ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            55- EVCİL HAYVANLAR (KOYUN, DEVE vs.) | EN'ÂM (Kitap Sırası-6)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Mekke döneminde inmiştir. Kuvvetli görüşe göre, 91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetler Medine’de inmiştir. 165 âyettir. Adını, 136, 138 ve 139. âyetlerde yer alan “el-En’âm” kelimesinden almıştır. En’âm, koyun, keçi, deve ve sığır cinsi ehli hayvanları ifade eden bir kelimedir. Sûrede başlıca tevhide, adalete, peygamberliğe, ahirete dair meseleler ile küfrün ve batıl inançların reddi ve bazı temel ahlâk kuralları konu edilmektedir.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.

2.         O öyle bir Rab’dır ki, sizi çamurdan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel tayin etmiştir. (Kıyametin kopması için) belirlenmiş bir ecel de O’nun katındadır. Siz ise hâlâ şüphe ediyorsunuz.

Not.1         Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr 26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc 5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah insanı çamurdan yarattık” diyor.

                   Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Kaf 38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33, Bakara 29, Hadid 4.

                   Bu ayetlerde özetle Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.

a)               Tevrat’tan alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).

b)               Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz), bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması” teması da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).

c)               Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ 30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması aynı.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).

d)               Tevrat’ta “Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).

e)               Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri, dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;

                   ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.

                   2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.49).

f)                Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış; yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin iki katı kadar zaman ayırması, ona biçilen büyüklükle ters orantılıdır.   bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.49-50).

g)               Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da “kâinat yaratılırken önce yer, daha sonra gök yaratılmıştır” diyor.

                   Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle çelişen bir açıklama var. Orada “önce gökleri, daha sonra yeri yarattığını” söylüyor.

                   Kuran’ı açıklamaya çalışanlar (müfessirler) “Allah, hammadde olarak önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır. Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi içinde net çelişkileri mevcuttur.                                            bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.50).

h)               Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını” anlatır.                                                                                                              bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.51).

i)                 Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.

j)                 Yasin 82’de “Allah bir şeye, ‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor?        bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).

3.         Hâlbuki O, göklerde de Allah’tır, yerde de. Sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. Sizin daha ne kazanacağınızı da bilir.

4.         Onlara Rablerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki ondan yüz çevirmesinler.

5.         Nitekim hak (Kur’an) kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat alay ettikleri şeyin haberleri kendilerine ilerde gelecektir.1

6.         Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helâk ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.

7.         (Ey Muhammed!) Eğer sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona dokunsalardı, yine o inkâr edenler, “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir” diyeceklerdi.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (En’am 7, 91) Arapçasında geçen;

                   KIRTAS/KERATİSkelimesi Arapça değildir.

                   Yunanca’dır,kâğıt” anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.295).

8.         Bir de dediler ki: “Ona (açıktan göreceğimiz) bir melek indirilse ya!” Eğer (öyle) bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz açtırılmazdı. (Hemen helâk edilirlerdi.)

9.         Eğer onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık yine onu bir adam (suretinde) yapardık2 ve onları yine içinde bulundukları karmaşaya düşürmüş olurduk.3

10.       (Ey Muhammed!) Andolsun, senden önce de birçok peygamber alaya alınmıştı da onlarla alay edenleri, alay ettikleri şey kuşatıp mahvetmişti.

11.       De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”

12.       De ki: “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” “Allah’ındır” de. O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.

13.       Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

14.       De ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim.” De ki: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma (denildi).”

15.       De ki: “Ben Rabbime isyan edersem gerçekten, büyük bir günün (kıyamet gününün) azabından korkarım.”

16.       (O günün azabı) kimden savuşturulursa, gerçekten (Allah) ona acımıştır. İşte bu apaçık kurtuluştur.

17.       Şayet Allah sana bir zarar dokundursa, bunu O’ndan başka giderecek yoktur. Fakat sana bir hayır dokunduracak olsa onu da kimse gideremez. Bil ki O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

18.       O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.

19.       De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahittir.4 İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu. Gerçekten siz mi Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitlik ediyorsunuz?” De ki: “Ben şahitlik etmem.” De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve şüphesiz ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”

Konu:         KUR’AN EVRENSEL Mİ?

a)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:

                   Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı, doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz bölgesindeki insanları (dili Arapça olanları) ilgilendirdiği hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara bir mesaj iletil­mek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir dille olmalı.

                   Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar dışındakilere gelmiyor.

                   Gerekçesi de Kur’an’da belirtili­yor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.

                   Tam burada Arap olmayan­ların da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dili­mizde olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun? demeye hakları vardır. Eğer bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de alınmalıdır.

                   Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken Arap yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve Müslüman olmayanları Arap yarımadasından çıkarın şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insan­ları ilgilendiren bir din.

                   Peki, eğer bölgesel bir din olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın, denilebilir miydi? Aslına bakılırsa artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ih­tisas gerekiyor.

b)               Müddessir 36, En’am 19, Sebe 2, Enbiya 107:

                   Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.

                   Bu ayetler afaki bir anlam içeriyor; Kur’an’ın evrenselli­ğiyle alakalı değildir.

                   Bunlar soyut açıklamalardır ve birer pers­pektif vermektedir.

                   Mesela Dostoyevski, Yeryüzünde tek bir can acı çekerken mutlu değilim demiş.

                   Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.

                   Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun çıkardı, deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu ancak asimilasyonun daniskası olur.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).

20.       Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.5 Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.

21.       Kim Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.

22.       Onları tümüyle (mahşere) toplayıp da Allah’a ortak koşanlara, “Nerede, ilâh olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarınız?” diyeceğimiz günü hatırla.

23.       Sonunda onların manevraları, “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz (O’na) ortak koşanlar değildik” demelerinden başka bir şey olmayacaktır.

24.       Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve iftira edip durdukları şeyler (uydurma ilâhları) onları nasıl yüzüstü bırakıp kayboluverdi?

25.       İçlerinden, (Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız.6 Her türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar. Hatta tartışmak üzere sana geldiklerinde inkâr edenler, “Bu (Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değil” derler.

26.       Onlar başkalarını ondan (Kur’an’dan) alıkoyarlar, hem de kendileri ondan uzak kalırlar. Onlar farkına varmaksızın, ancak kendilerini helâk ediyorlar.

27.       Ateşin karşısında durdurulup da, “Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve mü’minlerden olsak” dedikleri vakit (hâllerini) bir görsen!

28.       Hayır, (bu yakınmaları) daha önce gizlemekte oldukları şeyler onlara göründü (de ondan). Eğer çevrilselerdi, elbette kendilerine yasaklanan şeylere yine döneceklerdi. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.

29.       Derler ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.”

30.       Rab’lerinin huzurunda durduruldukları vakit (hâllerini) bir görsen! (Allah) diyecek ki: “Nasıl, şu (dirilmek) gerçek değil miymiş?” Onlar, “Evet, Rabbimize andolsun ki, gerçekmiş” diyecekler. (Allah), “Öyleyse inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı tadın azabı!” diyecek.

31.       Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara ansızın o saat (kıyamet) gelip çatınca, bütün günahlarını sırtlarına yüklenerek, “Hayatta yaptığımız kusurlardan ötürü vay hâlimize!” diyecekler. Dikkat edin, yüklendikleri günah yükü ne kötüdür!

32.       Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

33.       Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın âyetlerini inadına inkâr ediyorlar.

34.       Andolsun ki, senden önce de birçok Peygamberler yalanlanmıştı da onlar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşı sabretmişler ve nihayet kendilerine yardımımız yetişmişti. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç de yoktur.7 Andolsun peygamberler ile ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor.

Not.1         Hicr 9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41:

a)               Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.

b)               Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf 27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini kimse değiştiremez” diyor.

c)               Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.

Özetle;      Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur” derken, yine aynı AllahYahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler” diyor.

                   Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle çelişmektedir.

d)               Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar arasında ikili davranıp bazılarına koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!

                   Bu konuda Kur’an’da başka ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.

                   Bu şu demek değildir ki, bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.

                   Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.

e)               Denilebilir ki, Kur’an’da sözü edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli değildir; ben de derim ki, Allah niçin farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.82-84).

35.       Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma.

36.       (Davete), ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler uyar. (Kalben) ölüleri ise (yalnızca) Allah diriltir. Sonra da hepsi O’na döndürülürler.

37.       Dediler ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!” (Ey Muhammed!) De ki: “Şüphesiz Allah’ın, bir mucize indirmeğe gücü yeter. Fakat onların çoğu bilmiyor.”

38.       Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.

Not.1         Aslında insanlar Kuran’ın içini açmamışlar, insan dini konularda gerçekten cahildirBurada Muhammed’in Kuran’a inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine, birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.

a)               İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13, 14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3, Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82: Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini getiremezler” diyor ve adeta meydan okunuyor.

b)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.

Sonuç:       Bu ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net bir biçimde anlaşılıyor.

Kıssa:         Balıkesirli ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’ diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna varıyorduk. Vaazı bitince herkes elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş, halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık kullanıyormuş. İşte böylesine boş şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”

Hisse:         Gerçekten inananların durumu bu. Ben de bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).

                   2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).

39.       Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah, kimi dilerse onu şaşırtır.8 Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar.

Not.1         Kalem 10, 13, 16, Müddessir 19-20, Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Humeze 1, Kamer 20, 31, Araf 175-176, Yasin 8, Furkan 44, En’am 39, Sebe 33, Mutaffifin 1, Rad 6, Dehr 4, Enfal 12-13, A. İmran 152, Cuma 5, Muhammed 12: Allah, Kuran’daki olup bitenlere inanmayan insanlara sadece hayvanlar tabirini kullanmamış; daha ağır terimler de kullanmıştır.

a)               “...ancak hayvanlar gibiler. Hatta daha beterler” (Furkan 44)

b)               “...onların durumu, ciltler dolusu kitap yükletilen eşeğin durumuna benzer” (Cuma 5)

c)               Daha beteri tanrının insana köpek demesi: “Onun durumu köpeğin haline benzer...” (Araf 175-176)

d)               Yine Allah, Ebu Leheb hakkında, “Elleri kurusun” (Tebbet 1), önceki peygamberlerin kavimlerine verdiği cezalardan söz ederken Burnunu kıracağız/ burnunu yere sürteceğiz” (Kalem 16), Ad kavmine verdiği ceza konusunda da “Dibinden kopmuş hurma kütüğü gibi yoluverdiler” (Kamer 20) Semud kavminin cezasıyla ilgili, “Ağılcı çırpısı gibi döküldüler” (Kamer 31), Ebabil  kuşlarının hışmına uğrayan Ebrehe ve ordusu için “Yenik ekin gibi yaptı” (Fil 5), inanmayanlar için “Hayvan gibi yayıp içerler” (Muhammed 12), “Vay şu insanların haline!” (Mutaffifin 1, Humeze 1 vb), “Ayetlerimi yalanlayanlar sağır, dilsizler ve karanlık içindeler” (En’am 39) gibi ifadeler kullanmıştır.

e)               Kalem 10’da  Allah beğenmediği insan hakkında, “Mehin” diyor  ki bu kelime hor, alçak, dölü tutmaz erkek hayvan, dar görüşlü insan anlamlarına gelir. Yine aynı surenin bir başka ayetinde (Kalem 13) insana “Zenim” diyor  ki soysuz, nesebi bellisiz kişi anlamına gelir.

f)                Bazı ayetlerde de Kur’an, ahrette bazı insanların boğazına köpek tasması gibi demir geçirileceğini yazıyor (Kalem 16, Müddessir 19-20, Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Hümeze 1, Kamer 20, 31, Yasin 8, Sebe 33, Mutaffifin 1, Rad 6, Dehr 4).

g)               Allah ayrıca Uhud harbiyle ilgili: “Allah’ın izniyle siz düşmanlarınızı kesip doğruyordunuz” (A. İmran 152), Bedir harbiyle ilgili, “Biz Allah olarak düşmanın kalbine korku bırakacağız, siz onların boyunlarının üstüne vurun, parmaklarını doğrayın (Enfal 12-13) gibi akıl almaz sözler sarfediyor!

Özetle;      Demek ki Tevrat ve Kuran’da anlatılan efsanelere inanmayan insanlar, insanlık adına ne kadar yararlı şeyler de icat etse yine kutsal dinlerin Allah’ı katında hayvanlardan beterler; hatta eşekten farkları yoktur. Bu ifadeler kâinatın yaratıcısı olduğuna inanılan bir tanrıya isnat edilemez!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.160-161 ve 147).

Not.2         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.3         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

40.       (Ey Muhammed!) De ki: “Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasını mı çağırırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru söyleyenlerseniz (haydi onları yardıma çağırın).

41.       Hayır! (Bu durumda) yalnız O’na dua edersiniz, O da dilerse (kurtulmak için) dua ettiğiniz sıkıntıyı giderir ve siz o an Allah’a ortak koştuklarınızı unutursunuz.”

42.       Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık.

43.       Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti.

44.       Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.

45.       Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

46.       De ki: “Ne dersiniz, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi de mühürlerse, Allah’tan başka onu size (geri) getirecek ilâh kimmiş?” Bak, biz âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz, sonra onlar nasıl yüz çeviriyorlar?

47.       De ki: “Ne dersiniz, Allah’ın azabı size beklenmedik bir anda veya açıktan açığa gelse, zalimler toplumundan başkası mı helâk edilecek?”

48.       Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.

49.       Âyetlerimizi yalanlayanlara ise, yapmakta oldukları fasıklık sebebiyle azap dokunacaktır.

50.       De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”

51.       Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab’lerinin huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla (Kur’an ile) uyar.

52.       Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.9

53.       Böylece insanların bazısını bazısı ile denedik ki, “Allah, aramızdan şu adamları mı iman nimetine lâyık gördü?” desinler. Allah, şükreden kullarını daha iyi bilen değil mi?

54.       Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: “Selâm olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Not.1         Bu ayetin Halife Ömer’le ilgili olarak indiği/oluşturulduğu, İslami kaynaklarda anlatılmaktadır. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.140). Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

55.       Suçluların yolu da açığa çıksın diye âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.

56.       De ki: “Sizin, Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde sapmış olurum, hidayete erenlerden olmam.”

57.       De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.”

58.       De ki: “Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu.” Allah, zalimleri daha iyi bilir.10

59.       Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.

60.       O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.

61.       O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir.11 Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.

62.       Sonra hepsi, gerçek sahipleri Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur.

63.       De ki: “Sizler, açıktan ve gizlice O’na ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa, elbette şükredenlerden olacağız’ diye dua ederken, sizi karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?”

64.       De ki: “Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O’na ortak koşuyorsunuz.”

65.       De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz.

66.       O (Kur’an) hak olduğu hâlde, kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben size vekil (sizden sorumlu) değilim.”12

67.       Her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. İleride bileceksiniz.

68.       Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.13

69.       Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, onların hesabından bir şey (sorumluluk) yoktur. Fakat üzerlerine düşen bir hatırlatmadır. Belki sakınırlar.

70.       Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.

71.       De ki: “Allah’ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah, bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisingeri (şirke) mi döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!’ diye doğru yola çağırdıkları hâlde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?” De ki: “Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine boyun eğmek emrolundu.”

72.       Bir de, bize, “Namazı dosdoğru kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakının” diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır.

73.       O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah’ın “ol” deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün de mülk (hükümranlık) O’nundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.

74.       Hani İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        (ilk kez) bu ayette geçen;

                   AZERkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve bir insan diğerine karşı bu kelimeyi kullandığı zaman “kötülük anlamını kasteder/sövmek” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.271).

Not.2         Aslında İbrahim’in ba­basının adı AZER de değildir. Bunu zaten ilgili ayette Müslüman yorumcular da belirtiyorlar. Kaldı ki İbrahim’in babası Tevrat’ta Tenah olarak geçiyor.

                   Azer’in ayette İbrahim’in babası anlamına geldiğini mantık da kabul etmiyor. Çünkü İbranicede Azer sövmek anlamına geldiğine göre, o zaman İbrahim’in ba­basına neden bu kötü ismi ad yapsınlar ki? Bana göre ayet şimdiye kadar yanlış yorumlanmıştır.

                   Ayetin gerçek anlamı şu şekilde olmalı: İbrahim babasına, adeta Türkçedeki azarlama kelimesi gibi “Azer!” demiş. Yani “yazıklar olsun sana” diye başlamış ve “birtakım putları ilahlar mı ediniyor­sun” şeklinde konuşmasına devam etmiştir. Tabi ki Hz. Muhammed burada ne maksatla kullanmış bunu bilmiyoruz. Bir de aca­ba İbrahim babasıyla böyle bir tartışmaya girmiş mi, bu doğru mu bu da ayrı bir konu.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.271).

75.       İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı14 gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (A’raf 185, Yasin 83, En’am 75, Müminun 23) Arapçasında geçen;

                   MELEKUTkelimesi Arapça değildir.

                   Nebatice’dir, “melik-padişah” anlamına gelir. Kur’an’da da “hükümranlık” anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.291).

76.       Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi.

77.       Ay’ı doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi.

78.       Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi.

79.       “Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.”

80.       Kavmi onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin O’na ortak koştuklarınızdan ben korkmam; ancak Rabbimin bir şey dilemiş olması başka. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”

81.       “Allah’ın, size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım? Öyle ise iki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız söyleyin.”

82.       İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.

83.       İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

84.       Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.

Not.1         Sâd 41-44, En’âm 84, Enbiyâ 83-94, Nisâ 163: Tevrat’tan alınan ve tüm dinlere geçmiş “Eyüp Peygamberin sabrı” hikâyesi de çok tanrılı Sumerlerden gelmedir. Hikâyenin ana fikri; insanın felaketlere uğradığı zaman, bunu yapan Tanrıya lanetler saçacağı yerde, onu yücelterek, ona yalvarıp yakararak kalbini yumuşatıp, bu felaketlerden kurtulabileceğidir. Sumer’de yalvarılan Tanrı, insanın kendi Tanrısıdır. O, Tanrılar meclisine bu duaları götürerek iyi sonuç alıyor.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.56-61).

85.       Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi.

86.       İsmail’i, Elyasa’ı, Yûnus’u ve Lût’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.

87.       Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Bütün bunları seçtik ve bunları dosdoğru bir yola ilettik.

88.       İşte bu, Allah’ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini buna iletip yöneltir. Eğer onlar da Allah’a ortak koşsalardı, bütün yaptıkları boşa gitmişti.

89.       Onlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar (inanmayanlar) bunları tanımayıp inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyecek olan bir kavmi, onlara vekil kılmışızdır.15

90.       İşte, o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu yola uy. De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.”

91.       Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler.16 Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler.17 De ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?” (Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar.[Kuvvetli görüşe göre 91-93 arası âyetler Medine dönemine aittir.]

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (En’am 7, 91) Arapçasında geçen;

                   KIRTAS/KERATİSkelimesi Arapça değildir.

                   Yunanca’dır,kâğıt” anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.295).

92.       İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır.18 Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.

Not.1         Aslında insanlar Kuran’ın içini açmamışlar, insan dini konularda gerçekten cahildirBurada Muhammed’in Kuran’a inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine, birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.

a)               İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13, 14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3, Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82: Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini getiremezler” diyor ve adeta meydan okunuyor.

b)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.

Sonuç:       Bu ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net bir biçimde anlaşılıyor.

Kıssa:         Balıkesirli ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’ diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna varıyorduk. Vaazı bitince herkes elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş, halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık kullanıyormuş. İşte böylesine boş şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”

Hisse:         Gerçekten inananların durumu bu. Ben de bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).

                   2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).

Konu:         KUR’AN EVRENSEL Mİ?

a)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:

                   Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı, doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz bölgesindeki insanları (dili Arapça olanları) ilgilendirdiği hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara bir mesaj iletil­mek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir dille olmalı.

                   Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar dışındakilere gelmiyor.

                   Gerekçesi de Kur’an’da belirtili­yor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.

                   Tam burada Arap olmayan­ların da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dili­mizde olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun? demeye hakları vardır. Eğer bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de alınmalıdır.

                   Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken Arap yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve Müslüman olmayanları Arap yarımadasından çıkarın şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insan­ları ilgilendiren bir din.

                   Peki, eğer bölgesel bir din olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın, denilebilir miydi? Aslına bakılırsa artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ih­tisas gerekiyor.

b)               Müddessir 36, En’am 19, Sebe 2, Enbiya 107:

                   Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.

                   Bu ayetler afaki bir anlam içeriyor; Kur’an’ın evrenselli­ğiyle alakalı değildir.

                   Bunlar soyut açıklamalardır ve birer pers­pektif vermektedir.

                   Mesela Dostoyevski, Yeryüzünde tek bir can acı çekerken mutlu değilim demiş.

                   Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.

                   Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun çıkardı, deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu ancak asimilasyonun daniskası olur.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        İnançların temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET, CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler hep başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.

                   Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime olduğunu bunların İbranice, Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice, Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.

                   Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami Dilleri profesörlerinden Arthur Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki 320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli dillerden geldiğini yazmış.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.265-302).

93.       Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen![Kuvvetli görüşe göre 91-93 arası âyetler Medine dönemine aittir.]

Not.1         HZ. MUHAMMED’İN VAHİY KÂTİPLERİ: Hz. Muhammed vahiy kâtiplerinden İbn-i Ebi Sarh’a Kur’an’ın falanca suresine “Kâfinin” yaz deyince o, “Zalimim” yazıyormuş, “Azi­zim Hakim” yazdırmak isteyince o, “Gafurun Rahim” yazıyor­muş. Hz. Muhammed onun bu hilesini fark etmeyince adam, “Muhammed’de bir keramet-olağanüstü durum yok” diye ayrılıyor ve aleyhte propaganda yapıyor: “Ne var yani? Ben de Kur’an gibi bir kitap, hatta daha iyisini ortaya koyabilirim” diyor.

                   Bu yüzden yukarıdaki ayet iniyor.

                   Görüldüğü gibi Hz. Muhammed’den ayrılınca onun için özel ayet geliyor.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.93-94).

Not.2         HZ. MUHAMMED’İN VAHİY KÂTİPLERİ: Hiçbir tarih kitabı, kaynak demi­yor ki, Hz. Muhammed hicret ederken şu kadar deve de o üze­rinde ayetler yazılan tahtaları, taşları Medine’ye çekti.

                   Örneğin; Zerdüşt’ün kutsal kitabı Avesta, ilk yazıldığında 12 bin öküz derisi üzerine yazılmıştı.

                   Bu durumda kâtiplik işi Medine’de başlamıştır sonucu ortaya çıkıyor.

                   Hep vurgu yapıyorum; o zamanlar Hz. Muhammed’in ayetle­ri yazılmıyordu. Kabul edelim ki yazılıyordu. Peki ya Mekke’de oluşan surelerin kâtipleri kimlerdi? İşte bununla ilgili bilgi yok.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.89-90, 103).

94.       Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.

95.       Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (O’ndan) nasıl çevriliyorsunuz?

96.       O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).

97.       O, sayelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Bilen bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.

98.       O, sizi bir tek candan yaratandır. Sizin bir karar kılma yeriniz, bir de emanet bırakılma yeriniz var. Biz anlayan bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıklamışızdır.

Not.1         A'raf 189, Enam 98, Zümer 6, Nisa 1: Sümer mitolojisine göre Enki, Dilmun denilen cennetteki bitkilerden yiyince hastalanır. Onun ağrıyan yerlerinden biri de kaburga kemikleridir. Buna benzer bir olay hem Tevrat’ta, hem de İslam’da Muhammed’in hadislerinde vardır. Kur’an’da kaburga kelimesi geçmiyor; ancak kadının erkekten yaratıldığı biçimindeki mutlak ifade (sizi tek nefisten yarattı) yukarıdaki ayetlerde kullanılıyor. Muhammed’se bu konuyu kendi hadislerinde Tevrat’la tam paralel bir biçimde açıklıyor ve “Kadının, erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını” net bir ifadeyle belirtiyor (Tecrid-i Sarih Diyanet tercemesi, hadis no: 1816). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.53-54).

99.       O, gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı.19 Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) ibretler vardır.

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

100.     Bir de cinleri Allah’a birtakım ortaklar yaptılar. Oysa onları O yarattı. Bilgisizce Allah’a oğullar ve kızlar da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.

101.     O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir.

102.     İşte sizin Rabbiniz Allah. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. O, her şeye vekil (her şeyi yöneten, görüp gözeten)dir.

103.     Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder.”20 O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.

104.     Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller21 geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.

105.     Onlar, “Sen iyi ders almışsın” desinler diye ve bir de bilen bir toplum için onu (Kur’an’ı) açıklayalım diye âyetleri değişik biçimlerde işte böylece açıklıyoruz.22

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   DERESTEkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve “ders” anlamındadır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.272).

106.     Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.

107.     Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

108.     Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.

109.     Eğer kendilerine (başka) bir mucize gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?”

110.     Biz onların kalplerini ve gözlerini ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mucize geldikten sonra da inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.

111.     Biz onlara melekleri de indirseydik, kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatın şahidleri olarak) toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.

Not.1-2     bkz. (En’am 107, Not.1-2)

112.     İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.

Not.1         Cinlerin anlatıldığı ayetler: A’raf 179 Cin 8-10, İsra 88, Hicr 17-18, 26-27, En’am 112, 130, Saffat 6-10, Sebe 12 Ahkaf 29-32, Zariyat 56, Mülk 5, Rahman 14-15, 33.

a)               Kuran’da cinlerin anlatıldığı sureler/ayetler epey fazla. Cinlerden söz ettiği için 28 ayetten oluşan bir surenin adı da “Cin” suresi oluyor.

b)               Bir yerde cinlerin Allah’ın izniyle Süleyman peygamberin emrinde çalıştıkları söyleniyor (Sebe 12).

c)               Bir ayette cin ve insanların yaradılış gayesi Allah’a kulluk etmeleri olarak gösteriliyor (Zariyat 56).

d)               Rahman 14-15 ve Hicr 26-27’de insanın ateşte pişirilmiş kupkuru çamurdan, cinin de ateş korundan/ özünden yaratıldığı ifade ediliyor. Yine Rahman 33’te cin ve insanlara hitaben, “eğer gücünüz varsa yer ve göklerin dışına çıkın bakalım” diyor.

e)               Bir kere cinlere inanmak Muhammed’den önceki toplumlarda yaygındı; bunu Kur’an da birçok ayetle teyit ediyor: “Biz her peygambere insan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldık.” (En’am 112) Aynı surenin başka bir ayetinde, “Ey cin ve insanlar! Size ayetlerimi anlatan, bu gününüzün geleceğini haber veren peygamberlerim gelmedi mi” (En’am 130) diyerek  hem cinleri, hem de insanları kıyamet günü vereceği cezayla uyarıyor.

f)                “Andolsun ki biz -Allah olarak- çoğu cin ve insanları cehennem için yarattık” (A’raf 179) diyor. Bari “Cehennemi çoğu cin ve insanlar için yarattık” deseydi neyse. Cümlede önemli bir terslik olduğu açık... Aynı ayetin devamında, “Bu cin ve insanların çoğu hayvanlardan da beterdir” anlamında ağır bir ifade kullanılıyor.

g)               Açıktır ki Muhammed, insanları etkilemek için daha önce varolan cin inancını, Kuran’ında bir etki aracı olarak kullanmıştır. Yani insanların kendisi hakkında, “Mademki cinleri bilip onlar hakkında bu bilgileri veriyor o zaman Allah’tan görev almış bir peygamberdir...” demelerini sağlamak için bunları işlemiştir; yoksa bunun başka yorumu olamaz.

h)               Şu da önemli ki, madem ki daha önce cinler/şeytanlar göklere çıkarak meleklerin insanlar hakkında hazırladıkları raporları dinleyip ona göre yeryüzünde fesat çıkarıyorlardı/karşı tedbir alıyorlardı ve yine mademki Muhammed’den sonra onlara artık bu yol kapandı; peki bu durumda dünyadaki insanların daha rahat etmeleri gerekirken -zira artık şeytanların ellerinde haber alma hakkı, istihbari bilgiler edinme imkanı kalmadı ki insanları kötü yola sevk etsinler- o zaman neden yeryüzünde haksızlıklar/fitne her gün artarak devam ediyor!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.159-162).

113.     Bir de (şeytanlar), ahirete inanmayanların gönülleri bu yaldızlı sözlere meyletsin, onlardan hoşlansınlar ve işleyecekleri günahları işlesinler diye (bu fısıldamayı yaparlar).

114.     “Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.23

115.     Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Not.1         Hicr 9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41:

a)               Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.

b)               Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf 27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini kimse değiştiremez” diyor.

c)               Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.

Özetle;      Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur” derken, yine aynı AllahYahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler” diyor.

                   Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle çelişmektedir.

d)               Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar arasında ikili davranıp bazılarına koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!

                   Bu konuda Kur’an’da başka ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.

                   Bu şu demek değildir ki, bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.

                   Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.

e)               Denilebilir ki, Kur’an’da sözü edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli değildir; ben de derim ki, Allah niçin farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.82-84).

Not.2         Hicr 9, En'am 115, Ahzab 40, Mâide 5: Bu ayetler Muhammed’in son peygamber olduğuna kanıt gösterilir. Muhammed nasıl kendi toplumuna “artık benden sonra peygamber gelmeyecek, ben son peygamberim, Kur’an da son kitaptır” demişse; aynı iddia Sümer kanunlarında da açık bir şekilde yazılıdır. Bu konuda hem Hammurabi, hem de Lipit İştar kendi kanunlarının son sözlerinde uzun uzadıya açıklamalar yapmışlardır. Aynı fikrin İsa’da da var olduğunu görüyoruz. Kendisi, “ben şeriatı bozmağa değil; tamamlamaya geldim” (Matta İncil’i, 5/17), “benden sonra yalancı peygamberler ortaya çıkacaktır” diyor (Matta İncil’i, 7/15).Kısacası tüm dinlerde işlenen bu temanın asıl kaynağı da çok tanrılı Sumer mitolojisidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.69).

116.     Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.

117.     Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir ve yine O, doğru yolu bulanları en iyi bilendir.

118.     Artık, âyetlerine inanan kimseler iseniz üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilmiş hayvanlardan yiyin.

119.     Allah, yemek zorunda kaldıklarınız dışında size neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken, üzerine adının anıldığı hayvanları yememenizin sebebi nedir.24 Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı) saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.

120.     Günahın açığını da bırakın, gizlisini de. Çünkü günah kazananlar yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır.

121.     Üzerine Allah adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü bu şekilde davranış fasıklıktır. Bir de şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar. Onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.25

122.     Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir. 

123.     İşte böyle, her memlekette günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Hâlbuki onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar.

124.     Onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız” derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir.  

125.     Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

126.     Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.

127.     Rableri katında selâm yurdu (cennet) onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur.

128.     Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

129.     İşte biz, kazanmakta oldukları günahlar sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böyle musallat ederiz.

130.     (O gün Allah, şöyle diyecektir:) “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle diyecekler: “Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

Not.1         Cinlerin anlatıldığı ayetler: A’raf 179 Cin 8-10, İsra 88, Hicr 17-18, 26-27, En’am 112, 130, Saffat 6-10, Sebe 12 Ahkaf 29-32, Zariyat 56, Mülk 5, Rahman 14-15, 33.

a)               Kuran’da cinlerin anlatıldığı sureler/ayetler epey fazla. Cinlerden söz ettiği için 28 ayetten oluşan bir surenin adı da “Cin” suresi oluyor.

b)               Bir yerde cinlerin Allah’ın izniyle Süleyman peygamberin emrinde çalıştıkları söyleniyor (Sebe 12).

c)               Bir ayette cin ve insanların yaradılış gayesi Allah’a kulluk etmeleri olarak gösteriliyor (Zariyat 56).

d)               Rahman 14-15 ve Hicr 26-27’de insanın ateşte pişirilmiş kupkuru çamurdan, cinin de ateş korundan/ özünden yaratıldığı ifade ediliyor. Yine Rahman 33’te cin ve insanlara hitaben, “eğer gücünüz varsa yer ve göklerin dışına çıkın bakalım” diyor.

e)               Bir kere cinlere inanmak Muhammed’den önceki toplumlarda yaygındı; bunu Kur’an da birçok ayetle teyit ediyor: “Biz her peygambere insan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldık.” (En’am 112) Aynı surenin başka bir ayetinde, “Ey cin ve insanlar! Size ayetlerimi anlatan, bu gününüzün geleceğini haber veren peygamberlerim gelmedi mi” (En’am 130) diyerek  hem cinleri, hem de insanları kıyamet günü vereceği cezayla uyarıyor.

f)                “Andolsun ki biz -Allah olarak- çoğu cin ve insanları cehennem için yarattık” (A’raf 179) diyor. Bari “Cehennemi çoğu cin ve insanlar için yarattık” deseydi neyse. Cümlede önemli bir terslik olduğu açık... Aynı ayetin devamında, “Bu cin ve insanların çoğu hayvanlardan da beterdir” anlamında ağır bir ifade kullanılıyor.

g)               Açıktır ki Muhammed, insanları etkilemek için daha önce varolan cin inancını, Kuran’ında bir etki aracı olarak kullanmıştır. Yani insanların kendisi hakkında, “Mademki cinleri bilip onlar hakkında bu bilgileri veriyor o zaman Allah’tan görev almış bir peygamberdir...” demelerini sağlamak için bunları işlemiştir; yoksa bunun başka yorumu olamaz.

h)               Şu da önemli ki, madem ki daha önce cinler/şeytanlar göklere çıkarak meleklerin insanlar hakkında hazırladıkları raporları dinleyip ona göre yeryüzünde fesat çıkarıyorlardı/karşı tedbir alıyorlardı ve yine mademki Muhammed’den sonra onlara artık bu yol kapandı; peki bu durumda dünyadaki insanların daha rahat etmeleri gerekirken -zira artık şeytanların ellerinde haber alma hakkı, istihbari bilgiler edinme imkanı kalmadı ki insanları kötü yola sevk etsinler- o zaman neden yeryüzünde haksızlıklar/fitne her gün artarak devam ediyor!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.159-162).

131.     Bu (peygamberlerin gönderilmesi), Allah’ın, halkları habersizken ülkeleri haksız yere helâk etmeyeceği içindir.

132.     Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.

133.     Rabbin her bakımdan sınırsız zengindir, rahmet sahibidir. Sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.

134.     Şüphesiz size va’dedilen şeyler mutlaka gelecektir.26 Siz bunun önüne geçemezsiniz.

135.     De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de (görevimi) yapacağım. Ama dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını yakında öğreneceksiniz. Şüphesiz, zalimler kurtuluşa eremezler.

136.     Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan O’na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, “Şu, Allah için, şu da bizim ortaklarımız (putlarımız) için” dediler. Ortakları için olan Allah’ınkine eklenmiyor. Allah için olan ise ortaklarınkine ekleniyor.. Ne kötü hükmediyorlar!27

137.     Yine bunun gibi, Allah’a ortak koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi ki; onları helâke sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları yanıltsınlar. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. Artık sen onları uydurdukları ile baş başa bırak.

Not.1-2     bkz. (En’am 107, 125, Not.1-2)

138.     Bir de (asılsız iddialarda bulunarak) dediler ki: “Bunlar yasaklanmış hayvanlar ve ekinlerdir. Onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez. (Şunlar da) sırtları (binilmesi ve yük yüklemesi) haram edilmiş hayvanlardır.” Bir kısım hayvanları da keserken üzerlerine Allah’ın adını anmazlar. (Bütün bunları) Allah’a iftira ederek yaparlar. Bu iftiraları sebebiyle Allah onları cezalandıracaktır.

139.     Bir de dediler ki: “Şu hayvanların karınlarındaki yavrular (canlı olursa) sırf erkeklerimize aittir. Karılarımıza ise haramdır.” Eğer ölü olursa, o vakit onda hepsi ortaktırlar. Allah, onların bu tür nitelemelerinin cezasını verecektir.28 Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

140.     Beyinsizlikleri yüzünden bilgisizce çocuklarını öldürenler, Allah’ın kendilerine verdiği rızkı -Allah’a iftira ederek- haram sayanlar, mutlaka ziyan etmişlerdir. Gerçekten onlar sapmışlardır. Doğru yolu bulmuş da değillerdir.

141.     O, çardaklı-çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı biçimde yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşürünü)30 verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

142.     Yine O, hayvanlardan da irili ufaklı var edendir.31 Allah’ın size rızık olarak verdiğinden yiyin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

143.     O, (hayvanlardan) sekiz eşi de yaratandır: (Erkek ve dişi olarak) koyundan iki, keçiden de iki. Ey Muhammed! De ki: “Allah iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru söyleyenler iseniz bana bilerek haber verin.”

144.     Yine (erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram ettiğinde, orada hazır mı idiniz!?” İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.32

145.     De ki: “Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir.” Şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.33

146.     Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını (yine) onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık.34 Biz elbette doğru söyleyenleriz.

Not.1         En’am 146, Nahl 118, Bakara 275, Al-i İmran 93, Nisa 160-161: Yahudiler faizcilik yaptıkları için kendilerine haram kılınanlar anlatılıyor. Sümer kanunlarında (örneğin Ammi Şaduga fermanında), faiz konusu Kur’an gibi sadece vaz’u nasihatle geliştirilmemiş; tersine, faizcilik yapanlara uygulanması gereken cezadan da söz edilmiştir. Faizciliğin cezası Orta Asur kanunlarında da ağırdı. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.29-30).

Not.2         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: En'am 146, Al-i İmran 50, Nisa 160:

                   Kur’an’da, Tevrat’ta geçtiği öne sürülen nasih-mensuh konu­sunda bir örnek verelim.

                   Nisa 160 ve En'am 146’da görüldüğü gibi tanrı, normalde helal sayılan bazı şeyleri, ceza olarak Yahudilere yasak ettiğini söylüyor. Bunun üzerine Hz. İsa peygamberlik iddiasında bulununca, “Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri he­lâl kılmak için gönderildim” diyor (Al-i İmran 50).

                   Haram kılınan şeylerden kasıt, Nisa 160 ve En'am 146’da sözü edilen yasaklardır. O yüzden “onları tekrardan size helal kılacağım” deniliyor.

                   Bu önceki dinlerle ilgili değişiklik (nasih-mensuh) örneğidir.

                   Tanrı Yahudilere, normalde helal olan bazı şeyleri yasaklarken, gerekçesini de gös­teriyor:

                   Onların yaptıkları zulüm, faiz, haksız yere başkalarının malını yemek... gibi.

                   Peki, bu gibi cezaları ve hatta çok daha ağırını bugünkü İslami yönetimler hak etmemişler mi ki, bunlara seyirci kalınıyor?

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.244-245).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

147.     Eğer seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. (Bununla beraber) suçlu bir toplumdan O’nun azabı geri çevrilmez.”

148.     Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”

149.     De ki: “En üstün delil yalnızca Allah’ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi.”35

Not.1-2     bkz. (En’am 107, 125, Not.1-2)

150.     De ki: “Haydi, Allah şunu haram kıldı” diye tanıklık yapacak şahitlerinizi getirin. Onlar şahitlik etseler de sen onlarla beraber şahitlik etme. Âyetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar Rablerine, başka şeyleri denk tutuyorlar.[Kuvvetli görüşe göre 151-153 arası âyetler Medine dönemine aittir.]

151.     (Ey Muhammed!) De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın.36 Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin.37 İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”

Not.1         KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:

a)               İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’ 36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm 28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir, Allah’ın takdiridir.

                   Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle be­yan ediliyor.              (pdf-s.222-226).

 

b)               Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’ 39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç vermeyi*, çalışmayı övüyor. (*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)

                   Allah, “Ey insanlar! Çalışın, kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşa­yın...” dese bile, bunun bir anlamı olamaz. Çünkü insanın çalı­şabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.                                                                                 (pdf-s.233-234).

 

c)               Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumlulu­ğunu kendi üzerine aldığı halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili bir ifadeyle çalışmayı övüyor.             (pdf-s.233-234).

 

d)               Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana ait­tir, ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak yarattım” (Zuhruf 32) demesi, hem sık sık “benim adıma, benim namı hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun yerini doldururum” şeklinde beyanat­ta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Al­lah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).

                   İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak, “Vay eli­niz bağlanası, vay lanet olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Ya­hudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul edilip edilmediği de ortada.                                                                                                            (pdf-s.233-234).

 

e)               Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine tes­pih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.                                        (pdf-s.235).

 

f)                Kur’an, insanlara sadaka vermeyi önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce (m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık avlanmayı öğret; böylece sen de kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şek­linde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.                                                                                          (pdf-s.236).

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.222-236).

Not.2         İsrâ 31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime seyirci kalmasının anlamı nedir?

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).

152.     Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.38 Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız.39 (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.

153.     İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.[Kuvvetli görüşe göre 151-153 arası âyetler Medine dönemine aittir.]

154.     Sonra iyilik yapanlara nimeti tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayet ve rahmete erdirmek için Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman etsinler.

155.     Bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.

156,157. “Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.

158.     (Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini40 mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez.41 De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”

159.     Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.

160.     Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.

Not.1         Sadaka vermekle ilgili yukarıdaki ayette, “Kim bir iyilik yaparsa on mislini kazanır; kim bir kötülük yaparsa ancak onun misliyle cezalandırılır” deniyor.

                   Mademki Kur’an insanlar arasında sevgi temeline da­yalı bir eşitlik ve kardeşlik öneriyor; o zaman verimin de artması için tüm insanlardaki üretim gücü harekete geçsin diye yine sevgi temeline dayalı olarak bütün servet ortak olsun ve herkes kendi yeteneğine göre çalışıp hayatını kendi alınteriyle idame ettirsin. Bu durumda hiç kimse kimseye yük olmaz.

                   Zaten en makul yönetim biçimi de bu değil midir?

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.244-245).

161.     De ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”

162.     Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”

163.     “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.”

164.     De ki: “Her şeyin Rabbi O iken ben başka bir Rab mı arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.42 Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.

165.     O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     Hicretten sonra İslâm’ın devlet olması, Bedir zaferi, İslâm’ın fütuhatı ve yayılması, o gün için hayal bile edilmiyor, İslâm alay konusu oluyordu. Âyet, önceden bu tarihî gelişmelerin haberini veriyor, İslâm’la alay edenlerin ahirette beklenmedik şekilde karşılarına çıkacak azaba da işaret ediyor.

2.     Müşrikler, melekleri kadın suretinde hayal edip böyle inanırlardı. Bu inanışın yanlışlığını vurgulamak üzere, onlara melek gönderilse bile bunun kadın suretinde temsil edilemeyeceği ifade edilmiştir. (Bakınız: Zuhruf sûresi, âyet, 19)

3.     Kâfirlerin ısrarla istedikleri şekilde peygamber bir melek olsaydı, o melek bir insan suretinde gelecekti. Çünkü sıradan insanların meleği asıl şekliyle görmelerine imkân yoktu. Bu defa onların bu husustaki şüpheleri ve müşkülleri aynen sahnelenmiş olacaktı. Zira peygambere dedikleri gibi ona da, “Sen de bizim gibi bir beşersin, melek olamazsın” diyeceklerdi.

4.     Kureyşliler, “Ey Muhammed! Senin hakkında yahudilere, hıristiyanlara sorduk, peygamberliğine dair bir haber olmadığını söylediler. Bize senin peygamber olduğuna dair bir şahit göster” demişler ve bunun üzerine bu âyet inmişti.

5.     Çünkü Tevrat’ta ve İncil’de Resûlullah hakkında tanıtıcı bilgiler vardır. (Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 146)

6.     Konu ile ilgili olarak bakınız: İsrâ sûresi, âyet, 46.

7.     Konu ile ilgili olarak bakınız: Sâffât sûresi, âyet, 171-173.

8.     İnsan, Allah’ı tanıyacak, iman ve İslâmla bağdaşacak fıtratta yaratılmıştır. Kişi bu fıtratı üzere yürümez; onu bozar, küfür ve sapıklığa kucak açarsa, Allah da onu şaşırtır.

9.     Kureyş’in ileri gelenleri Hz. Peygamber’e, “Fakir müslümanları yanından kovarsan seninle gelir otururuz” demişlerdi. Hz. Peygamber de “Ben mü’minleri kovamam” buyurmuştu. Onlar, “Bari biz senin yanına geldiğimizde onlar kalkıp gitsinler, biz çıkınca girsinler. Çünkü biz bunlarla oturmayı gururumuza yediremiyoruz,” demişlerdi. Resûlullah da bu kişilerin bu sayede müslüman olabileceklerini düşünerek teklifi kabul etmek üzere iken bu âyet-i kerime inmiştir.

10.    Hz. Peygambere karşı çıkanlar, “Seni reddediyoruz, inkâr ediyoruz, ama bize hiçbir şey olmuyor. Gerçekten peygamber olsaydın, başımıza taş yağardı. Hadi hemen böyle bir azap gelsin de görelim,” diyorlardı. İslâm’ın ilim ve akıl yoluyla ikna etme prensibini temel ilke olarak aldığını, zorlama ve kaba kuvvete dayanmadığını bilmiyorlardı. Zaten böyle bir azabı istemek, Peygamber’in âlemlere rahmet oluşu ile bağdaşmazdı.

11.    Koruyucu melekler, insanların iyi ya da kötü tüm yaptıklarını tespit eden meleklerdir. Konu ile ilgili olarak bakınız: İnfitar sûresi, âyet, 10.

12.    Âyette şu mesaj verilmektedir: “Ben illa da sizi tasdike zorlayacak, yalanlamanızı engelleyecek, sizi Allah adına cezalandıracak, veya azap geldiği takdirde onu durduracak, sizi ondan koruyacak değilim. Ben, olmuş ve olacakları Allah’ın bana vahyettiği şekilde haber veririm.”

13.    Konu ile ilgili olarak bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 140.

14.    Meâldeki “hükümranlık ve nizam” ifadesi, âyetteki “melekût” kelimesinin karşılığıdır. Melekût, Allah’a özgü hükümranlık demektir. “Melekûtu göstermek” de Yüce Allah’ın kâinata koyduğu, hissedilebilen veya hissedilemeyen muazzam nizamı ve tabiat kanunlarını araştırıp anlayabilecek, inceliklerini kavrayabilecek yeteneğin verilmesidir.

15.    Yani ilâhî kitaplara, onların hükümlerine ve peygamberlerin davetine uyacak mü’minler bulunacaktır.

16.    Yani Allah’ı, şanına yaraşır şekilde tanımadılar, bilemediler.

17.    Yahudiler, Peygamberi ve ona indirilen Kur’an’ı inkâr etmek uğruna, kendi peygamberlerini ve kitaplarını inkâr etme durumuna düşmüşlerdi.

18.    Bu sûrenin 90. âyetinde ifade edildiği üzere, İslâm evrensel bir dindir. Dolayısıyla, Mekke civarındaki insanlar ifadesi tüm dünya insanlığını kapsar.

19.    Bu ifadeyle, meyve ve sebzelerin hayatlarını sürdürme ve gelişme kanunları açısından birbirlerine benzemelerine rağmen tad, renk, koku, yapı ve görüntü olarak birbirlerinden çok farklı oldukları vurgulanmış olabileceği gibi, başka benzerlik ve farklılıklar da kastedilmiş olabilir. Âyet-i kerimede Cenab-ı Hakk’ın yaratmasındaki muazzam inceliklere bir dikkat çekme vardır.

20.    Allah’ın zatına bu dünya gözüyle ulaşmak, O’nun hakikatini kavramak mümkün değildir. Ahirette ise birçok gözler O’nu görecektir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Kıyâme sûresi, âyet, 23.

21.    Basiret, gönül gözü demektir. Kafadaki göze basar denildiği gibi, kalp ve gönül gözüne de basiret denir. Âyetteki “gerçekleri gösteren deliller” ifadesi ile, Allah Teâlâ tarafından Resûlullah’a vahyolunan âyetler ve Allah’ın birliğine, kuvvet ve kudretine delalet eden ve yukarıda geçen âyetlerde dile getirilen ibret alınacak kâinat olayları kastedilmiştir.

22.    Peygambere gönderilen vahyin karşısında hayretlere düşen müşrikler, “Sen ders almış okumuşsun, yoksa bu okuduğun Kur’an âyetleri ümmî birinin işi değil”, diyorlardı.

23.    Kureyş müşrikleri peygamberimize, “Aramızda yahudi veya hıristiyan âlimlerinden bir hakem seçelim. Senin getirdiğin din hakkında onların kitaplarında bulunanı bize haber versinler” demeleri üzerine bu âyetle onlara cevap verilmiştir.

24.    Yenmesi haram kılınan şeyler için bakınız: Bakara sûresi, âyet, 173; Maide sûresi, âyet, 3; En’âm sûresi, âyet, 145; Nahl sûresi, âyet, 114-115.

25.    Müşrikler ölmüş hayvan eti yerler ve aralarında, “Bakın, Muhammed ve ashabı kendi elleriyle kestikleri hayvanların etini yerler de Allah’ın öldürdüğü haramdır, derler” diye dedikodu yaparlardı. Âyet, müşriklerin durumuna düşmemeleri konusunda mü’minleri uyarmaktadır.

26.    Âyetteki “va’dedilen şeyler” ile, öldükten sonra dirilme, hesap, cennet, cehennem, iyilere iyi derece, kötülere kötü derece verileceği gibi gerçekler kastediliyor.

27.    Bu âyet, Cahiliye Araplarının yanlış ve saçma âdetlerinden birini anlatıyor: Hurma, arpa, buğday gibi ziraat ürünleriyle, koyun, keçi, deve, sığırdan Allah için bir pay ayırırlar, misafirlere, fakirlere harcarlar; kendileri bundan yemezlerdi. Bir pay da putlarına ayırır, onu istedikleri gibi putların hizmetlerine harcarlardı. Ayrıca Allah için ayırdıklarından artakalanı putlara ait fona aktarırlar, “Allah zengindir, fazlasına ihtiyacı yok. Putlar ise fakirdir”, diye bir de kılıf uydururlardı. Âyette bu akılsızca uygulama kınanıyor.

28.    Arap müşriklerinin batıl inançları çoktu. Bunlardan biri de bir familyadan olan hayvanların bazen erkek bazen dişilerinin eti haram veya helâl sayılır, birtakım isimler altında uydurma helâl haram listeleri yapılırdı. Hâlbuki bu hayvanların deve, sığır, koyun, keçi, erkek, dişi olmaları ya da doğmuş bulunup bulunmamaları, etlerinin haram olmalarının sebebi ve illeti olamazdı. Âyet, bu mantıksızlığı açıklıyor. (Ayrıca bakınız: Mâide sûresi, âyet,103.)

29.    Bakınız: En’âm Sûresi, âyet, 99 ve ilgili dipnot.

30.    Öşür, “onda bir” demektir. Toprak ürünlerinde bu oranda verilen zekâtın özel adıdır.

31.    Âyetin bu kısmı, “O, hayvanlardan yük taşıyanları ve tüylerinden döşek yapılanları yaratandır” şeklinde de tercüme edilebilir.

32.    Konu ile ilgili olarak 139. âyetin dipnotuna bakınız.

33.    Darda kalan kimsenin, haram kılınan yiyeceklerden yiyebileceği ile ilgili olarak ayrıca, bu sûrenin 119. ve Bakara sûresi, 173. âyetlerine bakınız.

34.    Konu ile ilgili olarak bakınız: Nisâ sûresi, âyet,160. Aslında bunlar haram şeyler değildi. Yahudiler bir zamanlar bıldırcın eti ve kudret helvasıyla beslenmişlerdi. Sonra saldırganlık, zulüm, hakka karşı başkaldırma, peygamberleri öldürme, faiz alma, insanları öldürmeyi helâl sayma gibi ölçüsüz davranışları sebebiyle birçok temiz rızıklardan mahrum edilmişlerdi. Sığır ve koyun gibi bazı hayvanların yalnızca iç yağlarının kendilerine haram kılındığı ve bu hayvanların onlara haram kılınan tırnaklı hayvanlar kapsamına girmediği âyetin metninden anlaşılmaktadır.

35.    Bu âyetten Allah’ın; insanların doğru yola ermelerini dilemediği anlamı çıkarılamaz. Burada vurgulanmak istenen nokta, insanların hür iradesine Allah’ın müdahale etmediğidir. İnsanlar doğru, ya da eğri yolu kendi hür iradeleriyle seçerler. Allah da bu tercihlerin aksine bir irade ortaya koymaz. Zira böyle bir şey insan iradesine baskı olurdu ki, bu taktirde insanların sorumlu olmaması gerekirdi. Buna göre Allah’ın, insanları kendi tercihlerine ters düşecek şekilde zorunlu olarak doğru yola getirmek istememiş olması, aslında onların iradelerini bu yönde kullanmadıklarının bir ifadesidir. Kısaca âyet şöyle anlaşılmalıdır: “Siz istemeseniz de Allah sizi doğru yola iletebilirdi. Ama bu sizin hür iradenizi yok saymak olurdu. Bu sebeple Allah sizin tercihinize ters düşecek şekilde doğru yola girmenizi istemedi ki iradenize baskı yapmış olmasın.”

36.    Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsra sûresi, âyet, 32.

37.    Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsra sûresi, âyet, 33.

38.    Yetimin malına en güzel bir şekilde yaklaşmak, onun malının çoğalmasını sağlayacak yolları araştırmak demektir.

39.    Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 286.

40.    Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Furkân sûresi, âyet, 7,8,21.

41.    Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Mü’min sûresi, âyet, 84,85.

42.    Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsrâ sûresi, âyet,15; Fatır sûresi, âyet, 18; Zümer sûresi, âyet, 7; Necm sûresi, âyet, 38.



Sonraki sure
SÂFFÂT | SAF TUTANLAR (DİZİLENLER)




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting