ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            70- BALARISI | NAHL (Kitap Sırası-16)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Mekke döneminde inmiştir. 128 âyettir. Sûre, adını 68. âyette geçen “en-Nahl” kelimesinden almıştır. “en-Nahl” bal arısı demektir. Sûrede başlıca, kâinatta Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, vahiy, öldükten sonra dirilme gibi konular yer almaktadır.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Allah’ın emri gelecektir. Artık onun acele gelmesini istemeyin. Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.

2.         Allah, “Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının” diye (insanları) uyarmaları için emrini içeren vahiy ile melekleri kullarından dilediğine indirir.

3.         Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir.

4.         İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.

5.         Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için bir ısınma ve birçok faydalar vardır. Hem de onlardan yersiniz.

6.         Onları akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken de sizin için bir güzellik (ve zevk) vardır.

7.         Onlar ağırlıklarınızı, sizin ancak zorlukla varabileceğiniz beldelere taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

8.         Hem binesiniz diye, hem de süs olarak atları, katırları ve merkepleri de yarattı. Bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır.

9.         Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır.1 Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

10.       O, gökten sizin için su indirendir. İçilecek su ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla meydana gelir.

11.       Allah o su ile size; ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler ve her türlü meyvelerden bitirir. Elbette bunda düşünen bir kavim için bir ibret vardır.

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

12.       O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.

13.       Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerle yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize verdi. Öğüt alan bir toplum için bunda ibretler vardır.

14.       O, taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.

15-16.  Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.

Not.1         ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Bu ayetteki İnsanlar yıldızlarla yollarını bulur­lar cümlesi harfiyen şair Kuss bin Saide’den alınmıştır.

Ayrıca;      ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Lokman 10, Nahl 15, Enbiya 31, Nebe 7: Bu ayetlerde geçen “dünyanın sallanmaması için dağların kazık görevini yaptığıteması şair Kuss bin Saide’den alınmıştır. Bu tema aslen Tevrat’tan alınmadır, şair Ümeyye b. Ebi Sait’in şiirlerinde de işlenmiştir.

                   Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm, kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil diğer konuşmalarını anlatıyor.

                   Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.

                   Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında, giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Giden­ler halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor. Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete anlatıyor.

                   Kuss Hıristiyan’dı; ancak arayışlar içindeydi, yeni bir din pe­şindeydi. Daha doğrusu “ben peygamberim, bana vahiy geldi” de­meye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.

                   De­mek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi. Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha gibileri de o dönem peygamberliğini ilan edenler arasındaydı.

                   Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar için...

                   ...bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).

17.       Şu hâlde yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?

18.       Hâlbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

19.       Allah, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.

20.       Allah’ı bırakıp da taptıkları şeyler, yaratılmış olduklarına göre hiçbir şey yaratamazlar.

21.       Onlar, diri olmayan cansız varlıklardır! Ne zaman dirileceklerinin de şuuruna varamazlar.

22.       Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanların kalpleri bunu inkâr etmekte, kendileri de büyüklük taslamaktadırlar.

23.       Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.

24.       Onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “Öncekilerin masalları” dediler.

25.       Böylece kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak, bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarının da bir kısmını yüklenirler. Dikkat et, yüklendikleri ne kötüdür.

26.       Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Allah’ın azabı binalarını, temelinden gelip yıktı da tavanları başlarına çöküverdi ve azap kendilerine fark edemedikleri yerden geldi.

27.       Sonra kıyamet günü, Allah onları rezil edecek ve diyecek ki: “Uğrunda mücadele ettiğiniz ortaklarım nerede?!” Kendilerine ilim verilenler ise şöyle derler: “Şüphesiz bugün rezillik, aşağılık ve kötülük kâfirlerin üzerinedir.”

28.       O kâfirler, nefislerine zulmederlerken melekler onların canlarını alır da onlar teslim olup, “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” derler. (Melekler de şöyle diyecekler:) “Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir.”

29.       “Haydi, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!”

30.       Allah’a karşı gelmekten sakınan kimselere, “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayr indirdi” derler. Bu dünyada iyilik yapanlara bir iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah’a karşı gelmekten sakınanların yurdu ne güzeldir.

31.       İçinden nehirler akan Adn cennetlerine gireceklerdir. Kendileri için orada diledikleri her şey vardır. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları böyle mükâfatlandırır.

Not.1         Sad 50, Fatır 33, Meryem 61, Taha 76, Mü'min (Gafir) 8, Kehf 31, Nahl 31, Rad 23, Beyyine 8, Saff 12, Tevbe 72: Bu ayetlerde Cennet’ten “Adn/Aden” olarak söz ediliyor. Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak geçiyor (Tevrat, Tekvin 2/8). Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da yazılı ki Sümer inançlarıyla tamamıyla çakışıyor. Cennet/Adn/Aden hikâyeleri çok tanrılı Sümerlerden gelmedir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).

32.       Melekler, onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” derler.

33.       (O kâfirler) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

34.       Bu sebeple işledikleri kötülüklerin cezası onlara ulaştı ve alay ettikleri şey kendilerini kuşattı.

35.       Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.

36.       Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan2 kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;

                   Tağutkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284).

37.       Sen onların doğru yola erişmelerine aşırı istek göstersen de şüphesiz Allah saptırdığı kimseyi doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da yoktur.

Not.1-2     bkz. (Nahl 9, Not.1-2)

38.       Onlar, “Allah, ölen bir kimseyi diriltmez” diye var güçleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, diriltecek! Bu, yerine getirilmesini Allah’ın üzerine aldığı bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

39.       (Diriltecek ki) ayrılığa düştükleri şeyi onlara anlatsın ve kâfir olanlar da kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler!

40.       Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluverir.

41.       Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi..

42.       Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.

43.       Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.3

44.       (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.

45.       Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya (ansızın) bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular?

46.       Yahut onlar dönüp dolaşırken Allah’ın kendilerini yakalayıvermesinden emin mi oldular? Onlar, Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.

47.       Yahut da, onları korku üzere iken yakalamayacağından güven içinde midirler? Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

48.       Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.

49.       Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler (boyun eğerler).

50.       Üzerlerinde hâkim ve üstün olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.

51.       Allah, şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek ilâhtır. O hâlde, yalnız benden korkun.”

52.       Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?

53.       Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız.

54.       Sonra sizden o sıkıntıyı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı Rablerine ortak koşar.

55.       Kendilerine verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmek için böyle yaparlar. Bir süre daha faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz!

56.       Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (mahiyetini) bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.

57.       Onlar, kızları Allah’a nispet ediyorlar -ki O, bundan uzaktır- kendilerine ise, canlarının istediğini.

58.       Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir!

59.       Kendisine verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!

60.       Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

61.       Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.

62.       Hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah’a isnad ederler. En güzel sonuç kendilerininmiş diye dilleri de yalan uyduruyor. Hiç şüphe yok ki onlara cehennem vardır ve onlar oraya en önde sokulacaklardır.

63.       Allah’a andolsun, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Fakat şeytan onlara işlerini güzel gösterdi. O, bugün de onların dostudur ve onlar için elem dolu bir azap vardır.

64.       Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.

65.       Allah, gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda dinleyecek bir toplum için bir ibret vardır.

66.       Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (süzülen) içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.

67.       Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   SEKR/SEKERENkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “Sarhoşluk veren madde” anlamına gelir. Farsça’dan gelmedir diyen de vardır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284).

68.       Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.”

69.       “Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.

70.       Allah, sizi yarattı. Sonra sizi öldürecek. İçinizden kimileri de, bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi bilmesin diye ömrünün en düşkün çağına ulaştırılır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeye) hakkıyla gücü yetendir.

71.       Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Not.1         Nahl 71, Rûm 28: Burada kastedilen kişi İsa’dır. Muhammed zamanında Hıristiyanlar Hz. İsa hakkında “Aslında tek bir Tanrı vardır; o da Al­lah’tır. Hz. İsa ise Allah’ın yarattığı olmakla birlikte onun pasif bir ortağıdır; o, Allah’ın iradesi olmadan tek başına bir şey yapamaz” şeklinde düşününce, Allah da Nahl 71 ve Rûm 28 ayetlerini gönderip böyle bir şeyin mümkün olmadığını, insanların anlayacağı bir dille açıklamak istemiştir.

                   Yani, gelir dağılımının insanlar tarafından eşit bir şekilde ger­çekleşmesi, Allah’a eş koşmaya benzetilmiş ve böyle bir teşebbüsün mümkün olamayacağı vurgulanmıştır.

                   Nitekim Kur’an’da Allah’a eş koşmak en ağır günahtır şek­linde kesin bir hüküm vardır. Mesela, “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bunun dışındaki günahları istediği kimse için bağışlar” deniyor (Nisa 48, 116). Eğer efendi-köle ilişkisi, Allah ile kul ilişkisi gibi değerlendirilirse, o zaman bir insanın -İsa gibi- Allah’a ortak olması nasıl büyük günah ise, kölenin efendisiyle aynı haklara sahip olması da o kadar günahtır sonucu ortaya çıkar. Çünkü bu sonuç, ayet­teki benzetmeden gayet net olarak anlaşılıyor.

                   Her iki ayette geçen efendi-köle benzetmesinden, “Zengin-fakir arasındaki fark değiştirilemezgibi bir anlam ortaya çıktı­ğı çoğu tefsirde ortak olarak işlenmiştir.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.227-228).

Not.2         Nahl 71, Rûm 28: Bu ayetlerden net olarak şu ortaya çıkıyor:

                   Allah, kendisine eş koşmanın kötülüğünü insanlara ispatlamak için, patronla işçi örneğini gösterip bu konuda bir benzetme yapmıştır.

                   Peki Allah’a eş koşmak ka­dar günah olan ve aynı zamanda da aklın kabul edebileceği bir örnek (kainatta) yok muydu ki seçe seçe bu örneği seçti? Bu ayetlere göre, “Allah’a eş koşmak ne kadar günahsa, pat­ronla işçi arasında eşitlik talebinde bulunmak da o kadar günah­tırsonucu ortaya çıkıyor ki, bu, emekçiler ve işçi sınıfı için fevkalade ağır bir karardır.

                   Başka bir ifadeyle Allah, “Bir efen­di, kölesini kendi malına ortak eder mi ki ben de Allah olarak kalkıp kendi yaratığım olan İsa ve benzerlerini kendime ortak olarak kabul edeyim?” demekle, gelir dağılımı konusunda in­sanlar arasında eşitlikten yana olmadığını çok somut bir şekilde beyan ediyor.                                                                                bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.229-230).

Not.3         Zaten Zuhruf 32. ayetinin hemen ba­şında bu görüşü açıkça belirtmişti: “Allah’ın rahmetini onlar mı (insanlar mı) paylaştırıyorlar? Bilakis, dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırıyoruz” deyip gelirin eşit bir biçimde yapılmasını isteyenleri eleştirmişti.

                   Bu durumda, herhangi biri kalkıp da insanlar arasında eşit­likten yana söz ediyorsa Kur’an’a göre sanki Allah’a eş koşmuş gibi çok büyük bir suç işlemiş oluyor. Bir kere Allah’ın, kendine şirk koşmayı insan­lar arasındaki gelir dağılımının eşit bir şekilde yapılmasına ben­zetmesi -ne kadar savunulursa savunulsun- çok talihsiz bir benzetmedir.                              bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.230).

Not.4         KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:

a)               İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’ 36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm 28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir, Allah’ın takdiridir.

                   Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle be­yan ediliyor.              (pdf-s.222-226).

 

b)               Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’ 39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç vermeyi*, çalışmayı övüyor. (*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)

                   Allah, “Ey insanlar! Çalışın, kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşa­yın...” dese bile, bunun bir anlamı olamaz. Çünkü insanın çalı­şabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.                                                                                 (pdf-s.233-234).

 

c)               Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumlulu­ğunu kendi üzerine aldığı halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili bir ifadeyle çalışmayı övüyor.             (pdf-s.233-234).

 

d)               Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana ait­tir, ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak yarattım” (Zuhruf 32) demesi, hem sık sık “benim adıma, benim namı hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun yerini doldururum” şeklinde beyanat­ta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Al­lah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).

                   İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak, “Vay eli­niz bağlanası, vay lanet olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Ya­hudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul edilip edilmediği de ortada.                                                                                                            (pdf-s.233-234).

 

e)               Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine tes­pih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.                                        (pdf-s.235).

 

f)                Kur’an, insanlara sadaka vermeyi önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce (m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık avlanmayı öğret; böylece sen de kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şek­linde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.                                                                                          (pdf-s.236).

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.222-236).

72.       Allah, size kendi cinsinizden eşler var etti. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar verdi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. Öyleyken onlar batıla inanıyorlar da Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?

73.       Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar.

74.       Artık Allah’a (şanına uymayan) benzetmeler yapmaya kalkmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz.

75.       Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.

76.       Allah, (şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye gönderse olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adaletle emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?

77.       Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyamet’in kopması, bir göz kırpması gibi veya daha az bir zamandır. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

78.       Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

79.       Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları gökte ancak Allah tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.

80.       Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek göç gününüzde, gerek ikamet gününüzde kolayca taşıyacağınız evler; onların yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar yararlanacağınız ev eşyası ve geçimlikler meydana getirdi.

81.       Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve dağlarda da sizin için barınaklar var etti. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar verdi. Böylece Allah, müslüman olasınız diye üzerinizde olan nimetini tamamlıyor.

Not.1         A’raf 26, Yasin 42, Nahl 81: “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz), bazen üçüncü şahıs (yaptı vb) olarak konuşturulması” ve “Tanrı(lar)ın şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirdiği ve insanlara verdiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Bu temalar başta Tevrat olmak üzere diğer inanç sistemleri üzerinden İslam’a geçmiştir.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.16).

Not.2         Araf 26, Yasin 42, Nahl 81, İbrahim 32, Hac 65: Bu ayetlerden görüldüğü  gibi “Allah insanların ihtiyaçlarını karşılasın diye bazı araç gereçler yaratır”. Halbuki zırhı da, elbiseyi de, gemiyi de... insanoğlu icat etmiştir. Kur’an tanrısının buna sahip çıkması, bunu kendine mal etmesi doğrusu ilginç bir şey! Sümer mitolojisine göre tanrı Enlil insanlar toprağı işleyebilsin diye kazma’yı yaratır. Benzer tema Tevrat ve Kur’an’da da işleniyor. Yani asıl kaynak çok tanrılı Sumer mitolojisidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.67-68).

82.       Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.

83.       Onlar, Allah’ın nimetini bilirler, sonra da inkâr ederler. Onların çoğu kâfirlerdir.

84.       Kıyamet günü her ümmetten bir şahit göndereceğiz; sonra inkâr edenlere ne (özür dilemeleri için) izin verilecek, ne de Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilecek.

85.       O zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez.

86.       Allah’a ortak koşanlar, ortaklarını gördüklerinde diyecekler ki: “Rabbimiz! Bunlar, seni bırakıp kendilerine tapmış olduğumuz ortaklarımızdır.” Koştukları ortaklar da onlara: “Siz elbette yalancılarsınız” diye laf atacaklar.

87.       Onlar o gün Allah’a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakıp kaybolur.

88.       İnkâr eden ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyanların, yapmakta oldukları bozgunculuklarına karşılık azaplarının üstüne azap ekleriz.

89.       (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.

Not.1         Aslında insanlar Kuran’ın içini açmamışlar, insan dini konularda gerçekten cahildirBurada Muhammed’in Kuran’a inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine, birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.

a)               İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13, 14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3, Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82: Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini getiremezler” diyor ve adeta meydan okunuyor.

b)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.

Sonuç:       Bu ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net bir biçimde anlaşılıyor.

Kıssa:         Balıkesirli ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’ diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna varıyorduk. Vaazı bitince herkes elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş, halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık kullanıyormuş. İşte böylesine boş şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”

Hisse:         Gerçekten inananların durumu bu. Ben de bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).

                   2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).

90.       Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.

Not.1         Nahl 90, Enfal 41, 69, Haşr 6-7, Ahzab 26-27, 50, 52, Maide 45, Tevbe 29:

a)               Nahl 90: Bu ayette “Allah size adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeği emreder...” diyor. Adaletten söz etmek iş değil, önemli olan sözü edilen adaletin modeli, nasıl bir adalet olması gerektiğidir.

b)               Enfal 41, 69, Haşr 6-7, Ahzab 26-27, 50, 52, Maide 45, Tevbe 29:

                   Kuran’a göre kâfirlerin/ inanmayanların hanımları, kızları -ki tarih boyunca hiçbir zaman kadınlar savaşa neden olmamışlar, onlar masum insanlardı- Müslümanlar tarafından savaşta ele geçirilirlerse, cariye olarak kullanılabilir, herhangi bir mal gibi satılabilir de. Muhammed’in “Beni Kureyza” harbinde uyguladığı gibi. Kur’an’ın Ahzab 26-27. ayetleri bundan söz ediyor.

                   Ayrıca Ahzab 50, 52. ayetlerine göre bu savaş esiri kadınlarını Muhammed de kullanabilirdi. Nitekim onun hanımlarından Cüveyriye, Safiye ve Reyhane birer savaş nimeti olarak ele geçirilmişti. Kuran’a göre savaşlarda müşriklerden ele geçirilen kadın ve kızların  statüsü bu iken; esir düşen erkeklerle erkek çocuklar ise, istenirse köle olarak kullanılabilir, herhangi bir mal gibi satılabilir.

                   Yine Kuran’a göre savaşlarda karşı taraftan (inanmayanlardanele geçirilen mal, Müslümanlar için ganimet adı altında dağıtılır/ helaldir.

                   Bunlar dışında gayri Müslimlerden haraç, fidye, cizye almak da var. Bu konuda Kuran’da ayetler bir hayli fazla (Enfal 41, 69, Tevbe 29, Haşr 6-7 gibi).

                   İşte Kuran’a göre böyle yapmak adalettir.

c)               Gerek Sümer kanun yapımcıları nezdinde, gerekse Kur’an’ın Allah’ı katında insanlara ağır cezalar uygulamak adalettir. İsa’dan 2 bin yıl önce Asurlulara ait ortaya çıkan tabletlerde, Asur hukukunda erkekle kadının aynı haklara sahip oldukları yazılıdır; hem Sümerlerde, hem de Asurlularda evlilik zaten ancak senetle olabiliyordu. Ama aynı Asurluların kanununda şu da var: “Kim başkasına ait bir bayanı öperse onun alt dudağı balta ile kesilir.

Özetle;      Adaletten söz etmek iş değil, önemli olan sözü edilen adaletin modeli, nasıl bir adalet olması gerektiğidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.86-88).

91.       Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.

92.       Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.

93.       Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

94.       Yeminlerinizi aranızda hile ve fesat sebebi yapmayın. Sonra sağlamca bastıktan sonra ayak(larınız) kayar da Allah yolundan sapmanız sebebiyle kötü azabı tadarsınız. (Ahirette de) sizin için büyük bir azap vardır.

95.       Allah’a verdiğiniz sözü az bir karşılığa değişmeyin. Eğer bilirseniz, şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.

96.       Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.

97.       Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.

98.       Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.4

99.       Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.

100.     Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.

101.     Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.

Konu:         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

102.     Ey Muhammed! De ki: “Ruhu’l-Kudüs (Cebrail), inananların inançlarını sağlamlaştırmak, müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak üzere Kur’an’ı Rabbinden hak olarak indirdi.”

103.     Andolsun ki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.3

Not.1         HZ. MUHAMMED OKURYAZAR MIYDI? Nahl 103: Bu ayet Hz. Muhammed’in okuryazar olmadığına ilişkin kanıt olarak en çok öne sürülen ayetlerdendir.

                   Bu ayete göre Kur’an’ın benzerini ortaya koymak için tek sorun dil sorunudur.

                   Ayette Hz. Muhammed’in yararlandığı bir kişi söz konusu ve o da Arap olmayan biri.

                   Kaldı ki Muhammed’in okuryazar olduğuna dair güçlü kanıtlar var; somut örnekler ilgili dipnotlarda sunulmaktadır. Hz. Muhammed’in okuryazar olduğuna dair 16 somut örnek ve kaynaklar için...

                   ...bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.58-77).

Not.2         Nahl 103:

a)               Muhammed henüz peygamber olmadan, Mekke’nin tahsil gör­müş en bilgili insanlarıyla oturup kalkardı. Peygamber olduktan sonra muhalifler ona karşı, “Hayır, bu bilgileri daha önce kendile­riyle irtibat halinde olduğu şahıslardan almıştır, bu işin Allah’la hiç ilgisi yoktur” gibi çok sert eleştirilerde bulunmaya başlayınca, bu ayet iniyor.

b)               Bazı kaynaklar da “Nahl 103’te kendi­sinden söz edilen, Muhammed’i etkileyen kişinin, aslında Selman-i Farisi olduğunu, ayetinse, bu iddiaları reddetmek için in­diğini” yazıyorlar.

c)               Selman-i Farisi aslen İranlıydı. Başta Zerdüştilik olmak üze­re, bütün dinler konusunda fevkalade kendini yetiştirmiş bir in­sandı.                                              bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.36-39).

Not.3         Aslında insanlar Kuran’ın içini açmamışlar, insan dini konularda gerçekten cahildirBurada Muhammed’in Kuran’a inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine, birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.

a)               İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13, 14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3, Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82: Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini getiremezler” diyor ve adeta meydan okunuyor.

b)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.

Sonuç:       Bu ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net bir biçimde anlaşılıyor.

Kıssa:         Balıkesirli ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’ diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna varıyorduk. Vaazı bitince herkes elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş, halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık kullanıyormuş. İşte böylesine boş şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”

Hisse:         Gerçekten inananların durumu bu. Ben de bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).

                   2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).

Not.4         Ünlü Kur’an yorumcusu Fahrettin er-Razi kendi tefsirinde, “Bazıları, ‘Hz. Muhammedi peygam­berliğe iten, teşvik eden aslında Hatice’nin kendisidir’ diyorlardı” şeklinde bir rivayet ekliyor. Aslında en doğru olanı budur. Çünkü Hatice o günkü şartlara göre bilgi bakımından doluydu. Ayrıca Varaka adında bilge bir kişi vardı onun yanında.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.30).

Not.5         Varaka-Hatice-Muhammed artık değişik kanallardan da bilgi toplamaya başlamışlardır. Mesela Hadremi oğullarının iki üç kö­lesinden söz edilir (Yesar, Yaiş, Cebr...). Bunların dilleri farklıdır ve Muhammed sık sık onlara gider gelirdi. Bu yüzden onun muhalifleri, İşte Muhammed bildiğini bu insanlardan alıyor, sonuç­ta ben peygamberim diyor’ eleştirisinde bulunuyorlardı.

                   O yüz­den bu ayet indirilir ki, sizin Muhammed hakkında falancadan yararlanıp onun sözlerini ayet yapıyor dediğiniz kişinin dili Arapça değildir, şeklinde açıklama yapılıyor.

                   Madem Muhammed okuryazar değildi ve onların da dilleri yabancıydı; o zaman Muhammed neden boşuna onların yanına gidip gelirdi? Şurası tartışmasız ki Hz. Muhammed onlara o ka­dar sık uğruyordu ki, artık bu durum milletin dikkatini çekiyordu. Öyle ki halk, ey Muhammed sen bilgini bunlardan alırsın, diyor­du. Bir de madem onların dili yabancıydı, peki onlar dilsiz-sağır gibi mi yaşıyorlardı Mekke’de?

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.41).

Not.6         VARAKA:  Nun 2, 51, Tekvir 22, Furkan 5, Neml 68, Nahl 103, Enfal 31, Tevbe 61:

                   Hıristiyan asıllı Varaka b. Nevfel, hem Hz. Muhammed’in soyundandı, hem de Hz. Hatice’nin amcaoğluydu. Birçok dini biliyordu, bilge bir adamdı. İslami kaynaklarda “Hem Arapça, hem de İbranice/Süryanice bildiği, Tevrat konusunda iyi bir uzman olduğu ve kendisinin Hıristiyan olduğu, İncil’in Arapçaya çevirisini yaptığı” ifade ediliyor. Varaka ölün­ce Hz. Muhammed’e vahiy gelmiyor/kesiliyor. Vahyin kesildiğine dair ayet de var. Duha suresi hemen başta bunu açıklıyor. Öyle ki, Hz. Muhammed Varaka’nın ölü­münden sonra oluşan bu boşluk ve vahyin kesilmesi nedeniyle, defalarca dağa çıkıp intihar etmek istiyor; ancak her seferinde Cebrail gelip onu yatıştırıyor, onu intihar etmekten vazgeçiriyor. Buhari’de ve başka birçok kaynakta anlatılan bu bilgiler anlamlı. Şöyle ki, Varaka’nın ölümü üzerine Muhammed’in çok üzülmesi, onun ölümüyle birlikte vahyin uzun süre gelmemesi ve kendisinin sık sık dağa çıkıp intihara kalkışması, hatta zaman zaman geceleri uyuyamaması, az önce de belirtildiği gibi vahye ara verilmesi sonucu bazılarının ona, Ey Muhammed, bakıyoruz senin şeytanın bu günlerde artık sa­na bilgi iletmiyor/vahiy getirmiyor demesi aslında dikkate de­ğer açıklamalardır.  Bir de zaten ona inanmayan o günün insan­ları, ‘Muhammed’in söyledikleri, hep eskilerin masallarıdır. Ar­kadaşlarından birilerine yazdırıyor...’ gibi sözleri hep söylerler­di. Çoğu, Hz. Muhammed’in anlattıklarını boş buluyorlardı.

                   Bü­tün bunlar yukarıdaki gibi ayetlerde de anlatılmaktadır.

Kaynak:    Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.35-36).

Konu:         KUR’AN EVRENSEL Mİ?

a)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:

                   Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı, doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz bölgesindeki insanları (dili Arapça olanları) ilgilendirdiği hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara bir mesaj iletil­mek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir dille olmalı.

                   Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar dışındakilere gelmiyor.

                   Gerekçesi de Kur’an’da belirtili­yor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.

                   Tam burada Arap olmayan­ların da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dili­mizde olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun? demeye hakları vardır. Eğer bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de alınmalıdır.

                   Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken Arap yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve Müslüman olmayanları Arap yarımadasından çıkarın şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insan­ları ilgilendiren bir din.

                   Peki, eğer bölgesel bir din olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın, denilebilir miydi? Aslına bakılırsa artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ih­tisas gerekiyor.

b)               Müddessir 36, En’am 19, Sebe 2, Enbiya 107:

                   Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.

                   Bu ayetler afaki bir anlam içeriyor; Kur’an’ın evrenselli­ğiyle alakalı değildir.

                   Bunlar soyut açıklamalardır ve birer pers­pektif vermektedir.

                   Mesela Dostoyevski, Yeryüzünde tek bir can acı çekerken mutlu değilim demiş.

                   Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.

                   Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun çıkardı, deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu ancak asimilasyonun daniskası olur.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).

Not.7         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        İnançların temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET, CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler hep başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.

                   Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime olduğunu bunların İbranice, Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice, Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.

                   Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami Dilleri profesörlerinden Arthur Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki 320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli dillerden geldiğini yazmış.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.265-302).

104.     Allah’ın âyetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

105.     Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.

106.     Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.

107.     Bu, onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerinden ve Allah’ın kâfirler topluluğunu asla doğru yola iletmeyeceğindendir.

108.     İşte onlar, Allah’ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.

109.     Hiç şüphesiz onlar, ahirette ziyana uğrayanların da ta kendileridir.

110.     Sonra şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sabreden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

111.     Herkesin nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün.

112.     Allah, şöyle bir kenti misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık, Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı.

Not.1         KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:

a)               İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’ 36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm 28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir, Allah’ın takdiridir.

                   Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle be­yan ediliyor.              (pdf-s.222-226).

 

b)               Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’ 39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç vermeyi*, çalışmayı övüyor. (*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)

                   Allah, “Ey insanlar! Çalışın, kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşa­yın...” dese bile, bunun bir anlamı olamaz. Çünkü insanın çalı­şabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.                                                                                 (pdf-s.233-234).

 

c)               Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumlulu­ğunu kendi üzerine aldığı halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili bir ifadeyle çalışmayı övüyor.             (pdf-s.233-234).

 

d)               Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana ait­tir, ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak yarattım” (Zuhruf 32) demesi, hem sık sık “benim adıma, benim namı hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun yerini doldururum” şeklinde beyanat­ta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Al­lah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).

                   İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak, “Vay eli­niz bağlanası, vay lanet olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Ya­hudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul edilip edilmediği de ortada.                                                                                                            (pdf-s.233-234).

 

e)               Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine tes­pih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.                                        (pdf-s.235).

 

f)                Kur’an, insanlara sadaka vermeyi önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce (m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık avlanmayı öğret; böylece sen de kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şek­linde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.                                                                                          (pdf-s.236).

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.222-236).

Not.2         İsrâ 31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime seyirci kalmasının anlamı nedir?

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).

113.     Andolsun, onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Böylece zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.

114.     Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız O’na ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.

115.     Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.6

Not.1         Bu da olduğu gibi iki değişik surede anlatılmaktadır (Nahl 115, Bakara 173; ayrıca Maide 3’te de buna yine değinilmiştir). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.137)

116.     Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.

117.     (Dünyada elde ettikleri) az bir yararlanmadır. Hâlbuki (ahirette) onlara acıklı bir azap vardır.

118.     Daha önce sana anlattıklarımızı yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz (bununla) onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

Not.1         En’am 146, Nahl 118, Bakara 275, Al-i İmran 93, Nisa 160-161: Yahudiler faizcilik yaptıkları için kendilerine haram kılınanlar anlatılıyor. Sümer kanunlarında (örneğin Ammi Şaduga fermanında), faiz konusu Kur’an gibi sadece vaz’u nasihatle geliştirilmemiş; tersine, faizcilik yapanlara uygulanması gereken cezadan da söz edilmiştir. Faizciliğin cezası Orta Asur kanunlarında da ağırdı. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.29-30).

119.     Sonra, şüphesiz ki Rabbin; cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra bunun ardından tövbe eden ve durumunu düzeltenlerden yanadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.7

120.     Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.

121.     O’nun nimetlerine şükreden bir önderdi. Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

122.     Ona dünyada iyilik verdik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.

123.     Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik.

124.     Cumartesi gününe saygı, ancak onda görüş ayrılığına düşenlere farz kılındı. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

125.     (Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.

126.     Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.

127.     Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.

128.     Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     Âyetin bu cümlesi, "Bu doğru yoldan sapanlar da vardır" şeklinde de tercüme edilebilir.

2.     Tâğût ile ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256.

3.     Âyetin son cümlesi, "Bilmiyorsanız Kitap ehline sorun" şeklinde de tercüme edilebilir.

4.     Âyette sözü edilen Allah’a sığınma, “Eûzübillâhimineşşeytânirracîm” diyerek yapılır.

5.     Müşrikler, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş olduğunu inkâr ediyorlar ve okuma yazma bilmeyen Hz. Peygamberin de, böyle son derece yüksek edebî yapıya sahip olan Kur’an’ı yazmış olacağına da ihtimal vermiyorlar, olsa olsa onu Arap olmayan birinden öğrenmiş olabileceğini iddia ediyorlardı. Bu âyette bu tür iddialara cevap verilmektedir.

6.     Yenmesi yasaklanan şeylerle ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 173.

7.     Tövbe ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 17-18.



Sonraki sure
NÛH | TANRI ELÇİSİ NÛH (TUFAN HİKÂYESİ)




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting