58- SEBA KABİLESİ (ya da BÖLGESİ) |
SEBE' (Kitap Sırası-34)
Şefkatle merhamet
eden Allah’ın adıyla.
1. Hamd, göklerdeki
ve yerdeki her şey kendisinin olan Allah’a mahsustur. Hamd ahirette de O’na
mahsustur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
2. Allah, yere
gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, çok merhamet
edicidir, çok bağışlayıcıdır.
Konu: KUR’AN EVRENSEL Mİ?
a) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı,
doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz
bölgesindeki insanları (dili
Arapça olanları) ilgilendirdiği
hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara
bir mesaj iletilmek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir
dille olmalı.
Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar
dışındakilere gelmiyor.
Gerekçesi de Kur’an’da belirtiliyor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak
diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.
Tam burada Arap olmayanların
da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dilimizde
olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun?” demeye hakları vardır. Eğer
bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de
alınmalıdır.
Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken “Arap
yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve “Müslüman
olmayanları Arap yarımadasından
çıkarın” şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet
açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insanları ilgilendiren
bir din.
Peki, eğer bölgesel bir din
olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın,
denilebilir miydi? Aslına bakılırsa
artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü
Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü
Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ihtisas gerekiyor.
b) Müddessir 36, En’am 19, Sebe
2, Enbiya 107:
Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.
Bu ayetler afaki bir anlam
içeriyor; Kur’an’ın evrenselliğiyle
alakalı değildir.
Bunlar soyut
açıklamalardır ve birer perspektif vermektedir.
Mesela Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir
can acı çekerken mutlu değilim”
demiş.
Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.
Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu
somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun
çıkardı,
deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu
ancak asimilasyonun daniskası olur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).
3. İnkâr edenler,
“Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen
Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de
yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve
daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
4. Allah’ın, iman
edip salih amel işleyenleri mükâfatlandırması için (her şey o kitapta tespit
edilmiştir.) İşte onlar için bir bağışlanma ve bereketli bir rızık vardır.
5. Âyetlerimizi
geçersiz kılmak için yarışırcasına çaba harcayanlar var ya; işte onlar için
elem dolu, çok kötü bir azap vardır.
6. Kendilerine ilim
verilenler, Rabbinden sana indirilen Kur’an’ın gerçek olduğunu ve onun, mutlak
güç sahibi ve övgüye lâyık Allah’ın yoluna ilettiğini görürler.
7. Yine inkâr
edenler şöyle dediler: “Çürüyüp ufalandıktan sonra sizin yeniden diriltileceğinizi
söyleyen bir adamı size gösterelim mi?
8. “Allah’a karşı
yalan mı uydurdu, yoksa onda delilik mi var?” Hayır, öyle değil! Ahirete
inanmayanlar azap ve derin sapıklık içindedirler.
9. Onlar,
önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere
bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya gökten üzerlerine
parçalar düşürürüz. Bunda, Rabbine yönelen her kul için bir ibret vardır.
10-11. Andolsun, Davud’a
tarafımızdan bir lütuf verdik. “Ey dağlar! Kuşların eşliğinde onunla birlikte
tespih edin” dedik ve “(Bütün vücudu örtecek) zırhlar yap, işçilikte de ölçüyü
tuttur diye demiri ona yumuşattık. “Salih amel işleyin. Çünkü ben sizin
yaptıklarınızı görürüm” diye vahyettik.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“EVVİBİ” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “Allah’ı teşbih eden/anan kişi” anlamına gelir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.283).
12. Süleyman’ın
emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı
verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin
izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa,
ona alevli ateş azabını tattırırız.
Not.1 Cinlerin anlatıldığı ayetler: A’raf 179 Cin 8-10, İsra
88, Hicr 17-18, 26-27, En’am 112, 130, Saffat 6-10, Sebe 12 Ahkaf 29-32,
Zariyat 56, Mülk 5, Rahman 14-15, 33.
a) Kuran’da cinlerin anlatıldığı sureler/ayetler epey fazla. Cinlerden söz
ettiği için 28 ayetten oluşan bir surenin adı da “Cin” suresi oluyor.
b) Bir yerde cinlerin Allah’ın
izniyle Süleyman peygamberin emrinde çalıştıkları söyleniyor (Sebe 12).
c) Bir ayette cin ve insanların
yaradılış gayesi Allah’a kulluk etmeleri olarak gösteriliyor (Zariyat 56).
d) Rahman 14-15 ve Hicr
26-27’de insanın ateşte pişirilmiş kupkuru çamurdan, cinin de ateş
korundan/ özünden yaratıldığı ifade ediliyor. Yine Rahman 33’te cin ve insanlara hitaben, “eğer gücünüz varsa yer ve
göklerin dışına çıkın bakalım” diyor.
e) Bir kere cinlere inanmak Muhammed’den önceki toplumlarda yaygındı; bunu
Kur’an da birçok ayetle teyit ediyor:
“Biz her peygambere insan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldık.” (En’am 112) Aynı surenin başka bir
ayetinde, “Ey cin ve insanlar! Size ayetlerimi anlatan, bu gününüzün geleceğini
haber veren peygamberlerim gelmedi mi” (En’am 130) diyerek hem
cinleri, hem de insanları kıyamet günü vereceği cezayla uyarıyor.
f) “Andolsun ki biz -Allah olarak-
çoğu cin ve insanları cehennem için yarattık” (A’raf 179) diyor. Bari “Cehennemi
çoğu cin ve insanlar için yarattık” deseydi neyse. Cümlede önemli bir terslik olduğu açık... Aynı ayetin
devamında, “Bu cin ve insanların
çoğu hayvanlardan da beterdir” anlamında ağır bir ifade kullanılıyor.
g) Açıktır ki Muhammed, insanları etkilemek için daha önce varolan
cin inancını, Kuran’ında bir etki aracı olarak kullanmıştır. Yani
insanların kendisi hakkında, “Mademki cinleri bilip onlar hakkında bu
bilgileri veriyor o zaman Allah’tan görev almış bir peygamberdir...” demelerini
sağlamak için bunları işlemiştir; yoksa bunun başka yorumu olamaz.
h) Şu da önemli ki, madem ki daha önce cinler/şeytanlar göklere
çıkarak meleklerin insanlar hakkında hazırladıkları raporları dinleyip ona
göre yeryüzünde fesat çıkarıyorlardı/karşı
tedbir alıyorlardı ve yine mademki
Muhammed’den sonra onlara artık bu yol kapandı; peki bu
durumda dünyadaki insanların daha rahat
etmeleri gerekirken -zira artık şeytanların ellerinde haber alma
hakkı, istihbari bilgiler edinme imkanı kalmadı ki insanları kötü yola sevk
etsinler- o zaman neden yeryüzünde haksızlıklar/fitne her
gün artarak devam ediyor!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.159-162).
13. Cinler, Süleyman
için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar
yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.
14. Süleyman’ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan
bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı
bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“MİNSEET” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe, Zengice veya Nebatice olduğu söyleniyor, “baston/değnek” anlamına gelir (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.290).
15. Andolsun, Sebe’
halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe
bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na
şükredin. Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir.”
16. Fakat onlar yüz
çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim1 selini gönderdik. Onların
bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki
bahçeye çevirdik.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“ARİM” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “bir yerde
toplanan suyun patlayıp etrafa zarar vermesi” anlamına gelir. İşin
mitolojik yanı bir tarafa, burada geçen Arim
kelimesi Arapça olmadığı için, her tercüme eden kişi, “Arim seli” deyip geçmiştir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.286).
17. Nimetlere karşı
nankörlük etmeleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde)
ancak nankörleri cezalandırırız.
18. Sebe’ halkı ile
bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler
oluşturduk. Oralarda gidiş-gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık) ve
onlara da şöyle dedik: “Oralarda gece gündüz güvenlik içinde dolaşın.”
19. Onlar ise, “Ey
Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine
zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın
ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler
vardır.
20. Şeytan, onlar
hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona
uydular.
21. Oysa şeytanın
onlar üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktu. Ancak ahirete inananları, onun hakkında
şüphe içinde bulunanlardan ayırt edelim diye (ona bu fırsatı verdik). Senin Rabbin
her şey üzerinde hakiki bir koruyucudur.
22. (Ey Muhammed!) De
ki: “Allah’ı bırakıp da ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın. Göklerde
ve yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir. Onların yerde ve gökte hiçbir
ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.
23. Allah katında,
O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için
izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne
söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir,
büyüktür.
24. De ki: “Size
göklerden ve yerden kim rızık verir?” De ki: “Allah. O hâlde, ya biz hidayet
veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz!”
25. De ki: “Bizim
işlediğimiz suçlardan siz sorumlu tutulmazsınız. Sizin işlediklerinizden de biz
sorumlu tutulmayız.”
26. De ki: “Rabbimiz
hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm
verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan,2 hakkıyla bilendir.”
27. De ki: “Allah’a
ortak tuttuklarınızı bana gösterin! Hayır! (Hiçbir şey Allah’a ortak olamaz.)
Aksine O, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah’tır.”
28. Biz, seni ancak
bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu
bilmezler.
29. “Eğer doğru
söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek” diyorlar.
30. De ki: “Sizin
için belirlenen bir gün vardır ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de
ileri geçebilirsiniz.”
31. İnkâr edenler,
“Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler,
Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine
laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz
olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler.
32. Büyüklük
taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi
sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler.
33. Zayıf ve güçsüz
görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve
gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na
eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık
duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar
ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
Not.1 Kalem
10, 13, 16, Müddessir 19-20, Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Humeze 1, Kamer 20, 31,
Araf 175-176, Yasin 8, Furkan 44, En’am 39, Sebe 33, Mutaffifin 1, Rad 6, Dehr
4, Enfal 12-13, A. İmran 152, Cuma 5, Muhammed 12: Allah, Kuran’daki olup bitenlere inanmayan insanlara sadece hayvanlar
tabirini kullanmamış; daha
ağır terimler de kullanmıştır.
a) “...ancak hayvanlar gibiler. Hatta
daha beterler” (Furkan 44)
b) “...onların durumu, ciltler
dolusu kitap yükletilen eşeğin
durumuna benzer” (Cuma 5)
c) Daha beteri tanrının insana köpek demesi: “Onun durumu köpeğin haline benzer...” (Araf
175-176)
d) Yine Allah, Ebu Leheb hakkında, “Elleri
kurusun” (Tebbet 1), önceki
peygamberlerin kavimlerine verdiği cezalardan söz ederken “Burnunu kıracağız/ burnunu yere sürteceğiz” (Kalem
16), Ad kavmine verdiği ceza konusunda da “Dibinden
kopmuş hurma kütüğü gibi yoluverdiler” (Kamer 20) Semud kavminin
cezasıyla ilgili, “Ağılcı çırpısı gibi
döküldüler” (Kamer 31), Ebabil kuşlarının hışmına uğrayan Ebrehe ve
ordusu için “Yenik ekin gibi yaptı”
(Fil 5), inanmayanlar için “Hayvan gibi
yayıp içerler” (Muhammed 12), “Vay
şu insanların haline!” (Mutaffifin 1, Humeze 1 vb), “Ayetlerimi yalanlayanlar sağır, dilsizler ve karanlık içindeler”
(En’am 39) gibi ifadeler kullanmıştır.
e) Kalem 10’da Allah beğenmediği insan
hakkında, “Mehin”
diyor ki bu kelime hor, alçak, dölü tutmaz erkek hayvan, dar
görüşlü insan anlamlarına gelir. Yine aynı surenin bir başka ayetinde (Kalem 13) insana “Zenim” diyor ki soysuz, nesebi bellisiz kişi anlamına gelir.
f) Bazı ayetlerde de Kur’an, ahrette bazı insanların boğazına köpek
tasması gibi demir geçirileceğini yazıyor (Kalem 16, Müddessir 19-20,
Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Hümeze 1, Kamer 20, 31, Yasin 8, Sebe 33, Mutaffifin
1, Rad 6, Dehr 4).
g) Allah ayrıca Uhud harbiyle ilgili:
“Allah’ın izniyle siz düşmanlarınızı kesip doğruyordunuz” (A. İmran 152), Bedir harbiyle ilgili, “Biz
Allah olarak düşmanın kalbine korku bırakacağız, siz onların boyunlarının
üstüne vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal 12-13) gibi akıl almaz sözler sarfediyor!
Özetle; Demek
ki Tevrat ve Kuran’da anlatılan efsanelere inanmayan insanlar, insanlık
adına ne kadar yararlı şeyler de icat etse yine kutsal
dinlerin Allah’ı katında hayvanlardan
beterler; hatta eşekten
farkları yoktur. Bu ifadeler kâinatın
yaratıcısı olduğuna inanılan bir
tanrıya isnat edilemez!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.160-161 ve
147).
34. Biz, hangi
memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, “Biz, sizinle
gönderileni inkâr ediyoruz” demişlerdir.
35. Yine, “Bizim
mallarımız ve çocuklarımız daha çoktur. Bize azap edilmeyecektir” demişlerdi.
36. Ey Muhammed, de
ki: “Şüphesiz, Rabbim rızkı dilediğine bol verir ve (dilediğine) kısar. Fakat
insanların çoğu bilmezler.”
Not.1 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI: Bu
not için bkz. (Sebe’ 39, Not.3)
37. Ne mallarınız ne
de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak iman
edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat
kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.
38. Âyetlerimizi
geçersiz kılmak için yarışanlar var ya, işte onlar azap için hazır
bulundurulacaklar.
39. De ki: “Şüphesiz,
Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Allah
yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık
verenlerin en hayırlısıdır.”
Not.1 Kuran’a
göre eğer insan muhtaçlara bir sadaka
verirse onun malında artma meydana gelir. Aynı ifade (olduğu gibi) Tevrat’ta da vardır.
bkz. Arif
Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.99).
Not.2 Sebe’
39, Âl-i İmrân 180, Tevbe 34-35, 103: Bazı ayetler (Tevbe 103, Sebe’ 39), zekâtın farz olduğunu
belirtmekle birlikte, onun kişiye kazandırdığı manevi mükâfatlardan da söz
etmektedir. Yani, tehditsiz bir
şekilde olaya yaklaşılıyor ve insanlar yumuşak bir üslupla bu konuda
göreve çağırılıyor.
Başka ayetlerdeyse (Tevbe
34-35, Âl-i İmrân 180) olay çok
tehditkâr bir biçimde ele alınıyor.
İlginçtir ki, insanlar
birbirlerine yardım etsinler diye Allah onlara sadaka ve zekât gibi şeyler vermeyi öneriyor, onları cehennemle korkutuyor.
Öyle bir formül öneriyor ki, bununla fertler arasında eşitlik
sağlamak mümkün değil.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.243-244).
Not.3 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:
a) İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’
36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm
28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:
Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir,
Allah’ın takdiridir.
Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle beyan ediliyor. (pdf-s.222-226).
b) Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’
39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç
vermeyi*, çalışmayı övüyor.
(*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)
Allah, “Ey insanlar! Çalışın,
kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşayın...” dese bile, bunun bir anlamı
olamaz. Çünkü insanın çalışabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var
olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.
(pdf-s.233-234).
c) Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumluluğunu kendi üzerine aldığı
halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili
bir ifadeyle çalışmayı övüyor. (pdf-s.233-234).
d) Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana aittir,
ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak
yarattım” (Zuhruf 32) demesi,
hem sık sık “benim adıma, benim namı
hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun
yerini doldururum” şeklinde beyanatta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Allah’ın eli bağlıdır (Allah
cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).
İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak,
“Vay eliniz bağlanası, vay lanet
olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Yahudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul
edilip edilmediği de ortada.
(pdf-s.233-234).
e) Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine
tespih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor. (pdf-s.235).
f) Kur’an, insanlara sadaka vermeyi
önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce
(m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık
avlanmayı öğret; böylece sen de
kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış
için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şeklinde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.
(pdf-s.236).
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.222-236).
40. Allah’ın, onları
hep birden toplayacağı, sonra da meleklere, “Bunlar mı size ibadet
ediyorlardı?” diyeceği günü bir hatırla!
41. (Melekler) derler
ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun.
Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”
42. İşte bugün
birbirinize ne fayda ne de zarar verebilirsiniz. Zulmedenlere, “Yalanlamakta
olduğunuz cehennem azabını tadın” deriz.
43. Âyetlerimiz
apaçık bir şekilde onlara okunduğunda, “Bu sadece, atalarınızın tapmakta olduğu
şeylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır” dediler. Bir de, “Bu (Kur’an),
uydurulmuş bir yalandır” dediler. Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr
edenler, “Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler.
44. Oysa biz onlara
okuyup inceleyecekleri kitaplar vermedik. Onlara senden önce hiçbir uyarıcı da
göndermedik.
45. Onlardan
öncekiler de yalanlamışlardı. Hâlbuki bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda
birine bile ulaşamamışlardır. Elçilerimi yalanladılar. Peki, beni inkâr etmenin
sonucu nasıl oldu!
46. (Ey Muhammed!) De
ki: “Ben size ancak bir tek şeyi, Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkıp
düşünmenizi öğütlüyorum. Arkadaşınız Muhammed’de cinnetten eser yoktur. O,
şiddetli bir azaptan önce sizin için ancak bir uyarıcıdır.”
47. De ki: “Sizden
herhangi bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah’a
aittir. O, her şeye hakkıyla şahittir.”
48. De ki: “Şüphesiz
Rabbim gerçeği ortaya koyar. O, gaybleri hakkıyla bilendir.”
49. De ki: “Hak
geldi. Artık batıl yeni bir şey ortaya çıkaramaz, eskiyi de geri getiremez.”
50. De ki: “Ben eğer
sapmışsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete ermişsem, bu da
Rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, kuluna
çok yakındır.”
51. Sen onları,
dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden
yakalanacakları zaman bir görsen!
52. (Azabı görünce),
“ona inandık derler” ama onlar için, artık uzak bir yerden (dünyadan)3
iman elde etmek nasıl mümkün olur?
53. Oysa daha önce
onu inkâr etmişlerdi ve uzak bir yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı.
54. Tıpkı daha önce
benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel
konmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler.
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. “Arim”, tefsir
bilginlerince şiddetli yağmurdan oluşan sel, bir vadi adı ya da su seddi diye
açıklanmıştır.
2. Âyetin bu kısmı, “O,
en âdil hüküm verendir” şeklinde de tercüme edilebilir.
3. İman etmenin gerekli
ve geçerli olduğu yer dünya hayatıdır. Âyette, imansız olarak ölen bir kimsenin
yeniden dünya hayatına dönerek iman etmesinin imkânsızlığı vurgulanmaktadır.
ZÜMER | ZÜMRELER (GRUPLAR)
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |