51- TANRI ELÇİSİ YUNUS HİKÂYESİ |
YÛNUS (Kitap Sırası-10)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Elif, Lâm, Râ.1
Bunlar hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir.
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
2. İçlerinden bir
adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir
doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak
bir şey mi oldu ki o kâfirler, “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler?
3. Şüphesiz ki
Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a2
kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç
kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk edin.
Hâlâ düşünmüyor musunuz?
Not.1 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan
yarattık” diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde
yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri,
dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır. bkz.
Arif Tekin, age, (pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
Not.2 A’raf 54, Furkan 59, Taha 5, Yunus 3, Hud 7, Secde 4, Ra’d
2, Hadid 4 “Tanrı’nın yedi
kat göğün üzerinde Arş’ta oturması” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumer
Tanrılarının gökte toplandıkları duku
adında bir yerleri var.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.25-26).
Not.3 YARATILIŞ AYETLERİ: Kaf 38,
Araf 54, Furkan 39, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Hadid 4:
Kur’an’da birçok yerde tanrı, ben yedi gökle yeri altı günde yarattım, diyor (Araf 5 4, Yunus
3, Hud 7, Hadit 4). Birkaç ayette de yedi gök, yer ve aralarındakileri altı günde yarattım, diyor (Furkan 39, Secde 4, Kaf 38).
İster yedi gökle yer yalnız
olsun, ister bunlarla birlikle aralarındakiler de olsun, Kur’an’a göre bunlara harcanan zaman altı gündür. Bu altı
gün meselesi hemen Tevrat’ın başında
da geçiyor.
Bu ayetlerde, kâinat
yaratılırken altı gün harcandığını, yere kaç gün, göğe kaç gün verildiği yazılmıyor;
toplam rakamdan söz ediliyor. Başka
bir ayette (Fussilet 9) ise o altı günden iki günü yere
ayırdığı belirtiliyor ve devam ediliyor. Fussilet 10. ayette “yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti”
deniliyor. Dikkat edilirse daha
önce verilen altı gün burada bitti;
yalnız daha göklere sıra gelmedi.
Devam
ediliyor. Fussilet 12.
ayette “Böylece onları (gökleri), iki
günde yedi gök olarak yarattı” diyor. İşte burada hesap yanlış! Ayetlerde harcanan zaman toplu halde belirtilirken altı gün deniliyordu; görüldüğü gibi detay kısmında sekiz gün
geçiyor. (Burada “efendim dört gün derken daha önce
dünyaya verilen iki gün de bu dört güne dahilmiş” diyerek zorlama kurtarma yorumları yaparlar.)
Görüldüğü gibi ortada çok basit bir hesap yanlışı var. Bunun da nedeni, ayetlerin farklı zamanlarda oluşturulması ve konuya
ilişkin daha önce söylenen ayetlerin farkına varılmamış olması.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.83-84).
4. Hepinizin dönüşü
ancak O’nadır. Allah, bunu bir gerçek olarak va’detmiştir. Şüphesiz O,
başlangıçta yaratmayı yapar, sonra, iman edip salih ameller işleyenleri
adaletle mükâfatlandırmak için onu (yaratmayı) tekrar eder. Kâfirlere gelince,
inkâr etmekte olduklarından dolayı, onlar için kaynar sudan bir içki ve elem
dolu bir azap vardır.
5. O, güneşi bir
ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların
sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları
(boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O,
âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.
6. Şüphesiz gece ve
gündüzün ard arda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı
şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller
vardır.
7-8. Şüphesiz bize
kavuşacağını ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin olan
kimseler ile âyetlerimizden gafil olanlar var ya; işte onların kazanmakta
oldukları günahlar yüzünden, varacakları yer ateştir.
9. (Fakat) iman
edip salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle,
hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar.
10. Bunların oradaki
duaları, “Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım!”, aralarındaki esenlik
dilekleri, “selâm”; dualarının sonu ise, “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur” sözleridir.
11. Eğer Allah,
insanlara onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de acele
verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu. İşte biz, bize kavuşmayı
ummayanları, kendi azgınlıkları içinde bocalar hâlde bırakırız.
12. İnsana bir
sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta
iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu
sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize
hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler,
böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.
13. Andolsun, sizden
önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri
hâlde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak
değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız.
14. Sonra, nasıl
davranacağınızı görelim diye, onların ardından yeryüzünde sizi onların yerine
getirdik.
15. Âyetlerimiz
kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize
kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu
değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey
değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam,
elbette büyük bir günün azabından korkarım.”
16. De ki: “Eğer Allah
dileseydi, ben size onu okumazdım, Allah da size onu bildirmezdi. Ben sizin
aranızda bundan (Kur’an’ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. Hiç
düşünmüyor musunuz?”
17. Artık, Allah’a
karşı yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir?
Şüphe yok ki (böyle) suçlular asla kurtuluşa ermezler.
18. Allah’ı bırakıp,
kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “İşte
bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a
göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların
ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”
19. İnsanlar
(başlangıçta tevhit inancına bağlı) tek bir ümmet idiler; sonra ayrılığa
düştüler. Eğer (azabın ertelenmesiyle ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz
geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm
verilir (işleri bitirilir)di.
20. “Ona (peygambere)
Rabbinden bir mucize indirilse ya!” diyorlar. De ki: “Gayb ancak Allah’ındır.
Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!”
21. Kendilerine
dokunan bir sıkıntıdan sonra, insanlara bir rahmet (ferahlık ve mutluluk)
tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir
tuzakları (birtakım tertipleri ve asılsız iddiaları) vardır. De ki: “Allah,
daha çabuk tuzak kurar.” Şüphesiz elçilerimiz (melekler) kurmakta olduğunuz
tuzakları yazıyorlar.3
22. O, sizi karada ve
denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve
gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların
da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her
taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp
boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan
kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar.
Not.1 ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf
32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7:
Gaddarlığıyla tarihe geçen Haccac b. Yusuf (halk tabiriyle Haccac-ı Zalim) Kur’an’ın on bir-on iki
yerinde (yukarıdaki ayetlerde) değişiklik yapmıştır.
Haccac b. Yusuf’un oynama yaptığı, değiştirdiği iddia edilen
ayetleri aşağıya alıyorum:
Kitab-üI Mesahif, İbn-i Ebu Davud Sicistani,
1/280, no: 142 ve devamı. Bakara 259'da geçen ‘Iem yelesemeh’ kelimesinde aslında son harf olan (h) yoktur. Maide 48’de geçen 'Şir'aten' kelimesi, aslında 'Şeriaten'
imiş; ama Haccac değiştirmiş. Yine Yunus
22’de geçen 'Yüseyyirukum'
aslında 'Yünşiruküm' biçimindeymiş. Yusuf 45’te geçen 'Ünebbiukum' kalıbı, aslında 'Afiktim'
şeklindeymiş. Mü'minun 85, 86 ve 89’da
'Lillafı' geçiyor. Bunlar da aslında
'Allah' şeklinde yazılıymış. Şuara 116’da
Nuh hakkında geçen 'Meretimin' aslında
'Muhrecin' imiş. Yine Şuara 167’de Lut hakkında kullanılan 'Muhrecin' kelimesi, aslında 'Meretimin' şeklindeymiş. Zuhruf 32’de geçen, 'Maişet' kelimesi de aslında 'Meayiş' biçimindeymiş. Muhammed 15’te geçen ‘Âsin' kelimesi, aslında 'Yasin' şeklindeymiş. Hadid 7’de 'Enfiku' kelimesi de aslında 'İttekav'
biçimindeymiş. Tekvir 24’de geçen 'Denin' kelimesi de aslında 'Zenin' şeklindeymiş.
Tüm bunları Haccac b. Yusuf değiştirmiştir. Bir iş ki bu adam da ona bulaşmışsa
düşünmek lazım.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.217-218).
Not.2 ZALİM HACCAC HAKKINDA KISA BİR BİLGİ:
Kendisi (h. 41-95) yılları arasında yaşamış. Aslen Sakif kabilesinden olup Emevilerin en zalim valilerindendir.
En çok Emevi sultanı Mervan b. Hakem döneminde yıldızı parlamış. Tabi ki o da
Emevilerin sadık bir adamıydı. O sıralar halifelik davasında bulunan Zübeyr b.
Avam’ın oğlu Abdullah, Mekke’ye yerleşiyor (ki bu adam aynı zamanda Kur’an’ı
kitap haline getiren dört kişilik komisyonun bir üyesiydi). Abdullah’a muhalif
olan Haccac Mekke’yi ablukaya alıyor, sonunda Abdullah katledilince Haccac onun
vücudunu parçalara ayırıp Emevi lideri Mervan b. Hakem’e gönderiyor.
Tarihi
kaynaklar, Haccac’ın yüzbinlerce insanı katlettiğini, onbinlercesini
hapsettiğini, hatta tutuklular arasındaki otuz bin kişinin sadece kadın
olduğunu yazıyorlar.
Meşhur Ömer b. Abdülaziz onun hakkında “Dünyadaki her toplum kendi kötü adamıyla ortaya çıksa, biz de Haccac’la
çıksak, kesinlikle kötülükte şampiyon oluruz” diyor.
Yine
aynı Ömer “Velit Şam’da halife, Haccac Irak’ta vali,
onun kardeşi Yemen valisi, Osman b. Hayyan Hicaz bölgesinden sorumlu ve Kurre
de Mısır’da idareci olursa, demek ki dünya zulümle dolmuştur” diyor.
Haccac hicri 74. yılında Medine’ye
gidince çoğu sahabilere hakaret ediyor. Bunlar arasında meşhur olanları
da var. Mesela Enes b. Malik, Sehl b. Sa’d ve Cabir b. Abdullah gibi.
Süleyman
b. Abdülmelik görevi devralınca, Haccac’ın zindanlara
attığı insanlardan, yalnız bir
günde 81 bin kişiyi tahliye ediyor.
En korkutucu bilgileri, Tarih-i Hamis yazarı ve Mesudi yazmışlardır.
Katlettiği insanların sayısı hakkında çok yüksek rakamlardan, mesela 170 bin ölü ve tutuklu sayısından söz
ediliyor. Tabi ki o zaman insan nüfusu bugünkü kadar fazla değildi.
Dolayısıyla o zaman için bu sayı çok
yüksek bir rakam.
Süyuti
gibi biri Kur’an’ın orijinal olmadığına ilişkin bu kadar bilgi sunmuşsa, artık gerisini düşünmek lazım.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.218-219).
23. Fakat onları
kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapıyorlar. Ey
İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya
hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir. (Biz de) bütün
yaptıklarınızı size haber vereceğiz.
24. Dünya hayatının
hâli, ancak gökten indirdiğimiz bir yağmurun hâli gibidir ki, insanların ve
hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri onunla yetişip birbirine karışmıştır.
Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün zinet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve
sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları
bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir
de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz.
İşte düşünen bir toplum için, âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
25. Allah, esenlik
yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.
26. Güzel iş
yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların
yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve
orada ebedî kalacaklardır.
27. Kötü işler yapmış
olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet
kaplayacaktır. Onları Allah’(ın azabın)dan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki
yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir.
Onlar orada ebedî kalacaklardır.
28. Onların hepsini
bir araya toplayacağımız, sonra da Allah’a ortak koşanlara, “Siz de,
ortaklarınız da yerinizde bekleyin” diyeceğimiz günü düşün. Artık onların
(ortak koştuklarıyla) aralarını tamamen ayırırız ve ortak koştukları derler ki:
“Siz bize ibadet etmiyordunuz.”
29. “Şimdi ise sizin
bize tapınmanızdan habersiz olduğumuza dair sizinle bizim aramızda şâhit olarak
Allah yeter.”
30. Orada herkes daha
önce yaptığı şeyleri yoklayacak (ve kendi akıbetini öğrenecek), hepsi de gerçek
sahipleri olan Allah’a döndürülecekler ve (ilâh diye) uydurdukları şeyler
(onları yüzüstü bırakıp) kendilerinden kaybolup gidecektir.
31. De ki: “Sizi
gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisi üzerinde kim
mutlak hâkimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşleri kim
yürütüyor?” “Allah” diyecekler. De ki: “O hâlde, Allah’a karşı gelmekten
sakınmayacak mısınız?”
32. İşte O, sizin
gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde,
nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?
33. Rabbinin yoldan
çıkanlar hakkındaki, “Onlar artık imana gelmezler” sözü, işte böylece
gerçekleşmiştir.
34. De ki: “Allah’a
koştuğunuz ortaklarınızdan, başlangıçta yaratmayı yapacak, sonra onu
tekrarlayacak kimse var mı?” De ki: “Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra
onu tekrar eder. O hâlde, nasıl oluyor da (haktan) çevriliyorsunuz?”
35. De ki: “Allah’a
koştuğunuz ortaklarınızdan hakka iletecek olan bir kimse var mı?” De ki: “Hakka
Allah iletir.” Öyle ise, hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa
iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm
veriyorsunuz?”
36. Onların çoğu
ancak zannın ardından gider. Oysa zan, hak namına hiçbir şeyin yerini tutmaz.
Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir.
37. Bu Kur’an,
Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Fakat o,
kendinden öncekileri doğrulayıcı ve Kitab’ı (Allah’ın Levh-i Mahfuz’daki
yazısını) açıklayıcı olarak, indirilmiştir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. (O)
âlemlerin Rabbi tarafındandır.
38. Yoksa onu
(Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz,
haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka,
çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; (ilk
kez) bu ayette geçen;
“SURE” kelimesi
bile Arapça değildir.
Süryanice’dir, “Surta/Sursa”dan gelir ve “kitabı mukaddes” demektir (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.267).
Not.2 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna
varıyorduk. Vaazı bitince herkes
elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim
sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
39. Hayır öyle değil.
Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve kendilerine yorumu gelmemiş olan bir şeyi
yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de (peygamberleri ve onlara indirilen
kitapları) böyle yalanlamışlardı. Bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu.
40. İçlerinden öylesi
var ki ona (Kur’an’a) inanır; yine onlardan öylesi de var ki ona inanmaz.
Rabbin bozguncuları daha iyi bilendir.[40
âyet Medine dönemine aittir.]
41. Eğer onlar seni
yalanlarlarsa, de ki: “Benim işim bana aittir; sizin işiniz de size. Siz benim
yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım
(sorumlu değilim).”
42. Onlardan sana
kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi
işittireceksin?
43. İçlerinden sana
bakanlar da vardır. Fakat körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa, sen mi doğru
yolu göstereceksin?
44. Şüphesiz Allah,
insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.
45. Onları yeniden
diriltip hepsini bir araya toplayacağı gün, sanki gündüzün bir saatinden başka
kalmamışlar (yeni ayrılmışlar) gibi, aralarında tanışırlar. Allah’a kavuşmayı
yalan sayanlar, ziyana uğramış ve doğru yolu bulamamışlardır.
46. Onları tehdit
ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) seni vefat
ettirsek de sonunda onların dönüşü bizedir. Sonra, Allah onların yapmakta
olduklarına da şahittir.
47. Her ümmetin bir
peygamberi vardır. Onların peygamberi geldiği (tebliğini yaptığı) zaman,
aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.
48. “Eğer doğru
söyleyenler iseniz, (söyleyin) bu tehdit ne zaman (gerçekleşecek)?” diyorlar.
49. De ki: “Allah
dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar, ne de fayda verme gücüne sahibim.
Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri
kalabilirler ne de öne geçebilirler.”4
Not.1 Bu
ayet Kuran’da iki surede geçiyor (Araf
34, Yunus 49). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.137)
50. De ki: “Söyleyin
bakalım, O’nun azabı size geceleyin veya gündüzün (ansızın) gelecek olsa,
suçlular bunun hangisini acele isterler?!” (Bunların hiçbiri istenecek bir şey
değildir.)
51. (Onlara) “Azap
gerçekleştikten sonra mı O’na iman ettiniz? Şimdi mi!? Oysa siz onu acele
istiyordunuz” (denilecek).
52. Sonra da
zulmedenlere, “Ebedî azabı tadın! Siz ancak vaktiyle kazanmakta olduğunuzun
cezasına çarptırılıyorsunuz” denilecektir.
53. “O (azap) gerçek
midir?” diye senden haber soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbime andolsun ki o
elbette gerçektir. Siz (bu konuda Allah’ı) âciz kılacak değilsiniz.”
54. (O gün) zulmetmiş
olan herkes, eğer yeryüzündeki her şeye sahip olsa, kendini kurtarmak için onu
fidye verir. Azabı gördüklerinde, için için derin bir pişmanlık duyarlar.
Onlara zulmedilmeksizin aralarında adaletle hükmedilir.
55. Bilesiniz ki,
göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Yine bilesiniz ki, Allah’ın
va’di haktır. Fakat onların çoğu bunu bilmez.
56. O, diriltir ve
öldürür; ancak O’na döndürüleceksiniz.
57. Ey insanlar! İşte
size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici
bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.
58. De ki: “Ancak
Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp
durduklarından daha hayırlıdır.”
59. De ki: “Allah’ın
size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız
rızıklar hakkında ne dersiniz?” De ki: “Bunun için Allah mı size izin verdi,
yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
60. Allah’a karşı
yalan uyduranların, kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? Şüphesiz Allah
insanlara karşı çok lütufkârdır, fakat onların çoğu (O’nun nimetlerine)
şükretmezler.
61. (Ey Muhammed!)
Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve (ey
insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi
mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden
daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz;
hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı)dır.
62. Bilesiniz ki,
Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.
63. Onlar iman etmiş
ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.
64. Dünya hayatında
da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur.
İşte bu büyük başarıdır.
65. Onların
(inkârcıların) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün güç Allah’ındır. O, hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir.
66. Bilesiniz ki
göklerde kim var, yerde kim varsa, hep Allah’ındır. Allah’tan başkasına
tapanlar (gerçekte) Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Şüphesiz
onlar ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.
67. O, içinde
dinlenesiniz diye geceyi sizin için (karanlık); gündüzü ise aydınlık kılandır.
Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.
68. “Allah, bir çocuk
edindi” dediler. O, bundan uzaktır. O, her bakımdan sınırsız zengindir.
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Bu konuda elinizde hiçbir delil
de yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
69. De ki: “Allah
hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler.”
70. Onlar için
dünyada (geçici) bir yararlanma vardır. Sonra dönüşleri bizedir. Sonra da,
inkâr etmekte olduklarına karşılık onlara şiddetli azabı tattıracağız.
71. Nûh’un haberini
onlara oku. Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Eğer benim
konumum ve Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki)
ben sadece Allah’a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı
ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra
bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!
72. Eğer yüz
çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak
Allah’a aittir. Bana müslümanlardan olmam emredildi.”
73. Onu yine de
yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve
onları ötekilerin yerine geçirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk.
Bak, uyarılan (fakat söz anlamayan)ların sonu nasıl oldu!
Not.1 A’râf 59, Yâsîn 41-43, Şuarâ 117-120, Yunus 73, Hûd 36-44,
Zâriyât 46, Mü’minûn 26-29, Ankebût 14-15: Nuh’un, kavmi ile olan inanç
problemleri üzerine kurulu “Tufan”
hikâyesi Tevrat’tan alınmadır. Ancak bu hikâyenin aslı da çok tanrılı Sumerlere
dayanmaktadır (Gılgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikâye,
ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a,
tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı. Kur’an da Nuh’un bu hikâyesini
sıkça kullanıp, inanmayanlara “Tufan”
mesajı vermeye çalışıyor).
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.49-53).
74. Sonra, onun
ardından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara apaçık
mucizeler getirdiler. Fakat onlar önceden yalanlamakta oldukları şeye inanacak
değillerdi. İşte biz haddi aşanların kalplerini böylece mühürleriz.
75. Sonra bunların
ardından Firavun ile ileri gelenlerine de Mûsâ ve Hârûn’u mucizelerimizle
gönderdik. Ama büyüklük tasladılar ve suçlu bir toplum oldular.
Not.1 Araf
103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48,
Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara
(49-108, 136, 246 vb çoğu ayetler):
Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor.
Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.
a) Kur’an ve Tevrat’a göre Musa
peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put
ustasıydı.
b) 286 cümleden oluşan Bakara
suresi, zaten Musa’nın kavminin
ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara,
Arapçada inek demektir. Yani
Türkçesi inek suresi demektir.
c) Efsanenin hemen her parçası
en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.
d) Araf 103’ten, Şuara 16’dan,
Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak
anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.
e) Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir.
Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında
da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H.
Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü
olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.
f) Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar
için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık
dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun
ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade kullanılıyor. Bunlar Tevrat’ta teker teker isimleriyle ve
de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7, 8/16, 8/21; 9/9,
19;10/12.)
g) Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda
en çok Tevrat’a başvurmuştur.
Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır.
Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında
inen Taha ve Naziat surelerinde
Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan
Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi
surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye
geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde
bunları tekrar gündeme getirmiştir.
h) Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki
bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına
bir şeyler çağrıştırıyor!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.130-136)
76. Katımızdan
kendilerine hak (mucize) gelince, “Şüphesiz bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
77. Mûsâ: “Size hak
gelince, onun hakkında böyle mi diyorsunuz? Bu bir sihir midir? Oysa
sihirbazlar, iflah olmazlar!” dedi.
78. Dediler ki: “Bizi
atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndüresin de yeryüzünde hâkimiyet
(devlet) ikinizin eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de
inanmıyoruz.”
79. Firavun, “Bütün
usta sihirbazları bana getirin” dedi.5
80. Sihirbazlar
gelince Mûsâ onlara, “Atacağınızı atın (hünerinizi ortaya koyun)” dedi.
81. Sihirbazlar
atacaklarını atınca, Mûsâ dedi ki: “Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu
elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez.
82. Suçluların hoşuna
gitmese de, Allah, hakkı sözleriyle gerçekleştirecektir.”
Not.1 Hicr
9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa
46, Maide 13, 41:
a) Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.
b) Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf
27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu
tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini
kimse değiştiremez” diyor.
c) Bakara 75, Nisa 46, Maide 13,
41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler
Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.
Özetle; Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde
ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur”
derken, yine aynı Allah “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler”
diyor.
Ayetlerden açıkça görüldüğü
gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle
çelişmektedir.
d) Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar
arasında ikili davranıp bazılarına
koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!
Bu konuda Kur’an’da başka
ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne
Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama
hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.
Bu şu demek değildir ki,
bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.
Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.
e) Denilebilir ki, Kur’an’da sözü
edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli
değildir; ben de derim ki, Allah niçin
farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.82-84).
83. Firavun ve ileri
gelenlerinin kötülük yapmaları korkusu ile kavminin küçük bir bölümünden
başkası Mûsâ’ya iman etmedi. Çünkü Firavun, o yerde zorba bir kişi idi. O,
gerçekten aşırı gidenlerdendi.
Not.1 Allah
Firavun ve toplumuna çift peygamber
(Musa-Harun) gönderdiği halde, az bir sayı inanıyor.
Hâlbuki bıldırcın kuşuyla kuvvet helvasını yolladığına göre inanmaları
gerekirken, tam tersi oluyor. Hem bu
kadar mucize, hem de bu kadar iyiliğe karşı onların inanmamaları insana
garip geliyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.147)
84. Mûsâ, “Ey kavmim!
Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmişseniz, eğer O’na teslim olmuş kimseler
iseniz, artık sadece O’na tevekkül edin” dedi.
85. Onlar da şöyle
dediler: “Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler
topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!”
86. Bizi rahmetinle o
kâfirler topluluğundan kurtar.
87. Mûsâ’ya ve
kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da (sığınak olarak) evler hazırlayın ve
evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri
müjdele” diye vahyettik.
Not.1 Yunus
87, Bakara 142-145: Bu ayetlerde görüldüğü gibi namazda Kabe’ye yönelmek
şarttır. Bu yöne de Kıble denir. İşte kimi tarihçiler, bu ismin Hititlerin, “Kibele” tanrıçasından esinlenerek daha önce Arap müşrikleri tarafından benimsenip Muhammed’ce de kabul edilip tanrı
buyruğu olarak Kuran’a alındığını belirtiyorlar. Sasanilerin ibadet
esnasında doğu tarafına yöneldikleri bir gerçektir. Burada diyebiliriz
ki, bu inanç da diğerleri gibi eski
mitolojilerin bir devamı olup köken itibariyle bir güneş putperestlikten
gelmedir. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.33).
88. Mûsâ, şöyle dedi:
“Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya
hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye
mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver,
çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.”
89. Allah da, “Her
ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin ve sakın
bilmeyenlerin yolunda gitmeyin” dedi.
Not.1 Taha
24-39, Kasas 33-35, Yunus 88-89:
Musa’nın tanrıdan bir şeyler koparma konusunda Kuran’da örnekler hayli
fazladır. Allah kendisini peygamberlikle ilk görevlendirdiği zaman, o bazı
itiraz ve tekliflerde bulunuyor, istediklerini de alabiliyor. Bu ayetlerden
görüldüğü gibi Cebrail bazen aynı
anlamı ve harfleri içeren ayetler için birkaç kez göklere çıkıp inmiş! Burada önemli
bir nokta göze çarpıyor: Her ne kadar İslamcılar kabul etmese de,
Kuran’daki benzer bilgilerden yola çıkılarak Musa’nın zaman zaman Allah’ına danışmanlık yaptığı kesin.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.134)
90. İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak
üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken,
“İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben
de müslümanlardanım” dedi.
91. Şimdi mi?! Oysa
daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.
92. Biz de bugün
bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız. Çünkü
insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.
93. Andolsun, biz
İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar
verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki,
ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında
hükmünü verecektir.[94-96 arası
âyetler Medine dönemine aittir.]
94. Eğer sana
indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyanlara
sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden
olma!
Not.1 MUHAMMED, BİR TAKTİK OLARAK ALLAH’I ADINA KENDİNİ SORGULUYOR
İlgili ayetler: İsra 90-94, Yunus 94-95, Hud 35, Hakka
43-47, Enfal 32-33, Nisa 82, Maide 67.
Değinilen ayetler: Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41.
Muhammed güya Allah’ına;
1) “Eğer
Kur’an’ı Muhammed uydursaydı onun
şahdamarını keserdik” dedirtiyor. (Hakka 43-47)
2) “Eğer Kuran’dan şüphe edersen, o
zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor”
dedirtiyor. (Yunus
94-95)
a) Bir kere Kur’an Allah’tan olsaydı bundan Muhammed niye şüphe duysun da Allah böyle bir şey desin
ki?!! Tek başına bu ayet bile
Kur’an’ın Allah’tan değil insanlar
tarafından yazıldığının kanıtıdır!
b) Bu ayet, bir taraftan
tescil ediyor ki, Muhammed
zamanında Kuran’da olup bitenleri kendisinden
daha iyi bilen insanlar varmış.
c) Öbür taraftan beraberinde şu
çelişkiyi de getiriyor: Allah’ın Muhammed’e, “Eğer Kuran’da şüphen varsa, o
zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor” deyip ehliyetli bulduğu o jüri heyeti acaba kimler? Çünkü Kur’an’ın Allah’ı ne Yahudileri, ne de Hıristiyanları kabul etmiyor;
ikisinin de Tevrat ve İncili bozduklarını/ tahrif ettiklerini söylüyor.
(Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41)
Dolayısıyla burada anlaşılmaz bir durum söz konusudur.
3) Yine
Allah’ına “‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? De ki, eğer
uydurdumsa bunun günahı benim boynumdadır” dedirtiyor. (Hud
35)
4) Bir
de abartılı biçimde: “Eğer bu Kur’an
Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı o zaman içinde birçok
tutarsızlıklar olurdu” dedirtiyor. (Nisa 82)
5) “‘Bize gökten mucize göstermezsen biz
sana asla inanmayız’
diyenlere de ki, ‘rabbin şanı yücedir; ben ancak elçi olan bir beşerim’” dedirtiyor.
(İsra 90-94)
6) “Allah seni insanlardan korur” dedirtiyor. (Maide 67)
Ancak dediği çıkmıyor, Allah’ı kendisini korumuyor.
Bu konuda sağlam kaynaklarda Muhammed’in ifadesi vardır ki, o bir Yahudi kadının su-i kastıyla
öldürülmüştür. Yine sağlam kaynaklara göre Muhammed’i iki hanımı Ayşe
ve Hafsa ile babaları (sonraki
halifeler) Ebubekir ve Ömer öldürüyor.
7) “Ey
Allah, eğer bu kitap sendense bize gökten acıklı bir azap ver” diyen inanmayanlara
Allah’ına isnaden “Aranızda Muhammed
varken Allah size azap etmez” anlamında ayet gönderiyor. (Enfal 32-33)
a) İşte Muhammed Kuran’dan bilgisi olmayan insanları bu tür taktiklerle
etkilemeğe çalışıyor.
b) Şu an dünyada milyarlarca insan
çeşitli sıkıntılardan ötürü feryat edip bir kurtarıcı arıyor; ama kutsal
kitaplara göre dar günün tanrısı yardıma gelmiyor.
Muhammed’e
gelince anlatıldığı gibi en ufak bir rahatsızlığında Allah-Cebrail hemen hazır-nazırlar. Böylesine kişiye özel
tanrıya Sümerlerde de rastlanırdı. Her kralın ayrı tanrısı vardı.
c) Muhammed’in bu gibi ayetleri
oluşturmasından tek gayesi, “Bakın
ben kafadan konuşmuyorum; Allah beni göreve davet ediyor, yapmamazlık edemem”
fikrini insanlara kabul ettirmektir. Yoksa daha önce Mekke’de de Allah’ın
peygamberiydi neden korkudan namazlarını gizli kılardı, neden Hz.
Ali’yi kendi yerinde yatağına yatırıp geceleyin Medine’ye kaçıyordu!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.191-192).
Not.2 VARAKA: Hz. Muhammed zamanında Varaka gibi bilgili insanların varlığını
bu ayet de kabul ediyor, hem de ilginç bir şekilde. “Eğer
sana indirdiğimizden (vahiyden) kuşkuda isen, senden
önce kitabı okuyanlara sor.”
deniliyor. Peki, tanrının da güvendiği danışma heyeti, bilirkişiler kimlerdi
ki Hz. Muhammed gidip onlardan sorsun? Cidden
ilginç bir ayet.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.40).
95. Sakın Allah’ın
âyetlerini yalanlayanlardan da olma! Yoksa zarara uğrayanlardan olursun. [94-96 arası âyetler Medine dönemine aittir.]
96-97. Şüphesiz,
haklarında Rabbinin sözü (hükmü) gerçekleşmiş olanlar, kendilerine bütün
mucizeler gelse bile, elem dolu azabı görünceye kadar inanmazlar.
98. Yûnus’un
kavminden başka, keşke (azabı görmeden) iman edip, imanı kendisine fayda veren
bir tek memleket halkı olsaydı! (Yûnus’un kavmi) iman edince, dünya hayatında
(sürüklenebilecekleri) rezillik azabını onlardan uzaklaştırmış ve onları belli
bir zamana kadar yararlandırmıştık.
99. Eğer Rabbin
dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle
iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?
Not.1 Kafirun
6, Şuarâ 3-4, Yunus 99, Zümer 14-15, Gaşiye 21-22: Mekke döneminde
oluşturulan bu ayetlere bakıldığında sanki İslamda tam bir inanç özgürlüğü varmış gibi algılanır. Oysa başta İslam
literatüründe, “Kılıç ayetleri”olarak
geçen Tevbe suresinin ilk 5 ayeti
olmak üzere Medine’de oluşturulan bazı ayetlerde İslamı kabul etmeyenler için “ölüm fetvaları” bulunmaktadır. İşin
aslı Muhammed henüz Mekke’de iken peygamberliğinin
ilk yıllarında/ zayıf olduğu dönemlerde başka inançlara sahip güçlü kavimlerle sorun yaşamamak için
bu gibi ayetler ortaya atarken; daha sonra Medine’ye
geçip orada güçlenince tamamen farklı
ayetler oluşturmuştur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.79-81).
Not.2 Bu
normal bir durumdur; çünkü savunmada
olan bir insan veya örgüt elbette ki barıştan başka bir şey isteyemez.
Burada önemli olan, bu söylemleri
öne süren kişi veya örgütün, galip
duruma geçerken takındığı tutumdur/izlediği yoldur. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.263-265).
Not.3 Hac
39: Bu ayette “Kendileriyle
savaşılanlara (Müslümanlara) savaş için izin verildi. Çünkü bunlara zulüm
yapılmıştır” denir. Özellikle bu ayet
bağlamında “Muhammed Medine’de
maddi olarak güçlendiği için kendisi savaşa izin veren bu gibi cümleleri
Kur’an’ına yazmıştır” gerçeğine
karşı gelinirse, ben de derim ki, hem Muhammed’in kendisi, hem de
Müslümanlar Mekke’de de mazlumdu;
peki neden tanrı orada da savunma
amaçlı savaş ayetleri göndermedi?! bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.81).
100. Allah’ın izni
olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce)
kullanmayanlara verir.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir
modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna
etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne
kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
101. De ki: “Göklerde
ve yerde neler var, bir baksanıza.” Fakat âyetler ve uyarılar, inanmayan bir
topluma hiçbir fayda sağlamaz.
102. Onlar sadece,
kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen (azap dolu) günlerin
benzerini mi bekliyorlar? De ki: “Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte
bekleyenlerdenim.”
103. Sonra
resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. (Ey Muhammed!) Aynı şekilde
üzerimize bir hak olarak, inananları da kurtaracağız.
104. De ki: “Ey
insanlar, eğer benim dinimden herhangi bir şüphede iseniz, bilin ki ben,
Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat sizin canınızı alacak
olan Allah’a kulluk ederim. Bana mü’minlerden olmam emrolundu.”
105-106. Yine bana şöyle
emredildi: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a
ortak koşanlardan olma. Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar
verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen
zâlimlerden olursun.”
107. Eğer Allah sana
herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek
yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur.
O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet
edicidir.
108. De ki: “Ey
insanlar, size Rabbinizden gerçek (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola
girerse, ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar.
Ben sizden sorumlu değilim.”
109. (Ey Muhammed!)
Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm
verenlerin en hayırlısıdır.
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harflerle ilgili
olarak Bakara sûresinin ikinci âyetinin dipnotuna bakınız.
2. Arş, kudret ve
hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
3. Âyetteki “Allah’ın
tuzak kurması” ifadesi mecazî olup, “inkârcılara mühlet verip sonra onları
ansızın yakalaması” ve “inkârcıların inkârlarına ceza ile karşılık vermesi”
gibi anlamlar ifade eder.
4. Bu konu ile ilgili
olarak bakınız: A’râf sûresi, âyet, 34.
5. Mûsâ ve Firavun kıssasının
başka bir anlatımı için bakınız: A’râf sûresi, âyet, 103-140.
HÛD | TANRI ELÇİSİ HÛD HİKÂYESİ
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |