
diyor ki bu kelime hor, alçak, dölü tutmaz erkek hayvan, dar
görüşlü insan anlamlarına gelir. Yine aynı surenin bir başka ayetinde (Kalem 13) insana “Zenim” diyor ki soysuz, nesebi bellisiz kişi anlamına gelir.
f) Bazı ayetlerde de Kur’an, ahrette bazı insanların boğazına köpek
tasması gibi demir geçirileceğini yazıyor (Kalem 16, Müddessir 19-20,
Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Hümeze 1, Kamer 20, 31, Yasin 8, Sebe 33, Mutaffifin
1, Rad 6, Dehr 4).
g) Allah ayrıca Uhud harbiyle ilgili:
“Allah’ın izniyle siz düşmanlarınızı kesip doğruyordunuz” (A. İmran 152), Bedir harbiyle ilgili, “Biz
Allah olarak düşmanın kalbine korku bırakacağız, siz onların boyunlarının
üstüne vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal 12-13) gibi akıl almaz sözler sarfediyor!
Özetle; Demek
ki Tevrat ve Kuran’da anlatılan efsanelere inanmayan insanlar, insanlık
adına ne kadar yararlı şeyler de icat etse yine kutsal
dinlerin Allah’ı katında hayvanlardan
beterler; hatta eşekten
farkları yoktur. Bu ifadeler kâinatın
yaratıcısı olduğuna inanılan bir
tanrıya isnat edilemez!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.160-161 ve
147).
17. Şüphesiz biz,
vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara)
da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden)
bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
18. (Bunu
tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)
19. Nihayet onlar
uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
20. Böylece bahçe,
(anızı) yakılmış toprağa döndü.
21-22. Derken, sabahleyin
birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye
seslendiler.
23-24. Bunun üzerine,
“Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola
koyuldular.
25. (Yoksullara
yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.
26. Fakat bahçeyi o
hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.
27. (Gerçeği
anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.
28. Onların en akl-ı
selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?”
dedi.
29. Onlar, “Rabbimizi
tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz” dediler.
30. Bunun üzerine
birbirlerini kınamaya başladılar.
31. Şöyle dediler:
“Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!”
32. “Umulur ki,
Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi
arzulayanlarız.”
33. İşte böyledir
azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!
34. Şüphesiz Allah’a
karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.
35. Biz müslümanları
suçlular gibi kılar mıyız?
36. Size ne oluyor,
nasıl hüküm veriyorsunuz?
37. Yoksa size ait
bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem
97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3,
44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu
ayetlerde (16 yerde) Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye
apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine
inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’
dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl
103).
Oysa; (ilk
kez) bu ayette geçen;
“KİTAP” kelimesi
bile Arapça değildir.
Aramice’dir ve “harflerin
dizilişi, okumak” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.265).
38. Onda, “Seçip
beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir” (diye mi yazılı?)
39. Yahut bizden, her
ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin
sözler mi aldınız?
40. Sor onlara:
“Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?”
41. Yoksa onların
ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler ortaklarını!
42-43. Baldırların
açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri
düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü
(Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar
(ve buna yanaşmıyorlar)dı.
44. (Ey Muhammed!) Bu
sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri
biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem
97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3,
44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu
ayetlerde (16 yerde) Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye
apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine
inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’
dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl
103).
Oysa; (ilk
kez) bu ayette geçen;
“KUR’AN” kelimesi
bile Arapça değildir.
Süryanice’dir, “Kiryan”
kökünden gelir ve “okunan şey, ayin
kitabı” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.265-267).
45. Onlara mühlet
veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.
46. Yoksa sen
onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına mı
girmişlerdir?
47. Yahut gayb
(Levh-i Mahfuz) kendi yanlarında da onlar mı (bundan aktarıp) yazıyorlar?
48. Sen, Rabbinin
hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında)
kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.3
49. Şayet Rabbinden
ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere
atılacaktı.
50. (Fakat böyle
olmadı.) Rabbi onu (peygamber olarak) seçti ve salih kimselerden kıldı.
51. Şüphesiz inkâr
edenler Zikr’i (Kur’an’ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle
devirecekler. (Senin için,) “Hiç şüphe yok o bir delidir” diyorlar.
Not.1 VARAKA: Nun 2, 51, Tekvir 22, Furkan 5, Neml 68,
Nahl 103, Enfal 31, Tevbe 61:
Hıristiyan asıllı Varaka b. Nevfel, hem Hz. Muhammed’in
soyundandı, hem de Hz. Hatice’nin amcaoğluydu. Birçok dini biliyordu, bilge bir adamdı. İslami kaynaklarda “Hem
Arapça, hem de İbranice/Süryanice bildiği, Tevrat konusunda iyi bir uzman
olduğu ve kendisinin Hıristiyan olduğu, İncil’in Arapçaya çevirisini yaptığı” ifade ediliyor. Varaka ölünce Hz. Muhammed’e vahiy gelmiyor/kesiliyor.
Vahyin kesildiğine dair ayet de var. Duha suresi hemen
başta bunu açıklıyor. Öyle ki, Hz. Muhammed Varaka’nın ölümünden sonra
oluşan bu boşluk ve vahyin kesilmesi nedeniyle, defalarca dağa çıkıp intihar etmek istiyor; ancak her seferinde
Cebrail gelip onu yatıştırıyor, onu intihar etmekten vazgeçiriyor. Buhari’de ve
başka birçok kaynakta anlatılan bu bilgiler anlamlı. Şöyle ki, Varaka’nın ölümü
üzerine Muhammed’in çok üzülmesi, onun ölümüyle birlikte vahyin uzun süre
gelmemesi ve kendisinin sık sık dağa çıkıp intihara kalkışması, hatta zaman
zaman geceleri uyuyamaması, az önce de belirtildiği gibi vahye ara verilmesi
sonucu bazılarının ona, ‘Ey Muhammed, bakıyoruz
senin şeytanın bu günlerde artık sana bilgi iletmiyor/vahiy getirmiyor’ demesi aslında dikkate değer
açıklamalardır. Bir de zaten ona inanmayan o günün
insanları, ‘Muhammed’in söyledikleri,
hep eskilerin masallarıdır. Arkadaşlarından birilerine yazdırıyor...’ gibi
sözleri hep söylerlerdi. Çoğu, Hz. Muhammed’in anlattıklarını boş
buluyorlardı.
Bütün bunlar yukarıdaki gibi ayetlerde de anlatılmaktadır.
Kaynak: Arif Tekin, Bilinmeyen
Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.35-36).
52. Hâlbuki o
(Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.
Konu: KUR’AN’DA ANLAMSIZ KELİMELER (“Elif Lam Mim”, “usulcacık
çekenlere” vb)
İlgili
ayetler: (Harf)
Kalem, Kaf, Sad, A’raf, Yasin, Meryem, Taha, Şuara, Neml, Kasas, Yunus, Hud,
Yusuf, Hicr, Lokman, Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye, Ahkaf
İbrahim, Secde, Rum, Ankebut, Rad, Bakara, Al-i İmran; (Söz) Adiyat 1-7, Mürselat 1-7, Saffat 1-5, Zariyat 1-6,
Naziat 1-9.
Değinilen
ayetler: (Arapça) Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet
3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37; (Muhkem/Müteşabih)
Al-i İmran 7.
1) Kuran’da
altı (6) ayrı surenin başında (Bakara, Al-i İmran, Ankebut, Rum, Lokman, Secde)
“Elif Lam Mim”, yedi (7) surenin
başında (Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye, Ahkaf) “Ha Mim”, altı (6) ayrı yerde
(Yunus, Hud, Yusuf, Rad, İbrahim, Hicr) “Elif
Lam Re”, Şuara ve Kasas surelerinin başında “Ta Sin Mim”, Şura suresinin başında “Ha Mim Ayn Sin Kaf”, Meryem suresinin ilk ayeti “Kâf Ha Ya Ayn Sad”, Taha suresinin
başında “Ta Ha” ifadesi, A’raf
suresinin başında “Elif Lam Mim Sad”,
Neml suresinin başında “Ta Sin”,
Yasin suresinin başında “Ya Sin”
lafzı, Sad suresinin başında sadece “Sad”
şeklinde tek bir harf vardır, Kaf suresinin ilk ayeti ise “Kaf” harfiyle başlıyor. Kalem suresinin de ilk ayeti sadece “Nun” harfidir. Kur’an’da uygulanan bu biçimsel taktik (!) ile ilgili notlar
şöyle:
a) Bütün bu saydıklarımın anlamı Arap lügatinde yoktur. Çünkü bunlar birer harftir. Harflerinse hiçbir dilde tek
başlarına anlamları olmaz. Bazıları, Kur’an’daki benzer harflere
tahmini anlamlar yüklemişler; ancak bunun gerçekle ilgisi yoktur. Zaten bu
yorumları yapanların hepsi de kendi kaynaklarında, “Bunlardan neyin kastedildiğini ancak Allah bilir” demişlerdir.
b) Gerçekle, kuralla ilgisi olmadığı
için ben bu tür yorumlara değinmeyeceğim. Bunlardan, “Bu surelerin başındaki harflerin anlamı Allah’la Muhammed arasında
birer şifredir. Dolayısıyla; diğer insanların bunları bilmesi gerekmiyor” yorumu en yaygın olanıdır.
Kur’an’da yaklaşık 30 bağımsız ayet bu gibi ifadelerden oluşuyor.
2) Bazı
ayetlerde Allah bilinmeyen şeyler
üzerine and içer:
a) “Gürültü ile koşan, ateş saçan, sabahleyin baskın yapan, savurup da tozu
dumana katan ve bir topluluğun ortasına dalanlara (savaş atlarına) andolsun ki...” (Adiyat 1-7)
b) “Birbiri ardınca gönderilenlere, büküp devirenlere, neşredip yayanlara,
seçip ayıranlara, sonra gerek özür için, gerekse uyarı için bir öğüt
bırakanlara andolsun ki...” (Mürselat 1-7)
c) “Saf saf dizilmişlere, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara (meleklere) and olsun ki...” (Saffat
1-5)
d) “O tozdurup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, emir
dağıtanlara andolsun ki...” (Zariyat 1-6)
e) “Şiddetle çekip alanlara, usulcacık çekenlere, yüzerek gidenlere,
yarışıp geçenlere, iş çevirenlere andolsun...” (Naziat 1-9)
Notlar:
a) Dikkat edilirse tanrı Zariyat, Naziat ve Mürselat
surelerinde kıyametin kopacağına dair;
Adiyat ve Saffat surelerinde de insanın
kendisine karşı nankör olduğuna ve kendi büyüklüğü hakkında az önceki bilinmeyen bazı şeyler
üzerine yemin içiyor.
b) Kur’an’ı açıklayanların çoğuna
göre Adiyat suresinde üzerinde
yemin edilenlerin, savaşlarda
hücum eden atlar; Saffat
suresinde ise melekler; Mürselat’ta yine melekler, bir yoruma göre de rüzgârlar; Zariyat’ta
da rüzgârlar, bulutlar, gemiler ve melekler, Naziat suresinde de insanın ruhunu eziyet ve merhametle alan Azrail
ekibi melekler, yıldızlar,
gemiler
kastedildiğini yazıyorlar.
c) Bunlar hakkında çok farklı
yorumlar da vardır; ancak hepsi de tahminden başkası olmadığı için üzerinde durmağa değmez. Tabi ki bu
yorumlar da tıpkı ilgili ayetler gibi çelişkilerle dolu. Mesela; İslam inancına
göre peygamberlere vahiy getiren
melek birdir, adı da Cebrail.
Ama gerek bu ayetlerle ilgili yorumlara ve gerekse Kur’an’da ilgili diğer
ayetlerin yorumlarına bakıldığında birden
fazla vahiy meleği ortaya çıkıyor. Bu konuda Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinin Zariyat suresinin açıklama
kısmına bakılabilir.
d) Keza İslami inanca göre ruhları alan melek de tektir
ve adı Azrail. Ama Naziat suresindeki “şiddetle çekip
alanlara, usulcacık çekenlere” ifadesinden kötü ve iyi insanların ruhlarını alan melekler kastedilirse (ki cumhurun görüşü
de bu), o zaman bir Azrail değil; birçok
Azrail ortaya çıkıyor. Zira kullanılan kelimeler hep çoğuldur. Zaten
birçok Azrail olduğunu ima eden başka ayetler de vardır. O zaman şöyle bir
sonuç ortaya çıkıyor: Azrail, ruhları almaktan sorumlu ekibin başı,
diğerleri de herhalde ona bağlı ekipler. Bu durum aynı zamanda Cebrail için de
geçerli: Cebrail vahiy getirenlerin başı, diğerleri ise ona bağlı ekipler.
Kısacası: Bu
surelerden neyin kastedildiği kesin olmamakla birlikte, verilen zoraki anlamlar
da beraberinde çelişkiler, topluma yararları olmayan anlamlar getirmektedir.
e) Daha da netleştirecek olursak; Kur’an’ın Allah’ı, “Gürültü ile
koşanlar, ateş saçanlar, sabahleyin baskın yapanlar, savurup da tozu dumana
katanlar, bir topluluğun ortasına dalanlar (Adiyat 1-7); birbiri ardınca gönderilenler, büküp devirenler,
neşredip yayanlar, seçip ayıranlar (Mürselat
1-7); saf saf dizilmişler, toplayıp sürenler, zikir okuyanlar (Saffat 1-5); o tozdurup savuranlar,
ağırlık taşıyanlar, kolaylıkla akanlar, emir dağıtanlar (Zariyat 1-6); şiddetle çekip alanlar, usulcacık çekenler, yüzerek
gidenler, yarışıp geçenler, iş çevirenler ” (Naziat 1-9)... gibi bilinmeyenlerle
yemin içiyor.
f) Acaba bunlardan neyi kastetmiş, böyle bir denklemden ne fayda beklenir sorusuna nasıl
bir yanıt verilebilir ki! Zira ortada kullanılan
sıfatlar/nitelikler var; ama nereye gönderme yaptığı belli değil.
g) Muhammed, Kur’an’ını yersiz
tekrarların, birbirleriyle çelişen ayetlerin, onların içerdiği yararsız ve
de anlaşılmaz anlamların, hele az önce birinci örnekte
belirttiğim anlamsız harflerin... eleştirilerinden
kurtulabilmek için -örneğin- Al-i
İmran 7. ayette özet olarak, “Kur’an’ın bazı ayetleri Muhkemdir/ anlamları gayet açıktır;
bazıları da Muteşabihtir/anlamlarında
netlik yoktur. Kötü niyetli olanlar, anlamları açık olmayan
ayetleri tartışma konusu yaparlar; ilim sahipleri ise hepsine
inanırlar” anlamında ayetler yazmıştır.
h) Halbuki Kur’an’ın birçok yerinde*
“Biz Kur’an’ı apaçık bir Arapça ile sana
gönderdik” ifadesi vardır; ki bu, az önce sunulan ayetlere ve
daha nicelerine tezat
teşkil etmektedir. (* Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, En’am
92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim
4, Rad 37)
i) Az önceki ayette (Al-i İmran 7) “...ilim sahipleri ise
hepsine inanırlar” denir. İlim
sahipleri Kur’an’dan ne gibi marifetler çıkaracaklar bilemem.
j) Konuyu özetleyecek olursak;
mademki insanoğlu bu kitaptan sorumludur; o
halde neden onun sahibi olduğu iddia edilen Allah bazı ayetlerini
anlamsız harflerle göndersin ki! Bu durumda haklı olarak “Kur’an’ın Allah’ı tarafından öyle bir kitap
gönderilmiş ki, birçok ifadesinin anlamı yoktur. Sadece kafiyeli yazılmış anlamsız bir müzik parçasından öteye geçmez...”
önermesi ortaya çıkıyor.
k) Aslında Muhammed benzer
yöntemleri kullanmaktan şunu kastetmiştir denilebilir: İnsanların Kur’an
hakkında, “Hayret, Muhammed’e öyle bir
kitap inmiştir ki, bazı ayetlerini ancak Allah bilir; ne kadar enteresan ve
acayip bir kitap...” demelerini sağlamak, böylece olağanüstü bir kitap
olduğunu onlara kabul ettirmek. Tabi ki
kitle bilinçlendirilmezse/cahil kalırsa, bu gibi inanılmaz şeyler
onlara kolayca yutturabilir. Bu, günümüzün de asıl sıkıntısıdır.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.184-187).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir. Hz. Muhammed zamanında yaşamış, çok ünlü bir şair ve
aynı zamanda bilge bir adam. Kimilerine göre hicri ikinci yılı Bedir harbinden
sonra, kimilerine göre de hicri dokuzuncu yılında Taif’te vefat etmiştir.
Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusi dini hakkında çok bilgi sahibi biri. Muhammed
nasıl Şam tarafına gidip papazlarla tanışmışsa, aynı şeyi Muhammed’den önce o
da yapmıştır. Uykuda nasıl onun karnının açıldığını, kalbinin çıkarılıp tekrar
yerine konduğunu anlatıyor. Bilindiği gibi aynı yöntem Muhammed’in hayatında da
var. Demek ki o zamanlar bu tür gelenekler adetmiş. Zaten Ümeyye arkadaşlarına, ben
peygamber hazırlıklarını yapıyorum, kendimi buna hazırlıyorum diyordu;
ama arkasını getiremeden vefat ediyor.
Daha sonra da Muhammed bu projeye sahip çıkıyor.
Ümeyye de Hz. Muhammed gibi,
Allah’ın varlığını göstermek için kâinattaki eşyayı, önceki peygamberleri
örnek gösteriyor, bunları argüman olarak kullanıyor. Ayrıca nerde babalar, nerde ecdal, Kâbe’yi yıkmaya
gelen Ebrehe nerde şeklinde hep insanları uyarıyor ve korkutuyordu. Genelde
şiirlerine ‘Elhamdü lillah/Allah’a
teşekkür’le başlardı. Hz. Muhammed nasıl Kur’an’da Hanif dinini övmüşse, o
da hep Hanif dinini dillendiriyordu. Hatta cinlerle irtibatım var, diyor; yoksullarla çok ilgileniyordu.
Kur’an’da yedi kat gökten birkaç kez söz edilmiştir.
Bu şair de defalarca bu yedi kat
meselesini şiirlerinde işlemiştir. İlginçtir ki, Kur’an’da yer kelimesi
tekil, gök ise yedi sayısıyla birlikte ‘Semavaf’ şeklinde çoğul olarak işlenmiştir. Bu şair de yer kelimesini tekil, gök kelimesini de çoğul olarak
kullanıyordu şiirlerinde. O da Muhammed’den önce içkiyi yasaklamıştı, içmeyin
diyordu. Çok kitap okuyordu. Putlara karşıydı. Ebu Süfyan anlatıyor: Biz Şam tarafına ticaret için giderken, o bize
yolda hep kitap okuyordu ve papazlar onunla özel ilgilenirdi...
Şerid adında bir sahabi
Hz. Muhammed’in kendisine “Ümeyye b. Ebi
Sait’in şiirlerinden bildiklerin var mı?” diye sorduktan sonra onun şiirlerinden yüz şiir okuttuğunu
anlatıyor.
Ümeyye, şiirlerinde bir mısrada
şunu diyor: Yaradan dünyayı devekuşu yumurtası şeklinde yarattıktan sonra
üzerinde canlılar yaydı. Görülüyor ki “Peki Hz. Muhammed 14 asır önce nasıl biliyordu ki dünya elips
biçimindedir?”
şeklinde propaganda yapıp Kur’an’daki mucizeleri ispata çalışanların asıl kaynağı bu şairmiş! Dünya
elips şeklinde mi değil mi tartışmalarını açmıyorum. Mesele, bu cümlenin başka yerden alınmış olması.
Bu şairin şiirlerinden benzer alıntılar ve Kur’an’la benzerlikler
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.43-46).
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harf ile ilgili
olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[Bakara.1-Dipnot:
Kur’an-ı Kerim’de yirmi dokuz sûrenin başında yer alan bu gibi harflere
“Hurûf-i mukattaa” veya “Mukatta’ât” (Arap alfabesindeki adlarıyla, tek tek
okunan harfler) denir. Anlamlarını kesin olarak bilmediğimiz bu harfler
üzerinde tefsir bilginleri çeşitli görüşler belirtmişlerdir. Bunlar arasında,
bu harflerin; başında bulunduğu sûrenin adı, ya da Allah Teâlâ ile Hz.Peygamber
arasında birer şifre olduğu görüşleri ağırlık kazanmıştır.]
2. Âyette müşriklerin,
Resûlullah’tan tevhid mücadelesinde tavizkâr davranması, batıl inançlarını,
haksızlıklarını, birtakım çirkin maksatlarını kabullenip eleştirmemesi
yönündeki isteklerine işaret edilmektedir. Resûlullah’ın onlara karşı böyle
tavizkâr davranması durumunda, onların da kendisine karşı yumuşak
davranacaklarına dikkat çekilmektedir.
3. Yûnus Peygamber’in
bu duası için Enbiyâ sûresinin 87. âyetine ve Sâffât sûresinin 139-148.
âyetlerine bakınız.
MÜZZEMMİL | ÖRTÜNÜP BÜRÜNEN
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |