59- ZÜMRELER (GRUPLAR) | ZÜMER (Kitap
Sırası-39)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Kitab’ın
indirilmesi mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
2. (Ey Muhammed!)
Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a
has kılarak O’na kulluk et.
3. İyi bilin ki,
halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz
onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz”
diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm
verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.
4. Eğer Allah bir
çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O, bundan
uzaktır, yücedir. O, bir ve her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan
Allah’tır.
5. Gökleri ve yeri
hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor,
gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun
eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi
bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Tekvir 1, Zümer 5 -iki kez-) Arapçasında geçen;
“KÜVVİRET” kelimesi
Arapça değildir.
Farsça’dır, Pehlevicede “dürülmek”
anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.281).
6. O, sizi bir tek
nefisten yarattı. Sonra ondan1 eşini var etti. Sizin için
hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı.2 Sizi
annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık
içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hâkimiyet)
yalnız O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da
haktan döndürülüyorsunuz?
Not.1 A'raf 189, Enam 98, Zümer 6, Nisa 1: Sümer mitolojisine göre Enki, Dilmun
denilen cennetteki bitkilerden yiyince hastalanır. Onun ağrıyan yerlerinden biri de kaburga
kemikleridir. Buna benzer bir olay hem Tevrat’ta,
hem de İslam’da Muhammed’in
hadislerinde vardır. Kur’an’da kaburga
kelimesi geçmiyor; ancak kadının
erkekten yaratıldığı biçimindeki mutlak ifade (sizi tek nefisten yarattı) yukarıdaki ayetlerde kullanılıyor.
Muhammed’se bu konuyu kendi hadislerinde Tevrat’la tam paralel bir biçimde
açıklıyor ve “Kadının, erkeğin eğe
kemiğinden yaratıldığını” net bir ifadeyle belirtiyor (Tecrid-i Sarih
Diyanet tercemesi, hadis no: 1816). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.53-54).
7. Eğer inkâr
ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama
kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı
olur. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz
ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O, göğüslerin
özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.
8. İnsana bir zarar
dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir
nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan
saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin!
Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.”
9. (Böyle bir kimse
mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta,
ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.
10. (Ey Muhammed!)
Bizim adımıza de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının.
Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü
geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.”
11. De ki: “Şüphesiz
bana, dini Allah’a has kılarak O’na ibadet etmem emredildi.”
12. “Bana,
müslümanların ilki olmam da emredildi.”
13. De ki: “Eğer ben
Rabbime isyan edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım.”
14. De ki: “Ben
dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet ediyorum.”
15. “Siz de Allah’tan
başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki: “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar,
kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu,
apaçık hüsranın ta kendisidir.”
Not.1 Kafirun
6, Şuarâ 3-4, Yunus 99, Zümer 14-15, Gaşiye 21-22: Mekke döneminde
oluşturulan bu ayetlere bakıldığında sanki İslamda tam bir inanç özgürlüğü varmış gibi algılanır. Oysa başta İslam
literatüründe, “Kılıç ayetleri”olarak
geçen Tevbe suresinin ilk 5 ayeti
olmak üzere Medine’de oluşturulan bazı ayetlerde İslamı kabul etmeyenler için “ölüm fetvaları” bulunmaktadır. İşin
aslı Muhammed henüz Mekke’de iken peygamberliğinin
ilk yıllarında/ zayıf olduğu dönemlerde başka inançlara sahip güçlü kavimlerle sorun yaşamamak için
bu gibi ayetler ortaya atarken; daha sonra Medine’ye
geçip orada güçlenince tamamen farklı
ayetler oluşturmuştur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.79-81).
Not.2 Bu
normal bir durumdur; çünkü savunmada
olan bir insan veya örgüt elbette ki barıştan başka bir şey isteyemez.
Burada önemli olan, bu söylemleri
öne süren kişi veya örgütün, galip
duruma geçerken takındığı tutumdur/izlediği yoldur. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.263-265).
Not.3 Hac
39: Bu ayette “Kendileriyle
savaşılanlara (Müslümanlara) savaş için izin verildi. Çünkü bunlara zulüm
yapılmıştır” denir. Özellikle bu ayet
bağlamında “Muhammed Medine’de
maddi olarak güçlendiği için kendisi savaşa izin veren bu gibi cümleleri
Kur’an’ına yazmıştır” gerçeğine
karşı gelinirse, ben de derim ki, hem Muhammed’in kendisi, hem de
Müslümanlar Mekke’de de mazlumdu;
peki neden tanrı orada da savunma
amaçlı savaş ayetleri göndermedi?! bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.81).
16. Onlar için
üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır. İşte
Allah, kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, bana karşı gelmekten sakının.
17. Tâğût’tan3,
ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır.
O hâlde, kullarımı müjdele!
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;
“Tağut” kelimesi Arapça
değildir.
Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut
kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.284).
18. Sözü dinleyip de
onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği
kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.
19. Hakkında azap
sözü (hükmü) gerçekleşenler, hiç onlar gibi olur mu? Cehennemlikleri sen mi
kurtaracaksın?
20. Fakat Rabbine
karşı gelmekten sakınanlar için (cennette) üst üste yapılmış ve altlarından
ırmaklar akan köşkler vardır. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Allah,
va’dinden dönmez.
21. Görmedin mi,
Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla
renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı
kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp hâline getirir.
Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.
22. Allah’ın, göğsünü
İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana
kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay
hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Zümer 22, Hac 53, Maide 13) Arapçasında geçen;
“KASİYE” kelimesi
Arapça değildir.
Yabancı kökenli “Kaşiye”den gelir “katı yürekli, kalplerinde hastalık olan” anlamında “kalp” kelimesiyle birlikte
kullanılmıştır. Hangi dilden geldiği
bilinmiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır.
Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.298-299).
23. Allah, sözün en
güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri,
kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların
derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da)
kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet
rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık
onun için hiçbir yol gösterici yoktur.
24. Kıyamet günü kötü
azaba karşı yüzüyle korunan kimse4, (o gün) azaptan emin olan kimse
gibi midir? Zalimlere, “Kazandıklarınızı tadın” denir.
25. Onlardan
öncekiler de yalanladılar ve azap kendilerine farkına varamadıkları bir yerden
geldi.
26. Böylece Allah
dünya hayatında onlara zilleti tattırdı. Elbette ki ahiret azabı daha büyüktür.
Keşke bilselerdi!
27. Andolsun, öğüt
alsınlar diye biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik.
Not.1 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna
varıyorduk. Vaazı bitince herkes
elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim
sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
28. Biz onu, Allah’a
karşı gelmekten sakınsınlar diye hiçbir eğriliği bulunmayan Arapça bir Kur’an
olarak indirdik.
Konu: KUR’AN EVRENSEL Mİ?
a) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı,
doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz
bölgesindeki insanları (dili
Arapça olanları) ilgilendirdiği
hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara
bir mesaj iletilmek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir
dille olmalı.
Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar
dışındakilere gelmiyor.
Gerekçesi de Kur’an’da belirtiliyor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak
diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.
Tam burada Arap olmayanların
da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dilimizde
olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun?” demeye hakları vardır. Eğer
bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de
alınmalıdır.
Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken “Arap
yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve “Müslüman
olmayanları Arap yarımadasından
çıkarın” şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet
açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insanları ilgilendiren
bir din.
Peki, eğer bölgesel bir din
olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın,
denilebilir miydi? Aslına bakılırsa
artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü
Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü
Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ihtisas gerekiyor.
b) Müddessir 36, En’am 19, Sebe
2, Enbiya 107:
Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.
Bu ayetler afaki bir anlam
içeriyor; Kur’an’ın evrenselliğiyle
alakalı değildir.
Bunlar soyut
açıklamalardır ve birer perspektif vermektedir.
Mesela Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir
can acı çekerken mutlu değilim”
demiş.
Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.
Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu
somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun
çıkardı,
deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu
ancak asimilasyonun daniskası olur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; İnançların
temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET,
CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler
hep başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.
Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime
olduğunu bunların İbranice,
Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice,
Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi
dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.
Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami
Dilleri profesörlerinden Arthur
Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki
320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli
dillerden geldiğini yazmış.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.265-302).
29. Allah, birbiriyle
çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir kişiye ait
olan bir (köle) adamı örnek verdi. Bu iki adamın durumu hiç, bir olur mu?5
Hamd Allah’a mahsustur. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.
30. (Ey Muhammed!)
Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.
31. Sonra şüphesiz
siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz.
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH:
a) Mürselat 35-36, Yasin 65,
Kasas 78, Rahman 39: Bu ayetlerde
kıyamet günü ne insandan, ne de cinden günahı
sorulmayacak. O gün suçluların
ağızları mühürlenecek; ancak elleri
konuşacak, ayakları da şahitlik edecek! Yani suçları kesinleşmiş olanlara günahları
konusunda soru sorulmayacak (çünkü Allah hepsini bilir) deniliyor. “Bu, onların konuşamayacakları gündür. Özür dilemek için onlara
izin de verilmeyecek” deniliyor Kur’an’da.
Bir de bunun tam tersi var. Mesela;
b) Kaf 28, Hicr 92-93, Saffat
27-29, Zumer 31: (Ey Muhammed!) Rabbine and olsun ki, onların hepsinden, yaptıklarını mutlaka soracağız.
Şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin
huzurunda yargılanacaksınız. Allah o gün şöyle diyecek: “Benim huzurumda
çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size daha önceden yaptım.” Suçlular
birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler). Şöyle derler: “Siz bize sağdan
gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz.” Diğerleri de onlara şöyle karşılık
verirler: “Hayır, siz zaten mü’min kimseler değildiniz” anlamında farklı içerik belirten ayetler var.
Sonuç: Peki, o zaman soru-cevap şeklinde bir
yargılama var mı, yoksa Allah her şeyi bildiği için buna gerek yok; artık
kendisi bildiği için istediğini cennete, istediğini de cehenneme mi atacak?
O
gün insanlar konuşacak mı, yoksa Allah her şeyi bildiği için buna gerek yok mu?
Bu bilinmiyor...
Kur’an’daki
bilgi bir şekilde birbirine zıt.
Not.2 İşte
Kur’an’da böylesine zıt olan ayetler hakkında İslam âlimleri nasih ve mensuh kuralını devreye
koymuşlar.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.233-234).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
32. Kim, Allah’a karşı
yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu (Kur’an’ı) yalanlayandan daha
zalimdir? Cehennemde kâfirler için kalacak bir yer mi yok!?
33. Dosdoğru Kur’an’ı
getiren ile onu tasdik edenler var ya, işte onlar Allah’a karşı gelmekten
sakınanlardır.
34. Onlar için
Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu, iyilik yapanların
mükâfatıdır.
35. Allah,
işlediklerinin en kötüsünü örtmek ve onlara yaptıklarının en güzeli ile
karşılık vermek için (onları böyle mükâfatlandırdı).
36. Allah, kuluna
yetmez mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah,
kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.
37. Allah, kimi de
doğru yola iletirse artık onu saptıracak hiç kimse yoktur. Allah mutlak güç
sahibi, intikam sahibi değil midir?
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa
88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan
44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
38. Andolsun, eğer
onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette, “Allah”, derler. De
ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer
Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın dokundurduğu
zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O’nun rahmetini
engelleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na
tevekkül ederler.”
Not.1 Allah
kendisi hakkında (Kuran’ın diğer surelerinde anlatılanlar hariç) sadece Şuara suresinde sekiz (8) ayrı yerde
(9, 68,104, 122, 140, 159, 175, 191) “şüphesiz
ki senin Rabbin aziz ve Rahimdir” diyor. Ayrıca “‘göklerle yeri kim yarattı’ diye sorarsan, onlar, ‘Allah’ diyecekler”
cümlesini aşırı derecede
tekrarlamıştır (Lokman 25, Zümer 38, Zuhruf 9, 87, Ankebut 61). Rahatlıkla
diyebilirim ki, Kuran’da en çok tekrarlanan ayetler tanrının varlığıyla ilgilidir. Buradan sanki tanrının kendi varlığından kuşkusu
olduğu imajı ortaya çıkıyor.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.138-139)
39-40. De ki: “Ey kavmim!
Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime
geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz!”
41. (Ey Muhammed!)
Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar.
Sen onlara vekil değilsin.
42. Allah, (ölen)
insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır.
Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin
sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler
vardır.
43. Yoksa Allah’tan
başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Hiçbir şeye güçleri yetmese ve
düşünemiyor olsalar da mı?”
44. De ki: “Şefaat
tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız
O’na döndürüleceksiniz.”
45. Allah, bir tek
(ilâh) olarak anıldığında ahirete inanmayanların kalpleri daralır. Allah’tan
başkaları (ilâhları) anıldığında bakarsın sevinirler.
46. De ki: “Ey
göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’ım!
Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin.”
47. Eğer yeryüzünde
bulunan her şey tümüyle ve onlarla beraber bir o kadarı da zulmedenlerin olsa,
kıyamet günü kötü azaptan kurtulmak için elbette onları verirlerdi. Artık, hiç
hesap etmedikleri şeyler Allah tarafından karşılarına çıkmıştır.
48. (Dünyada)
kazandıkları şeylerin kötülükleri karşılarına çıkmış, alay etmekte oldukları
şey onları kuşatmıştır.
49. İnsana bir zarar
dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bu,
bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir” der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat
onların çoğu bilmezler.
50. Bunu
kendilerinden öncekiler de söylemişti ama kazandıkları şeyler onlara hiçbir
yarar sağlamamıştı.
51. Nihayet
kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. Onlardan zulmedenler
var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. Onlar
Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.
52. Bilmediler mi ki,
Allah rızkı dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz bunda
inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.
Not.1 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:
a) İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’
36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm
28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:
Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir,
Allah’ın takdiridir.
Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle beyan ediliyor. (pdf-s.222-226).
b) Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’
39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç
vermeyi*, çalışmayı övüyor.
(*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)
Allah, “Ey insanlar! Çalışın,
kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşayın...” dese bile, bunun bir anlamı
olamaz. Çünkü insanın çalışabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var
olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.
(pdf-s.233-234).
c) Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumluluğunu kendi üzerine aldığı
halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili
bir ifadeyle çalışmayı övüyor. (pdf-s.233-234).
d) Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana aittir,
ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak
yarattım” (Zuhruf 32) demesi,
hem sık sık “benim adıma, benim namı
hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun
yerini doldururum” şeklinde beyanatta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Allah’ın eli bağlıdır (Allah
cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).
İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak,
“Vay eliniz bağlanası, vay lanet
olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Yahudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul
edilip edilmediği de ortada.
(pdf-s.233-234).
e) Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine
tespih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.
(pdf-s.235).
f) Kur’an, insanlara sadaka vermeyi
önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce
(m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık
avlanmayı öğret; böylece sen de
kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış
için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şeklinde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.
(pdf-s.236).
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.222-236).
53. De ki: “Ey kendilerinin
aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.
Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.”
54. Azap size
gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.
55-56. Farkında olmadan
azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun
ki, kişi, “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten
ben alay edenlerden idim” demesin.
57. Yahut, “Allah
beni doğru yola iletseydi, elbette O’na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum”
demesin.
58. Yahut azabı
gördüğünde, “Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan
olsam” demesin.
59. (Allah, şöyle
diyecek:) “Hayır, öyle değil! Âyetlerim sana geldi de sen onları yalanladın,
büyüklük tasladın ve inkârcılardan oldun.”
60. Kıyamet günü
Allah’a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir.
Büyüklük taslayanlar için cehennemde bir yer mi yok!?
61. Allah, kendisine
karşı gelmekten sakınanları başarıları sebebiyle kurtarır. Onlara kötülük
dokunmaz. Onlar üzülmezler de.
62. Allah, her şeyin
yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.
63. Göklerin ve yerin
anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar
ziyana uğrayanların ta kendileridir.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Zümer 63, Şura 12) Arapçasında geçen;
“MEKALİD”
kelimesi Arapça değildir.
Farsça’dır, “Anahtarlar”
anlamına gelir. Ayette anahtarlardan kasıt, “hüküm/iktidar Allah’ındır” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına
rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.281).
64. De ki: “Ey
cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?”
65. Andolsun, sana ve
senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: “Eğer Allah’a ortak koşarsan
elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”
66. Hayır, yalnız
Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.
67. Allah’ın kadrini
gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir.
Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından
uzaktır, yücedir.
68. Sûr’a üflenir ve
Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür.
Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar.
69. Yeryüzü, Rabbinin
nuruyla aydınlanır. Kitap (amel defterleri) ortaya konur. Peygamberler ve
şahitler getirilir ve haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hüküm
verilir.
Not.1 ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Bu ayetteki “yeryüzünün aydınlanması” teması şair Kuss bin Saide’den alınmıştır.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
70. Herkese
yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi
bilendir.
71. İnkâr edenler
grup grup cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları
açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: “Size içinizden, Rabbinizin
âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran
peygamberler gelmedi mi?” Onlar da, “Evet geldi” derler. Fakat inkârcılar
hakkında azap sözü gerçekleşmiştir.
72. Onlara şöyle
denir: “İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük
taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!”
73. Rablerine karşı
gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında
oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selâm olsun!
Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî kalmak üzere buraya girin.”
74. Onlar şöyle
derler: “Hamd, bize olan vaadini gerçekleştiren ve bizi cennetten dilediğimiz
yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah’a mahsustur. Salih amel
işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!”
75. Melekleri de,
Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış hâlde
görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve “Hamd âlemlerin
Rabbi olan Allah’a mahsustur” denilmiştir.
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Buradaki “ondan”
ifadesi, “onun türünden” şeklinde de anlaşılabilir.
2. Âyette sözü edilen
hayvanların neler olduğu konusunda En’âm sûresinin 143 ve 144. âyetlerine
bakınız.
3. Tâğût ile ilgili
olarak Bakara sûresinin 256. âyetinin dipnotuna bakınız.
4. Âyette, azaba
uğrayacak olanların azaptan sakınma konusunda çarelerinin bulunmadığı
anlatılmaktadır. Bir tehlikeyle karşı karşıya kalan insan, her şeyden evvel tüm
imkânlarıyla yüzünü sakınır. Yüzünü sakınmayacak bir duruma gelmişse çaresi
tükenmiş demektir. Ahirette azaba uğrayacak kimsenin öncelikle koruyacağı
yüzünü, korunma aracı olarak kullanacak olması, onun tüm çarelerinin tükenmiş
olacağını ifade etmektedir.
5. Âyette, Allah’ın
birliği müşrik Arapların günlük hayatından bir örnekle ispat edilmektedir.
Şöyle ki: Köle üzerindeki ortaklardan her birisi ona bir iş koşması hâlinde,
köle bunlardan hiçbirini yapamayacak ve işler karışacaktır. Oysa tek sahibi
olan köle, kendisine başka emreden olmayacağı için işini düzenli olarak yapıp
bitirir. Tıpkı bunun gibi Allah birden fazla olsaydı, kâinatın düzeni
bozulurdu. Burada bir örnek olarak anlatılan bu hakikat, “Eğer yerde ve gökte Allah’tan
başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulmuş gitmişti..”
(Enbiya sûresi, 22) âyetinde açıkça ifade edilmiştir.
MÜ'MİN | GAFİR | İNANAN
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |