39- YÜKSEK MEVKİLER |
A'RÂF (Kitap Sırası-7)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Elif Lâm Mîm
Sâd.1
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
2. Bu, sana,
kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş bir
kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.2
3. Rabbinizden size
indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz!
4. Nice
memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz
istirahat hâlinde iken gelmişti.
5. Azabımız
kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk”
demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.
6. Kendilerine
peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız.3 Peygamberlere de
elbette soracağız.4
7. Andolsun, onlara
(yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değiliz.
8. O gün amellerin
tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa
erenlerdir.
9. Ama kimlerin
sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları
sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.
10. Andolsun, size
yeryüzünde imkân ve iktidar verdik.5 Sizin için orada birçok geçim
imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!
11. Andolsun, sizi
yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile
eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile
eğilenlerden olmadı.
12. Allah, “Sana
emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben
ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.
13. Allah, “Şimdi in
aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık!
Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.
14. Şeytan dedi ki:
“(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”
15. Allah da, “Sen
süre verilenlerdensin” dedi.
16. Şeytan dedi ki:
“(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak
için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”
17. “Sonra (pusu
kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım
ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
18. Allah, dedi ki:
“Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa
sizin, hepinizi cehenneme doldururum.”
19. “Ey Âdem! Sen ve
eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın.
Yoksa zalimlerden olursunuz.”
20. Derken şeytan,
kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine
vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya
da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
Not.1 Araf
19-22, Taha 120, Bakara 35: Bu ayetlere göre tanrı,
Adem’le Havva’yı, hayat ağacına
yanaşmamaları konusunda uyarır. Bu hikâye de çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerin
cenneti Dilmun’da da Enki’nin bitkilerden yemesi, Tanrıça
Ninhursag’la arasını açar. bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.58).
21. “Şüphesiz ben
size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti.
22. Bu sûretle onları
kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri
göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri
onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim
mi?” diye seslendi.
Not.1 Araf
22, Taha 121: Bu ayetlere göre Adem’le Havva cennetten
kovulunca üzerlerindeki elbise alınır.
İslam inancına göre insanlar kıyamet günü dirilince hepsi yalın ayak ve
çıplaklar. Bu inanç da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sümerlerde de aşk tanrıçası İnanna, Çoban
tanrı Dumuzi’yi kurtarması için yeraltı dünyasına/ cehenneme gidince, elbisesi dahil üzerindeki tüm eşyası
oradaki görevliler tarafından alınır. Şu benzerlik de önemli ki, bu olay nasıl
Sümerlerde karı koca olan Enki ile
Ninhursag arasında yaşanmışsa, Kur’an’a göre de karı koca olan Adem’le Havva arasında yaşanmıştır. “Ahrette kılıçtan keskin bir köprü olacağı
efsanesi” hakkında Tevrat’ta malumat
olmadığı için Muhammed’in bu konuda kaynak
olarak “Zerdüşt inancı”nı tercih ettiği rahatlıkla söylenebilir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.53, 57).
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 22, Taha 121) Arapçasında geçen;
“TAFAK/TAFİKA” kelimesi
Arapça değildir.
Rumca/Yunanca’dır, “kastetmek” anlamına gelir. Ayette “yapmaya başlamak” anlamında
kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.295).
23. Dediler ki:
“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
24. Allah, dedi ki:
“Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar
yerleşme ve yararlanma vardır.”
25. Allah, dedi ki:
“Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”
Not.1 A’râf 19-26, Meryem 61-62, Tâhâ 115-122, Bakara 31-32,
35-37, Muhammed 15, Saff 12: “Âdem’in
cennetten kovulması” hikâyesi Tevrat’ta daha ayrıntılı anlatılmaktadır.
Ancak bu hikâye aslında çok tanrılı Sumerlerden gelmektedir.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.41-44).
26. Ey Âdemoğulları!
Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva
(Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu
(giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye
onları insanlara verdik).
Not.1 A’raf 26, Yasin 42, Nahl 81: “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz), bazen üçüncü şahıs (yaptı
vb) olarak konuşturulması” ve “Tanrı(lar)ın
şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirdiği ve insanlara verdiği”
teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. Bu temalar başta Tevrat olmak üzere diğer inanç sistemleri
üzerinden İslam’a geçmiştir.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.16).
Not.2 Araf
26, Yasin 42, Nahl 81, İbrahim 32, Hac 65: Bu ayetlerden
görüldüğü gibi “Allah
insanların ihtiyaçlarını karşılasın diye bazı araç gereçler yaratır”. Halbuki zırhı da, elbiseyi de, gemiyi
de... insanoğlu icat etmiştir. Kur’an tanrısının buna sahip çıkması,
bunu kendine mal etmesi doğrusu ilginç bir şey! Sümer mitolojisine göre tanrı Enlil insanlar toprağı işleyebilsin
diye kazma’yı yaratır. Benzer tema Tevrat ve Kur’an’da da işleniyor. Yani asıl kaynak çok tanrılı Sumer mitolojisidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.67-68).
27. Ey Âdemoğulları!
Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı
cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi,
onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman
etmeyenlerin dostları kılmışızdır.
Not.1 Araf 26-27, Ahzab 59, Nur 31, 60: “Kadınların başını örtmesi” çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. Sumerlerde tanrı namına seks yapan Tapınak fahişeleri
vardı ve kutsal sayılıyorlardı, diğer kadınlardan ayrılmaları için başları
örtülmüştür. Yahudi fahişeleri yüzlerine peçe koyuyorlarmış. İslam’a örtünme
“erkekten kaçma” şeklinde geçmiştir. Sonuçta kadınların başını örtmesi Sumer
geleneğinin bir devamıdır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.29-31).
28. Çirkin bir iş
işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu
emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz
bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”
29. De ki: “Rabbim
adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Allah’a
has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na)
döneceksiniz.”
30. Allah, bir
kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı
bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını
sanıyorlardı.
31. Ey Âdemoğulları!
Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat
israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
32. De ki: “Allah’ın,
kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar,
dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür.
İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.”
33. De ki: “Rabbim
ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir
delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı
bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
34. Her milletin
belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne
de öne geçebilirler.
Not.1 Bu
ayet Kuran’da iki surede geçiyor (Araf
34, Yunus 49). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.137)
35. Ey Âdemoğulları!
İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah’a
karşı gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar
üzülecek de değillerdir.
36. Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince, işte onlar
cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
37. Kim, Allah’a
karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte
onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir.
Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, “Hani Allah’ı
bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?” derler. Onlar da, “Bizi yüzüstü
bırakıp kayboldular” derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine
şahitlik ederler.
38. Allah, şöyle der:
“Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.”
Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet
hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler
için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver”
derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat
bilmiyorsunuz.”
39. Öncekiler
sonrakilere, “Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış
olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın” derler.
40. Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara
göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete
de giremezler!6 Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.
Not.1 Hz. İsa, sadaka vermeyen zenginlerin durumunu, devenin iğne deliğinden
geçmesine benzetip kurtuluşlarının çok
zor olduğunu söylüyor. Aynı benzetme Kuran’da
da var. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.99).
41. Onlar için
cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte
biz zalimleri böyle cezalandırırız.
42. İman edip salih
ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz-
işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
43. Biz onların
kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar.
“Hamd, bizi buna eriştiren Allah’a mahsustur. Eğer Allah’ın bizi eriştirmesi
olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin peygamberleri
bize hakkı getirmişler” derler. Onlara, “İşte yaptığınız (iyi işler) sayesinde
kendisine varis kılındığınız cennet!” diye seslenilir.
Not.1 Bu
ayetin Halife Ömer’le ilgili olarak indiği/oluşturulduğu, İslami
kaynaklarda anlatılmaktadır. bkz.
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.140). Ayrıca bazı ayetlerin
Ömer’in arzusu ya da görüşü
doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir.
(pdf-s.55-56).
44. Cennetlikler
cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de
Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet”
derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye
seslenir.
45. Onlar Allah
yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar
ahireti de inkâr edenlerdir.
46. İkisi (cennet ve
cehennem) arasında bir sur7, A’râf8 üzerinde de birtakım
adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından
tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar
henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem
97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3,
44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu
ayetlerde (16 yerde) Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye
apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine
inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’
dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl
103).
Oysa; (ilk
kez) bu ayette geçen;
“SELAM” kelimesi
bile Arapça değildir.
İbranice’dir ve aynı anlamdaki “Salom”dan gelir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.267).
47. Gözleri
cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla
beraber kılma” derler.
48. A’râftakiler,
simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: “Ne
çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!”
49. “Sizin, ‘Allah
bunları rahmete erdirmez’ diye yemin ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra
cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de
değilsiniz” derler.
50. Cehennemlikler de
cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da
bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Onlar, “Şüphesiz, Allah bunları
kâfirlere haram kılmıştır” derler.
51. Onlar dinlerini
oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte
onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr
edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.9
52. Andolsun biz
onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol
gösterici ve rahmet olarak getirdik.
53. Onlar ise ancak,
(“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini)
bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar
derler ki: “Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim
için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de
yaptıklarımızdan başkasını yapsak?” Gerçekten onlar kendilerine yazık
etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak
uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
54. Şüphesiz sizin
Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş’a10
kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve
bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır. Dikkat edin,
yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın
şanı yücedir.
Not.1 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan
yarattık” diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde
yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri,
dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
Not.2 A’raf 54, Furkan 59, Taha 5, Yunus 3, Hud 7, Secde 4, Ra’d
2, Hadid 4 “Tanrı’nın yedi
kat göğün üzerinde Arş’ta oturması” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumer
Tanrılarının gökte toplandıkları duku
adında bir yerleri var.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.25-26).
Not.3 YARATILIŞ AYETLERİ: Kaf 38,
Araf 54, Furkan 39, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Hadid 4:
Kur’an’da birçok yerde tanrı, ben yedi gökle yeri altı günde yarattım, diyor (Araf 5 4, Yunus
3, Hud 7, Hadit 4). Birkaç ayette de yedi gök, yer ve aralarındakileri altı günde yarattım, diyor (Furkan 39, Secde 4, Kaf 38).
İster yedi gökle yer yalnız
olsun, ister bunlarla birlikle aralarındakiler de olsun, Kur’an’a göre bunlara harcanan zaman altı gündür. Bu altı
gün meselesi hemen Tevrat’ın başında
da geçiyor.
Bu ayetlerde, kâinat
yaratılırken altı gün harcandığını, yere kaç gün, göğe kaç gün verildiği yazılmıyor;
toplam rakamdan söz ediliyor. Başka
bir ayette (Fussilet 9) ise o altı günden iki günü yere
ayırdığı belirtiliyor ve devam ediliyor. Fussilet 10. ayette “yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti”
deniliyor. Dikkat edilirse daha
önce verilen altı gün burada bitti;
yalnız daha göklere sıra gelmedi.
Devam
ediliyor. Fussilet 12.
ayette “Böylece onları (gökleri), iki
günde yedi gök olarak yarattı” diyor. İşte burada hesap yanlış! Ayetlerde harcanan zaman toplu halde belirtilirken altı gün deniliyordu; görüldüğü gibi detay kısmında sekiz gün
geçiyor. (Burada “efendim dört gün derken daha önce
dünyaya verilen iki gün de bu dört güne dahilmiş” diyerek zorlama kurtarma yorumları yaparlar.)
Görüldüğü gibi ortada çok basit bir hesap yanlışı var. Bunun da nedeni, ayetlerin farklı zamanlarda oluşturulması ve konuya
ilişkin daha önce söylenen ayetlerin farkına varılmamış olması.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.83-84).
55. Rabbinize alçak
gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.
56. Düzene
sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak
ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok
yakındır.
57. O, rüzgârları
rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar ağır bulutları
yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya
suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de
öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz.
58. (Toprağı) iyi ve
elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı)
kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek
bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.11
59. Andolsun, Nûh’u
kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin.
Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük
bir günün azabından korkuyorum” dedi.
Not.1 A’râf 59, Yâsîn 41-43, Şuarâ 117-120, Yunus 73, Hûd 36-44,
Zâriyât 46, Mü’minûn 26-29, Ankebût 14-15: Nuh’un, kavmi ile olan inanç
problemleri üzerine kurulu “Tufan”
hikâyesi Tevrat’tan alınmadır. Ancak bu hikâyenin aslı da çok tanrılı Sumerlere
dayanmaktadır (Gılgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikâye,
ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a,
tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı. Kur’an da Nuh’un bu hikâyesini
sıkça kullanıp, inanmayanlara “Tufan”
mesajı vermeye çalışıyor).
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.49-53).
60. Kavminin ileri
gelenleri, “Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
61. (Nûh onlara)
şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, âlemlerin
Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
62. “Ben size
Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin
bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”
63. Sizi uyarması ve
sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir
adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine
şaştınız mı?
64. Derken kavmi onu
yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık.
Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka
kapalı) kör bir kavim idiler.
65. Âd kavmine de
kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Onlara, “Ey kavmim! Allah’a kulluk
edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a karşı gelmekten
sakınmaz mısınız?” dedi.
66. Kavminin ileri
gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde
görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.”
67. Hûd, şöyle dedi:
“Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından
gönderilmiş bir peygamberim.”
68. “Rabbimin
vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir
nasihatçıyım.”
69. “Sizi uyarması
için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy ve öğüt)
gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra onların
yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah’ın
nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.”
70. Onlar, “Sen bize
tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye
mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize
getir” dediler.
71. Hûd, “Artık size
Rabbinizden bir azap ve öfke inmiştir. Allah’ın, haklarında hiçbir delil indirmediği,
yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler (düzmece tanrılar)
hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse (başınıza geleceği) bekleyin! Ben
de sizinle beraber bekleyenlerdenim!” dedi.
72. Bunun üzerine biz
onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi
yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik.
73. Semûd kavmine de
kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size
Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte
size bir mucize olarak Allah’ın şu devesi.. Bırakın onu da Allah’ın mülkünde
yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir azap
yakalar.”
74. “Hatırlayın ki
Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde
yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz.
Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”
75. Kavminin büyüklük
taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, “Siz, Salih’in,
Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor musunuz?”
dediler. Onlar da, “Biz şüphesiz onunla gönderilene inananlarız” dediler.
76. Büyüklük
taslayanlar, “Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz” dediler.
77. Nihayet deveyi
kestiler, Rablerinin emrine karşı geldiler ve “Ey Salih! Sen eğer (dediğin
gibi) peygamberlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir” dediler.
78. Derken, onları o
kuvvetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.
79. Artık, Salih
onlardan yüz çevirdi ve “Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ
ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz”
dedi.
80. Lût’u da
Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce
âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
81. “Hakikaten siz
kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan
bir toplumsunuz.”
82. Kavminin cevabı
ise sadece, “Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla
temiz tutan insanlar!..” demek oldu.
83. Bunun üzerine biz
de onu ve karısı dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab içinde kalanlardan
oldu.
84. Onların üstüne
bir azap yağmuru yağdırdık.”12 Bak, suçluların akıbeti nasıl oldu.
Not.1 Kamer
38, Araf 81-84, Furkan 40, Şuara 165-174, Neml 54-57, Hud 78-83, Hicr 60, 68,
73-77, Ankebut 29, 32-35:
a) Bu ayetlerde anlatılan Lut peygamber ve onun homoseksüel kavmi, kavmin
yaşadığı “Sodom” şehrinin bela yağmuru (taşlama) ile yok edilmesi hikâyesi olduğu gibi Tevrat Tekvin 19/1-26’dan alınmadır.
b) Kuran’ın Allah’ı,
gerçekleştirdiği bu ceza hakkında, “İşte
seçkin zekalı, akıllı ve inananlar için bu hadisede ibretler vardır”
diyor.
c) Lut kavmi hakkında Kuran’da, “Onun kavminden yalnız bir aileyi Müslüman
gördük” demesinden, Allah’ın Lut’u
göndermekle yine etkisinin
olmadığı, bir ailenin dışında kimsenin ona inanmadığı ortaya
çıkıyor. Bunun sonucu olarak çok merhametli olduğu söylenen
Kuran’ın Allah’ı, çareyi onları yok etmekte buluyor,
kendilerini imha ediyor.
d) Başka birçok konuda olduğu gibi
Lut kavmi efsanesi de birçok ayette (yukarıda sayılan sekiz ayrı surede)
lüzumsuz olarak tekrarlanmıştır. Hele Şuara
173 ile Neml 58 ayetlerinin hem
harfleri, hem de kelimeleri %100
aynı.
e) Şu da zorunlu olarak ortaya
çıkıyor ki, madem Kuran’daki çoğu bilgiler ve prensipler
Tevrat’takilerin aynısıdır/kopyasıdır, o
halde her Müslüman -istese de istemese de- anayasal anlamda aynı zamanda bir Yahudidir.
f) Her ne kadar Kuran’ın değişik
yerlerinde (örneğin Maide 82) Yahudiler
Müslümanların bir numaralı düşmanları olarak ilan edilmişse de bu, iktidar kavgasından kaynaklanıyor;
yoksa her iki kitap, hem anlatılan
efsaneler, hem de hayatla ilgili diğer konularda çoğunlukla birbirlerinin aynısı.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.154-157)
85. Medyen halkına da
kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden size açık
bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını
eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar
iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.”
86. “Bir de, tehdit
ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın yolunu eğri ve
çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve
güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!?”
87. “Eğer içinizden
bir kısmı benimle gönderilen gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık
Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en
hayırlısıdır.”
88. Şu’ayb’ın
kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun, ya
kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte
inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.
89. “Allah, bizi
sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı
yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize
dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.
Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında
gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”
90. Şu’ayb’ın
kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer
Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
91. Derken, onları o
korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.
92. Şu’ayb’ı
yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şu’ayb’ı yalanlayanlar var ya,
asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.
93. (Şu’ayb) onlardan
yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini
ulaştırdım. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, inkârcı bir topluluğa nasıl
üzülürüm?”
94. Biz hiçbir
memlekete bir peygamber göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp
yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım.
95. Sonra kötülüğün
(sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği) getirdik. Nihayet
çoğaldılar ve (nankörlük edip): “Atalarımız da darlığa uğramış ve bolluğa
kavuşmuşlardı” dediler. Biz de, farkında değillerken onları ansızın yakaladık.
96. Eğer, o
memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı,
elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık.
Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı
yakalayıverdik.
97. Memleketlerin
halkları geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?
98. Ya da o
memleketlerin halkları kuşluk vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın
gelmesinden emin mi oldular?
99. Yoksa Allah’ın
tuzağından emin mi oldular? Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah’ın tuzağından
emin olamaz.13
100. Önceki
sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara şu gerçek apaçık belli olmadı mı
ki, biz dileseydik onları da (öncekiler gibi) günahları yüzünden
cezalandırırdık. Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar hakkı işitmezler.
101. İşte memleketler!
Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri
onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak
değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.
102. Biz onların
çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulmadık. Ama gerçekten onların çoklarını
yoldan çıkmış kimseler bulduk.
103. Sonra onların
ardından Mûsâ’yı, apaçık mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen
adamlarına peygamber olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkâr ettiler.
Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu.
Not.1 Araf
103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48,
Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara
(49-108, 136, 246 vb çoğu ayetler):
Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor.
Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.
a) Kur’an ve Tevrat’a göre Musa
peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put
ustasıydı.
b) 286 cümleden oluşan Bakara
suresi, zaten Musa’nın kavminin
ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara,
Arapçada inek demektir. Yani
Türkçesi inek suresi demektir.
c) Efsanenin hemen her parçası
en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.
d) Araf 103’ten, Şuara 16’dan,
Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak
anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.
e) Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir.
Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında
da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H.
Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü
olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.
f) Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar
için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık
dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun
ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade
kullanılıyor. Bunlar Tevrat’ta teker
teker isimleriyle ve de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7,
8/16, 8/21; 9/9, 19;10/12.)
g) Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda
en çok Tevrat’a başvurmuştur.
Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır.
Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında
inen Taha ve Naziat surelerinde
Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan
Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi
surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye
geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde
bunları tekrar gündeme getirmiştir.
h) Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki
bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına
bir şeyler çağrıştırıyor!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.130-136)
104. Mûsâ dedi ki: “Ey
Firavun! Şüphesiz ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir
peygamberim.”
105. Bana, Allah’a
karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil
(mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.14
106. Firavun, “Eğer
açık bir delil getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden
isen” dedi.
107. Bunun üzerine
Mûsâ, asasını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha.
108. Elini (koynundan)
çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş.15
109. Firavun’un
kavminden ileri gelenler, dediler ki: “Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır.”
110. “Sizi yerinizden
çıkarmak istiyor.” Firavun, ileri gelenlere, “Öyle ise siz ne düşünüyorsunuz?”
dedi.16
111. Onlar şöyle
dediler: “Mûsâ’yı ve kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem yapma)
ve şehirlere toplayıcılar yolla.”
112. “Bütün usta
sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler.”
113. Sihirbazlar
Firavun’a geldiler. “Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat
vardır, değil mi?” dediler.
114. Firavun, “Evet.
Üstelik siz (ücretle de kalmayacaksınız) mutlaka benim en yakınlarımdan
olacaksınız” dedi.
115. (Sihirbazlar), “Ey
Mûsâ! Ya önce sen at, ya da önce atanlar biz olalım” dediler.
116. (Mûsâ), “Siz atın”
dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini
büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.
117. Biz de Mûsâ’ya, “Elindeki
değneğini at” diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını
yakalayıp yutuyor.
Not.1 Sihirbazlıkla
ilgili ayetler: Felak 4, Nas 2,
A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46, Bakara 102, Mücadele 10.
a) Kuran’daki sihirbazlık
hikâyelerinin kökeni Sümerlerdir. Sümerlerde
bir insan başkasını sihirbazlıkla itham
ederse, töhmet altında olan kişi nehre atılır; eğer suyun üstüne çıkarsa,
bu iddia yalandır.” Ur-Nammu kanunlarına göre (md.10) iftiracıya para cezası verilir, Hammurabi kanunlarına göre (md.2) ise
hem iftiracının malı iftira edilene
verilir, hem de iftira eden
kişi idam edilir.
Kuran’da en çarpıcı örnek Bakara 102. ayetidir.
b) Muhammed, “Sihirbazlık yapan
kişiyi bir kılıç darbesiyle öldürün” demiştir. Hatta Muhammed’in
hanımlarından halife Ömer’in kızı Hafsa’ya bir
cariyesi sihir yaptığı için idam edilmiştir.
c) Halife Ömer, Muaviye oğlu Cez’a,
“Kim sihirbazlık yaparsa öldürün”
talimatını verince, sadece bir günde üç sihirbaz öldürülüyor.
Halife Ömer, halife Osman, İbni Ömer, Muhammed’in hanımlarından Hafsa, Cündüb
bin Abdullah, Cündüb bin Kab, Kays bin Sad, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Hanife ve
İmam Malik gibileri, “sihirbazın cezası
idamdır” demişlerdir.
d) Muhammed tarafından kendisine
cennet müjdesi verilen 10 kişiden biri olan Sad bin Ebi Vakkas, Muhammed’in “kim sabahleyin hurmanın bir çeşidi
olan Acve’den yedi tane yese o gün ne
büyü, ne de zehir onda etki yapmaz; yiyen kişi o gün çeşitli
tehlikelerden korunmuş olacak” dediğini aktarıyor. Bu hadis, Diyanet işleri
başkanlığınca tercüme edilen Tecrid-i Sarih’te de geçiyor.
e) Bu konuda şu hadis de çok
önemli: Muhammed, “Arkadaşlar! Dün gece, namazımı bozmak için bir cin bana camide saldırdı.
Onu yakalayıp cami direğine bağlamak istedim; ancak benimle Allah arasında
kalsın dedim ve bağlamaktan vazgeçtim. Eğer bağlasaydım siz sabahleyin
camiye giderken onu bağlı olarak görmüş olurdunuz” diyor.
f) Benzer hadislere
inanılsaydı bugün tıbbın bu aşamaya gelmesi mümkün olabilir
miydi? Neymiş; insan her sabah yedi tane hurma yeseymiş çeşitli hastalıklardan,
belalardan korunmuş olacakmış!
g) Acaba Muhammed neden inandırıcılığı olmayan bu
gibi yöntemlere (zaman zaman) başvuruyordu ki, nedir bunun hikmeti?
Bunun tek bir yanıtı vardır. Muhammed kendi kerametini göstermek için, o zaman
kendilerine inanılan -cin, şeytan gibi- şeyleri bir taktik olarak, etki aracı olarak kullanmıştır; bu
bilinçli bir tercihtir.
h) Olayın masal boyutu bir
yana, kendi içinde çelişkileri vardır; özet
halinde birkaçını sunayım:
i) Bakara 102’de Hz. Süleyman zamanındaki bir hadiseden
söz edilirken, “İnsanlara sihir öğreten
şeytanlar, Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler/hiçbir etkileri
olamaz...” diyor.
Yine Mücadele 10’da Allah’ın izni olmadan şeytanlar (değil
ki peygambere) normal bir Müslüman’a bile zarar veremezler diyor. Hatta
Kur’an’ın birçok yerinde (A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46
vd) Musa ile çeşitli sihirbazlar arasında yaşanan mücadelede kendisinin
galip geldiği; karşı tarafınsa mağlup olup ona hiçbir zarar
veremediği belirtiliyor.
j) Muhammed’in, “Sihir malzemesinin atıldığı kuyunun
etrafındaki ağaçların dalları bu malzeme nedeniyle şeytan kafası gibi olmuştu,
bundan dolayı o kuyunun suyu bulanık hale gelmişti” açıklamasının bir
izahı olabilir mi! Acaba
Muhammed’in kendisine inandığı şeytanın kafası nasılmış ki ağaçların dallarını
da ona benzetiyor!
k) İşin ilginç yanı, bu olayın Kur’an’da anlatılmış olmasıdır. Muhammed’in başına gelen bu sihir belası
nedeniyle Kur’an’dan “Felak”
ve “Nas” surelerinin indiği, birçok tefsir, sebeb-i nuzul ve hadis kaynaklarında yazılı. Başka kaynağa gerek yok;
ayet zaten bu olaya değiniyor.
Allah, Felak 4’te “Ey
Muhammed! Düğümlere üfürenlerin (üfürükçülerin) şerrinden Allah’a sığınırım
de!” anlamında Muhammed’e emir veriyor.
Herhalde Kur’an’ın Allah’ı
durup dururken Muhammed’e böyle bir talimat vermez; bunun, konuyla
ilgisi olduğu belli. Muhammed’in sihirden etkilendiğini anlatan Ayşe,
Muhammed’le Medine döneminde evlenmiştir. Onun bu sözlerinden, bu dönemde
de Muhammed’in bu hastalığının (din mantığından hareketle) devam ettiği
ortaya çıkıyor. Hâlbuki bu beladan kurtulabilmesi için bir nevi reçete
gibi gönderilen “Felak” ve “Nas” sureleri, Mekke döneminde
inmiştir. İşin mantıksal yanı bir tarafa; tarihi olaylar da gösteriyor
ki, inen bu ayetlerin
Muhammed’e şifa oldukları iddiası doğru değildir. Bir de Ayşe,
“Muhammed kendi hanımlarıyla yattığı halde ‘Hayır; yatmadım’ diyordu” hadisini
aktarırken, çok önemli bir ipucu daha veriyor. O da şu: Muhammed’in birden
fazla kadınla evliliği ancak Medine döneminde gerçekleşmiş. Bu durumda, Mekke’de
inen “Felak” ve “Nas” surelerinin kendisine yarar sağlamadığı çok açık. Sonuç
olarak, olayın akıldan
uzaklığı bir yana; kendi içinde çelişkileri olduğu göz ardı edilmemeli.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.121-127).
118. Böylece hak yerini
buldu ve onların yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı.
119. Artık orada
yenilmişler ve küçük düşmüşlerdi.
120. Sihirbazlar ise
secdeye kapandılar.
121. “Âlemlerin Rabbine
iman ettik” dediler.
122. “Mûsâ ve Hârûn’un
Rabbine.”
123. Firavun, “Ben size
izin vermeden ona iman ettiniz ha!” dedi. “Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak
için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!”
124. “Mutlaka sizin
ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye)
sizin tümünüzü elbette asacağım.”
125. Dediler ki: “Biz
mutlaka Rabbimize döneceğiz.”
126. “Sen sırf,
Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun.
Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”
127. Firavun’un
kavminden ileri gelenler dediler ki: “Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da)
Mûsâ’yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk
etsinler diye bırakacak mısın?” Firavun, “Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını
sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?” dedi.
128. Mûsâ, kavmine,
“Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona,
kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten
sakınanlarındır” dedi.
129. Dediler ki: “Sen
bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da.” Mûsâ, “Umulur
ki, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır’da) egemen kılıp,
nasıl davranacağınıza bakacaktır” dedi.
130. Andolsun biz,
Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği
ile cezalandırdık.
131. Fakat onlara
iyilik geldiği zaman, “Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)” derler. Eğer
başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı.
İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat
çokları bilmezler.
132. Dediler ki: “Bizi
büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”
133. Biz de, her biri
ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi
(haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük
tasladılar ve suçlu bir kavim oldular.
Not.1 A’raf 132-133: “Tevrat’ta
Musa’nın çekirge, kurbağa ve suları kana dönüştürmesi” hikâyeleri vardır ve
bunlardan “mucize” diye söz edilir.
Suların kana dönüştürülmesi hikâyesi de aslında
çok tanrılı Sumerlerden gelmektedir (Aşk Tanrıçası İnanna kendisine tecavüz eden bahçıvana kızıp, insanların içme
suyunu kana dönüştürerek felaket yaratıyor, bu da Firavun’a kızan Musa’nın
Rabbi’nin suları kana dönüştürmesi şeklinde Tevrat’a yansıyor. Kur’an da bu
hikâyeyi kullanıp, inanmayanlara mesaj vermeye çalışıyor).
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.47-48).
Ayrıca
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a
Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.27).
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“KUMMEL” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “süne
haşeresi” anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.278).
134. Üzerlerine azap
çökünce, “Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer
azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını
seninle birlikte elbette göndereceğiz” dediler.
135. Fakat erişecekleri
bir süreye kadar biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozarlar.
136. Bu yüzden onlardan
intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle
kendilerini denizde boğduk.
Not.1 Araf
136, Hicr 79, Zuhruf 25, 55 Secde 22, Al-i İmran 4: Dikkat çekici bir diğer
nokta, tanrının eski peygamberler dönemindeki insanları cezalandırdığı
anlatılırken, bu gibi ayetlerin sonunda defalarca, “İşte Allah kendisini tanımayanlardan böylece intikamını alır, Allah
intikamcıdır” gibi ifadelerin kullanılmış olması. Kâinatın yaratıcısı olduğu iddia edilene bu gibi
sözleri isnat etmek, doğru olan bir şey değildir. bkz. Arif
Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.147)
137. Hor görülüp
ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz
yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına
verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti.17 Firavun
ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.
138. İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar.
İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu
gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz
cahillik eden bir kavimsiniz.”
139. Şüphesiz bunların
(din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının
hepsi batıldır.”
140. “Sizi âlemlere
üstün kılmış iken, Allah’tan başka ilâh mı araştırayım size?”
141. Hani sizi Firavun
ailesinden kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı.
Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz
tarafından büyük bir imtihan vardı.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 141, Şuara, 22, İbrahim 6, Bakara 49) Arapçasında geçen;
“ABBEDTE” kelimesi
Arapça değildir.
Nebatice’dir, “öldürmek”
anlamına gelir. Kur’an’da çoğunlukla “köle
etmek” anlamında kullanılmıştır. Hâlbuki asıl anlamı kullanılsa daha
uygun/makuldür. Çünkü ortada köle etmekten daha vahim bir durum söz konusudur.
Yani “Musa Firavun’a, sen İsrail oğullarına soykırım uyguluyorsun (Abbedte),
bir de kalkıp bana minnette bulunuyorsun, demiş” daha uygun olurdu (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.289).
142. Mûsâ’ya otuz gece
süre belirledik, buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit
kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a, “Kavmim arasında benim yerime
geç ve yapıcı ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma” dedi.18
143. Mûsâ,
belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana
(kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen
göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni
görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince19 onu darmadağın
ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım
Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.
144. (Allah) “Ey Mûsâ!
Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana
verdiğimi al ve şükredenlerden ol” dedi.
145. Mûsâ için, Tevrat
levhalarında her şeye dair bir öğüt ve her şeyin bir açıklamasını yazdık ve ona
şöyle dedik: “Şimdi onları kuvvetle tut, kavmine de emret. Onları en güzeliyle
alsınlar (uygulasınlar). Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim.”
146. Yeryüzünde haksız
yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti
görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama
sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi
yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.
147. Âyetlerimizi ve
ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar ancak yapmakta
olduklarının cezasını çekerler.
148. Mûsâ’nın kavmi
onun (Tur’a gitmesinin) ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan bir
buzağı heykeli (yaparak ilâh) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve
onlara hiçbir yol göstermediğini görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilâh)
edindiler de zalim kimseler oldular.
149. İsrailoğulları
(yaptıklarına) pişman olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce, “Eğer
Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz”
dediler.
150. Mûsâ, kavmine
kızgın ve üzgün olarak döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler
yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. (Öfkesinden)
levhaları attı ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı.
(Kardeşi) “Ey anam oğlu” dedi, “Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni
öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o
zalimler topluluğu ile bir tutma.”
Konu: KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!
A’raf 142-150, 154, 155,
Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:
(BU
KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
151. (Mûsâ), “Ey
Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen,
merhametlilerin en merhametlisisin” dedi.
152. Buzağıyı ilâh
edinenlere mutlaka (ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir
zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153. Kötülükleri
işleyip de sonra ardından tövbe edenler ile iman(larında sebat) edenlere
gelince şüphe yok ki, Rabbin ondan (tövbeden) sonra elbette çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
154. Mûsâ’nın öfkesi
dinince (attığı) levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara
bir hidayet ve bir rahmet vardı.
Not.1 Araf
142,148, 150, 152, 154, Taha 85-88, 95, Bakara 54-57:
Sadece Kuran ve Tevrat’taki bilgilere bakıldığında Musa’nın hiç yoktan adam öldürdüğü olay (kasas 15-21) dışında başka birkaç katliam daha
yaptığı ortaya çıkıyor.
a) Bakara 54’te Musa
kavmine “Cidden siz o buzağıyı ilah edinmekle kendinize zulüm yapmış
oldunuz. Hemen tevbe edin de nefislerinizi
öldürün.” diyor.
Bu ayetle ilgili özellikle de
“nefsinizi öldürün”
cümlesi hakkında, başta Kadı Beydavi olmak üzere tefsirlerde şu ortak
bilgi geçiyor: Musa, dağdan, tanrısı Yehova görüşmesinden gelince, ondan aldığı
emirle kendi toplumuna, “Yaptığınıza
karşı ya kiminiz kiminizi vurun” veya “Buzağıya
tapmayan, onu ilah edineni vursun”
diyor.
b) Musa’ya gelen Tevrat, hem
Kuran’daki bilgilere göre, hem de Tevrat’a göre levhalarda toplu halde
yazılıyken Musa gidip dağda Allah’tan teslim alıyor. Kuran’sa parça parça
iniyor. Bunu hem Kuran, hem Tevrat yazıyor.
Tevrat’a göre Musa’dan sonra Harun (Tevrat Çıkış, 16/13-36, Bakara
55- 57), Kuran’a göre de “Samiri” (Taha suresi, 85, 87, 95) adında biri onların süs eşyalarından,
ziynetlerinden böğüren bir buzağı yapıyor, onlar
o buzağıyı ilah ediniyorlar (Araf
142,148, Taha 88).
c) Allah Musa’yı,
onları bıraktığı için hem azarlıyor, hem de bak sen geldin; ama senin
kavmin daha sonra buzağıyı tanrı edindi deyince, Musa kızgın bir biçimde
dönüyor ve içinde tanrı ayetlerinin yazılı olduğu levhaları yere atıyor. Musa’nın tanrı levhalarını yere
attığını hem Tevrat, hem de Kuran yazıyor (Araf 150,154, Taha 85–86).
d) İşte Musa’nın kavminin bu
yaptıklarına karşı Allah, “Buzağıyı ilah edinenlere gelince,
hiç şüphe yok ki, onlara Rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet erişecektir.
İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız” diyor (Araf,152). .
e) Onların işlediği bu suça karşı
Musa kendilerine, “Tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Allah katında sizin için
böylesi daha iyidir” diyor (Bakara
suresi, 54). Tabi ki ayette detay yok; ancak tefsirlerde Kadı Beydavi
başta olmak üzere ilginç yorumlar var. Bu olayla ilgili Tevrat’taki
bilgilerse çok nettir.
f) Tevrat’a göre (Çıkış, 32/ 26–29) o gün akşama kadar üç bin, Kuran tefsirlerine göre ise az önce belirtildiği gibi 70 bin insan öldürülüyor. Suçları ise, tanrıya eş koşup buzağıya inanmaları.
g) Bazı İslamî yazarlar bu ayetle
ilgili, “Efendim ayette geçen ‘Nefsinizi öldürün’ ifadesinden kasıt, artık
böyle şeyleri yapmayın, kendinizi düzeltin... demiştir” diyebilirler. Bu yorumun gerçekle ilgisi yoktur. Çünkü Tevrat’ta bir kere böyle bir olayın
meydana geldiği kesin.
h) Olayın meydana geldiğine ilişkin Kuran’da bir diğer ipucu
da, Allah’ın bu ceza ayetlerinden birinde, “Buzağıyı ilah edinmelerine
gelince, hiç şüphe yok ki onlara rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet
erişecektir. İşte biz böyle cezalandırırız.” demesidir (Araf,152).
Eğer bu olay meydana gelmemiş olsaydı Kuran’ın Allah’ı böyle söylemezdi.
Bu, Kuran’a göre olayın meydana geldiğine bir kanıttır.
i) Kuran’daki bilgilere
bakıldığında, Musa’nın kendi
kavmini böyle bir katliamdan geçirdiği kesin. Dolayısıyla yersiz
yorumlar, dinden bilgisi olmayan halkın kafasını karıştırmaktan başka bir
amaç taşımıyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.141-146)
155. Mûsâ, kavminden,
belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca
(bayıldılar). Mûsâ, “Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk
ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle
bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin
kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim velimizsin.
Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın” dedi.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
Konu: KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!
A’raf 142-150, 154, 155,
Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:
(BU
KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
156. “Bizim için bu
dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola
yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım.
Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara,
zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“HÜDNA”
kelimesi Arapça değildir.
İbranice’dir, aslı “tübna”dır
ve “tövbe ettik” anlamına gelir.
(Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.274).
157. Onlar,
yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî20
peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten
alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar.
Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.21 Ona iman
edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura
(Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
158. (Ey Muhammed!) De
ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan
Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O,
diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o
ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”
Not.1 HZ. MUHAMMED OKURYAZAR MIYDI? A’raf
157-158:
Bu ayette Hz. Muhammed için “ümmidir” deniyor. Kimileri bu ayetlerde
geçen ümmiden Hz. Muhammed’in okuryazar
olmadığı anlamını çıkarmışlar. Bunun gerçekle ilgisi yoktur.
Kur’an’a göre Yahudilerden Tevrat’ı bilmeyen kişilere ümmi
denildiği gibi Yahudiler dışındakilere
de ümmi deniliyordu. Hatta Muhammed’den önceki dönemlerde Yahudiler
Araplara ve tanrıdan kitap gelmeyen
diğer toplumlara ümmi/peygamber-kitap görmeyen toplum diyorlardı eskiden. (bkz. Bakara
78, Al-i İmran 20, 75, Cum’a 2).
Burada açıkça görülmektedir
ki ümmiden kasıt, peygamber-kitap
görmeyen topluluk demektir. Eğer ümmi
demek okuryazar olmayan demektir denirse Cum’a suresi ikinci ayetin anlamı şu olur: “Hz. Muhammed
okuma-yazma bilmeyenlerden peygamber olarak seçilmiş ve yine ancak o okuryazar
olmayanlara ayetlerini okuyacak” ki
bu anlam İslam’ın ruhuna aykırıdır, kesinlikle böyle bir şey söz konusu değildir.
Kaldı ki Muhammed’in okuryazar olduğuna dair güçlü kanıtlar
var; somut örnekler ilgili dipnotlarda sunulmaktadır. Hz. Muhammed’in okuryazar olduğuna dair
16 somut örnek ve kaynaklar için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.58-77).
159. Mûsâ’nın kavminden
(insanları) hak ile doğru yola ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk
da vardı.
160. Biz onları on iki
kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi
Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca)
taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine
bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size
rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik).
Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.
Not.1 A’râf
160, Taha 80, Bakara 57, Mâide 112-115: Allah aç ve sıkıntıda olan
İsrailoğullarına kendi katından helva ve bıldırcın eti gönderdiğini beyan
ediyor (A’râf 160, Taha 80, Bakara 57
vb).
Yine Hz. İsa’nın havarileri
kendisinden, “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra
indirebilir mi?” demişler O, “İman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun”
demiş. Onlar: “İstiyoruz ki, ondan yiyelim, böylece kalplerimiz rahat olsun,
bize doğru söylediğini bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım”
demişler. Meryem oğlu İsa şöyle demiş: “Ey Rabbimiz, bize gökten bir sofra
indir ki bizim ve geçmiş ile geleceklerimiz için bayram ve senden bir ayet
(mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen rızık verenlerin en hayırlısısın.”
Allah da şöyle buyurmuş (Mâide 112-115.):
“Ben şüphesiz onu size indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr
ederse, kainatta hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim” demiş.
Bir kere Allah’ın, “Ben şüphesiz size
göndereceğim; ama eğer bundan sonra siz hâlâ inkârda devam ederseniz o zaman
ben sizi şiddetli bir azapla cezalandıracağım” demesi, eleştiri için yeterlidir. Çünkü böylesine bir olay imkânsızdır. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.224).
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163)
geçen (Arapçasında);
“ESBAT” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.272).
161. O zaman onlara
denilmişti ki: “Şu memlekete22 yerleşin. Orada dilediğiniz gibi
yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’ deyin. Kentin kapısından eğilerek
tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere
daha da fazlasını vereceğiz.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58) Arapçasında geçen;
“HITTA” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve İsrailoğulları bu kelimeyi “iyilik söylemek” veya “günahlardan
bağışlanmak için af dilemek” anlamında kullanıyorlarmış. Kur’an’da da bu
anlama geliyor.
ayrıca; yine bu ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58) Arapçasında geçen
“HİTTETÜN” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir, “affetmek”
anlamına gelir.
ayrıca; bu
ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58, Nisa 154) Arapçasında geçen;
“SÜCCEDEN” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “baş eğmek” anlamına gelir. Demek ki namazlarda Müslümanların başlarını eğip yere değdirmeleri âdeti
Süryanilerden gelmedir. (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.272-276).
162. Onlardan
zulmedenler hemen sözü, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de
zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik.23
163. (Ey Muhammed!)
Onlara, deniz kıyısında bulunan kent halkının24 durumunu sor. Hani
onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları
Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer)
günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle
imtihan ediyorduk.25 [163-170 arası
âyetlerin Medine dönemine ait
olduğunu söyleyen âlimler de var.]
164. Hani onlardan bir
topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba
uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da,
“Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar
diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi.
165. Onlar kendilerine
hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık.
Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.
166. Yasaklandıkları
şeylerden vazgeçmeye yanaşmayınca da onlara “aşağılık maymunlar olun” dedik.
Not.1 Araf
166, Bakara 65, Mâide 60, 82: Bu ayetlerde Yahudilerin ceza olarak Allah
tarafından maymuna dönüştürüldükleri anlatılıyor. Dikkat edilirse, bu
gibi Yahudi aleyhtarı ayetler hep Medine’de inen surelerde
geçmektedir. Sadece Araf Suresi’nin 166.
ayeti Mekke’de inen bir surenin
içindedir. O da ya Medine’de inmiş
de oraya alınmış (bu tür ayetler Kur’an’da vardır) ya da bir vesileyle Mekke’de inmiştir. Çünkü Medine’de en çok da
Yahudiler Muhammedi rahatsız ediyordu.
Kaldı ki, insanın maymuna dönüşmesi olayının akıl
ve bilimsellikle açıklanması mümkün değildir.
Mâide Suresi’nin 82.
ayetinde “Müslümanlar için en ciddi
tehlike Yahudilerdir; Müslümanlara en yakın olanlar da Hıristiyanlardır”
diye geçiyor, Halbuki tarihe
baktığımızda, Müslümanlara en çok Hıristiyanların kan kustuklarını görüyoruz.
Hepimizin bildiği gibi, Haçlı Seferleri en az iki asır sürmüş ve bu savaşlarda
Müslümanlar neredeyse dağılma-bitme noktasına gelmişti; ama Yahudilerin ise
Müslümanlara böylesine büyük çaplı zararları dokunmamıştır.
Başka bir ayette (Mâide 64) “Biz Yahudiler arasına kıyamete kadar kin ve düşmanlık soktuk; onlar ne
zaman toparlanmak isterlerse, savaş için hazırlık yaparlarsa biz onları
muvafık kılmayız” deniyor.
Ama bugün hepimizin bildiği gibi bir avuç Yahudi Müslümanlara kan
kusturuyor.
Hani az önceki ayetlere göre güya Allah onlara fırsat vermezdi!
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.108-109).
167. Hani Rabbin,
elbette kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri
göndereceğini bildirmişti. Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir.
Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
168. Biz onları
yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır.
İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları
güzellikler ve kötülükler ile sınadık.
169. Derken, onların
ardından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu
geçici dünyanın değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz bağışlanacağız”
derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında,
gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış
mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki, Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz? [163-170 arası âyetlerin Medine dönemine ait olduğunu söyleyen
âlimler de var.]
170. Kitab’a sımsıkı
sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan
(erdemli) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz.
171. Hani dağı sanki
bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek
sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun
içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.
172. Hani Rabbin
(ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine
karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da,
“Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü,
“Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
173. Yahut, “Bizden
önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz.
Şimdi batılcıların işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz
içindir.
174. Hakka dönsünler
diye işte âyetleri böylece ayrı ayrı açıklıyoruz.
175. Kendisine
âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine
taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.
176. Dileseydik o âyetlerle
onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve
hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini
sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu,
âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki
düşünsünler.
Not.1 Kalem
10, 13, 16, Müddessir 19-20, Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Humeze 1, Kamer 20, 31,
Araf 175-176, Yasin 8, Furkan 44, En’am 39, Sebe 33, Mutaffifin 1, Rad 6, Dehr
4, Enfal 12-13, A. İmran 152, Cuma 5, Muhammed 12: Allah, Kuran’daki olup bitenlere inanmayan insanlara sadece hayvanlar
tabirini kullanmamış; daha
ağır terimler de kullanmıştır.
a) “...ancak hayvanlar gibiler. Hatta
daha beterler” (Furkan 44)
b) “...onların durumu, ciltler dolusu
kitap yükletilen eşeğin durumuna
benzer” (Cuma 5)
c) Daha beteri tanrının insana köpek demesi: “Onun durumu köpeğin haline benzer...” (Araf
175-176)
d) Yine Allah, Ebu Leheb hakkında, “Elleri
kurusun” (Tebbet 1), önceki
peygamberlerin kavimlerine verdiği cezalardan söz ederken “Burnunu kıracağız/ burnunu yere sürteceğiz” (Kalem
16), Ad kavmine verdiği ceza konusunda da “Dibinden
kopmuş hurma kütüğü gibi yoluverdiler” (Kamer 20) Semud kavminin
cezasıyla ilgili, “Ağılcı çırpısı gibi
döküldüler” (Kamer 31), Ebabil kuşlarının hışmına uğrayan Ebrehe ve
ordusu için “Yenik ekin gibi yaptı”
(Fil 5), inanmayanlar için “Hayvan gibi
yayıp içerler” (Muhammed 12), “Vay
şu insanların haline!” (Mutaffifin 1, Humeze 1 vb), “Ayetlerimi yalanlayanlar sağır, dilsizler ve karanlık içindeler”
(En’am 39) gibi ifadeler kullanmıştır.
e) Kalem 10’da Allah beğenmediği insan
hakkında, “Mehin”
diyor ki bu kelime hor, alçak, dölü tutmaz erkek hayvan, dar
görüşlü insan anlamlarına gelir. Yine aynı surenin bir başka ayetinde (Kalem 13) insana “Zenim” diyor ki soysuz, nesebi bellisiz kişi anlamına gelir.
f) Bazı ayetlerde de Kur’an, ahrette bazı insanların boğazına köpek
tasması gibi demir geçirileceğini yazıyor (Kalem 16, Müddessir 19-20,
Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Hümeze 1, Kamer 20, 31, Yasin 8, Sebe 33, Mutaffifin
1, Rad 6, Dehr 4).
g) Allah ayrıca Uhud harbiyle ilgili:
“Allah’ın izniyle siz düşmanlarınızı kesip doğruyordunuz” (A. İmran 152), Bedir harbiyle ilgili, “Biz
Allah olarak düşmanın kalbine korku bırakacağız, siz onların boyunlarının
üstüne vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal 12-13) gibi akıl almaz sözler sarfediyor!
Özetle; Demek
ki Tevrat ve Kuran’da anlatılan efsanelere inanmayan insanlar, insanlık
adına ne kadar yararlı şeyler de icat etse yine kutsal
dinlerin Allah’ı katında hayvanlardan
beterler; hatta eşekten
farkları yoktur. Bu ifadeler kâinatın
yaratıcısı olduğuna inanılan bir
tanrıya isnat edilemez!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.160-161 ve
147).
177. Âyetlerimizi yalan
sayan ve ancak kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür!
178. Allah, kimi doğru
yola iletirse, odur doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana
uğrayanların ta kendileridir.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
179. Andolsun biz,
cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da
bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem
için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte
bunlar gafillerin ta kendileridir.26
Not.1 Cinlerin anlatıldığı ayetler: A’raf 179 Cin 8-10, İsra
88, Hicr 17-18, 26-27, En’am 112, 130, Saffat 6-10, Sebe 12 Ahkaf 29-32,
Zariyat 56, Mülk 5, Rahman 14-15, 33.
a) Kuran’da cinlerin anlatıldığı sureler/ayetler epey fazla. Cinlerden söz
ettiği için 28 ayetten oluşan bir surenin adı da “Cin” suresi oluyor.
b) Bir yerde cinlerin Allah’ın
izniyle Süleyman peygamberin emrinde çalıştıkları söyleniyor (Sebe 12).
c) Bir ayette cin ve insanların
yaradılış gayesi Allah’a kulluk etmeleri olarak gösteriliyor (Zariyat 56).
d) Rahman 14-15 ve Hicr
26-27’de insanın ateşte pişirilmiş kupkuru çamurdan, cinin de ateş korundan/
özünden yaratıldığı ifade ediliyor. Yine Rahman
33’te cin ve insanlara hitaben, “eğer gücünüz varsa yer ve göklerin dışına
çıkın bakalım” diyor.
e) Bir kere cinlere inanmak Muhammed’den önceki toplumlarda yaygındı; bunu
Kur’an da birçok ayetle teyit ediyor:
“Biz her peygambere insan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldık.” (En’am 112) Aynı surenin başka bir
ayetinde, “Ey cin ve insanlar! Size ayetlerimi anlatan, bu gününüzün geleceğini
haber veren peygamberlerim gelmedi mi” (En’am 130) diyerek hem
cinleri, hem de insanları kıyamet günü vereceği cezayla uyarıyor.
f) “Andolsun ki biz -Allah olarak-
çoğu cin ve insanları cehennem için yarattık” (A’raf 179) diyor. Bari “Cehennemi
çoğu cin ve insanlar için yarattık” deseydi neyse. Cümlede önemli bir terslik olduğu açık... Aynı ayetin
devamında, “Bu cin ve insanların
çoğu hayvanlardan da beterdir” anlamında ağır bir ifade kullanılıyor.
g) Açıktır ki Muhammed, insanları etkilemek için daha önce varolan
cin inancını, Kuran’ında bir etki aracı olarak kullanmıştır. Yani
insanların kendisi hakkında, “Mademki cinleri bilip onlar hakkında bu
bilgileri veriyor o zaman Allah’tan görev almış bir peygamberdir...” demelerini
sağlamak için bunları işlemiştir; yoksa bunun başka yorumu olamaz.
h) Şu da önemli ki, madem ki daha önce cinler/şeytanlar göklere
çıkarak meleklerin insanlar hakkında hazırladıkları raporları dinleyip ona
göre yeryüzünde fesat çıkarıyorlardı/karşı
tedbir alıyorlardı ve yine mademki
Muhammed’den sonra onlara artık bu yol kapandı; peki bu
durumda dünyadaki insanların daha rahat
etmeleri gerekirken -zira artık şeytanların ellerinde haber alma
hakkı, istihbari bilgiler edinme imkanı kalmadı ki insanları kötü yola sevk
etsinler- o zaman neden yeryüzünde haksızlıklar/fitne her
gün artarak devam ediyor!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.159-162).
180. En güzel isimler
Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında
gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.
181. Yarattıklarımızdan,
hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir
topluluk vardır.
182. Âyetlerimizi
yalanlayanlara gelince, biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş
felakete götüreceğiz.
183. Ben onlara mühlet veririm.
Şüphesiz benim tuzağım çetindir.27
184. Onlar düşünmediler
mi ki (çok iyi tanıdıkları, kendileriyle iç içe yaşamış olan) arkadaşlarında
(Peygamber’de) delilikten eser yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.
185. Onlar göklerdeki
ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama28, Allah’ın yarattığı her
şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra
artık hangi söze inanacaklar?
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 185, Yasin 83, En’am 75, Müminun 23) Arapçasında geçen;
“MELEKUT”
kelimesi Arapça değildir.
Nebatice’dir, “melik-padişah”
anlamına gelir. Kur’an’da da “hükümranlık”
anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.291).
186. Allah, kimi
saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah, onları
azgınlıkları içinde bırakır, bocalayıp dururlar.
187. Sana kıyametin ne
zaman kopacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır.
Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır
basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir.” Sanki senin ondan haberin varmış
gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat
insanların çoğu bilmiyorlar.”
188. De ki: “Allah
dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip
değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve
bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir
müjdeciyim.”
189. Allah, sizi bir
tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan29
var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır)
ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a,
“Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız”
diye dua ederler.30
Not.1 A'raf 189, Enam 98, Zümer 6, Nisa 1: Sümer mitolojisine göre Enki, Dilmun
denilen cennetteki bitkilerden yiyince hastalanır. Onun ağrıyan yerlerinden biri de kaburga
kemikleridir. Buna benzer bir olay hem Tevrat’ta,
hem de İslam’da Muhammed’in
hadislerinde vardır. Kur’an’da kaburga
kelimesi geçmiyor; ancak kadının
erkekten yaratıldığı biçimindeki mutlak ifade (sizi tek nefisten yarattı) yukarıdaki ayetlerde kullanılıyor.
Muhammed’se bu konuyu kendi hadislerinde Tevrat’la tam paralel bir biçimde
açıklıyor ve “Kadının, erkeğin eğe
kemiğinden yaratıldığını” net bir ifadeyle belirtiyor (Tecrid-i Sarih
Diyanet tercemesi, hadis no: 1816). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.53-54).
Not.2 Araf
189, Rum 21: Kadının, erkeğin hizmeti için yaratıldığı
inancı hem Kur’an’da, hem de Tevrat’ta işlenmiştir (İncillerde yok).
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a
Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.93).
190. Fakat Allah onlara
iyi ve sağlıklı bir çocuk verince de, Allah’ın kendilerine verdiği çocuk
konusunda O’na ortaklar koşarlar. Allah, onların ortak koştukları şeylerden
yücedir.
191. Hiçbir şeyi yaratamayan,
kendileri yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar?
192. Hâlbuki onlar
(edindikleri ilâhlar) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım
edebilirler.
193. Onları doğru yola
çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir
(sonuç alamazsınız).
194. Allah’ı bırakıp
tapındıklarınızın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru
söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza
icabet etsinler).
195. Onların yürüyecek
ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya
da işitecek kulakları mı var? De ki: “Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana
tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!”
196. Çünkü benim velim,
Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.
197. Allah’tan başka
taptıklarınızın ise size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de
yardım edemezler.
198. Eğer onları, doğru
yola çağırırsanız işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar
görmezler.
199. Sen af yolunu tut,
iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.
200. Eğer şeytandan bir
kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.
201. Şüphe yok ki
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu
zaman iyice düşünürler (derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini
açarlar.
202. Şeytanlara kardeş
olanlara gelince, şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan
hiç geri durmazlar.
203. (Ey Muhammed!)
Onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: “Onu
(da) bir yerlerden derleyip toplasaydın ya.” De ki: “Ben ancak Rabbimden bana
vahyedilene uymaktayım. Bu (Kur’an âyetleri), Rabbinizden gelen basiretlerdir
(Gönül gözlerini aydınlatan nurlardır). İman edecek bir topluluk için bir
hidayet kaynağı ve bir rahmettir.”
204. Kur’an okunduğu
zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.
205. Rabbini, içinden
yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve
gafillerden olma.
206. Şüphesiz Rabbin
katındaki (melek)ler O’na ibadet etmekten büyüklenmezler. O’nu tespih ederler
ve yalnız O’na secde ederler.31
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harfler ile
ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2. Bu âyette,
insanların küfürde, zulümde, şirkte Allah’a karşı yalanlar uydurmada ısrar
etmeleri, ilâhî davete sırt çevirmeleri karşısında sıkılan Peygamberimiz
teselli edilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Hicr sûresi, âyet,
97; Kehf sûresi, âyet, 5,6; Hûd sûresi, âyet, 12.
3. Konu ile ilgili
olarak ayrıca bakınız: Kasas sûresi, âyet, 65.
4. Konu ile ilgili
olarak ayrıca bakınız: Mâide sûresi, âyet, 109.
5. Âyetin bu kısmı,
“Andolsun sizi yeryüzüne yerleştirdik” şeklinde de tercüme edilebilir.
6. Âyetin bu kısmı,
“halat iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler” şeklinde de tercüme
edilebilir.
7. Bu “sur” ile ilgili
olarak ayrıca bakınız: Hadîd sûresi, âyet, 13.
8. A’râf, yüksek
yerler, yüksek mevkiler demektir. Bazı müfessirler, “A’râf” ile cennet ve
cehennem arasındaki surun yüksek yerleri ve sırtlarının kastedildiğini ifade
etmektedirler.
9. Konu ile ilgili
olarak ayrıca bakınız: En’âm sûresi, âyet, 70.
10. Arş, kudret ve
hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
11. Rahmet rüzgârları
gibi Peygamberler de ilâhî rahmetin müjdeleyicileridir. Tebliğine memur
oldukları semavî kitaplar yağmur yüklü bulutlar gibi kalplerin can suyudur.
Toprak gibi insanların da iyisi, kötüsü vardır. İyiler verimli toprak gibi,
topluma yararlı olurlar. Kötüler ise çorak toprağa benzerler. Topluma faydaları
dokunmaz.
12. Hicr sûresinin 74.
âyetinde de ifade edildiği gibi bu yağmur, taş yağmurudur.
13. “Allah’ın tuzağı”
ifadesi mecazî olup, “inkârcılara mühlet verip, sonra onları ansızın
yakalaması”, “inkârcıların inkârlarına karşılık vermesi” gibi anlamlar ifade
eder.
14. Firavun,
İsrailoğullarını vatanlarından uzaklaştırmış, onları en zor işlerde köle olarak
çalıştırıyordu.
15. Hz. Mûsâ’nın bu
mucizesi için bakınız: Kasas sûresi, âyet, 32; Şu’arâ sûresi, âyet, 33.
16. Hz. Mûsâ’nın,
Firavun ve sihirbazlarla aralarında geçen bu olay için ayrıca bakınız: Tâ-Hâ
sûresi, âyet, 60-63; Şu’arâ sûresi, âyet, 43-44.
17. Daha önce Mısırlı
yerli halkın egemenliğinde bulunan Mısır ve Şam’ın verimli doğu ve batı
taraflarına, ezilen İsrail halkı yerleşmiş, bu sûrenin 128. ve 129. âyetlerindeki
vaad gerçekleşmişti.
18. Hz. Mûsâ’nın kavmi,
“Ey Mûsâ! Allah’ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız” demişlerdi. (Bakınız:
Bakara sûresi, âyet, 55) Bu âyetin son cümlesi, onlara da bir cevap
niteliğindedir.
19. Allah’ın dağa
tecellisi, O’nun kudret ve yüceliğinin izlerinin dağ üzerinde açığa çıkması
demektir.
20. “Ümmî”, okuma yazma
bilmeyen insan demektir. Ancak okuma yazma bilmeyen her insan bilgisiz
olmayacağı için, “ümmî”, cahil demek değildir. Nitekim, okuma yazma bilmeyen
Hz. Peygamber, vahiy yoluyla aldığı bilgilerin yanında, geniş çapta dünyevî
tecrübe ve bilgilere sahip bulunuyordu.
21. Âyetteki “ağır yük”
ve “zincir” ifadeleri, mecazî olup, “ağır mükellefiyetler”, “ağır teklifler”
anlamlarını ifade eder.
22. Adı geçen memleketin
Kudüs veya Erîha olduğu rivayet edilmiştir.
23. Bakara sûresinin 58
ve 59. âyetlerinde de zikredildiği üzere, söylemeleri istenen “hıtta (yâ Rabbi,
bizi affet)” ifadesini, tefsir kaynaklarının belirttiğine göre, buğday anlamına
gelen “hinta”ya çevirerek güya alay etmişlerdir.
24. Âyette sözü edilen
bu kent, Ürdün’ün Akabe limanına yakın “Eyle” kasabası olabilir.
25. Allah Teâlâ,
İsrailoğullarının cumartesi (sebt) günü dünyevî işlerden ve dolayısıyla balık
avından sakınmalarını ve o günü ibadete ayırıp tatil yapmalarını emretmişti.
Balıklar cumartesi günleri akın akın sahile geliyor, diğer günler o derece
gelmiyorlardı. Bu, bir imtihandı. İsrailoğulları, bu yasağı ihlal ederek
cumartesi günleri de balık avlamaya başladılar. Âyette anlatılan olay budur.
26. Âyette sözü edilen
kimseler, kendilerine verilen bu yetenekleri kötü kullandıkları için,
cehennemlik olmuşlardır. Allah, bunların böyle davranacaklarını ezelde bildiği
için, onları “cehennemlikler” olarak belirlemiştir.
27. Buradaki “tuzak”
kelimesi için bu sûrenin 99. âyetinin dipnotuna bakınız.
28. Bakınız: En’âm
sûresi, 75. âyet ve ilgili dipnot.
29. Buradaki “ondan”
ifadesi, “onun türünden” şeklinde de anlaşılabilir.
30. Âyette yer alan “bir
tek nefisten yarattı” ifadesi, yaratılan eşin, fizikî olarak o nefisten yaratıldığını
değil, “nefis” (insan) ile eşinin aynı cinse, insan cinsine mensup olarak
yaratıldığını ifade etmektedir. Yani insan cinsinin erkek türü olan Âdem’e,
yine insan cinsinden, kadın türünde bir eş yaratılmıştır.
31. Bu âyet, Kur’an’daki
on dört secde âyetinden biridir. Bunlardan birini okuyan, ya da dinleyen
kimsenin secde yapması vaciptir. Bu secdeye “tilavet secdesi” denir. Tilavet
secdesi şöyle yapılır: Abdestli ve kıbleye yönelik olarak tekbir getirilip
secdeye varılır. Üç defa “Sübhane Rabbiye’l-a’lâ” denilerek secdeden kalkılır.
Bu secdeye, ayakta iken veya otururken varılabilirse de, ayakta iken gidilmesi
daha uygundur.
CİN | CİNLER
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |