ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            102- IŞIK | NÛR (Kitap Sırası-24)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Medine döneminde inmiştir. 64 âyettir. Adını, 35. âyette geçen “nûr” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca; bireysel ve toplumsal hayatla ilgili çeşitli hüküm ve prensipler, özellikle aile hayatına dair esaslar yer almaktadır.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.

2.         Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.

Not.1         Burada diğer ayetler gibi (Nisa 15-16) sadece erkeklerden söz edilmemiş; tam tersine hem erkek, hem de kadınla ilgili sıfatlar kullanılmıştır. Burada hayırlı bir iş ol­madığından (cezadan söz edildiği için) kadın da yazıldığı gibi, üstelik erkeğin önüne alınmıştır.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.201)

Not.2         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Nisa 25, Nûr 2: Bu ayete göre zina yapan cariyeye uygulanan cezada taşlayarak öldürme yoktur; Nûr 2. ayete göre yüz celde-değneğin yarısı uygulanır (elli değnek).

                   Acaba savaşın sebebi olmayan bir kadını, cariye olarak Müslümanların istifadesine sunan (Nisa 3, 24), tek bir adet görmesi durumunda artık erkekler onu kullanabilir diyen ve meta olmaktan çıkmasın diye onunla cinsi ilişkide bulunulduğu zaman spermin, rahmin dışına akıtılmasına izin veren ve demin de anlatıldığı gibi, o cariyenin -mal gibi satılmak suretiyle- elden ele dolaşmasına izin veren bir anlayış (Bakara 228, 234) na­sıl olur da -aynı statüdeki bir cariye- zina yaptığı zaman, bu sefer ona uygulanan cezanın, hür bir kadına uygulanan cezadan daha az olmasını önerir?

                   Acaba onu sevdiğinden dolayı mı, yoksa başka bir nedenle mi?

                   Cariyeler mal gibi değerlendirildiği için kolay kolay onların elden gitmesine izin verilmiyordu.

                   Şayet zinaları halinde, “On­lar da recim usulü infaz edilir” denseydi, o zaman Müslümanlar için bir gelir kaybı söz konusu olurdu.

                   İşte bu nedenle ceza in­dirimine gidilmiştir; yoksa cariyeler sevildiğinden değil.

                   Hatta Muhammed bir sözünde (zina yapan cariyeler hakkında Ebu Hureyre’den rivayetle) şöyle diyor: “Şayet bir cariye zina eder de onun zinası şahitler veya ken­disinin hamile kalmasıyla ispat edilirse, o zaman onun efen­disi kendisini celde ile kamçılasın ve onu ayıplamasın. Eğer bir daha tekrar ederse, yine onu kamçılasın ve ayıplamasın. Üçüncü sefer yine tekrar ederse, bir daha onu kamçılasın; fa­kat ayıplamasın. Dördüncü kez de tekrarlarsa, o zaman onu bir kıl fiyatına da olsa satsın.” (Tecrid-i Sarih, Diyanet tercemesi, No: 998-6/469.)

Kaynak:    bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.280-281).

Not.3         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Nisa 15, 16, Nur 2:

                   Kur’an’daki ayetlere göre bazen ortada sorun var; ancak o an için çözümü yok; sorun orta yerde bırakılır.

                   Mesela fuhuş yapanlarla ilgili şöyle deniliyor: Şayet dört şahitle ispat edilse ki fuhuş olayı gerçekleşmiş diye, o zaman Al­lah, o fuhuş yapanların ruhunu alıncaya kadar, ya da bir çözüm yolunu gösterinceye kadar onları evlerde hapsedin. (Nisa 15) Çok ilginç bir ayet.

                   Hemen aynı ayetten sonra bu kez, içinizden fuhuş ya­pan her iki tarafa eziyet çektirin/ bir bakıma ceza verin (tabi ki nasıl ceza sorusuna yanıt yok; muğlak bir ifade) deniliyor.

                   Şayet tövbe ederlerse o zaman ceza vermekten vazgeçin, deniliyor. (Nisa 16)

                   Bir başka ayette de, zina yapan her iki tarafa 100’er değnek ceza uy­gulayın, deniliyor. (Nur 2)

                   Tabi ki bu muammada iş İslam yorumcu­larına düşer:

                   Burada kimisi yüz değnek cezasını evli olmayanla­ra tahsis etmiş, kimisi Nisa 15’te geçen ev hapsi ayetini lezbiyenlere ayırmış, kimisi de Nisa 16’da geçen ‘her iki­sine eziyet çektirin ta ki tövbe edene kadar’ ayetinden eşcinseller kastedilmiştir yorumunu yapmış.

                   Ancak burada da ceza belirsizdir: “İkisine ezi­yet edin” deniliyor. Nasıl bir eziyet sorusuna yanıt yok. İkincisi, bu durumda cinsler arasında aynı suçta eşitsizlik söz konusudur.

                   Demek ki suç işleyen kadınlarsa ölünceye kadar ev hapsi, ya da tanrı yol bulana kadar bekletilmeli. Ama konu erkekler olunca onlara eziyet edin deniliyor.

                   Bu eziyet basit bir ceza şeklinde de olabilir (manevi bir eziyet olabilir), darp da olabilir. Yani belir­siz.

                   Burada zina cezalarını işlemi­yorum; amacım, “suçluları evlerde hapsedin, ben onlara çözüm bulana kadarayetinin ilginçliğine dikkat çekmektir.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.237-238).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

3.         Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.

Not.1         Ayrıca, “zina eden, ancak ken­disi gibi zinakâr biriyle evlenir” deniyor. Hal böyle olunca, bu­rada suça teşvik ifadesi kullanılmış oluyor. Mesela bir insan, “Madem zinakâr bir insan ancak bir zinakâr insanla evlenebili­yor; o halde ben de istediğim bir hanımla yatayım ve artık o benim olsun” anlamını çıkarabilir. Dolayısıyla, bu ayet bir bakıma insanı suça teşvik eder.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.201)

4.         Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir.

Not.1         Bu uygulamalar da İslamdan binlerce yıl öncesinden gelmektedir. Örneğin zina iftirasının cezası Orta Asur kanunlarında 40 sopa, bir aylığına kral hizmetinde bedava çalışmak, ayrıca para cezası ödemek ve başı tıraş edilmek üzere kendisine kölelik işareti vuruluyordu. (md.18/B) Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.30-31).

Not.2         Zina iftirası ile ilgili ayetler: Nisa 15, Nur 4-9, 13.

                   Sümer kanunlarında bu konuya epey yer verilmiştir. Ur-Nammu kanunlarında (md.11) şu bilgiler var: Bir kadın zina iftirasına maruz kaldığında nehre atılırdı. Su üstüne çıktığında -ki bu durumda masum sayılırdı- iftiracı olan kişi, kadın tarafına tazminat ödemek zorundaydı. Asur kanunlarında zina iftirasında bulunan kişi iddiasını kanıtlamadığı takdirde hem 50 değnekle cezalandırılırdı. Hammurabi kanunlarında (md. 131,132) koca kendi hanımına iftira edip iddiasını kanıtlamasaydı, kadın yemin ettikten sonra evlilikleri devam ederdi. Bu kural Kur’an’da da geçerlidir. Şayet hanımın eşi olsaydı yöntem ayrı, yabancı biri olsaydı daha farklıydı. Bu, Kur’an’ın da hükmüdür:

                   Kur’an’da, Nur 4: Bu ayete göre zina iftirasında bulunup iddiasını dört şahitle ispat edemeyen müfteri kişiye verilen ceza seksen değnektir. Ancak burada erkeklerden söz edilmemiştir (kadının zinası kastedilmiştir). Yani birileri bir erkeğe zina iftirasında bulunup da iddiasını ispat edemezlerse, onlara uygulanacak ceza konusunda Kur’an’da herhangi bir yaptırım maddesi/ayeti yoktur. Özetle kadına zina iftirasının cezası 80 değnektir, ama erkeğe zina iftirasının cezası bilinmiyor/yok.

                   Eğer iftiracı kişi kadının kendi kocasıysa ve de şahitler getiremiyorsa o zaman formül farklıdır (Nur 6-9). Fakat kadın öne sürüleni itiraf ederse bu durumda ona ne yapılacak sorusuna, Kur’an’da yanıt yok. Burada iş yine hadis ve mezheplere düşer.

                   İlginçtir ki, Kur’an’da verilen örnekte, eğer koca kendi eşine zina isnadında bulunursa iş az önceki özel formülle biter (Nur 6-9); acaba kadın kendi kocasına zina isnadında bulunsa onun bu sözü kale alınır mı, alınmaz mı sorusuna yine Kur’an’da yanıt yok. Doğrusu Kur’an burada da kadını insan saymamıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.116-118).

Not.3         Zina iftirası konusunda iftiracı kişi hanımın eşi ise uygulanan yöntem başka; yabancı biriyse başkadır. Bu konuda da Kuran’la Sümer kanunlarında uygulama aynıdır. Kuran’a göre eğer iftiracı kadının eşi ise bu iş yeminle biter; yabancı biriyse ve de dört şahitle ispat edemezse o zaman 80 (seksen) değnek ceza tatbik edilir. Sümer kanunlarında da iftira eden kadının eşi ise bu problem yeminle halledilir, yabancı ise nehre atılırdı. (H.Kanunları, md. 131–132).

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.129)

5.         Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

6,7.      Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir.

8,9.      Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah’ı dört defa şahit getirmesi (Allah adına yemin etmesi), beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır.

Not.1         Zina ile ilgili ayetler: Furkan 68, İsra 32, Nisa 15-16, Nur 2-3, 4-9, 13, Mümtehine 12.

                   Sumer mitolojisinde Hammurabi kanunlarında (md.129,130) bir erkek, henüz baba evinde olan bir kızla zor kullanarak zina yaptığında öldürülür, kadınsa serbest bırakılırdı. Evli olan bir bayan başkasıyla yatarken yakalansaydı, hem kendisi, hem de onunla cinsi ilişkiye giren erkek bağlanıp suya atılırlardı.

                   Esnunna kanunlarında (md. 26) “Başkasının nişanlısıyla yatan bir insanın cezası idamdı”. Orta Asur kanunlarında bazı durumlarda zinanın cezası ölümdü. Bir kadını öpmenin cezası bile ağırdı: Öpen kişinin alt dudağı balta ile kesilirdi (Orta Asur kanunları, md. 9/A,15/A, 55/A md. 56/A).

                   Tevrat’ta zina suçunun cezası ölümdür. Evlenen bir kız bakire çıkmazsa, halk toplanır, babasının evi önünde onu taşlayarak/recimle öldürür. Sormak lâzım; acaba Tevrat ve Kur’an’ın tanrısı erkeklerin bekâretini nasıl, hangi yöntemle kontrol altına alır? 

                   İncil’de: Zinadan dolayı insan öldürülür diye somut bir açıklama yok; sadece zinanın kötülüğü dile getirilmiştir

                   Kur’an’da: Doğrusu zina konusunda Muhammed’in yaptıklarıyla Kur’an’daki bilgiler birbirlerini pek tamamlamıyor. Kur’an’da birkaç yerde zinanın kötülüğünden, insanların ona yaklaşmamasından söz ediliyor; ancak taşlanarak öldürme gibi ağır cezadan söz edilmiyor. Artık Kur’an yazıldığı zaman recimle insan öldürme meselesi bilerek mi kayda geçmemiş, unutulmuş mu veya bunun başka nedenleri mi var bu pek bilinmiyor; kesin bilinen bir şey var ki, Muhammed zinadan dolayı birçok insanı recimle (taşlama yöntemiyle) infaz etmiştir. Zina cezasıyla ilgili Kur’an’da var olan ceza yöntemi Nur 2’de şöyle açıklanır: “Zina yapan kadın ve erkeğe yüzer değnek vurun.”

                   Şunu da belirteyim ki, kamçıyla ceza verme yöntemi Sümerlerde de yaygındı; doğrusu, Kur’an’ın bu uygulaması da geçmişe dayanır. Hammurabi “Bir insan kendinden büyük olan birine tokat atarsa, toplum içinde ona öküz kuyruğundan 60 kamçı vurulur” diye kanununa yazmıştı (md. 202). Az önce belirtildiği gibi Kur’an nasıl bu ceza toplum içinde uygulansın demişse, aynısını Sümerler de uyguluyordu. Kur’an’da değnek cezası dışında herhangi bir cezadan söz edilmiyor.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.112-116)

Not.2         Zorla yapılan bir zina olayının cezası hem Tevrat’ta, hem de Sümer kanunlarında belirtilmiştir; fakat Kuran’da buna değinilmemiştir.

10.       Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı, hâliniz nice olurdu?

Not.1         Nur 10-26 arası ayetler Ayşe’nin İfk olayı ile ilgilidir. (Konuyla ilgili notlar için bkz. Nur 16, Not.1)

11.       O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.1

12.       Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, “Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya!

13.       Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.

14.       Eğer size dünya ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu!

15.       Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.

16.       Bu iftirayı işittiğiniz vakit, “Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım! Bu, çok büyük bir iftiradır” deseydiniz ya!

Not.1         Muhammed’in Hanımları Hakkında İnen Ayetler (1. Grup): Nur 10-26 arası

                   Muhammed’in hanımlarından Ayşe’nin, Safvan bin Muattal ile Ben-i Mustalık Savaşı dönüşünde geceleyin yolda zina yaptığı iddiası (İfk olayı), İslam tarihinde çok meşhur olan bir hadisedir. Sağlam olan kaynaklarda Muhammed’in, “Ayşe, eğer sen bu adamla zina yapmış isen doğru söyle. Zira, Allah affedicidir, merhamet sahi­bidir” dediği aktarılmaktadır. Halbuki eğer yapmışsa Ayşe’nin recimle idam edilmesi gerekiyordu. Çünkü Muhammed zina yaptıklarına ilişkin sadece kendi aleyhlerine ifade verdikleri için birçok insanı recimle infaz etmişti. Ama sıra Âyşe’ye gelinceAllah bağışlayandır, merhametlidir” deyip onu ucuz atlatmaya çalışıyor.

                   Ayşe’nin bu olayı üzerinden aylar geçtiği halde, bu sü­reçte herhangi bir ayet inmemişti. Tam da bu gerginliğin devam ettiği bir sırada Halife Ömer, Muhammed’e “Sen Aişe ile evle­nirken kendi iradenle mi evlendin, yoksa Allah’tan aldığın vahiy­le mi?” diye soruyor. Muhammed ise, “Ben Ayşe’yle Allah’tan al­dığım vahiy üzerine evlendim” şeklinde yanıt veriyor. Buna karşılık Ömer, “Öyleyse müsterih ol, endişeye gerek yoktur; ma­demki Allah’tan aldığın vahiyle evlenmişsin, o halde Allah seni mahcup etmez; tam tersine sana bir yol gösterir” diyor.

                   Ömer’in bu açıklaması üzerine, aylardır süregelen bunalıma, nihayet yol bulunuyor ve Nûr Suresinin 10. ayetinden itibaren onlarca ayet -Ayşe’yi savunma amaçlı olarak- birden inmeye başlıyor.

                   Bu ayetlerden sonra bu işe biraz fazla bulaşan üç kişiye (Şair Hassan bin Sabit, Mistah bin Esase ve Muhammed’in baldızı Hamene) Muhammed tarafından ceza veriliyor. Çünkü, Ayşe olayının anlatıldığı Nûr Suresi’nde (4. ve 13. ayetler), zina suçlamasında bulunan kişilerin, en az dört erkek şahit göstermeleri gerekiyordu; aksi takdirde müfteri durumuna düşer ve bunlara 80 değnek ceza uygulanırdı (Nûr, 4. ayet). Bunlar da böyle bir şahit kadrosunu gösteremedikleri için suçlu duruma düşmüşlerdi. Ayrıca bu ceza da (kazf-iftira cezası) Ayşe olayı ortaya çıkana kadar Kur’an’da anlatılmamıştı. Başka bir ifadey­le, bu ceza ayeti Ayşe olayıyla ilgili inen ayetlerin içinde bulun­duğu Nûr Suresinde ilk olarak inmiş oluyordu.

                   Bu olayı kapatmak için çeşitli senaryolar tertiplenmiş. O se­naryoların bir parçası da şudur: “Safvan’ın -güya- tenasül organı yokmuş” diye. Halbuki Muhammed daha ön­ce o adama “Şirin” adında bir cariye hibe etmişti. Görüldüğü gibi, Muhammed’e leke gelmesin diye her hileli yola başvurulmuş.

                   Bu konuda inen ayetlerin fazla­lığı -Ayşe’nin lehinde oldukları halde- Ayşe’yi bile hayrete düşürmüştür. Ayşe bu ayetlerle ilgili, “Benim meselem ilham yoluyla da halledilebilirdi. Bu olay yüzünden nedir bu kadar ayet...” deyip hayretini dile getirmişti.

Kaynak:    bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.85-88). İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında.

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

17.       Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.

18.       Allah, size âyetleri açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

19.       İnananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

20.       Allah’ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı, hâliniz nice olurdu?

21.       Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Not.1-2     bkz. (Nur 46, Not.1-2)

22.       İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

23,24.  İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.

25.       O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.

26.       Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır.2 O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.

Not.1         Nur 10-26 arası ayetler Ayşe’nin İfk olayı ile ilgilidir. (Konuyla ilgili notlar için bkz. Nur 16, Not.1)

27.       Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.

28.       Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.

29.       İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir.

Not.1         Nur 27-29, 58-59: Hz. Muhammed bir gün bir iş icabı Müdlic b. Amr adında bir kişiyi halife Ömer’e gönderir. Meğerki o sırada Ömer elbisesiz bir durumda uzanıyormuş veya belki de uyuyormuş. Adam onun yanına varınca avret yerini görüyor ve tabii ki Ömer bunu fark ediyor. Daha sonra Ömer Muhammed’in yanına gelince durumu anlatıyor ve “’İnsanlar başkasının evine gidince, önce izin isteyin/kapı çalın da ondan sonra girin’ anlamında bir ayet olsaydı çok iyi olurdu. Çünkü gönderdiğin adam geldi, beni uygun olmayan bir vaziyette gördü.” diyor.

                   Bunun üzerine bu ayetler iniyor.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.116).

                   2) bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.67-70).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

30.       Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.

31.       Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!

Not.1         Araf 26-27, Ahzab 59, Nur 31, 60: “Kadınların başını örtmesiçok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerde tanrı namına seks yapan Tapınak fahişeleri vardı ve kutsal sayılıyorlardı, diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örtülmüştür. Yahudi fahişeleri yüzlerine peçe koyuyorlarmış. İslam’a örtünme “erkekten kaçma” şeklinde geçmiştir. Sonuçta kadınların başını örtmesi Sumer geleneğinin bir devamıdır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.29-31).

Not.2         Ahzab 32-33, 59, Nur 31:

a)               Muhammed Mekke’de 13 yıl peygamberlik yaparken, Kur’an’da başörtüsüyle ilgili herhangi bir ayet henüz yoktur; ancak ne zamanki Medine’ye göç etmiş ve orada çok evlilik hayatına başlamışsa, bakıyoruz ki o zaman (kadınlar aleyhine diğer konularda olduğu gibi) hem kendi hanımlarına özel (Ahzab suresindeki gibi), hem de diğer kadınlarla ilgili başörtüsü ve genel örtünmeyle ilgili ayetler gelmeğe başlar. Muhammed’in kendi Allah’ını hem hanımları, hem de diğer kadınlar aleyhine kullandığı bir gerçektir.

b)               Sümer mitolojisiyle ilgili çıkan heykellerde, İsa’dan 3 bin yıl önce kadınların eşarp/başörtüsü kullandıkları ortaya çıkmıştır.

c)               Yani, nasıl Sümer kanunlarında erkekler bir fahişeyi kolay bilsin diye bu işaretin (başörtüsü) kullanılması zorunlu kılınmışsa, Kuran’a göre erkekler (mal gibi müşteriden müşteriye satılan) cariyeleri bilsinler/tanısınlar, bu konuda zorluk çekmesinler diye başörtüsünün kullanılması  öngörülmüştür. Bunun kanıtı, hem Ahzab 59. ayeti, hem de İslam tarihinde var olan pratik örnekler. Hele Kuran Allah’ının kadınları daha fazla köle yapmak için özetle, “Sakın ha yolda yürürken gizlediğiniz ziynetleriniz ortaya çıkıp erkeklere görünsün diye ayaklarınızı yere vurmayın (Nur, 31), yabancı erkeklere karşı ses tonunuzda değişiklik yapmayın/cilveli konuşmayın (Ahzab-32) ve yolda giderken erkekleri tahrik edici mahiyette çalımlı yürümeyin” (Ahzab-33) gibi ifadeler kullanması, aslında Kuran’ın kimden geldiği sorusuna birer açık yanıttır.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.92-93, 102).

Not.3         KUR’AN’DA KÖLE VE CARİYE: Mü’minûn 6, Meâric 30-31, Ahzâb 55, Nur 31:

                   Bu ayetlerin içerdiği anlamı somut bir örnekle netleştirelim: Enes anlatıyor:

                   “Muhammed bir gün kendi kızı Fadime’ye bir köle verdi. Fadime’nin üzerindeki fistan kısaydı ve onunla bütün vücu­du kapanmıyordu. Bunun üzerine Muhammed’e, ‘Benim fis­tanım tüm bedenimi örtmüyor; bu durumda bu köle yanımda kalınca benim bedenimi görmekle ben günaha girmiş olmaz mıyım?’ diye soruyor. Muhammed ise, ‘Kızım, bir şey ol­maz. Zira ben senin babanım, bu da senin kölendir. O ba­kımdan, senin vücudun ona görünse de bir sakıncası yoktur’ diyor.”

                   Bu hadisten şu sonuç ortaya çıkıyor:

a)               Zaman içinde Muhammed saltanatını kurunca, öyle bir aşamaya gelinmiş ki, devlet malı sayılan köleleri kendi öz çocu­ğu olan Fadime’ye bile kullandırmıştır. Bunun adı -bugünkü ta­birle- devletin bütçesinden yakınlarına çıkar sağlamaktır. Zaten bu konuda ganimet ve fey kısmında yeterince bilgi verilmişti.

b)               Bu ayetten net olarak anlaşılıyor ki, Kur’an, köleyi insan saymamıştır ki kadın kendini ona karşı örtsün.

                   Söz Muhammed’in Fadime’ye köle verdiğinden açılmışken, bir konuya açıklık getirelim: Fadime bir gün Muhammed’den bir köle istemiş; o da“Arkadaşlarım aç iken ben sana köle vere­mem” demiş. Peki ama Fadime ondan ekmek değil de köle istemişti; bu durumda bu ola­yın açlıkla ne ilgisi vardır diye sorulmaz mı?

                   Bunun anlamı şudur: Muhammed, ya o köleyi satıp aç olan o arkadaşlarının masrafında harcayacaktı; ya da onu arkadaşlarının hizmetinde çalıştı­racaktı. Bunun üçüncü bir ihtimali yoktur.

                   Yani burada yine köle için hayra alamet bir şey yoktur. Kur’an’a göre kölenin insan sayılmadığı bu ayetlerle de açık şekilde gözler önüne serilmiştir.

                   Sonuç olarak, ister Muhammed’in hanımları, ister normal vatandaşların hanımları için olsun “kendilerini köle ve cariyelerinden örtmeyebilirler” denilmekle, kölenin insan sayılmadığı gayet açık bir dille tescil ediliyor.                                              bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.284-285).

32.       Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

33.       Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden “mükâtebe” yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın.3 Allah’ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

Not.1         Kur’an’a göre bir köle, patronu tarafından istenen parayı ödediği takdirde patronu kendisini özgürlüğüne kavuşturabilir. Bu işlem de Muhammed’in Kur’an’ına aldığı yeni bir şey değil; aksine Sümerlerden kalmadır (Lipit İştar K. md.14).

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128)

Not.2         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Nisa 25’te fa­kir olup da hür kadınlarla evlenemeyenler için alternatif bir evli­lik olarak savaş esiri cariyeler gösteriliyor; Nur 33’te ise, “Evlenme imkânı bulamayanlar/fakir olup da düğün mas­rafını karşılayamayanlar, Allah lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini-namuslarını korusunlar” deniyor.

                   Burada şunu sormak gerekir: Acaba Kur’an’ın Allah’ı bugün yoksulluk yüzünden evlenemeyen milyonlarca insanın düğün masraflarını gerçekten karşılayabilir mi? Karşılayabilirse neden seyirci kalıyor?                                                                              bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.281-282).

Not.3         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Kur’an’da -cariyeler hakkında- şimdiye kadar anlatılan­lardan daha olumsuz ayetler de vardır. Örneğin; yukarıdaki ayette, “Cariyelerinizden iffetli kalmak isteyenler varsa/fuhuş yapmayı istemiyorlarsa, o zaman onları dünya çıkarı için zinaya zorlamayın. Her kim ki onları zinaya zorlarsa, Allah bağışlayıcı ve merhametlidir” deniyor.

                   Bu ayet, gerçekten çok ilginçtir!

                   Şöyle ki, Kur’an’ın, cariyeleri zinaya zorlayanlar hakkında, “Sakın böyle bir şey yapma­yın, cariyelik diye bir şey yoktur. Kim cariyeleri değil ki zinaya zorlamak eşlerini öldürüp kendileriyle ilişkiye girerse, o cehennemliktir...” gibi caydırıcı ve tehdit içerikli ifadeler kullanması gerekirken; tersine, mağdur durumda olan ve patronları tarafın­dan para karşılığı fuhuşta kullandırılan cariyelerle ilgili ayetin­de, “Allah bağışlayandırdeniyor.

                   Peki bu ayette geçen “Allah bağışlayandırifadesinden kim kastedilmiştir?

                   Eğer burada zi­naya zorlanan cariyeler için “Allah bağışlayandır” denmişse, zaten cariyelere zorla yaptırılan fuhuştan kendileri sorumlu de­ğillerdir ki bağışlansınlar; aklın gereği budur.

                   Eğer bağışlanan taraf cariyenin patronu ise, o zaman çok kötü bir durumla karşı karşıyayız:

                   Bir kere mağdur olan taraf cariyedir; o bakımdan, -az önce de söylendiği gibi- cariyenin efendisi için çok ağır bir cezadan söz edilmeliydi. Ama maalesef böyle bir adil yaklaşım ortalarda görülmemekle birlikte, efendinin affından söz edil­mektedir.

                   Kaynaklarda, bu ayetin sebep-sonuç ilişkisi açısından şöyle bir hadise anlatılmıştır:

                   “Yahudi olan Abdullah bin Selul’un bir­kaç cariyesi varmış; o, bunları fuhuşta zorla çalıştırıp bundan ge­lir sağlamaya çalışınca, bu işi sevmeyen iki cariyesi gidip onu Muhammed’e şikâyet etmişler; bunun üzerine az önceki ayet inmiştir.”

                   Demek ki eğer bunlar patronlarını şikâyet etmeselerdi böyle bir ayet de inmezdi; kaldı ki, bu ayet yine patronlardan yana bir anlam içermekte ve cariyelerin derdine de -maalesef- derman olacak bir mesaj içermemektedir.                                              bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.282-283).

Not.4         KUR’AN’DA KÖLE: Nûr 33: Mükateb: Efendinin, kendi kölesine, “Bana şu kadar tak­sitle şu kadar para veya başka bir mal verirsen, benden hür/ özgürsün” demesi ve kölenin de bunu kabul etmesi sonucu kendisiyle pazarlık yapılan köleye denir.

                   Bu şekilde köle azat etme yöntemi Kur’an’da geçmektedir (Nûr 33).

                   Üzerin­de durmak istediğimiz, Kur’an’ın, bir insanın ancak para karşılı­ğı özgürlüğüne kavuşabileceğine fetva vermesidir.

                   Bir efendi­nin böyle bir köleden ne kadar para isteyebileceği sorusuna da açıklık getirilmemiştir. Dolayısıyla, çok yüksek bir rakam iste­yebileceği gibi, çok az bir para da isteyebilir.

                   Bu, artık kişinin vicdanına bağlı olan bir şeydir.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.297).

ayrıca;      İslama Göre Köle Çeşitleri ve diğer ayrıntılar için bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.297-298).

Not.5         YOKSULLUKTAN EVLENEMEYENLERE KUR’AN FORMÜLÜ: Nur 33:

                   Bu ayette üç konudan söz ediliyor:

1)               “Evlenmeye gücü yetmeyenler, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar/sabretsinler.”

2)               “Köle ve cariyelerinizden, bir müddet içinde birden veya tak­sitle bir mal veya para karşılığı azat olmak isteyenlerin dileklerini de, eğer bunda bir hayır-fayda olduğunu bilirseniz kabul edin.”

3)               “Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak/namuslu/temiz kalmak isteyen cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın. Kim onları fuhuşa zorlarsa, bilinmelidir ki hiç şüp­hesiz onların zorlanmasından sonra Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.”

a)               Ayetin ikinci şıkkında ‘mükatebe’ olayı anlatılıyor.

                   Mükatebe hakkında kısa bir bilgi verelim. O zaman köleler vardı. Bazen efendi kölesine, bana şu kadar para-mal-maddiyat verirsen seni azat ederim derdi. İşte bu yöntemle köle azat etmenin adı mükatebe olur.

                   Ancak burada da Kur’an bir şart koşuyor: Kölenin bu şekilde özgür olmasında yarar-fayda varsa yapın, diyor. Yani ge­nel bir yöntem değildir. Bunu geçiyorum. Çünkü işlemek istedi­ğim farklı şeyler var.

b)               Dikkat edilirse, Kur’an’ın bu ayetiyle fakirlik yüzünden evle­nemeyen insanlara bir çözüm yolu gösteriliyor: Sabredin, namusunuzu koruyun, ben tanrı olarak sizi zengin edene/imkân sahibi kılana kadar dayanın diyor. Bu, o zaman için geçerli olabilir. Çün­kü tanrı adına her an için bir cephe açılabilir, karşı tarafın malı, kızı ve kadınları toplanabilirdi; ancak bugün artık bu da mümkün değildir.

                   Acaba günümüzde tanrı insanları varlıklı yapıp da bu sorunu çözecek mi!

                   Pratik bunu doğrulamıyor ve bu çağda artık çocuklar da buna inanmıyorlar: Fakirlik yüzünden değil evlene­bilmek; bir lokma ekmek bulamayan milyonlarca insan var.

c)               Yukarıda konumuz olan ayetteki üçüncü şık daha ilginç: Te­miz kalmak isteyen cariyelerinizi, para kazanmak, çıkar sağlamak için fuhuşta kullanmayın/zorlamayın.”

                   Burada mefhumu muhalif denilen şu anlam ortaya çıkıyor:

                   Demek ki iffetli kalmak istemeyen, fuhuş yolunu benimseyen cariyeler bu işte kullanılabilirler.

                   Ayetin anlamı gayet açıktır. Çünkü ortada; cariyelerin temiz kalmayı isteme koşulu var.

                   De­vamında da, kim onları fuhuşa zorlarsa bilinmeli ki şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir, deniliyor.

                   Burada da bir gariplik söz konusu. Çünkü Allah’ın bağışlayıcı ve merhametli olması, bir suçun, yasağın işlenmesi­ne karşı olur. Eğer bir cariye zinaya zorlanırsa, zaten o suçsuz­dur.

                   Tanrı da diyor ki, kim onları fuhuşa zorlarsa ben bağışlayıcıyım.

                   Burada sormak lazım: Bu durumda bağışlanacak olan kim?

                   Cariyeler zaten masum. O halde bağışlanacak olanlar, onları fuhuşta kullananlardır.

d)               Eğer, onlar masum ve en iyi şekilde korunmalıdır denseydi, ayette geçen şekilden daha insani bir yaklaşım olurdu. Ama ne yazık ki savaş esiri kadınlar, üstelik rızaları dışında Müslümanlara dağıtılmış ve bir mal gibi kullanılmışlardır.

e)               Hz. Muhammed’in Cüveyriye, Safiye ve Reyhane adlarındaki eşleri de sa­vaşlarda zorla ele geçirilmiştir.

f)                Ayetin tefsirlerinde bazı detaylar geçiyor; ancak onlar sonucu değiştirmiyor. Mesela; o zaman kimilerinin Müseyke, Ümeyme ve Muaze adlarında cariyeleri varmış; onlar bu cariyeleri, para kazanmak için fuhuşta kullanıyorlarmış. Tabi ki bu işte kazanılan para patronlara gittiği için cariyelerin zoruna gitmiş ve­ya belki de o cariyeler gerçekten bu işi benimsememişler; ama kullanılmışlar.

                   Sonuçta bunlar durumlarını Hz. Muhammed’e, Ebubekir’e iletince, az önceki ayet gelmiş ki, bu işi zorla onlara yaptırmayın, diye. Burada zorla yaptırmayın diyor; yoksa kesin yasak söz konusu değil.

g)               Dikkat edilirse tek bir ayette üç konuya değinilmiş; ne yazık ki her üçünde de çözüm getirilmemiştir.

                   Birincisinde; ben sizi zengin edene kadar siz maddi imkânsızlıklar yüzünden evlenemeyenler namuslu durun/ fuhuşa bulaşmayın, ben size çözüm buluncaya kadar bekleyin, deniliyor.

                   İkincisinde; para karşılığı köleye özgürlük yolu açılıyor. Eğer köle olan kişi silahlı olarak ele geçmişse, bir kere o zavallı bir as­kerdir ve piyondur, suçu yoktur. Hele eğer karşı tarafın silahsız insanı ise, o zaman zaten hiçbir kusuru yoktur. İşte esir alınıyor, köle statüsüne tâbi oluyor ve öldürülmezse para karşılığı/sömürülerek azat ediliyor; çok vahim bir durum.

                   Üçüncüsünde; canları istemiyorsa, isteksiz iseler cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın, deniliyor

Kaynak:    Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.335-337).

Ek Not:      YOKSULLUKTAN EVLENEMEYENLERE KUR’AN FORMÜLÜ: Nisa 24, 25:

a)               “Evli kadınlar da size haram kılındı; ancak savaş esiri kadınlar hariç/ onları almanız için evli olmaları sorun değildir.” (Nisa 24)

b)               “Sizden kimin hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Bu (cariye ile evlenme iz­ni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah, çok bağışlayandır, çok mer­hamet edendir.” (Nisa 25)

                   Ayetlerde imkânsızlıklar nedeniyle evlenemeyenler için gösterilen bir alternatif de böyle!

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.335-336).

34.       Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik.

35.       Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.4

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   DÜRRİYYkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “aydınlatıcı/ışık saçan” anlamına gelir. Bu ayette asıl anlamıyla “nur” olarak kullanılmıştır.

ayrıca;      bu ayetin Arapçasında geçen;

                   MİŞKATkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir,kandil, kandil yuvası” anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284, 293).

36-37.  Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.

38.       (Bütün bunları) Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandırsın ve lütfundan onlara daha da fazlasını versin diye (yaparlar). Allah, dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.

Not.1         KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:

a)               İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’ 36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm 28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir, Allah’ın takdiridir.

                   Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle be­yan ediliyor.              (pdf-s.222-226).

 

b)               Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’ 39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç vermeyi*, çalışmayı övüyor. (*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)

                   Allah, “Ey insanlar! Çalışın, kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşa­yın...” dese bile, bunun bir anlamı olamaz. Çünkü insanın çalı­şabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.                                                                                 (pdf-s.233-234).

 

c)               Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumlulu­ğunu kendi üzerine aldığı halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili bir ifadeyle çalışmayı övüyor.             (pdf-s.233-234).

 

d)               Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana ait­tir, ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak yarattım” (Zuhruf 32) demesi, hem sık sık “benim adıma, benim namı hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun yerini doldururum” şeklinde beyanat­ta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Al­lah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).

                   İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak, “Vay eli­niz bağlanası, vay lanet olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Ya­hudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul edilip edilmediği de ortada.                                                                                                            (pdf-s.233-234).

 

e)               Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine tes­pih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.                                        (pdf-s.235).

 

f)                Kur’an, insanlara sadaka vermeyi önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce (m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık avlanmayı öğret; böylece sen de kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şek­linde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.                                                                                          (pdf-s.236).

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.222-236).

Not.2         İsrâ 31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime seyirci kalmasının anlamı nedir?

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).

39.       İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.

40.       Yahut (inkârcıların küfür içindeki hâlleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. (Bir deniz ki) onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var. Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur.5

41.       Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.

42.       Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.

43.       Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   SENAkelimesi Arapça değildir.

                   Parıltı” anlamına gelir. Hangi dilden geldiği bilinmiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.296).

44.       Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basiret sahibi olanlar için bir ibret vardır.

45.       Allah, bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allah, dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

46.       Andolsun, biz açıklayıcı âyetler indirdik. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

47.       (Münâfıklar), “Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik” derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir.

48.       Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir.

49.       Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler.

50.       Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.

51.       Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

52.       Kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.

53.       Münâfıklar, sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair en ağır bir şekilde Allah’a yemin ettiler. De ki: “Yemin etmeyin. Sizden istenen güzelce itaat etmektir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

54.       “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.

55.       Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.

56.       Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Resûle itaat edin ki size merhamet edilsin.

57.       İnkâr edenlerin (Allah’ı) yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma! Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varış yeridir o!

58.       Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Nur 27-29, 58-59: Hz. Muhammed bir gün bir iş icabı Müdlic b. Amr adında bir kişiyi halife Ömer’e gönderir. Meğerki o sırada Ömer elbisesiz bir durumda uzanıyormuş veya belki de uyuyormuş. Adam onun yanına varınca avret yerini görüyor ve tabii ki Ömer bunu fark ediyor. Daha sonra Ömer Muhammed’in yanına gelince durumu anlatıyor ve “’İnsanlar başkasının evine gidince, önce izin isteyin/kapı çalın da ondan sonra girin’ anlamında bir ayet olsaydı çok iyi olurdu. Çünkü gönderdiğin adam geldi, beni uygun olmayan bir vaziyette gördü.” diyor.

                   Bunun üzerine bu ayetler iniyor.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.116).

                   2) bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.67-70).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

59.       Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

60.       Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Not.1         Araf 26-27, Ahzab 59, Nur 31, 60: “Kadınların başını örtmesiçok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerde tanrı namına seks yapan Tapınak fahişeleri vardı ve kutsal sayılıyorlardı, diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örtülmüştür. Yahudi fahişeleri yüzlerine peçe koyuyorlarmış. İslam’a örtünme “erkekten kaçma” şeklinde geçmiştir. Sonuçta kadınların başını örtmesi Sumer geleneğinin bir devamıdır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.29-31).

61.       Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur.6 Kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar.

62.       Mü’minler ancak Allah’a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

63.       (Ey inananlar!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden biribirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.

64.       Bilmiş olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah’a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah’ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     Bu âyet ile sonraki dokuz âyette, İslâm tarihinde “ifk (iftira) olayı” diye bilinen olay konu edilmektedir. Hz. Peygamber, Benî Mustalik Gazvesi’nden dönerken beraberinde bulunan Hz. Âişe tabii ihtiyacını gidermek için uzaklaşmıştı. Bu arada, düşürdüğü gerdanlığını ararken birlik bulunduğu yerden ayrılmış, kendisi geride kalmıştı. Birliğin artçılarından Safvân b. es-Sülemi, Hz. Âişe’yi kendi devesine bindirip hayvanı yederek Medine’ye getirdi. Aralarında münafıkların reisi Abdullah b. Übey ile bazı mü’minlerin de bulunduğu bir grup bu olaya dayanarak, Hz. Âişe ile Safvân arasında ilişki bulunduğu iftirasını ortaya attılar. Bunun üzerine, Hz. Âişe’nin masum olduğunu açıklayan bu âyetler indi.

2.     Âyetin bu kısmı şöyle de tercüme edilebilir: “Kötü şeyler ve kötü sözler, kötü kimselere; kötü kimseler de kötü şeylere ve kötü sözlere lâyıktır. İyi şeyler ve iyi sözler iyi kimselere; iyi kimseler de iyi şeylere ve iyi sözlere lâyıktır.” Konu ile ilgili olarak bu sûrenin 3. âyetine bakınız.

3.     İslâm hukukunda “mükâtebe”; bir köle sahibinin, belli bir bedel ödedikten sonra hürriyetine kavuşacağı yolunda kölesi ile yapacağı sözleşme demektir. Bu sözleşmeden sonra köle, söz konusu bedeli kazanmak üzere serbestçe çalışma hakkına sahip olur.

4.     Bu âyette geçen, “Allah, göklerin ve yerin nurudur” ifadesi, Allah’ın yaratma ve yönetmedeki kudretini temsil etmektedir. Karanlık bir odanın duvarındaki hücrenin daha da karanlık ortamında bulunan bir ışık kaynağının, defalarca güçlendirildiğinde sağlayacağı ışık sütununun karanlık ortamı aydınlatmadaki gücü, Allah’ın kâinat üzerindeki kudretini hatırlatmaktadır.

5.     Bu âyette, küfür, zifirî karanlıklara benzetilmektedir. İnsan, nasıl ışık olmadan karanlıkta bir yere varamaz, tehlikelerle karşı karşıya olursa; küfür karanlığındaki bir kimse de öylece hakikatı bulamaz, bocalar durur.

6.     Müslümanlar, savaşa çıkarlarken evlerinin anahtarlarını savaşa çıkamayan kör, topal ve hastalara bırakırlar; bunların, evlerine göz kulak olmalarını isterlerdi. Bunlar, kolladıkları evlerde yiyip içmekten çekinirlerdi. Âyet bunda bir sakınca olmadığını ifade etmektedir.



Sonraki sure
MÜNÂFİKÛN | BOZGUNCULAR (ARABOZUCULAR)




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting