92- SIĞIR | BAKARA (Kitap
Sırası-2)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Elif Lâm Mîm.1
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
2. Bu, kendisinde
şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol
göstericidir.
Not.1 Bu
not için bkz. Bakara 24 Not.1
3. Onlar gaybe2
inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de
Allah yolunda harcarlar.
4. Onlar sana
indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak
inanırlar.
5. İşte onlar
Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte
onlardır.
6. Küfre
saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir,
inanmazlar.3
7. Allah, onların
kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.
Onlar için büyük bir azap vardır.
8. İnsanlardan,
inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.
9. Bunlar Allah’ı
ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da
farkında değillerdir.
10. Kalplerinde
münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını
artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
11. Bunlara,
“Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!”
derler.
12. İyi bilin ki,
onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.
13. Onlara,
“İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de
akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler.4 İyi bilin ki, asıl
akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.
14. İman edenlerle
karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık
dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz
ancak onlarla alay ediyoruz” derler.
15. Gerçekte Allah
onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları
içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
16. İşte onlar,
hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri
onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.
17. Onların durumu,
(geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini
aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde
karanlıklar içinde bırakıverir.
18. Onlar,
sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.
19. Yahut onların
durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak
hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım
seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre
kuşatmıştır.
20. Şimşek neredeyse
gözlerini alıverecek. Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık
çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve görme
duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
21. Ey insanlar! Sizi
ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten
sakınasınız.
22. O, yeri sizin
için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak
çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.
23. Eğer kulumuza
(Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri
bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka
şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).
24. Eğer,
yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla
taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.
Not.1 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna
varıyorduk. Vaazı bitince herkes
elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim
sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
25. İman edip salih
ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu
müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu
(tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki bu
rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz
eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
26. Allah, bir
sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez.
İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre
saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler.
(Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla
ancak fasıkları saptırır.5
27. Onlar, Allah’a
verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği
bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde
bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
28. Siz cansız (henüz
yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz?
Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.
29. O, yeryüzünde
olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök
hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Not.1 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan
yarattık” diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde yarattığını
söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri, dağları ve
rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
Not.2 İsra 44, Fussilet 12, Müminun 17, 86,
Mülk 3, Nebe 12, Bakara 29, Talak 12: Bu ayetlerde yerkürenin “7
kat” olduğu yazıyor. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer
mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7
(yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ
aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu
inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).
30. Hani, Rabbin
meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada
bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana
hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben
sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
Not.1 “Tanrıların
yeryüzündeki vekili” teması çok
tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerde Krallar için
oluşturulan bu inanç, Hıristiyanlıkta Papa, Müslümanlıkta Halife olarak sürdürülmüştür. bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni,
(pdf-s.19).
Not.2 Bu ayet Harut-Marut
ile ilgilidir (aslı Sumerlerden gelir),
102. ayette (Bakara) ayrıntılı
bilgi verilecektir.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.69-75).
31. Allah, Âdem’e
bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer
doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
32. Melekler, “Seni
bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim
hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle
yapan sensin” dediler.
33. Allah, şöyle
dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların
isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben
bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim
demedim mi?” dedi.
Not.1 Bakara
31-33: Bu hikâye başta Tevrat olmak üzere diğer inanç sistemleri üzerinden İslam’a geçmiştir.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.57).
34. Hani meleklere,
“Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı
ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
35. Dedik ki: “Ey
Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama
şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Not.1 Araf
19-22, Taha 120, Bakara 35: Bu ayetlere göre tanrı,
Adem’le Havva’yı, hayat ağacına yanaşmamaları
konusunda uyarır. Bu hikâye de çok
tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerin cenneti Dilmun’da da Enki’nin bitkilerden yemesi, Tanrıça Ninhursag’la arasını açar. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.58).
36. Derken, şeytan
ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun
üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli
bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.
37. Derken, Âdem
(vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine
yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok
kabul edendir, çok bağışlayandır.
Not.1 A’râf 19-26, Meryem 61-62, Tâhâ 115-122, Bakara 31-32,
35-37, Muhammed 15, Saff 12: “Âdem’in
cennetten kovulması” hikâyesi Tevrat’ta daha ayrıntılı anlatılmaktadır.
Ancak bu hikâye aslında çok tanrılı Sumerlerden gelmektedir.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.41-44).
38. “İnin oradan
(cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim
ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir”
dedik.
39. İnkâr edenler ve
âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada
ebedî kalacaklardır.
40. Ey
İsrailoğulları!6 Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz
sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız
benden korkun.
41. Elinizdeki
Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr
edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı
gelmekten sakının.
42. Hakkı batılla
karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.
43. Namazı kılın,
zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.
44. Siz Kitab’ı
(Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi
emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?
45. Sabrederek ve
namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin.7 Şüphesiz namaz, Allah’a
derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.
46. Onlar, Rablerine
kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler.
47. Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün
kıldığımı hatırlayın.
Not.1 Casiye 16, Bakara 47: “Tanrılar tarafından seçilmiş üstün bir halk” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. Tevrat’ta İsrailoğullarının üstün bir halk olduğu
ayrıntılarıyla anlatılmakta, Kur’an’a da bu şekilde aktarılmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.23).
48. Öyle bir günden
sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden
herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz.8 Onlara yardım da
edilmez.
49. Hani, sizi azabın
en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun
ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan
vardı.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 141, Şuara, 22, İbrahim 6, Bakara 49) Arapçasında geçen;
“ABBEDTE” kelimesi
Arapça değildir.
Nebatice’dir, “öldürmek”
anlamına gelir. Kur’an’da çoğunlukla “köle
etmek” anlamında kullanılmıştır. Hâlbuki asıl anlamı kullanılsa daha
uygun/makuldür. Çünkü ortada köle etmekten daha vahim bir durum söz konusudur.
Yani “Musa Firavun’a, sen İsrail oğullarına soykırım uyguluyorsun (Abbedte),
bir de kalkıp bana minnette bulunuyorsun, demiş” daha uygun olurdu (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.289).
50. Hani, sizin için
denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun ailesini suda
boğmuştuk.
51. Hani, biz Mûsâ
ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize) zulmederek
bir buzağıyı tanrı edinmiştiniz.
Not.1 Araf
103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48,
Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara
(49-108, 136, 246 vb çoğu ayetler):
Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor.
Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.
a) Kur’an ve Tevrat’a göre Musa
peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put
ustasıydı.
b) 286 cümleden oluşan Bakara
suresi, zaten Musa’nın kavminin
ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara,
Arapçada inek demektir. Yani
Türkçesi inek suresi demektir.
c) Efsanenin hemen her parçası
en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.
d) Araf 103’ten, Şuara 16’dan,
Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak
anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.
e) Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir.
Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında
da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H.
Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü
olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.
f) Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar
için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık
dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun
ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade
kullanılıyor. Bunlar Tevrat’ta teker
teker isimleriyle ve de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7,
8/16, 8/21; 9/9, 19;10/12.)
g) Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda
en çok Tevrat’a başvurmuştur.
Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır.
Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında
inen Taha ve Naziat surelerinde
Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan
Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi
surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye
geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde
bunları tekrar gündeme getirmiştir.
h) Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki
bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına
bir şeyler çağrıştırıyor!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.130-136)
Konu: KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!
A’raf 142-150, 154, 155,
Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:
(BU
KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
52. Sonra bunun
ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik.
53. Hani, doğru yolu
tutasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) ve Furkan’ı9 vermiştik.
54. Mûsâ, kavmine
dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz.
Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün10 (kendinizi
düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da
onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok
merhametlidir.”
Not.1 Araf
142,148, 150, 152, 154, Taha 85-88, 95, Bakara 54-57:
Sadece Kuran ve Tevrat’taki bilgilere bakıldığında Musa’nın hiç yoktan adam öldürdüğü olay (kasas 15-21) dışında başka birkaç katliam daha
yaptığı ortaya çıkıyor.
a) Bakara 54’te Musa
kavmine “Cidden siz o buzağıyı ilah edinmekle kendinize zulüm yapmış
oldunuz. Hemen tevbe edin de nefislerinizi
öldürün.” diyor.
Bu ayetle ilgili özellikle de
“nefsinizi öldürün”
cümlesi hakkında, başta Kadı Beydavi olmak üzere tefsirlerde şu ortak
bilgi geçiyor: Musa, dağdan, tanrısı Yehova görüşmesinden gelince, ondan aldığı
emirle kendi toplumuna, “Yaptığınıza
karşı ya kiminiz kiminizi vurun” veya “Buzağıya
tapmayan, onu ilah edineni vursun”
diyor.
b) Musa’ya gelen Tevrat, hem
Kuran’daki bilgilere göre, hem de Tevrat’a göre levhalarda toplu halde
yazılıyken Musa gidip dağda Allah’tan teslim alıyor. Kuran’sa parça parça
iniyor. Bunu hem Kuran, hem Tevrat yazıyor.
Tevrat’a göre Musa’dan sonra Harun (Tevrat Çıkış, 16/13-36, Bakara
55- 57), Kuran’a göre de “Samiri” (Taha suresi, 85, 87, 95) adında biri onların süs eşyalarından,
ziynetlerinden böğüren bir buzağı yapıyor, onlar
o buzağıyı ilah ediniyorlar (Araf
142,148, Taha 88).
c) Allah Musa’yı,
onları bıraktığı için hem azarlıyor, hem de bak sen geldin; ama senin
kavmin daha sonra buzağıyı tanrı edindi deyince, Musa kızgın bir biçimde
dönüyor ve içinde tanrı ayetlerinin yazılı olduğu levhaları yere atıyor. Musa’nın tanrı levhalarını yere
attığını hem Tevrat, hem de Kuran yazıyor (Araf 150,154, Taha 85–86).
d) İşte Musa’nın kavminin bu
yaptıklarına karşı Allah, “Buzağıyı ilah edinenlere gelince,
hiç şüphe yok ki, onlara Rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet
erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız” diyor (Araf,152). .
e) Onların işlediği bu suça karşı
Musa kendilerine, “Tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Allah katında sizin için
böylesi daha iyidir” diyor (Bakara
suresi, 54). Tabi ki ayette detay yok; ancak tefsirlerde Kadı Beydavi
başta olmak üzere ilginç yorumlar var. Bu olayla ilgili Tevrat’taki
bilgilerse çok nettir.
f) Tevrat’a göre (Çıkış, 32/ 26–29) o gün akşama kadar üç bin, Kuran tefsirlerine göre ise az önce belirtildiği gibi 70 bin insan öldürülüyor. Suçları ise, tanrıya eş koşup buzağıya inanmaları.
g) Bazı İslamî yazarlar bu ayetle
ilgili, “Efendim ayette geçen ‘Nefsinizi öldürün’ ifadesinden kasıt, artık
böyle şeyleri yapmayın, kendinizi düzeltin... demiştir” diyebilirler. Bu yorumun gerçekle ilgisi yoktur. Çünkü Tevrat’ta bir kere böyle bir olayın
meydana geldiği kesin.
h) Olayın meydana geldiğine ilişkin Kuran’da bir diğer ipucu
da, Allah’ın bu ceza ayetlerinden birinde, “Buzağıyı ilah edinmelerine
gelince, hiç şüphe yok ki onlara rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet
erişecektir. İşte biz böyle cezalandırırız.” demesidir (Araf,152).
Eğer bu olay meydana gelmemiş olsaydı Kuran’ın Allah’ı böyle söylemezdi.
Bu, Kuran’a göre olayın meydana geldiğine bir kanıttır.
i) Kuran’daki bilgilere
bakıldığında, Musa’nın kendi
kavmini böyle bir katliamdan geçirdiği kesin. Dolayısıyla yersiz
yorumlar, dinden bilgisi olmayan halkın kafasını karıştırmaktan başka bir
amaç taşımıyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.141-146)
55. Hani siz, “Ey
Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz.
Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.
56. Sonra,
şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.
Not.1 Kimi
yorumcular, ölen bu insanlar (Bakara
54 Not.1-f) 24 saat sonra tekrar normal yaşamına dönmüşler demiş, kimileri
daha farklı yorumlar yapmışlar; Tabi ki benim için önemli olan, Kuran Allah’ının böyle
bir hadisenin meydana geldiğine onay vermesi, kendi kitabında işlemesi.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.143).
57. Bulutu üstünüze
gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz
rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz
nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine
zulmediyorlardı.
Not.1 Ne
ilginçtir ki, tanrı onlara verdiği bu cezayı Bakara suresinin 55-56. ayetlerinde anlatırken, bu ayette ise onlara yemek
için -yıllarca- o çölde bıldırcın kuşu ile kuvvet helvasını gönderdiğini,
güneşte yanmasınlar diye bulutu kendilerine şemsiye gibi gölge yaptığını
anlatıyor. Tabi hem kuvvet helvası, hem bıldırcın hikâyesi, hem de güneşin şemsiye
hikâyesi Tevrat’ın aktarımlarıdır (Tesniye,10/6). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.143).
Not.2 A’râf
160, Taha 80, Bakara 57, Mâide 112-115: Allah aç ve sıkıntıda olan
İsrailoğullarına kendi katından helva ve bıldırcın eti gönderdiğini beyan
ediyor (A’râf 160, Taha 80, Bakara 57
vb).
Yine Hz. İsa’nın havarileri
kendisinden, “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra
indirebilir mi?” demişler O, “İman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun”
demiş. Onlar: “İstiyoruz ki, ondan yiyelim, böylece kalplerimiz rahat olsun,
bize doğru söylediğini bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım”
demişler. Meryem oğlu İsa şöyle demiş: “Ey Rabbimiz, bize gökten bir sofra
indir ki bizim ve geçmiş ile geleceklerimiz için bayram ve senden bir ayet
(mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen rızık verenlerin en hayırlısısın.”
Allah da şöyle buyurmuş (Mâide 112-115.):
“Ben şüphesiz onu size indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr
ederse, kainatta hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim” demiş.
Bir kere Allah’ın, “Ben şüphesiz size
göndereceğim; ama eğer bundan sonra siz hâlâ inkârda devam ederseniz o zaman
ben sizi şiddetli bir azapla cezalandıracağım” demesi, eleştiri için yeterlidir. Çünkü böylesine bir olay imkânsızdır. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.224).
58. Hani, “Şu
memlekete11 girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapısından
eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de
sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını
vereceğiz” demiştik.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58) Arapçasında geçen;
“HITTA” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve İsrailoğulları bu kelimeyi “iyilik söylemek” veya “günahlardan
bağışlanmak için af dilemek” anlamında kullanıyorlarmış. Kur’an’da da bu
anlama geliyor.
ayrıca; yine bu ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58) Arapçasında geçen
“HİTTETÜN” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir, “affetmek”
anlamına gelir.
ayrıca; bu
ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58, Nisa 154) Arapçasında geçen;
“SÜCCEDEN” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “baş eğmek” anlamına gelir. Demek ki namazlarda Müslümanların başlarını eğip yere değdirmeleri âdeti
Süryanilerden gelmedir. (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.272-276).
59. Derken, onların
içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de
haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.12
60. Hani, Mûsâ kavmi
için su dilemişti. Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece kayadan on iki
pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. “Allah’ın rızkından
yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın” demiştik.
Not.1 Bu
ayetten de görüleceği üzere İslami bir gelenek olarak bilinen “yağmur duası” bile, daha önce vardı. Ayrıca bunu teyit
eden birçok hadis vardır. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.28-29).
61. Hani, “Ey Mûsâ!
Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da,
o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz.
O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin
şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları
kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın
âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi.
Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“FUM”
kelimesi Arapça değildir.
İbranice’dir ve “buğday”
anlamına gelir. Kur’an’da “sarımsak”
anlamını vermişler (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.273).
62. Şüphesiz,
inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden13
(her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih
ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya
uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).14
63. Hani, (Tevrat ile
amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da tepenize
dikmiş ve “Sakınasınız diye, size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun
içindekileri düşünün (gafil olmayın)” demiştik.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara
63, 93, Nisa 154) geçen;
“TUR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “dağ”
anlamına gelir. Ayrıca Nebatice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler
de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.276).
64. Bundan sonra yine
yüz çevirdiniz. Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı, herhâlde ziyana
uğrayanlardan olurdunuz.
65. Şüphesiz siz,
içinizden Cumartesi yasağını15 çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara,
“Aşağılık maymunlar olun” demiştik.
Not.1 Araf
166, Bakara 65, Mâide 60, 82: Bu ayetlerde Yahudilerin ceza olarak Allah
tarafından maymuna dönüştürüldükleri anlatılıyor. Dikkat edilirse, bu
gibi Yahudi aleyhtarı ayetler hep Medine’de inen surelerde
geçmektedir. Sadece Araf Suresi’nin 166.
ayeti Mekke’de inen bir surenin
içindedir. O da ya Medine’de inmiş
de oraya alınmış (bu tür ayetler Kur’an’da vardır) ya da bir vesileyle Mekke’de inmiştir. Çünkü Medine’de en çok da
Yahudiler Muhammedi rahatsız ediyordu.
Kaldı ki, insanın maymuna dönüşmesi olayının akıl
ve bilimsellikle açıklanması mümkün değildir.
Mâide Suresi’nin 82. ayetinde
“Müslümanlar için en ciddi tehlike
Yahudilerdir; Müslümanlara en yakın olanlar da Hıristiyanlardır” diye
geçiyor, Halbuki tarihe baktığımızda, Müslümanlara
en çok Hıristiyanların kan kustuklarını görüyoruz. Hepimizin bildiği
gibi, Haçlı Seferleri en az iki asır sürmüş ve bu savaşlarda Müslümanlar
neredeyse dağılma-bitme noktasına gelmişti; ama Yahudilerin ise Müslümanlara
böylesine büyük çaplı zararları dokunmamıştır.
Başka bir ayette (Mâide 64) “Biz Yahudiler arasına kıyamete kadar kin ve düşmanlık soktuk; onlar ne
zaman toparlanmak isterlerse, savaş için hazırlık yaparlarsa biz onları
muvafık kılmayız” deniyor.
Ama bugün hepimizin bildiği gibi bir avuç Yahudi Müslümanlara kan
kusturuyor.
Hani az önceki ayetlere göre güya Allah onlara fırsat vermezdi!
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.108-109).
66. Biz bunu, hem onu
görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten
sakınanlara da bir öğüt kıldık.16
67. Hani Mûsâ
kavmine, “Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. Onlar da, “Sen
bizimle eğleniyor musun?” demişlerdi. Mûsâ, “Kendini bilmez cahillerden
olmaktan Allah’a sığınırım” demişti.17
68. “Bizim için
Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.” dediler. Mûsâ
şöyle dedi: “Rabbim diyor ki: O, ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir sığırdır.
Haydi, emrolunduğunuz işi yapın.”
69. Onlar, “Bizim
için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın” dediler. Mûsâ şöyle dedi:
“Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır” dedi.
70. “Bizim için
Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü sığırlar,
bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz” dediler.
71. Mûsâ şöyle dedi:
“Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış,
kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte, şimdi tam doğrusunu
bildirdin” dediler. Nihayet o sığırı kestiler. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.
72. Hani, bir kimseyi
öldürmüştünüz de suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Hâlbuki Allah, gizlemekte
olduğunuzu ortaya çıkaracaktı.
73. “Sığırın bir
parçası ile öldürülene vurun” dedik. (Denileni yaptılar ve ölü dirildi.) İşte,
Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle
gösterir.
74. Sonra bunun ardından
kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır
ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar.
Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah,
yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.
75. Şimdi, bunların
size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın
kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.18
Not.1 Hicr
9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa
46, Maide 13, 41:
a) Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.
b) Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf
27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu
tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini
kimse değiştiremez” diyor.
c) Bakara 75, Nisa 46, Maide 13,
41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler
Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.
Özetle; Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde
ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur”
derken, yine aynı Allah “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler”
diyor.
Ayetlerden açıkça görüldüğü
gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle
çelişmektedir.
d) Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar
arasında ikili davranıp bazılarına
koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!
Bu konuda Kur’an’da başka
ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne
Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama
hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.
Bu şu demek değildir ki,
bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.
Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.
e) Denilebilir ki, Kur’an’da sözü
edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli
değildir; ben de derim ki, Allah niçin
farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.82-84).
76. Onlar iman
edenlerle karşılaşınca, “İman ettik” derler. Birbirleriyle baş başa
kaldıklarında da şöyle derler: “Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi
sustursunlar diye mi, Allah’ın (Tevrat’ta) size bildirdiklerini onlara
söylüyorsunuz? (Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”
77. Onlar bilmiyorlar
mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da.
78. Bunların bir de
ümmî19 takımı vardır; Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün
bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar.
79. Vay o kimselere
ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için,
“Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların
hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!
80. Bir de dediler
ki: “Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır.” Sen onlara de
ki: “Siz bunun için Allah’tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise, Allah verdiği
sözden dönmez-. Yoksa siz Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi
söylüyorsunuz?”
81. Evet, kötülük
işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler var ya,
işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
82. İman edip salih
ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
83. Hani, biz
İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya,
yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler
söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık.
Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.
84. Hani,
“Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan
çıkarmayacaksınız” diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul
etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.
85. Ama siz,
birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde
yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir
olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa
siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey
değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
86. Onlar, ahireti
verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç
hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez.
87. Andolsun, Mûsâ’ya
Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik. Meryem
oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size
herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip
(onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?
88. “Kalplerimiz
muhafazalıdır” dediler. Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları
lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.20
89. Kendilerine
ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr
ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara (Arap
müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu
peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti
inkârcıların üzerine olsun.
90. Karşılığında
nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından
dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap
üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.
91. Onlara, “Allah’ın
indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene
(Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler.
Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki:
“Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini
öldürüyordunuz?”
92. Andolsun, Mûsâ
size açık mucizeler getirmişti de, arkasından sizler nefislerinize zulüm ederek
buzağıyı ilâh edinmiştiniz.
93. Hani, Tûr’u
tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın;
ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik”21 demişlerdi.
İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti. Onlara de
ki: (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği şey ne
kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara
63, 93, Nisa 154) geçen;
“TUR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “dağ”
anlamına gelir. Ayrıca Nebatice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler
de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.276).
94. De ki: “Eğer
(iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (cennet) diğer insanlar
için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni
edin!”
95. Fakat kendi
elleriyle önceden yaptıkları işler yüzünden ölümü hiçbir zaman temenni
edemezler. Allah, o zalimleri hakkıyla bilendir.
96. Andolsun, sen
onların, yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha
düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki
uzun yaşamak, onları azaptan kurtaracak değildir. Allah, onların bütün
işlediklerini görür.
97. De ki: “Her kim
Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları
doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin
kalbine indirmiştir.”
98. Her kim Allah’a,
meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mîkâil’e düşman olursa bilsin ki,
Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır.
Not.1 Bakara 97-98: Bir gün Yahudinin
biri Ömer’le sohbet ediyor; “Peygamberinize vahiy getiren Cebrail bizim düşmanımızdır. Zira o, hep kötü haberler getiriyor,
insanları cehennemle de korkutuyor. Biz
Yahudiler, Cebrail’i değil de; Mikail’i seviyoruz. Çünkü, Mikail, tabiat
olaylarıyla meşguldür...”
Yahudi’nin
bu sözüne karşı Ömer, “Her kim Allah’a,
meleklerine, peygamberlerine ve özellikle de Cebrail ve Mikail’e düşman kesilirse,
bilsin ki Allah da inkârcıların düşmanıdır” biçiminde karşılık veriyor.
Ömer
bunları anlatırken, Muhammed de onların yanında bir odada oturup konuşmaları
dinliyormuş. Ömer bu tartışmadan sonra Muhammed’in yanına varınca, kendisi
Ömer’e, “Gel sana az önce inen bir ayeti
bildireyim” diyor ve devamla “Bak
Allah senin görüşüne onay verdi” diye müjde veriyor. Ömer bu ayetleri
dinledikten sonra “Aslında bu konuda
benimle bir Yahudi arasında az önce bir münakaşa çıktı; konu hakkında sana
bilgi vermek için gelmiştim. Ama gördüm ki Allah benden önce bu konuda ayet
göndermiş” diyor.
Kaynak: bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.78-79). İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında
Ayrıca
bazı ayetlerin Ömer’in arzusu
ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
99. Andolsun, biz
sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder.
100. Onlar ne zaman bir
antlaşma yaptılarsa, içlerinden birtakımı o antlaşmayı bozmadı mı? Zaten
onların çoğu iman etmez.
101. Onlara, Allah
katından ellerinde bulunan Kitab’ı (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir peygamber
gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi
Allah’ın Kitab’ını (Tevrat’ı) arkalarına attılar.
102. "Süleyman’ın
hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları
yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat
şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki
meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki
melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de)
sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece
(insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri
öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye
zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda
getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir
nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne
kötüdür! Keşke bilselerdi!
Not.1 Bu ayetteki karmaşanın aslı hadislerde şöyle açıklanır:
“Allah Âdem’i yeryüzüne indirince, melekler ona ‘Ey Tanrı! Oraya bozgunculuk
yapacak, kan dökecek bir varlığı neden koyuyorsun? (...) diyorlar. Allah da
onlara ‘Haydi öyle ise meleklerden ikisini seçin de yeryüzüne indirelim,
bakalım nasıl davranacaklar?’ diyor. Melekler Hârut-Mârut adlı iki meleği seçip yeryüzüne indirtiyorlar, Allah
onları sınamak için karşılarına Zühre adlı çok güzel bir kadın çıkartıyor.
Sonunda Zühre onlara istediklerinin hepsini yaptırıyor. Böylece Allah,
meleklerin de yeryüzünde İnsanlar gibi olacağını onlara kanıtlamış. Bu olay
üzerine meleklere dünyada mı, ahirette mi ceza görmek istediklerini sorar.
Onlar dünyayı yeğlerler. O zaman Babil’de bir çukura baş aşağı asılırlar. O
durumda insanlara sihri ve büyüyü öğretirler. Zühre adlı kadın da göğe çıkarak
yıldız olur.”
Bu
hikâye Sumerlerin İnanna-Dumuzi
hikâyesinin farklı bir yansımasıdır. Zühre Tanrıça İnanna’yı, Zühre’ye aşık olan Harut ve Marut melekleri de İnanna’ya aşık olan Çoban Tanrısı Dumuzi ve Çiftçi Tanrısı Enkimdu’yu temsil
ederler. Zühre, Venüs yıldızının Arapça
adı, Sumer Aşk Tanrıçası İnanna da
Venüs yıldızını simgeliyor. Zühre’nin yıldıza dönüşmesi de İnanna’nın
Venüs’ü simgelemesine paraleldir. bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni,
(pdf-s.69-75).
Not.2 Bilindiği
gibi ben hep “Kur’an da Tevrat da
genelde Hammurabi gibi eski kanunlardan birer alıntıdır” diyor ve
tabletlerdeki bilgilerle bunların karşılaştırmalarını yapıyorum; Bu ayette
Hammurabi’nin başkent yaptığı Babil
şehrinden söz edilmesi, Kur’an’ın Sümerlerin
âdetlerinden toplanma bir kitap olduğu konusunda haklı olduğumuzun bir başka kanıtıdır: Doğrusu,
Muhammed burada kendisinin önceki örf adetlerden haberdar olduğunu, bunlardan
yararlandığını, “Babil” ismini
kullanarak işaret etmiş bulunuyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.126)
Not.3 Sihirbazlıkla
ilgili ayetler: Felak 4, Nas 2,
A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46, Bakara 102, Mücadele 10.
a) Kuran’daki sihirbazlık
hikâyelerinin kökeni Sümerlerdir. Sümerlerde
bir insan başkasını sihirbazlıkla itham
ederse, töhmet altında olan kişi nehre atılır; eğer suyun üstüne çıkarsa,
bu iddia yalandır.” Ur-Nammu kanunlarına göre (md.10) iftiracıya para cezası verilir, Hammurabi kanunlarına göre (md.2) ise
hem iftiracının malı iftira edilene
verilir, hem de iftira eden
kişi idam edilir.
Kuran’da en çarpıcı örnek Bakara 102. ayetidir.
b) Muhammed, “Sihirbazlık yapan
kişiyi bir kılıç darbesiyle öldürün” demiştir. Hatta Muhammed’in
hanımlarından halife Ömer’in kızı Hafsa’ya bir
cariyesi sihir yaptığı için idam edilmiştir.
c) Halife Ömer, Muaviye oğlu Cez’a,
“Kim sihirbazlık yaparsa öldürün”
talimatını verince, sadece bir günde üç sihirbaz öldürülüyor.
Halife Ömer, halife Osman, İbni Ömer, Muhammed’in hanımlarından Hafsa, Cündüb
bin Abdullah, Cündüb bin Kab, Kays bin Sad, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Hanife ve
İmam Malik gibileri, “sihirbazın cezası
idamdır” demişlerdir.
d) Muhammed tarafından kendisine
cennet müjdesi verilen 10 kişiden biri olan Sad bin Ebi Vakkas, Muhammed’in “kim sabahleyin hurmanın bir çeşidi
olan Acve’den yedi tane yese o gün ne
büyü, ne de zehir onda etki yapmaz; yiyen kişi o gün çeşitli tehlikelerden
korunmuş olacak” dediğini aktarıyor. Bu hadis, Diyanet işleri başkanlığınca
tercüme edilen Tecrid-i Sarih’te de geçiyor.
e) Bu konuda şu hadis de çok
önemli: Muhammed, “Arkadaşlar! Dün gece, namazımı bozmak için bir cin bana camide saldırdı.
Onu yakalayıp cami direğine bağlamak istedim; ancak benimle Allah arasında
kalsın dedim ve bağlamaktan vazgeçtim. Eğer bağlasaydım siz sabahleyin
camiye giderken onu bağlı olarak görmüş olurdunuz” diyor.
f) Benzer hadislere
inanılsaydı bugün tıbbın bu aşamaya gelmesi mümkün olabilir
miydi? Neymiş; insan her sabah yedi tane hurma yeseymiş çeşitli
hastalıklardan, belalardan korunmuş olacakmış!
g) Acaba Muhammed neden inandırıcılığı olmayan bu
gibi yöntemlere (zaman zaman) başvuruyordu ki, nedir bunun hikmeti?
Bunun tek bir yanıtı vardır. Muhammed kendi kerametini göstermek için, o zaman
kendilerine inanılan -cin, şeytan gibi- şeyleri bir taktik olarak, etki aracı olarak kullanmıştır; bu
bilinçli bir tercihtir.
h) Olayın masal boyutu bir
yana, kendi içinde çelişkileri vardır; özet
halinde birkaçını sunayım:
i) Bakara 102’de Hz. Süleyman zamanındaki bir hadiseden
söz edilirken, “İnsanlara sihir öğreten
şeytanlar, Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler/hiçbir etkileri
olamaz...” diyor.
Yine Mücadele 10’da Allah’ın izni olmadan şeytanlar (değil
ki peygambere) normal bir Müslüman’a bile zarar veremezler diyor. Hatta
Kur’an’ın birçok yerinde (A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46
vd) Musa ile çeşitli sihirbazlar arasında yaşanan mücadelede kendisinin
galip geldiği; karşı tarafınsa mağlup olup ona hiçbir zarar
veremediği belirtiliyor.
j) Muhammed’in, “Sihir malzemesinin atıldığı kuyunun
etrafındaki ağaçların dalları bu malzeme nedeniyle şeytan kafası gibi olmuştu,
bundan dolayı o kuyunun suyu bulanık hale gelmişti” açıklamasının bir
izahı olabilir mi! Acaba
Muhammed’in kendisine inandığı şeytanın kafası nasılmış ki ağaçların dallarını
da ona benzetiyor!
k) İşin ilginç yanı, bu olayın Kur’an’da anlatılmış olmasıdır. Muhammed’in başına gelen bu sihir belası
nedeniyle Kur’an’dan “Felak”
ve “Nas” surelerinin indiği, birçok tefsir, sebeb-i nuzul ve hadis kaynaklarında yazılı. Başka kaynağa gerek yok;
ayet zaten bu olaya değiniyor.
Allah, Felak 4’te “Ey
Muhammed! Düğümlere üfürenlerin (üfürükçülerin) şerrinden Allah’a sığınırım de!”
anlamında Muhammed’e emir veriyor.
Herhalde Kur’an’ın Allah’ı
durup dururken Muhammed’e böyle bir talimat vermez; bunun, konuyla
ilgisi olduğu belli. Muhammed’in sihirden etkilendiğini anlatan Ayşe,
Muhammed’le Medine döneminde evlenmiştir. Onun bu sözlerinden, bu dönemde
de Muhammed’in bu hastalığının (din mantığından hareketle) devam
ettiği ortaya çıkıyor. Hâlbuki bu beladan kurtulabilmesi için bir nevi
reçete gibi gönderilen “Felak”
ve “Nas” sureleri, Mekke döneminde
inmiştir. İşin mantıksal yanı bir tarafa; tarihi olaylar da gösteriyor
ki, inen bu ayetlerin
Muhammed’e şifa oldukları iddiası doğru değildir. Bir de Ayşe,
“Muhammed kendi hanımlarıyla yattığı halde ‘Hayır; yatmadım’ diyordu” hadisini
aktarırken, çok önemli bir ipucu daha veriyor. O da şu: Muhammed’in birden
fazla kadınla evliliği ancak Medine döneminde gerçekleşmiş. Bu
durumda, Mekke’de inen “Felak”
ve “Nas” surelerinin kendisine yarar sağlamadığı çok açık. Sonuç
olarak, olayın akıldan
uzaklığı bir yana; kendi içinde çelişkileri olduğu göz ardı edilmemeli.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.121-127).
103. Eğer onlar iman
edip Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında
kazanacakları sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi!
104. Ey iman edenler!
“Râ’inâ (bizi gözet)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler
için acıklı bir azap vardır.22
105. Ne Kitab ehlinden
inkâr edenler ve ne de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik
gelmesini isterler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük
lütuf sahibidir.
106. Biz herhangi bir
âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek),
yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye
hakkıyla yettiğini bilmez misin?
Not.1 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
İmam Süyuti şöyle bir hadis gösteriyor: Hz. Muhammed’e gece vahiy gelirdi, sabahleyin unuturdu. Bunun için Bakara 106. ayet indi ki bu
iş tanrının işidir: Allah bir
daha o ayeti kaldırmıştır.
Bunu İbn-i Ebi Hatem, Hakim
Nisaburi, İbn-i Asa- kir ve İbn-i Adiyy’den aktarıyor.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219, ayrıca 114).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor.
(pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
Konu: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
107. Bilmez misin ki,
göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir
dost, ne de bir yardımcı vardır.
108. Yoksa daha önce
Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi
istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.
Konu: KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!
A’raf 142-150, 154, 155,
Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:
(BU
KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
109. Kitap ehlinden
birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan
ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah
onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah,
gücü her şeye hakkıyla yetendir.
110. Namazı dosdoğru
kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında
onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.
111. Bir de; “Yahudi ve
Hıristiyanlardan başkası Cennet’e girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları!
De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi
getirin.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Bakara 111,135, 140) Arapçasında geçen;
“HUD-YEHUD” kelimeleri
Arapça değildir.
İbranice’dir, “Hud” “Yahudi” anlamına gelir, “Yehud” “Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere” denir (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.274).
112. Hayır, öyle değil!
Kim “ihsan”23 derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse,
onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar
üzülmeyeceklerdir.
113. Yahudiler,
“Hıristiyanlar bir temel üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da,
“Yahudiler bir temel üzerinde değiller” dediler. Oysa hepsi Kitab’ı24
okuyorlar. (Kitab'ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti.
Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet gününde hükmü Allah
verecektir.
114. Allah’ın
mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için
çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka
korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir
azap vardır.
115. Doğu da, Batı da
(tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü25 işte
oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
Not.1 Sâd 75, Bakara 115, Mâide 64: “Tanrı(lar)ın insanı kendi görünüşleriyle yaratmaları” çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. Bu da onların Tanrıları insan gibi düşündüklerine bir
kanıt oluyor. Aynı deyimi Tevrat’ta buluyoruz. Kur’an’da da bunun yansımaları
bu şekildedir (Allah’ın iki eli
gibi).
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
116. “Allah, çocuk
edindi” dediler.26 O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki
her şey Allah’ındır. Hepsi O’na boyun eğmiştir.
117. O, gökleri ve yeri
örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen
oluverir.
118. Bilmeyenler,
“Allah bizimle konuşsa, ya da bize bir mucize gelse ya!” derler. Bunlardan
öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri
(anlayışları) birbirine benziyor. Biz âyetleri, kesin olarak inanacak bir
toplum için açıkladık.
119. Şüphesiz biz seni
hak ile; müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemlik olanlardan
sorumlu tutulacak değilsin.
120. Sen dinlerine
uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De
ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların
arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost,
ne bir yardımcı vardır.
121. Kendilerine kitab
verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu
inkâr edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
122. Ey İsrailoğulları!
Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu
hatırlayın.
123. Kimsenin kimse
namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin
(aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım
göremeyeceği günden sakının.
124. Bir zaman Rabbi
İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş
de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de,
“Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim
ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.
125. Hani, biz Kâbe’yi
insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den27
kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf
edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi)
tertemiz tutun.”
Not.1 Bu
ayette İbrahim peygamberin, oğlu İsmail’le birlikte Allah’ın emriyle ve
onun gözetiminde Kâbe’yi inşa etmesi
anlatılıyor. Benzer bir hadise (tanrının
ibadethanelere müdahale etme olayı) Tevrat’ta
da geçiyor. Hâlbuki bu Tevrat’la Kuran’ın yeni icatları değildir; Sümerlerde benzer efsanelerin haddi hesabı
yoktur.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.99).
Not.2 Ömer bir gün Muhammed’e, Kâbe’de Makam-ı İbrahim denilen yerde
namaz kılsaydık-dua etseydik ne kadar güzel olurdu diye istekte bulunuyor.
Ömer’in bu sözleri üzerine aynı gün güneş
batmadan bu ayet iniyor.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.57).
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
126. Hani İbrahim,
“Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe
iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni
bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem
azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.
127. Hani İbrahim,
İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz!
Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin”
diyorlardı.
128. “Rabbimiz! Bizi
sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl.
Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen,
tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”
129. “Rabbimiz!
İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve
hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç
sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
130. Kendini
bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i
bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
131. Rabbi ona “Teslim
ol” dediğinde, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.
132. İbrahim, bunu
kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah, sizin için
bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi.
133. Yoksa siz
Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet
edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve
İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş
müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?
134. Onlar gelip geçmiş
bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız
sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
135. (Yahudiler)
“Yahudi olun" ve (Hıristiyanlar da) "Hıristiyan olun ki doğru yolu
bulasınız” dediler. De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O,
Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Bakara 111,135, 140) Arapçasında geçen;
“HUD-YEHUD” kelimeleri
Arapça değildir.
İbranice’dir, “Hud” “Yahudi” anlamına gelir, “Yehud” “Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere” denir (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.274).
136. Deyin ki: “Biz
Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve
Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün
diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini
diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163)
geçen (Arapçasında);
“ESBAT” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.272).
137. Eğer onlar böyle
sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar;
yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara
karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
138. “Biz, Allah’ın
boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona
ibadet edenleriz” (deyin).28
139. Onlara de ki:
“Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz,
sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size
aittir. Biz O’na gönülden bağlanmış kimseleriz.”
140. Yoksa siz,
“İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da
hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa
Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha
zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163)
geçen (Arapçasında);
“ESBAT” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir.
ayrıca; bu
ayetlerin (Bakara 111,135, 140) Arapçasında geçen;
“HUD-YEHUD” kelimeleri
Arapça değildir.
İbranice’dir, “Hud” “Yahudi” anlamına gelir, “Yehud” “Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere” denir (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.272-274).
141. Onlar gelip geçmiş
bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız
sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
142. Birtakım kendini
bilmez insanlar, “Onları (müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren
nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah, dilediği
kimseyi doğru yola iletir.”
Not.1 Bilindiği
gibi namazlarda daha önce Kudüs’teki Mescid-i
Aksa kıble olarak kullanılıyordu. Muhammed henüz Mekke’de
iken yaklaşık 16 ay namazlarını bu camiye yönelerek kılmıştı. Ancak bunu değiştirip kendi öz memleketi
olan Kâbe’ye çevirince, bazıları haklı olarak eleştirilerde
bulunuyorlar. Bu gibi insanlar için Muhammed
şöyle bir ayet indiriyor: Özetle, “Bir
takım beyinsizler kıble niçin değiştirildi diyecekler” diyor (Bakara142).
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.180).
Not.2 Bakara
142-145, 149-150: SAVAŞLARIN
SEBEPLERİ: (Bu not için bkz. Bakara
150, Not.1)
Not.3 Bilindiği
gibi Kâbe’nin bugünkü misyonu daha önce Kudüs’teki
Mescid-i Aksa’ya aitti. Hz. Muhammed gelince bu kutsiyeti alıp Kâbe’ye,
kendi memleketine verdi. Böyle yaptıktan sonra da, BU ayet geldi. Yani
Allah’tan sual edilmez, değiştirmişse
karşı koymak-itiraz etmek yoktur şeklinde ilginç bir ayettir bu. bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.16).
143. Böylece, sizler
insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve
örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet29 yaptık. Her ne kadar
Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz,
yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye
dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak
değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.30
144. (Ey Muhammed!) Biz
senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini)
görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz.
(Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de
nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz
kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu
elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.31
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara
142-144, 149-150:
Bu kıble değişikliğiyle
ilgili ayetlerden birinde;
“Kim bu kıble değişikliğini eleştiriyorsa
beyinsiz ve ahmaktır” deniliyor. (Bakara 142)
Bir diğerinde; “Bu değişikliği, acaba kimler bu konuda Hz.
Muhammed’e uyacak, kimler uymayacak, bunlar bilinsin diye sınav amacıyla yaptım”
deniliyor. (Bakara 143)
Yaklaşım ve gerekçeler ilginç. Tanrı bu değişikliğin bir
nedenini de şöyle belirtiyor: “Biz senin (ey
Muhammed!), yüzünün bahire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz.
Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram
yönüne çevir.” (Bakara 144).
Bellidir ki, kıblenin Mekke olması Hz. Muhammed’in
beklentisiymiş ve Allah da buna onay verdiğini, sonuçta onu memnun
ettiğini belirtiyor.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.244).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Bakara 144, 149-150) Arapçasında geçen;
“ŞATR” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “taraf”
anlamına gelir. Kur’an’da “kıble”
konusunda kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.285).
145. Andolsun, sen
kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin
kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin
kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların
arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden
olursun.
Not.1 Yunus
87, Bakara 142-145: Bu ayetlerde görüldüğü gibi namazda Kabe’ye yönelmek
şarttır. Bu yöne de Kıble denir. İşte kimi tarihçiler, bu ismin Hititlerin, “Kibele” tanrıçasından esinlenerek daha önce Arap müşrikleri tarafından benimsenip Muhammed’ce de kabul edilip tanrı
buyruğu olarak Kuran’a alındığını belirtiyorlar. Sasanilerin ibadet
esnasında doğu tarafına yöneldikleri bir gerçektir. Burada diyebiliriz
ki, bu inanç da diğerleri gibi eski
mitolojilerin bir devamı olup köken itibariyle bir güneş putperestlikten
gelmedir. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.33).
146. Kendilerine kitap
verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken
içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.32
147. Hak (ancak)
Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!
148. Herkesin yöneldiği
bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah
hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
149. (Ey Muhammed!)
Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) Mescid-i Haram’a doğru dön. Bu, elbette Rabbinden
gelen gerçek bir emirdir. Allah, sizin işlediklerinizden asla habersiz
değildir.
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara
142-144, 149-150: (Bu konu için bkz. Bakara
144, Not.1)
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3,
Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Bakara 144, 149-150) Arapçasında geçen;
“ŞATR” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “taraf”
anlamına gelir. Kur’an’da “kıble”
konusunda kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.285).
150. (Ey Muhammed!)
Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. (Ey mü’minler!)
Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram’a doğru çevirin ki,
zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın.
Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve
doğru yolu bulasınız.
Not.1 Bakara
142-145, 149-150: SAVAŞLARIN
SEBEPLERİ:
Muhammed tarafından dinde yapılan değişiklikler de savaş
için çok önemli bir nedendi.
1) Yarısını
Mescid-i Aksa’ya yönelerek kıldığı ikindi namazının kalan iki rekâtı için namaz
içinde iken yönünü Kâbe’ye çeviriyor ve
Allah’tan vahiy geldi (Bakara 144)
demek suretiyle kıblede bir değişiklik yapıyor.
Kıblenin namaz ortasında
değişmesi çok önemli bir taktiktir. Çünkü namaz dışında da değişebilirdi. Ama
öyle olmadı. Peki niçin? Aslında Muhammed böyle yapmakla, halkın, “Kıble değişikliği bu kadar önemli
olmasaydı, Allah işi o kadar aceleye getirmezdi ve namaz içinde bunu
değiştirmezdi” demesini sağlamaya çalışıyordu.
Yani, olaya inandırıcılık kazandırmak için, bilerek başvurulan bir
taktiktir bu.
Yukarıdaki ayetlerin içeriğinden bunun böyle olduğu net olarak görülüyor. Evet, bir kıble değişikliği için bu
kadar ayet gönderiliyor. Aslında yalnız
bu olayla ilgili inen ayetler, Kur’an’ın
nasıl ortaya çıktığı konusunda çok bariz ipuçları vermektedir.
2) KIBLENİN
DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN KUR’AN’DA ÖNE SÜRÜLEN GEREKÇELER ÇOK İLGİNÇTİR:
a) Özetle, “Her kim, kıble niçin değişti diye soruyorsa,
(Kur’an diliyle) bu kişi beyinsiz ve
ahmaktır” (Bakara 142)
deniyor. Devamında da, “Doğu da batı da
benimdir, istediğimi yaparım” şeklinde Tanrı’ya
pek yakışmayan, insanlar için de tatminkâr olmayan bir ifade
kullanıyor.
b) Allah, kıble değişikliğinin bir
diğer gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Kimin
Muhammed’e uyup kimin uymadığını bileyim diye böyle yapıyorum.” (Bakara 143)
Bazı şeyleri, insanı denemek için yaparım gibi ayetler
Kur’an’da çoktur. Hal böyle olunca, Allah
insanın içindekini bilmediğini itiraf etmiş oluyor. Bu da Tanrı’ya uygun olmayan bir nitelik.
Bu ayetteki ifade Kur’an’ın
diğer bazı ayetlerinde yer alan, “Allah insanın içindekini de bilir”
şeklindeki ifadelerle çelişmektedir.
c) Bakara Suresi’nin 144. ayetinde, kıble değişikliği için çok ilginç
bir gerekçe öne sürülüyor. Özetle, “Ey Muhammed! biz, senin kıble değişikliğiyle
ilgili -bir an evvel ayet insin, kıblemiz Kâbe olsun yolunda- içindeki
sıkıntılarını-sabırsızlığını anlıyoruz-biliyoruz. Bu nedenle, sizin kıbleniz
bundan böyle Mescid-i Aksa değil de; Mescid-i Haram’dır” deniyor.
Burada, kıble değişikliğinin bir diğer nedeni, Muhammed’in buna çok istekli olması ve bunun sonucu, Allah’ın ona acıyıp böyle bir değişikliğe
gitmiş olması olarak gösteriliyor.
Demek ki, Allah katında diğer insanlar önemli değil;
onun için önemli olan sadece Muhammed’in
şahsıdır. Bakara Suresi’nin 143.
ayetinde bu durum net olarak dile
getirilmiştir.
d) Bakara 145’te “Ey Muhammed! Sen kıble değişikliği konusunda her
türlü mucizeyi de göstersen, yine onlar senin kıbleni kabul etmezler”;
Bakara
145’te de “Her ne kadar bu kıble değişikliği
bazılarına zor da gelse, biz yine de değiştiririz” deniyor. Doğrudur,
bazılarına zor gelir. Çünkü eğer Allah
daha önce Yahudilikte Mescid-i Aksa’yı kıble olarak tayin etmişse, niçin
değiştirsin! Eğer o tayin etmemiş ise, niçin 17 ay Muhammed ve Müslümanlar oraya
yönelip namaz kılarken, Allah buna müsaade etti? Bu durumda, Allah’ın ikide bir kıbleyi değiştirmesi
nasıl açıklanabilir?
e) Bakara 145’te Muhammed bile
uyarılıyor: “Ey Muhammed! Sana bilgi geldikten sonra eğer sen onlara
uyarsan, o zaman sen zalimlerden olursun” deniyor.
Maksat, muhaliflerin, “Kıbleyle ilgili ayetler Allah’tan olmasaydı,
Muhammed nasıl kendini uyarabilirdi!
O halde, bunun arkasında Allah vardır”
demelerini sağlamaktır.
f) Bakara 150’de kıble değişikliğiyle ilgili “Ey Muhammed! Size
eleştiri gelmesin diye biz kıblenizi değiştirdik” deniyor. Acaba nasıl bir eleştiri
geliyordu ki, bu eleştiri yüzünden kıble değişikliğine gereksinim duyuldu?
Olay şudur: Yahudiler Muhammed hakkında, “O bizim dinimizi kabul etmiyor; ama namaz
kılarken bizim kıblemiz olan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı kullanıyor”
derlerdi veya “Namazda nereye
yöneleceğini bilmiyordu, biz ona öğrettik” şeklinde alay ediyorlardı.
İşte ayette kastedilen eleştiri hikâyesi bundan ibarettir.
(...) Yahudilerin de gönlünü almak için Mescid-i Aksa’yı bununla
geçiştiriyor, sadece orada kılınan
namazın sevabı fazladır diyor. Bunun dışında Mescid-i Aksa’ya başka bir
şey verilmiyor.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.132-135).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Sonuç: SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Bakara
142-145, 149-150, 217-218, Enfâl 7, 58, Âl-i İmrân 186, Nisâ 94:
Bütün bu bilgilerden varılan sonuç şudur:
Eğer
bu savaşlar içinde, inanıldığı gibi
çok adil ve her şeyi yapabilen bir yaratıcı olsaydı, müspet bir sonuç
alınması gerekiyordu; kan dökülmeden hem onlara, hem de sonsuza dek tüm
insanlara barış formülünü göstermeli ve de kabul ettirmeliydi. Bunu zorla
değil, insanın aklını barışa göre ayarlamak suretiyle yapabilirdi. (Çünkü
İslam inancına göre Allah kadiri mutlaktır, her şeyi yapabilir.)
Özetle; eğer
bu işler Muhammed’e bırakılırsa, bazı konularda haklı, bazılarında da haksız
olması mümkündür. Ama işin içine
Tanrı karıştırılıyorsa o zaman hiç yanlış yapılmaması gerekir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(s.136-137).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
151. Nitekim kendi
aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap
ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.
152. Öyleyse yalnız
beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.
153. Ey iman edenler!
Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah
sabredenlerle beraberdir.33
154. Allah yolunda
öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu
bilemezsiniz.34
155. Andolsun ki sizi
biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.
Sabredenleri müjdele.
156. Onlar; başlarına
bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz
O’na döneceğiz” derler.
157. İşte Rableri
katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte
bunlardır.
158. Şüphesiz Safa ile
Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre
niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah
yoktur.35 Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz
Allah onu bilir, karşılığını verir.
Not.1 Muhammed
Mekke’yi aldığı yılda Safa ile
Merve tepeleri arasında sa’y yapınca, bazı Müslümanlar, “Bu iki tepe arasındaki koşma
(İslam’da buna Sa’y denir) müşriklerin
âdetidir biz bunu nasıl yaparız” diye itirazda bulunuyorlar. Bunun
üzerine bu ayet iner/ imdada yetişir. Böylece Arapların bu eski âdeti Kur’an’ın
tanrısından onay almış olur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.90).
Not.2 Aslında
Mekke’nin kutsiyeti Hacer-i Esved denilen siyah taştan ileri gelir.
Bu taş, daha önce Ka’be içinde bulunan diğer
putlardan bir puttu. Eski zamanlarda Ka’be etrafında dolaşmak bu taş içindi. Dolayısıyla, Ka’be’nin
kutsiyetinin asıl esprisi bu taştan kaynaklanır. “Muhammed Mekke’yi fethedip Ka’be’nin önüne varınca, ata binmiş
vaziyette 7 sefer Ka’be’yi tavaf etti.
Her defasında kendi bastonuyla Hacer-i
Esved denilen siyah taşa dokunuyordu. Böylece daha önce müşrikler tarafından yapılan batıl bir
ayini İslam’a aldı. Eskiden var olan İhram
kıyafetini de İslam’a aldı.” bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.94).
159. İndirdiğimiz
apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler
var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda
olanlar lânet eder.36
160. Ancak tövbe edip
durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten)
kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri
çok kabul edenim, çok merhamet edenim.
161. Fakat âyetlerimizi
inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve
bütün insanların lâneti onların üstünedir.
162. Onlar ebedî olarak
lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de
yüzlerine bakılır.
163. Sizin ilâhınız bir
tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.37
164. Şüphesiz, göklerin
ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara
yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden
indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit
canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları
evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.
165. İnsanlar arasında
Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine
severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler
azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının
pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi!
166. Kendilerine
uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar,
aralarındaki bütün bağlar kopacaktır.
167. Uyanlar şöyle
derler: “Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden
uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara
işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak
da değillerdir.
168. Ey insanlar!
Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden
yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.
169. O, size ancak
kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi
emreder.
170. Onlara, “Allah’ın
indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz
(yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu
bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?38
171. İnkâr edenleri
imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka
bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir.
Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.
172. Ey iman edenler!
Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve
temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.
173. Allah, size ancak
leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim
mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek
zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.39
Not.1 Bu
da olduğu gibi iki değişik surede anlatılmaktadır (Nahl 115, Bakara 173; ayrıca Maide 3’te de buna yine
değinilmiştir). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.137)
174. Allah’ın indirdiği
kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte
onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah,
onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap
vardır.40
175. İşte bunlar
hidayeti verip sapıklığı, bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar
ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)
176. Bu (azab) da,
Allah’ın, Kitab’ı hak olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi)
sebebiyledir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık
içindedirler.
177. İyilik,
yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl
iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman
edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara,
yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere
verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında
sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı
zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru
olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
178. Ey iman edenler!
Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı
köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi
(öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine
uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir
hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap
vardır.41
Not.1 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul
anlamına gelen “abd” denir.
Büyük
diye düşünülen Allah,
acaba niçin kabul ediyor ki onun
bir kısım kulları başka kullarını kendine
köle-abd olarak kullansınlar?
Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için
kendi ayetleriyle bu işi organize
edip bu konuda fetva veriyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).
Konu.1 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
(BU
KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
179. Ey akıl sahipleri!
Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.
Not.1 İsra
33, Bakara 178–179, Maide 32-33, 45: Kısas
ve ağır ceza ayetleri (öldürme,
sürgün etme vb) çok tanrılı Sumer
mitolojisinden (Hammurabi Kanunlarından) Tevrat’a, oradan da Kur’an’a
geçmiştir.
Kur’an tanrısının, bazı suçlular için, “Onları asın, eller ve bacaklarını çapraz
olarak kesin” demesi, aslında Kur’an’ın
kimden geldiği sorusuna çok
açık bir yanıttır.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.107-109, 127-128).
180. Sizden birinize
ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya
ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.42
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara
180, Nisa 12:
“Birinize ölüm geldiği zaman,
eğer bir mal/servet bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde
vasiyet etmek bir borçtur.” (Bakara 180)
İlk yıllarda varislerin ölüden alacağı pay konusunda
kesin bilgi yokken bu ayet geliyor.
Ancak daha sonra herkesin payı belirlenince,
artık bu vasiyet ayetine gerek kalmıyor.
Hatta Hz. Muhammed de, “varis
için vasiyet etmek yoktur” diyor.
Çünkü sonradan oluşan ayetlerde çoğunun hakkı belli. (Nisa
12)
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.247).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
181. Her kim işittikten
sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır.
Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
182. Vasiyet edenin
hataya meyletmesinden ve günaha girmesinden korkan bir kimse, (tarafların)
aralarını düzeltirse ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
183. Ey iman edenler!
Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı
gibi, size de farz kılındı.
Not.1 Bu
ayetten de görüleceği üzere oruç
ibadetinin Muhammed’den asırlar önce var olduğunu Kur’an zaten yazıyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.30).
Not.2 Namaz ayetleri: A’lak 9’dan başlayıp 53 sure 119 ayette
132 kez geçer.
Oruç ayetleri: Bakara
183’ten başlayıp 7 sure 11 ayette 11 kez geçer.
Namaz vakitlerinin güneşe
göre tespiti, aynı zamanda ramazan orucunun başlangıcının, hilalin/ayın
görünmesine göre saptanması gösteriyor ki namaz, başlangıçta çok tanrılı
Sumer mitolojisinin güneş tanrısı
Utu/Şamas için icat edilmiş, zaman içinde tanrı buyruğu olarak da bugünkü halini almıştır.
Keza Sümer mitolojisindeki bilgilere bakıldığında, orucun da ilk zamanlarda ay
tanrısı Nanna/Sin için
tutulduğu ortaya çıkıyor. Zaten Sümerlerde ay 15 günlük iken veya
görünmediği zamanlarda, halk yas tutarak bazı yemekler yemezdi; ayrıca bu
durumda dini törenler düzenlenirdi.
Muhammed’den önce Araplar oruç tuttukları zaman bunu aya göre
tespit ederlerdi. Bu konuda Muhammed “Ay
tamamıyla göründüğünde (dolunay olduğunda) her ayın 13, 14 ve15. günleri oruç
tutun sevaptır” diyor. Bu da şunu gösteriyor ki, İslamiyet’te var olan
oruç, başlangıçta ay tanrısı için
tutulmuş; ne yazık ki bu batıl inanç zamanla kutsal dinlerde de
onaylanıp tanrı buyruğu olarak
insanlara yutturulmuştur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.100).
184. Oruç, sayılı
günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler
sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu
fidye verir.43 Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa
(mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz
oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
Not.1 ORUÇ AYETLERİ: Bakara 183-185: Burada “Oruç sizden öncekilere yazıldığı/farz kılındığı gibi, size de farz
kılındı” deniliyor ve devamında, ‘Sayılı
günler’
ifadesi kullanılıyor. (Bakara 183-184)
Arap gramatiğine göre (Nahiv
kuralına göre) bu sayılı günler
dediği ifadeden, farz olan orucun üç
ile dokuz gün arasında olması lazım. Yani bir ay değil. Zaten
Ramazan’da tutulması gereken orucun bir ay olması diye açık bir ifade
Kur’an’da yoktur. Bu sayı ile ilgili geçen ‘Eyyam/günler’ çoğul
kelimesi vardır. Buda ‘Külle’ denilen bir çoğul olduğu için ve yanında da rakam
bulunmadığı için sayı üç ile dokuz
gün arasında olmalı.
Daha sonra gelen ayette
(Bakara 185) “hilali gördüğünüzde oruç tutun” deniliyor. Orda da bir kavram
kargaşası var: Bir zamir geçiyor. Eğer orada geçen zamirden oruç alırsak (ki
cumhur böyle yapmış), demek ki Ramazan
ayının hilali ile birlikte oruç başlıyor.
Sonuç şöyle oluyor: Ramazan
ayında üç ile dokuz gün oruç tutun. Artık hangi günlerinde tutarsanız
serbestsiniz, anlamı çıkıyor.
Fakat bu da cumhurun görüşüne ve Hz. Muhammed’in pratiğine ters
düşer.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.241).
185. (O sayılı günler),
insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden
ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan
ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de
hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.
Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve
hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.
Not.1 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
Ayşe bu ayette geçen, “Mazeret
sahipleri başka günlerde oruç tutsunlar” anlamındaki cümlede, “Mütevaliyat” (ya da Mütetabiat) kelimesinin de var olduğunu söylüyor ve kendisi Kur’an okurken bunu da okuyordu.
Bu durumda diyelim bir insanın kaza orucu varsa onları tutmak için bazı
günlerde tutup bazı günlerde ara verirse olmaz.
Mütevaliyat (ya
da Mütetabiat), üst üste ara vermeden tutup bitirmek demektir.
Görüldüğü gibi Ayşe iki yönden Kur’an’da eksikler buluyor:
Biri hazırlanırken yazılan yanlış
kelimeler. Bir diğeri ve en önemlisi de, kayda geçmeyen birçok ayet.
Ayşe’nin bunu söylerken
kullanmış olduğu şu cümle önemli: “Osman
Kur’an’ı bir araya getirirken ancak şu an var olan kısma ulaşabildi; hepsine
ulaşamadı”
diyor.
Bu açıklaması birçok
güvenilir İslami kaynakta geçmektedir.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.197-198, 230).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor.
(pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“ŞEHR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “Sehr”den gelir ve “ay” anlamına gelir. Şair Ümeyye
b. Ebi Sait bunu o zaman şiirlerinde kullanmıştır. Kur’an’da yirmi bir
yerde geçiyor. Mesela; Şehr-ü Ramadan/Ramazan ayı deniliyor. (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.277).
186. Kullarım, beni
senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua
edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için
benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.
187. Oruç gecesinde
kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı.44 Onlar, size
örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.45 Allah, (Ramazan gecelerinde
hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi
kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp
takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt
edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu
tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize
yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın.
Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece
açıklar.
Not.1 Muhammed’in
yaşadığı dönemden önce o coğrafyada oruçlu
bir insan akşam uyuyup uyanırsa, artık kendisine o gece için cinsel ilişkide
bulunmak haram olurdu. Bir gün
Ömer’in de içinde bulunduğu birkaç kişi, bu yasağı çiğniyor. Ömer, haram
bir iş yaptığı için çok üzülüyor. Sonuçta konu hakkındaki şikâyetini
Muhammed’e aktarıyor. Bunun üzerine
Bakara 187 ayeti iniyor.
Bu ayet açık olarak gösteriyor
ki, sözünü ettiği eylem, daha önce helal
değilmiş.
Yasağın kaldırılma gerekçesi
de ilginç.
Bundan şu olumsuz sonuç
ortaya çıkıyor: önceki zamanlarda
yaşayan insanların da Allah’ı olduğuna göre ve onların da gece hayatına düşkün
olduklarını bildiği halde, maalesef onları böyle bir “bağış” ve “helal
kılınma” lütfundan mahrum bırakmıştır.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.72-74).
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
2) Arif Tekin,
Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in
Ölümü, (pdf-s.122).
Not.2 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ayetin,
Allah tarafından daha önce konan bazı hükümleri nesh ettiğine/ortadan kaldırdığına ilişkin kanıtlar yine ayette var.
Yani bu bir yorum değil.
Eğer daha önce tanrı
tarafından oruç gecesinde yiyip-içmek ve cinsel ilişkide bulunmak serbest
olsaydı, ‘helal kılındı ve şu andan itibaren geceleyin kayıtsız, şartsız
yiyip-içebilirsiniz, cinsellik serbesttir’ denilmezdi. Yine, Allah bildi ki
siz kendi nefsinize hainlik yapıyorsunuz, ifadesi gösteriyor ki tanrı daha
önce yasak koymuş; ancak onlar kuralı çiğnemişler, nefislerine hakim
olamamışlar. Bir diğer kanıt, tövbenizi kabul ettim, deniliyor. Tövbe, işlenen
bir günaha karşı olur. Demek ki Allah’a göre onların yaptıkları suçtur ki,
tövbenizi kabul ettim, diyor.
Bunu şunun için biraz
uzattım:
Bazıları, efendim Kur’an’da nasih-mensuh/tanrının fikir
değiştirmesi olayı yoktur; burada
başka gerekçeler var gibi asılsız yorumlar öne sürebilirler; ancak bu gibi asılsız yorumların şansı
yok.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.246-247).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
188. Aranızda
birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını
bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.
189. Sana, hilâlleri
soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.46
İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi
(Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından
girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.47
190. Sizinle
savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.48
Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.
191. Onları nerede
yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları
çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram
yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle
savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar
(savaştan ve küfürden) vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
193. Hiçbir zulüm ve
baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar
savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.
194. Haram ay, haram
aya karşılıktır.49 Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler)
kısas kuralına tabidir. O hâlde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz
de ona saldırın, (fakat ileri gitmeyin). Allah’a karşı gelmekten sakının ve
bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.50
195. (Mallarınızı)
Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin.
Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.
196. Haccı da, umreyi
de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle)
engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban,
yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır
veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya
oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende
olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen
kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman
(olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram
civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın
cezasının çetin olduğunu bilin.
Not.1 Bakara
196, Fetih 27: Saç tıraşı inancı
ve kuralları da Sümer mitolojisinden gelmedir (sırasıyla; Ana İttusu Kanunları,
md. 23, 29; Hammurabi’den yaklaşık 150 yıl önce yaşamış olan ünlü yönetici Esnunna Kanunları, md. 51-52; Hammurabi
Kanunları Md. 226-227, Md. 146, Md.
127; Orta Asur Kanunları
(MÖ.1450-1250) Tablet A, md. 18-19; Muhammed’den
önce Hicaz’da da benzer uygulamalar vardı: Herhangi bir savaşta esir
alınanların kakulû/süs için bıraktığı saçı, ceza olarak kesilirdi. Saç tıraşı Hac’da hem erkekler, hem de kadınlar
için yapılması gereken bir ibadettir; aksi halde ceza ödemek gerekir
(kadınlar sembolik olarak saçından birkaç kıl keser; onlar için kökünden kesmek
yoktur).
Bu uygulama, Muhammed’den
önce o coğrafyada yaşayan insanlar tarafından da yerine getiriliyordu.
İslam tarihçileri, “Medineliler,
İslam’dan önce Safa’da dikilen ‘İsaf’ (erkek) putu ile Merve’de dikilen ‘Naile’
(dişi) putu için ihrama girer, bu iki tepe arasında 7 sefer koştuktan sonra
Merve tepesinde traş olurlardı” diyorlar. Ayrıca cünüb iken bu iki
putu tavaf etmeleri yasaktı. Adı geçen putları cünüb olarak tavaf etmeme
inancı Muhammed’den önceki Arap şiirlerine bile konu olmuştur. Mesela;
Bâlâ bin Kays ile Bişr b. Ebi Hazım’ın şiirleri gibi. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.89).
197. Hac (ayları),
bilinen aylardır.51 Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda
cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız,
Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı
takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı
gelmekten sakının.
Not.1 Cahiliye
döneminde hac ibadetinin icra edildiği zamanlarda kadınlarla cinsel ilişkide
bulunmak yasaktı; Muhammed bunu da
İslama aldı. Kaynak: Arif Tekin,
Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.30-31).
198. (Hac mevsiminde
ticaret yaparak) Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur.
Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da
Allah’ı zikredin.52 Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz
onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.
199. Sonra insanların
akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
200. Hac ibadetinizi
bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta
ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize
(vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi
yoktur.53
201. Onlardan,
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş
azabından koru” diyenler de vardır.
202. İşte onlara
kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.
203. Sayılı günlerde54
Allah’ı anın (telbiye ve tekbir getirin). Kim iki gün içinde acele edip
(Mina’dan Mekke’ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah
yoktur. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten
sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin.
204. İnsanlardan öylesi
de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de
kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o,
düşmanlıkta en amansız olandır.
205. O, (senin
yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe
çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
206. Ona “Allah’tan
kork” denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin
hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!
207. İnsanlardan öylesi
de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah,
kullarına çok şefkatlidir.
208. Ey iman edenler!
Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını
izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
209. Size apaçık
deliller geldikten sonra, eğer yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah,
gerçekten mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
210. Onlar (böyle
davranmakla), bulut gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) ve meleklerin
kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler
Allah’a döndürülür.
211. İsrailoğullarına
sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim
Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin
olandır.
212. İnkâr edenlere
dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a
karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah,
dilediğine hesapsız rızık verir.
Not.1 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:
a) İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’
36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm
28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:
Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir,
Allah’ın takdiridir.
Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle beyan ediliyor. (pdf-s.222-226).
b) Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’
39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç
vermeyi*, çalışmayı övüyor.
(*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)
Allah, “Ey insanlar! Çalışın,
kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşayın...” dese bile, bunun bir anlamı
olamaz. Çünkü insanın çalışabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var
olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.
(pdf-s.233-234).
c) Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumluluğunu kendi üzerine aldığı
halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili
bir ifadeyle çalışmayı övüyor. (pdf-s.233-234).
d) Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana aittir,
ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak
yarattım” (Zuhruf 32) demesi,
hem sık sık “benim adıma, benim namı
hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun
yerini doldururum” şeklinde beyanatta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Allah’ın eli bağlıdır (Allah
cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).
İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak,
“Vay eliniz bağlanası, vay lanet
olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Yahudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul
edilip edilmediği de ortada.
(pdf-s.233-234).
e) Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine
tespih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.
(pdf-s.235).
f) Kur’an, insanlara sadaka vermeyi
önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce
(m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık
avlanmayı öğret; böylece sen de
kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış
için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şeklinde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.
(pdf-s.236).
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.222-236).
Not.2 İsrâ
31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37,
Talâk 3, Nûr 38:
Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan
durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime
seyirci kalmasının anlamı nedir?
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).
213. İnsanlar tek bir
ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve
beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında
hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler
geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık
yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi
izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini
doğru yola iletir.
214. Yoksa siz, sizden
öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?”
diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki,
Allah’ın yardımı pek yakındır.
215. Sana Allah yolunda
ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o,
ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak
ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”
216. Savaş, hoşunuza
gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken,
siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu
seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217. Sana haram ayda
savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın
yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak
ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı
ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden
döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner
de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de
boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.55
Not.1 SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Muhammed,
Medine’ye geçip oradaki Yahudilerle barış sözleşmesini onayladıktan sonra çok
kısa bir zamanda, hicretten yaklaşık
olarak 17 ay sonra miladi 624’te, Abdullah bin Cahş komutasında on-on iki
kişilik bir silahlı grubu, (kendince) asayişi temin maksadıyla “Batn-i Nahle” denilen bölgeye gönderiyor.
Grup burada dört kişilik bir Mekkeli ticaret kafilesiyle karşılaşıyor. Bu dört
kişi, o silahlı Müslümanları görünce korkuyorlar ve kalkıp birbirlerini tıraş
etmeye başlıyorlar. Tıraştan gayeleri, kendilerinin, “umre” ibadetinden henüz
çıktıklarını, dolayısıyla hiçbir kötü niyetleri olmadıklarını vurgulamaktı.
Daha doğrusu, bu tıraş eylemiyle Müslümanlara barış mesajını vermek
istiyorlardı. Ama (...) Müslümanlar onlara saldırıp “Hadremi oğlu Amr”ı öldürüyorlar. (Bu şahıs, aynı zamanda Mekke’nin
ileri gelen bir ailesine mensuptu.) Bu menfur (haksız) olayın işlendiği ay “Recep” ayıydı ki, öteden beri Arapların
geleneğinde bu ayda savaşmak kesinlikle
haramdı (yasaktı). İşte bu olayın hem
haksız olarak, hem de böyle kutsal bir ayda meydana gelmesi, Mekke
müşriklerini harekete geçirdi ve bu olay akabinde artık araları iyice açılmış
oldu.
Bu “Batn-i Nahle” vak’ası, gerçekten de Bedir, Uhud, Hendek, hatta Hayber,
Beni Nadir, Beni Kaynuka, Beni Kureyza savaşlarının
meydana gelmesinin en önemli sebebidir
desek, tam isabetli olur. Müslümanların az bir menfaat karşılığı o suçsuz
insanları öldürmeleri-esir almaları, bu cinayetin Recep gibi kutsal bir ayda
işlenmesi, gerçekten Muhammed’i zor
durumda bıraktığı için Allah bu
konuda ayet gönderip onu kurtarmalıydı. Nitekim de Muhammed, çevrede iyi
bir görüntü sergilemek için, önce kendi adamlarına kızdı gibi göründü, onları
haksız gördü. Hatta, ilk etapta o insanlardan alınan ganimetten kendi şahsına
düşen payı almadı. Bu arada öteden beri gelenek haline gelen Recep ayının
kutsallığı, yeni inen yukarıdaki ayetle
onaylandı. İnen bu ayetle, o zaman halk
arasında yaygın olan Recep ayı kutsallığına meşruiyet kazandırılıyor.
Fakat, bir taşla iki kuş misali aynı
ayette, cinayet işleyenleri savunuyor. Bu ayetler inip ortam biraz
yatışınca, Muhammed daha önce kendi
payına düşüp de kabul etmediği ganimetin 1/5’ini alıyor. Gerekçe de, bu olayla ilgili inen az önceki
Bakara Suresi’nin 217. ve az sonraki
218. ayetleri.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.119-121).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
218. İman edenler,
hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini
umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Not.1 SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: (217. ayetin notundan devam) İşin
ilginç yanı, bu eylemi gerçekleştiren grubun başı Abdullah, Muhammed’den, “Ey
peygamber, bizim işlediğimiz bu cinayette günah yoksa, acaba Allah’tan sevap
bekleyebilir miyiz veya yaptığımız iş cihad sayılır mı?” diye soruyor. Bu
soru üzerine, Bakara Suresi’nin
yukarıdaki 218. ayeti iniveriyor. Evet, Allah aynen böyle diyor. İlkin
Bakara 217. ayetle Muhammed’in
adamlarını savunuyor, daha sonra 218.
ayetle o katilleri mücahit olarak ilan ediyor, onların yaptığı işe cihat diyor.
Ayetin devamında. “Allah bağışlayandır, merhameti boldur” deniyor. Her ne kadar
isim verilmemişse de bu ayetle Abdullah ve diğer katil arkadaşlarına yeşil ışık
yakılıyor, onlar ödüllendiriliyor. Hani Muhammed ilkin arkadaşlarına kızıyordu,
karşı tarafa haksızlık yapılmış diye kendi payına düşen ganimeti dahi almıyordu!
Peki zaman içinde niçin değişti, Allah
neden ayetlerini ancak bu yanlışları ona yaptırdıktan sonra yolladı?
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.122).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Sonuç: SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Bakara
142-145, 149-150, 217-218, Enfâl 7, 58, Âl-i İmrân 186, Nisâ 94:
Bütün bu bilgilerden varılan sonuç şudur:
Eğer
bu savaşlar içinde, inanıldığı gibi
çok adil ve her şeyi yapabilen bir yaratıcı olsaydı, müspet bir sonuç
alınması gerekiyordu; kan dökülmeden hem onlara, hem de sonsuza dek tüm
insanlara barış formülünü göstermeli ve de kabul ettirmeliydi. Bunu zorla
değil, insanın aklını barışa göre ayarlamak suretiyle yapabilirdi. (Çünkü
İslam inancına göre Allah kadiri mutlaktır, her şeyi yapabilir.)
Özetle; eğer
bu işler Muhammed’e bırakılırsa, bazı konularda haklı, bazılarında da haksız
olması mümkündür. Ama işin içine
Tanrı karıştırılıyorsa o zaman hiç yanlış yapılmaması gerekir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(s.136-137).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.2 Bakara
217-218: Müslümanların bir diğer
gelir kaynağı da esir alınan
gayrimüslimlerden aldıkları kurtuluş fidyesidir. Fidye ilk defa, hicri
ikinci yılda, Medine döneminde Abdullah bin Cahş komutasında yapılan baskında
esir alınan iki Mekkeliden alınmıştır. Bu fidyenin miktarı (4752) gram gümüş
paradır; bunu bizzat Muhammed
onlardan almıştır. Kaldı ki, bu
iki insan da haksız bir biçimde ele geçirilip mallarına da el konmuştu.
Bu hadise, daha önce savaş sebepleri bölümünde ayrıntılı olarak açıklanmıştı. Muhammed bu olayda eleştirilere maruz
kalınca yukarıdaki ayetler
iniyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.262-263).
219. Sana içkiyi ve
kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı
zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah
yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah,
size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.56
Not.1 Bakara
219, Nisa 43, Mâide 90-91:
a) Ömer bir gün Muhammed’in yanında,
“Ya Rab, müminlere içkinin yasağı
konusunda faydalı açıklamalarda bulun, ayetler gönder” diye duada bulunuyor.
Onun bu isteği üzerine, kesin yasak içermeyen Bakara 219 ayeti iniyor. Muhammed inen ayeti hemen Ömer’e okuyor.
Fakat Ömer, bunu yeterli bulmuyor ve duasını tekrarlıyor.
b) Zaman içinde bu kez de Nisa 43 ayeti iniyor, burada da kesin
bir yasak yok. Muhammed yine inen ayeti Ömer’e okuyor. Fakat Ömer, bunu da
yeterli bulmuyor ve Muhammed’in yanında duasını tekrarlıyor.
c) Bu defa Mâide 90 ve 91 ayetleri iniyor. Muhammed bunu da Ömer’e aktarıyor,
sonunda Ömer şu yanıtı veriyor: “Artık vazgeçtik vazgeçtik.”
d) Bu aşamadan sonra Kur’an’a
içkiyle ilgili herhangi bir ayet inmiyor.
e) Bakara 219’da “Senden içki
ve kumarı sorarlar” diyor. Güvenilir
İslami kaynaklarda, bu soruyu
soranın Ömer olduğu yazılı.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.59-61). Diyanetin tercümesi olan Tecrid-i Sarih’in “Eşribe” bölümü 12/39’a bakılırsa, artık hiçbir kaynağa
gerek kalmaz.
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
220. Dünya ve ahiret
hakkında düşünesiniz, diye böyle yapıyor. Bir de sana yetimleri soruyorlar. De
ki: “Onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte
yaşar)sanız (sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir. Allah,
bozguncuyu yapıcı olandan ayırır. Allah, dileseydi sizi zora sokardı. Şüphesiz
Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
221. İman etmedikleri
sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza
gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır.
İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı
evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir
köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar,
Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini
açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.
Not.1 Muhammed’den
önce Yahudilerin geleneğinde, inançları
farklı olan insanların birbirleriyle evlenmeleri yasaktı. Bu ayetle Kur’an bu konuda da aynı prensipleri benimsemiş ve
onaylamıştır.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32).
Not.2 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul
anlamına gelen “abd” denir.
Büyük
diye düşünülen Allah,
acaba niçin kabul ediyor ki onun
bir kısım kulları başka kullarını
kendine köle-abd olarak kullansınlar?
Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için
kendi ayetleriyle bu işi organize
edip bu konuda fetva veriyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).
Konu.1 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
(BU
KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
222. Sana kadınların ay
hâlini sorarlar. De ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan
uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit,
Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah çok tövbe
edenleri sever, çok temizlenenleri sever.”57
Not.1 Bu
ayetin Halife Ömer’le ilgili olarak
indiği/oluşturulduğu, (soruyu
soran kişinin Ömer olduğu) İslami kaynaklarda anlatılmaktadır. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.140). Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar
Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
223. Kadınlarınız sizin
ekinliğinizdir. Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için (geleceğe
hazırlık olarak) güzel davranışlar takdim edin. Allah’a karşı gelmekten sakının
ve her hâlde onun huzuruna varacağınızı bilin. (Ey Muhammed!) Mü’minleri
müjdele.
Not.1 “Kadınların tarlaya
benzetilmesi” teması çok tanrılı
Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Bu deyim hem Tevrat’ta hem de
Kur’an’da bu şekilde kullanılmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.24).
Not.2 Ömer
bir gün Muhammed e gidip, “Aman helak
oldum. Zira hanımımla sevişirken arkadan ilişkiye girdim. Acaba durumum ne
olacak?” diye soruyor. İslami kaynaklarda belirtildiğine göre, Muhammed’e
müracaat eden sadece Ömer değil, birkaç kişidir. Ömer’in söz konusu müracaatı üzerine, bu ayet iniyor.
Ayet hakkında özetle şunu
diyebiliriz: Eğer ayetten kasıt, erkeğin kadını kullanma konusunda tam özgür
olması ise, bu, çok sakıncalı ve
gayri ahlaki bir fetvadır; eğer İslami kesimin yorumladığı gibi bir
anlam mülahaza ediliyorsa, o zaman Kur’an Tanrısının Arapçayı bilmemesini ve
teknik/dil hatası yapmasını kabullenmek durumundayız; acaba neden daha uygun
ve itirazsız bir cümle seçmedi diye. Bu yüzden, gerçekten nereden bakılırsa bakılsın savunulması pek kolay olmayan bir ayet!
Kaldı ki bu ayetin, Ömer’in kendi eşiyle ters bir biçimde yatması sonucu, onun
yaptığı şikâyet üzerine ve aynı süreç içinde inmesi dikkat çekicidir.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.67-70).
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
2) Kaynak: Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.123).
224. İyilik etmemek,
takvaya sarılmamak, insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize
Allah’ı siper yapmayın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
225. Allah, sizi
kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin
kazandığı (bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah, çok
bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
226. Eşlerine
yaklaşmamağa yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde)
dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
227. Eğer (yemin
edenler yeminlerinden dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse
(ayrılırlar). Biliniz ki, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
228. Boşanmış kadınlar kendi
kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve
ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını
gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse,
onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar
meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı
vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Not.1 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Bakara
228, 234: Kur’an’a göre eğer bir
kadının eşi ölür veya öldürülürse, ikinci bir eşle evlenebilmek için en az 4 ay
10 gün veya üç ay hali-âdet görünceye kadar beklemelidir. Ama bu kural savaş esiri cariyeler için
geçerli değildir.
Bunun sebebi şudur ki,
Muhammed, hem kendisi hem de arkadaşları o kadınlarla bir an önce ilişkiye
girebilsinler diye böyle bir imkânı sağlamıştır; yoksa başka ne amaç güdülmüş
olabilir ki! Zaten Muhammed’in Safiye
ile henüz eve varmadan o çölde gerdeğe girmesi, bunun somut bir ispatıdır.
Bu konuda tüyler
ürperten bir olayı aktarmak istiyorum; Ebu Sait el-Hudri kendisinin de bizzat katıldığı bir olayı şöyle
anlatıyor: “Ben de Muhammed’le birlikle Beni Mustalık baskınında vardım.
Bu baskında ele geçirdiğimiz kadınlarla (o çölde) ilişkide bulunurken, hamile
kalmasınlar diye münasebet esnasında spermimizi kadının rahmine değil de dışarı
boşaltırdık. Yaptığımız bu işin dine uygun olup olmadığını Muhammed’den
sorduğumuzda kendisi, ‘Evet bir
sakıncası yoktur; böyle bir yönteme başvurabilirsiniz’ diye yanıt verdi.”
Savaşta ele geçirilen bir
kadının, çocuk sahibi olmasının istenmemesi şu sebebe bağlıdır: Savaş
esiri bir cariye, çocuk doğurmakla artık “ümmü’l
veled” sayılırdı ve kocasının
ölümünden sonra esaretten kurtulup hürriyetine kavuşurdu; böylece o cariye mal olmaktan çıkar hür
kadınlar statüsüne girerdi.
Bu durumda, onun sahibi ekonomik olarak zarar ederdi.
Çünkü hamile kalmadığı sürece
cariyeleri hem kadın olarak
kullanırlardı hem de para
sıkıntıları olduğu zaman her an onları satabilirlerdi. İşte bu yüzden
hamile kalmasını istemezlerdi. Bu konuda başka nedenler de düşünülebilir; ama en önemlisi budur.
Kaynak: bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.279-280).
229. (Dönüş
yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle
bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama
endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri
almanız, sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri
gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel
vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın
bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta
kendileridir.
Not.1 Bu
uygulamalar da İslam öncesinden
gelmektedir. İslam öncesi Araplarda bir erkek, hanımını 1. ve 2. sefer
boşadığında tekrar geri alabilirdi; 3. seferden sonra artık o çift bir daha
evlenemezdi. Muhammed bu Arap adetini
de beğenip kendi Kuran’ına aldı.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.30-31).
2) bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.30).
230. Eğer erkek
karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla
nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar
(kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine
inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte
bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.
231. Kadınları
boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları
iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için
onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın
âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek
için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının
ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
232. Kadınları
boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında
aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde,
eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve
ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve
daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
233. -Emzirmeyi
tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların
(annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye
gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir
baba çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle
sorumludur. Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl
dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer
çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak
vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur. Allah’a
karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla
görendir.
Not.1 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Bakara
228, 234: (Bu not için bkz. Bakara
228, Not.1)
234. İçinizden
ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet)
beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında
size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara
234, 240, Nisa 12: (Bu not için bkz.
Bakara 240, Not.1)
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -6. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
235. (Vefat iddeti
beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı
olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir
günah yoktur. Allah biliyor ki, siz onlara (bunu er geç mutlaka)
söyleyeceksiniz. Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye
buluşma yönünde sözleşmeyin. Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya
kalkışmayın.58 Şunu da bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla
bilir. Onun için Allah’a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah
gerçekten çok bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
236. Kendilerine el
sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur.
(Bu durumda) -eli geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak
üzere- onlara, aklın ve dinin gereklerine uygun olarak müt’a59 verin.
Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur.
237. Eğer onlara mehir
tespit eder de kendilerine el sürmeden boşarsanız, tespit ettiğiniz mehrin
yarısı onlarındır. Ancak kadının, ya da nikâh bağı elinde bulunanın (kocanın,
paylarından) vazgeçmesi başka. Bununla birlikte (ey erkekler), sizin
vazgeçmeniz takvaya (Allah’a karşı gelmekten sakınmaya) daha yakındır. Aranızda
iyilik yapmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
238. Namazlara ve orta
namaza60 devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.
Not.1 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
Hz. Muhammed’in eşlerinden Hafsa, Ayşe ve Ümmü Seleme’nin Kur’an
nüshalarında farklı ayetler vardı.
Yukarıdaki ayette geçen “Namazlara ve orta namaza
dikkat edin” cümlesinin
sonunda, “İkindi namazına da
dikkat edin”
cümlesi de vardı ve “ayet bu şekilde gelmiştir” diyorlardı.
Bu cümle şu an var olan Kur’an’da yoktur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.131, 227).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor.
(pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır. (pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
239. Eğer (bir
tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın.
Güvenliğe kavuşunca da, Allah’ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği
şekilde anın (namazı normal vakitlerdeki gibi kılın).
240. İçinizden ölüp
geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla
kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden)
çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak
işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara
234, 240, Nisa 12:
Yine açık örneklerden biri de
Bakara suresinde dul kalan kadınların statüsüyle ilgilidir. İslamiyet’ten önce
bir gelenekti, kadın dul kaldığında bir yıla kadar kocasının evinde kalır,
malından geçinirdi. Kur’an’da bu
doğrultuda bir ayet var: Bakara 234.
Gelgelelim buna ters düşen farklı ayetler de var;
“Kocası ölen kadınlar dört ay on gün beklerler, ondan sonra ne yaparlarsa
özgürler” ayeti gibi (Bakara 240).
Bir üçüncü durum da şöyle: “Eşi ölen kadın, eğer ölenin evladı
yoksa onun malının dörtte birini alır. Şayet evlat varsa o zaman sekizde
birini alır.” (Nisa 12)
Peki,
günümüz dünyasında diyelim Müslüman bir memlekette bir kadın dul kaldı. Bu durumda kocasının çocuğunun
olup olmadığını da göz önüne alarak ona dörtte
bir/sekizde bir verilip serbest mi bırakılsın, dört ay on gün beklesin ondan sonra istediğini yapsın veya eşi vasiyet
etsin, onun evinde bir yıla kadar
kalsın mı? Bu konuda İslam literatüründe her kafadan bir ses çıkıyor.
Ayetler farklı olunca yorumlar da çoğalıyor.
Bununla ilgili bir bilgiyi de Buhari’den
dinleyelim: Halife Osman zamanında Kur’an ayetleri kitap haline
getirilirken, komisyon üyesi Abdullah
b. Zübeyr Osman’a öneriyor “bu bir
yıl bekleme ayeti, dört ay on gün ayetiyle mensuh olmuştur/geçerliliği yoktur.
Dolayısıyla biz bunu artık Kur’an’a yazmayalım” diyor. Osman “sen buna karışma!
Biz hepsini yazarız” diyor.
Benzer örnekler Kur’an’da çoktur ve nasih-mensuh yöntemiyle işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.249-250).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
241. Boşanmış
kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah’a
karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur.
242. Düşünesiniz diye
Allah size âyetlerini böyle açıklamaktadır.
243. Binlerce kişi
oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah,
onlara “ölün” dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı
lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.
Not.1 Ayetin (Bakara 243) içerdiği inanılmaz anlamdan ziyade, burada dikkat çekici farklı
şeyler var.
a) Mesela neymiş ölüm korkusu ki
Tanrı tarafından kendi ölümlerine neden oluyor? Veya kimlerdir bunlar, ne
zaman yaşamışlar? sorularına yanıt yok. Kaldı ki buna açıklık getiren
Kur’an’da başka bir bilgi de yok.
b) Hele aynı ayette Allah’ın
Muhammed’e, “Görmedin mi ki ben onlara
neler yaptım” diye hitap etmesi ilginç. Anlaşılan, Muhammed’den epey önce
meydana gelen bir olaydan söz ediliyor. Dolayısıyla Muhammed nasıl görmüş olabilir ki Tanrı ona böyle bir hitapta
bulunsun! Burada, “Muhammed’in görmesi demek, kalben ruh âleminde bilmesi,
görmesi demektir” anlamında bir yorum yapılabilir. Zaten bu yöntem dışında
buna yanıt verilmez ki.
c) Aslında benzer bir olay Tevrat’ta
anlatılıyor. Hezekil zamanında, Tanrının isteklerini yerine getirmedikleri için
böyle bir olayın onun kavminin başına geldiği yazılı (Tevrat’tan, Hezekil 37/1-11).
d) Kanımca olayın muğlâk bir
anlatımla Kuran’da geçmesinin nedeni, Muhammed’in
konu hakkında fazla bilgi sahibi olmamasından kaynaklanıyor; eğer daha
fazla bilgisi olsaydı tabi ki daha net olarak işlerdi.
e) Muhammed’in bu ayetten, az önce Tevrat’tan değindiğim Hezekil
hadisesini kastettiğine ilişkin İslami kaynaklarda ipuçları da vardır.
Örneğin; Bakara suresi 243. ayette Hamdi Yazır halife Ömer’den bu konuda böyle
bir rivayet aktarıyor.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler,
(pdf-s.145-146)
244. Allah yolunda
savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir.
245. Kimdir Allah’a
güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin.
(Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
Not.1 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:
a) İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’
36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm
28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:
Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir,
Allah’ın takdiridir.
Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle beyan ediliyor. (pdf-s.222-226).
b) Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’
39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç
vermeyi*, çalışmayı övüyor.
(*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)
Allah, “Ey insanlar! Çalışın,
kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşayın...” dese bile, bunun bir anlamı
olamaz. Çünkü insanın çalışabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var
olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.
(pdf-s.233-234).
c) Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumluluğunu kendi üzerine aldığı
halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili
bir ifadeyle çalışmayı övüyor. (pdf-s.233-234).
d) Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana aittir,
ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak
yarattım” (Zuhruf 32) demesi,
hem sık sık “benim adıma, benim namı
hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun
yerini doldururum” şeklinde beyanatta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Allah’ın eli bağlıdır (Allah
cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).
İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak,
“Vay eliniz bağlanası, vay lanet
olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Yahudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul
edilip edilmediği de ortada.
(pdf-s.233-234).
e) Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine
tespih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.
(pdf-s.235).
f) Kur’an, insanlara sadaka vermeyi
önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce
(m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık
avlanmayı öğret; böylece sen de kurtul,
o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha
mantıklı, daha adil ve sosyal barış için daha uygun bir öneri getirmiş;
üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben
bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şeklinde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir. (pdf-s.236).
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.222-236).
246. Mûsâ’dan sonra
İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani,
peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım”
demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak
olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan
uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap
vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz
çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.
247. Peygamberleri
onlara, “Allah, size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim
üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona
zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah,
onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” Allah,
mülkünü dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
248. Peygamberleri
onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir.61
Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin
geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış
kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır.”
249. Tâlût, ordu ile
hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan
içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir
avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût
ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim
Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını
kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın
izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah,
sabredenlerle beraberdir.”
250. (Tâlût’un
askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey
Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme
karşı bize yardım et.”
251. Derken, Allah’ın
izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a)
hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın;
insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak
Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.
252. İşte bunlar
Allah’ın âyetleridir. Biz onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından
gönderilmiş peygamberlerdensin.
253. İşte peygamberler!
Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın
konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu
İsa’ya ise açık deliller verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik.
Eğer Allah dileseydi, bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler.
Onlardan inananlar da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi,
birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah dilediğini yapar.62
254. Ey iman edenler!
Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü
gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr
edenler ise zalimlerin ta kendileridir.
255. Allah, kendisinden
başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur.63 O’nu ne bir
uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey
O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?64
O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve
yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından
başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp
kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri
koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.65
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Taha 111, Bakara 255, Al-i İmran 2) Arapçasında geçen;
“KAYYUM” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “uyumayan”
anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.278).
256. Dinde zorlama
yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu
tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.
Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.66
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;
“Tağut” kelimesi Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut
kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.284).
257. Allah, iman
edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin
velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip)
çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.
258. Allah, kendisine
hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile
tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o
da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz
Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp
kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
259. Yahut altı üstüne
gelmiş (ıpıssız duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı
ölümünden sonra nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu
öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: “Ne kadar (ölü)
kaldın?” O, “Bir gün veya bir günden daha az kaldım” diye cevap verdi. Allah,
şöyle dedi: “Hayır, yüz sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak,
henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret
belgesi kılmamız içindir. (Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya
getiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” Kendisine bütün bunlar apaçık
belli olunca, şöyle dedi: “Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah’ın gücü her şeye
hakkıyla yeter.”67
Not.1 ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf
32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7:
Gaddarlığıyla tarihe geçen Haccac b. Yusuf (halk tabiriyle Haccac-ı Zalim) Kur’an’ın on bir-on iki
yerinde (yukarıdaki ayetlerde) değişiklik yapmıştır.
Haccac b. Yusuf’un oynama yaptığı, değiştirdiği iddia edilen
ayetleri aşağıya alıyorum:
Kitab-üI Mesahif, İbn-i Ebu Davud Sicistani,
1/280, no: 142 ve devamı. Bakara 259'da geçen ‘Iem yelesemeh’ kelimesinde aslında son harf olan (h) yoktur. Maide 48’de geçen 'Şir'aten' kelimesi, aslında 'Şeriaten'
imiş; ama Haccac değiştirmiş. Yine Yunus
22’de geçen 'Yüseyyirukum'
aslında 'Yünşiruküm' biçimindeymiş. Yusuf 45’te geçen 'Ünebbiukum' kalıbı, aslında 'Afiktim'
şeklindeymiş. Mü'minun 85, 86 ve 89’da
'Lillafı' geçiyor. Bunlar da aslında
'Allah' şeklinde yazılıymış. Şuara 116’da
Nuh hakkında geçen 'Meretimin'
aslında 'Muhrecin' imiş. Yine Şuara 167’de Lut hakkında kullanılan 'Muhrecin' kelimesi, aslında 'Meretimin' şeklindeymiş. Zuhruf 32’de geçen, 'Maişet' kelimesi de aslında 'Meayiş' biçimindeymiş. Muhammed 15’te geçen ‘Âsin' kelimesi, aslında 'Yasin' şeklindeymiş. Hadid 7’de 'Enfiku' kelimesi de aslında 'İttekav'
biçimindeymiş. Tekvir 24’de geçen 'Denin' kelimesi de aslında 'Zenin' şeklindeymiş.
Tüm bunları Haccac b. Yusuf değiştirmiştir. Bir iş ki bu adam da ona bulaşmışsa
düşünmek lazım.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.217-218).
Not.2 ZALİM HACCAC HAKKINDA KISA BİR BİLGİ:
Kendisi (h. 41-95) yılları arasında yaşamış. Aslen Sakif kabilesinden olup Emevilerin en zalim valilerindendir.
En çok Emevi sultanı Mervan b. Hakem döneminde yıldızı parlamış. Tabi ki o da
Emevilerin sadık bir adamıydı. O sıralar halifelik davasında bulunan Zübeyr b.
Avam’ın oğlu Abdullah, Mekke’ye yerleşiyor (ki bu adam aynı zamanda Kur’an’ı
kitap haline getiren dört kişilik komisyonun bir üyesiydi). Abdullah’a muhalif
olan Haccac Mekke’yi ablukaya alıyor, sonunda Abdullah katledilince Haccac onun
vücudunu parçalara ayırıp Emevi lideri Mervan b. Hakem’e gönderiyor.
Tarihi
kaynaklar, Haccac’ın yüzbinlerce insanı katlettiğini, onbinlercesini
hapsettiğini, hatta tutuklular arasındaki otuz bin kişinin sadece kadın
olduğunu yazıyorlar.
Meşhur Ömer b. Abdülaziz onun hakkında “Dünyadaki her toplum kendi kötü adamıyla ortaya çıksa, biz de Haccac’la
çıksak, kesinlikle kötülükte şampiyon oluruz” diyor.
Yine
aynı Ömer “Velit Şam’da halife, Haccac Irak’ta vali,
onun kardeşi Yemen valisi, Osman b. Hayyan Hicaz bölgesinden sorumlu ve Kurre
de Mısır’da idareci olursa, demek ki dünya zulümle dolmuştur” diyor.
Haccac hicri 74. yılında Medine’ye
gidince çoğu sahabilere hakaret ediyor. Bunlar arasında meşhur olanları
da var. Mesela Enes b. Malik, Sehl b. Sa’d ve Cabir b. Abdullah gibi.
Süleyman
b. Abdülmelik görevi devralınca, Haccac’ın zindanlara
attığı insanlardan, yalnız bir
günde 81 bin kişiyi tahliye ediyor.
En korkutucu bilgileri, Tarih-i Hamis yazarı ve Mesudi yazmışlardır.
Katlettiği insanların sayısı hakkında çok yüksek rakamlardan, mesela 170 bin ölü ve tutuklu sayısından söz
ediliyor. Tabi ki o zaman insan nüfusu bugünkü kadar fazla değildi.
Dolayısıyla o zaman için bu sayı çok
yüksek bir rakam.
Süyuti
gibi biri Kur’an’ın orijinal olmadığına ilişkin bu kadar bilgi sunmuşsa, artık gerisini düşünmek lazım.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.218-219).
260. Hani İbrahim,
“Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona)
“İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için”
demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları
parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır.
Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“SÜRHÜNNE (SÜR)”
kelimesi Arapça değildir.
Nebatice’dir, “parçalamak”
anlamına gelir. Ayette kuşları “parçalamak” anlamında kullanılmıştır (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.289).
261. Mallarını Allah
yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane
bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş
olandır, hakkıyla bilendir.
Not.1 Sadaka konusunda verilen bu örnekte de “7” sayısı ve onun
katları kullanılmış. Gerek İslam’da
ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde
ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı
dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7
cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).
262. Mallarını Allah
yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve
gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku
yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.
263. Güzel bir söz ve
bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her
bakımdan sınırsız zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
264. Ey iman edenler!
Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını
harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa
çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı
şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar
kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu
hidayete erdirmez.
265. Allah’ın rızasını
kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda
harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir
ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme
yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
266. Herhangi biriniz
ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar
akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç
çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli
(yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye
size âyetlerini böyle açıklıyor.68
Not.1 Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34,
Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67,
Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.
Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141,
Nahl 11, Nur 35
a) Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la
konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki
ayetler).
b) Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi
verdiği” İncil’de anlatılmaktadır
(Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).
c) Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta
(Tekvin, 3/7), hem İncil’de
(Markos, 13/28), hem de Kuran’da
(Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.
d) İşte Muhammed, incir-zeytin ve
Tur dağıyla ilgili eski mitolojik
inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse
onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta
bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim
takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı
bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi
Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre
(Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.
e) Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine
inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır.
Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.
f) İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu
söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin
ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok
ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir.
Dolayısıyla, benim bu doğruları
söylemekle en fazla Müslümanlara
faydalı olacağım da bilinmeli.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.149-150)
267. Ey iman edenler!
Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah
yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri
vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.
268. Şeytan sizi
fakirlikle korkutur69 ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder.
Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah,
lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
269. Allah, hikmeti70
dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş
demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.
270. Allah yolunda her
ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin
yardımcıları yoktur.
271. Sadakaları açıktan
verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin
için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
272. Onları hidayete
erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır
olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını
kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız
yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.
273. (Sadakalar)
kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler
içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin
sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey)
istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
274. Mallarını gece
gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında
mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.
275. Faiz yiyenler,
ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların,
“Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi
helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o
öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da
Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar
cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.
Not.1 En’am
146, Nahl 118, Bakara 275, Al-i İmran 93, Nisa 160-161: Sümer kanunlarında (örneğin Ammi Şaduga fermanında), faiz konusu Kur’an gibi sadece vaz’u
nasihatle geliştirilmemiş; tersine, faizcilik yapanlara uygulanması gereken cezadan da söz edilmiştir. Faizciliğin cezası Orta Asur kanunlarında da ağırdı. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.29-30).
276. Allah, faiz malını
mahveder, sadakaları71 ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir
günahkâr nankörü sevmez.
Not.1 Rûm
Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:
Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli
cümleler hemen hemen bunlardır.
277. Şüphesiz iman edip
salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları
Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.
278. Ey iman edenler!
Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz,
faizden geriye kalanı bırakın.
279. Eğer böyle
yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek
olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş
olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.
Not.1 Rûm
Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:
Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli
cümleler hemen hemen bunlardır.
280. Eğer borçlu darlık
içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu)
sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.
281. Öyle bir günden
sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese
kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık
yapılmayacaktır.
282. Ey iman edenler!
Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir
yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan
kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu)
da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi
eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf
bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme)
şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve
iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona
hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar.
Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah
katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için
daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa,
onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman
da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin.72 Eğer
aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı
gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.73
Not.1 İnsan çalma/kaçırma meselesi çok önemli
olduğu halde Kur’an buna değinmemiştir. Diyelim bir insan başka
birine borçla bir kilo
soğan satsa, bu ayete göre
bu iki insan arasında şahit, senet gerekir; ancak bir insanı öldürmek veya çalmak çok önemli olduğu halde Kur’an
buna bir açıklık getirmemiştir. Bu konu, hadislere ve mezhep imamlarının
takdirine bırakılmıştır. Tevrat’la
Sümer kanunlarında bunu yapan kişiye uygulanan ceza belirtilmiştir (Tevrat, Çıkış 21/16; H.
Kanunları md.14).
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.128).
Not.2 Daha
önce herhangi bir davanın ispatı için en
az iki erkeğin şahitliği gerekiyordu. Kur’an bu geleneğe de onay verdi.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.32).
283. Eğer yolculukta
olur da bir yazıcı bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer
birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin
ve Rabbi Allah’tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği
gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla
bilendir.
284. Göklerdeki her
şey, yerdeki her şey Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de
Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder.
Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
285. Peygamber,
Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her
biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve
şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.”
Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama
dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”
286. Allah, bir kimseyi
ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi
yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey
Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize,
bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün
yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim
Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Kur’an’da
aynı sure içinde ve aynı konuda iki
farklı durum da söz konusu olabiliyor, bu tür ayetlerden örnekler
verelim: Bakara 284, 286:
Bakara 284’e göre bir insan kendi içinde bir kötülük düşünse,
bu bile suçtur ve o kişi ahiret hayatında yapmadığı; ancak düşündüğü kötülüğün
de cezasını çekecektir.
Ama bu ayetten hemen bir ayet
arayla Bakara 286’da bu sefer
“Allah kişiyi ancak gücünün yettiği kadar sorumlu tutar” anlamında ayet var
ki önceki ayetle çelişiyor.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.247).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Kur’an-ı Kerim’de
yirmi dokuz sûrenin başında yer alan bu gibi harflere “Hurûf-i mukattaa” veya
“Mukatta’ât” (Arap alfabesindeki adlarıyla, tek tek okunan harfler) denir.
Anlamlarını kesin olarak bilmediğimiz bu harfler üzerinde tefsir bilginleri
çeşitli görüşler belirtmişlerdir. Bunlar arasında, bu harflerin; başında
bulunduğu sûrenin adı, ya da Allah Teâlâ ile Hz.Peygamber arasında birer şifre
olduğu görüşleri ağırlık kazanmıştır.
2. Gayb, sözlükte görme
duyusuyla algılanamayan şey demektir. Kelime (gayb), “duyuların kapsamına
girmeyen gizli her şey” anlamında kullanılır. Bir şeyin “gayb” oluşu, Allah’a
göre değil insanlara göredir. Zira Allah’ın ilminin dışında kalan hiçbir şey
yoktur. Allah’a, meleklere, ahiret gününe, cennet ve cehenneme, kadere inanmak
“gaybe iman” konuları arasındadır.
3. Burada kastedilen,
dünyada kâfir olarak yaşayıp sonunda Ahirete de kâfir olarak intikal edeceği,
Allah tarafından bilinen inkârcılardır.
4. Âyetin bu kısmı,
“Onlara, insanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz,
akılsızların iman ettiği gibi mi iman edelim? derler.” şeklinde de tercüme
edilebilir.
5. Fâsık, Allah’a itaat
çizgisinin dışına çıkan kimse demektir. Kelime, Kur’an-ı Kerim’de “kâfir”,
“günahkâr”, “yalancı” ve “kötülük yapan” anlamlarında kullanılmıştır. Burada
“fasık” kâfir anlamında kullanılmaktadır. Allah’ın saptırması ifadesi mecazî
bir ifadedir. Aslında insanları saptıran, cahil önderleriyle şeytandır. Allah,
bu örneği vermekle, aslında kendilerinde var olan sapkınlığı ortaya çıkarmış
olmaktadır.
6. İsrâil, İshak
Peygamberin oğlu Yakup Peygamberdir.
7. Sabır, insanı
olgunlaştırır, geliştirir ve güçlendirir. Namaz ise, Allah’a kulluğun,
teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade biçimi, aktif ve düzenli bir
hayatın göstergesidir. Âyette, zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış
hayatta güçlü kılacak iki temel ögeden yararlanmamız tavsiye edilmektedir.
8. Şefaat, birinin
bağışlanmasına aracılık etmek demektir. Kıyamet gününde başta Hz. Peygamber
olmak üzere, Peygamber ile Allah’ın izin vereceği bazı insanlar ve melekler,
günahkâr mü’minlerin affedilmesini, günahsızların derecelerinin yükseltilmesini
Allah’tan dileyeceklerdir. Şefaat taleplerinin yerine getirilip getirilmemesi
konusunda takdir Allah’a aittir.
9. Furkan, “Hak ile
batılı ayıran” anlamınadır. Burada Mûsâ’ya verilen emirler ve hükümler
kastedilmektedir.
10. Âyetin bu kısmı
“İçinizden buzağıya tapanları öldürün” şeklinde de tercüme edilmiştir.
11. Adı geçen memleketin
Kudüs veya Erîha olduğu rivayet edilmiştir.
12. Âyette ifade edilen
bu azabın veba gibi korkunç bir bulaşıcı hastalık olduğu tefsir bilginlerince
ifade edilmiştir.
13. Sâbiîler, bazı
tefsir bilginlerine göre, Yahudilik ile Hıristiyanlık arasında bulunan ve
tevhid inancına dayanan bir dinin mensuplarıdır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu
ise bunların, kitap ehlinden olmadığını söylemektedirler. Bir rivayete göre ise
Sâbiîler, Hz. İbrahim’in dinine mensup kimselerdir.
14. İslâmiyet, kendinden
önceki dinlerin hükmünü kaldırmıştır. Bu itibarla, hangi dine mensup bulunursa
bulunsun, tüm insanlar İslâm’a girmekle yükümlüdürler. İslâm gelmeden önceki
semavî dinlere mensup olanlardan Allah’a ve ahirete inanıp iyi işler yapanlar,
tıpkı İslâmiyette olduğu gibi, kurtuluşa ermişlerdir. Bu, genel bir kuraldır.
Bu âyet bu noktayı vurgulamaktadır. Yoksa İslâmiyet geldikten sonra, İslâm’ı
kabul etmeden, kendi ölçüleri içinde “Allah’a ve ahirete inanıp, iyi işler
yapmak” kişiyi kurtuluşa erdirmez. Benzer ifadeler için bakınız: Mâide sûresi,
âyet, 69.
15. Hz.Mûsâ’nın dinine
göre, cumartesi günü çalışmayıp ibadetle meşgul olmak bir esastı.
İsrailoğullarının bu esası çiğnemeleri ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nisâ
sûresi, âyet, 47-54; A’râf sûresi, âyet, 163; Nahl sûresi, âyet, 124.
16. Bazı tefsir
bilginleri, âyette sözü edilen maymunlaştırma olayının temsîlî, bazıları da
gerçek olduğunu söylemişlerdir.
17. Tefsir kaynaklarının
aktardığına göre, İsrailoğullarından birisi, zengin, fakat çocuğu olmayan
amcasını, malını elde etmek için öldürmüş, sonra da cesedi bir başkasının
evinin önüne bırakmıştı. Bununla da yetinmeyerek, “Amcamı öldürdüler”, diye
ortaya çıkınca, taraflar vuruşma noktasına gelmişlerdi. İçlerinden biri, “Ne
diye birbirimizi öldüreceğiz. İşte Allah’ın peygamberi, ona başvuralım”, dedi.
Durumu Hz.Mûsâ’ya aktardılar. Katil bulunamayınca, Allah Teâlâ onların bir sığır
keserek, sığırın bir parçası ile ölüye vurmalarını emretti. Onlar, kesilecek
sığırın niteliklerini sormaya başladılar. Nihayet nitelikleri belirtilen sığırı
bulup kestiler ve parçasıyla öldürülen şahsa vurdular. Ölü dirilip, katili
haber verdi. İşte, 67-74. âyetler bu olayı anlatmaktadır.
18. Bu âyet Yahudilerin,
kutsal kitapları Tevrat’ı tahrif ettiklerini açık bir ifade ile ortaya
koymaktadır. Bu gerçek, Maurice Bucaille gibi Batılı bazı araştırmacı
bilginlerce de kesin olarak ifade edilmiştir. Bizzat Tevrat’ta da bunu
doğrulayıcı ifadeler yer almaktadır. (Yeremya, 8/8-9)
19. Ümmî, anadan doğduğu
gibi kalan, yani okuma-yazma bilmeyen kimse demektir. Burada dinleri konusunda
asgari düzeyde bile bilgisi olmayanlar kastedilmiştir.
20. Yahudiler, tarihleri
boyunca, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı daima direnmişler, onlara
işkence etmişler, onları öldürmüşler, olmadık hile ve entrikalara
başvurmuşlardı. Bundan sonraki âyetler, Yahudilerin Hz.Peygamber’e karşı da
sergiledikleri bu olumsuz tutumu dile getirmektedir.
21. İsrailoğullarından
söz alınması konusunda bu sûrenin 63. âyetine bakınız.
22. Sahabiler,
Hz.Peygamber’in nasihatlerinden daha çok yararlanmak için ona, “Râ’inâ (Bizi
gözet)”, diyorlardı. Yahudiler, bu ifadeyi İbranice’de hakaret ifade eden bir
anlamda kullanıyorlardı. Bir başka yoruma göre, “râ’inâ” kelimesini, Arapça’da
“çobanımız” anlamına gelecek şekilde “râ’înâ” diye okuyorlardı. O sebeple âyet,
mü’minlerden, “Râ’inâ” yerine yine, “Bize de bak”, “Bizi de gözet” anlamındaki,
“Unzurnâ” ifadesini kullanmalarını istemiştir. Âyette, yanlış anlama
çekilebilecek kelimeleri kullanmaktan sakınmanın adaba uygun olduğuna işaret
edilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca Nisâ sûresinin 46. âyetine bakınız.
23. Bu âyette ihsan, Hz.
Peygamberin de ifade buyurduğu gibi “Allah’a, onu görür gibi ibadet etmek”
demektir.
24. Âyetteki “Kitap” ile
Hz.İsa’yı tasdik eden Tevrat ve Hz.Mûsâ’yı tasdik eden İncil kastedilmektedir.
İki kitaptan her biri, diğerini getiren peygamberi tasdik ettiği için, ikisi
birden “Kitap” diye zikredilmiştir.
25. “Allah’ın yüzü”
ifadesi, mecazî bir anlatım olup, burada “Allah’ın rahmeti, rızası ve nimeti”
demektir. Kul, tümüyle Allah’a ait olan yeryüzünün neresinde ve hangi
cihetinde, ne tür bir taat ve işe girişse, Allah’ın lütuf ve rahmetini orada
bulur.
26. Yahudiler, “Uzeyr,
Allah’ın oğludur”, diyorlardı. Hıristiyanlar da İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu
inancındadırlar. (Bakınız: Tevbe sûresi, âyet, 30)
27. Âyette geçen
“Makam-ı İbrahim”in ne olduğu konusunda tefsir bilginleri çeşitli görüşler
belirtmişlerdir. “Hac ibadetinin yapılması sırasında ziyaret edilen yerlerden
biri”, “Kâbe”, “Harem diye bilinen alan”, “Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken
iskele olarak kullandığı ve halkı hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın
bulunduğu alan” şeklindeki açıklamalar bunlardan bazılarıdır.
28. Hıristiyanlar, doğan
çocuklarını, Hıristiyanlığı kabul edenleri ya da bir kiliseden öbürüne
geçenleri vaftiz denen bir işlemden geçirirler. Vaftiz, su serpmek ya da suya
batırmak suretiyle yapılır. Baba, Oğul ve Ruhu’l-Kudüs adına yapılan bu işlemin
insanı aslî günahtan kurtaracağına, insanın âdeta yepyeni bir hayat boyasına
boyanacağına inanırlar. Vaftiz uygulamasının aslı Yahudilikten gelmektedir. Bu
âyette, gerçek kurtuluşun böyle zahirî ve sembolik eylemlerle değil, Allah’ın
insanların fıtratına yerleştirdiği aslî renk olan tevhid inancı ile mümkün
olacağı vurgulanmaktadır.
29. Âyetteki “orta
ümmet” ifadesi ile, âdil, seçkin, her yönüyle dengeli, haktan asla ayrılmayan,
önder, bütün toplumlarca hakem kabul edilecek bir ümmet kastedilmektedir.
30. Bu ve daha sonraki
üç âyette kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesi ile, bu olay üzerine
yahudilerin çıkardıkları dedikodular dile getirilip cevaplandırılmaktadır.
31. Hz.Peygamber, Hicrî
ikinci yılın ortalarına kadar namazlarda Kudüs cihetine yöneliyor, fakat hep
Kâbe’ye yönelme emrinin gelmesini bekliyordu. Bir ikindi namazı sırasında Allah
Teâlâ, Kâbe’ye doğru yönelmesini emretti. Kudüs’e doğru yönelerek başlanan bu
namaz Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu olayın geçtiği yerde yapılan mescit,
bugün “Mescid-i Kıbleteyn”, yani iki kıbleli mescit diye anılmaktadır.
32. Yahudiler ve
Hıristiyanlar, Hz. Peygamber’e ait özellikleri kendi kutsal kitaplarında
okuyageldiklerinden onu özellikleriyle çok iyi tanıyorlardı. Âyette,
yahudilerin ve hıristiyanların Hz. Peygamber’i inkâr etmelerinin bilgisizlikten
değil, inattan kaynaklandığına işaret edilmektedir.
33. Sabır, insanı ruhen
olgunlaştırır, geliştirir ve güçlendirir. Namaz ise, Allah’a kulluğun,
teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade biçimi ve aktif, düzenli bir
hayatın göstergesidir. Âyette zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış
hayatta güçlü kılacak iki temel ögeden yararlanmamız tavsiye edilmektedir.
34. Âyette, şehitlik
mertebesinin yüceliği vurgulanmaktadır. Aynı anlamda bir ifade için Âl-i İmran
sûresinin 169. âyetine bakınız.
35. Safa ile Merve,
Kâbe’nin doğu tarafında bulunan iki tepenin adıdır. Bu iki tepe arasında
usulünce gidip gelme demek olan “sa’y”, Hz.İbrahim, eşi Hacer ve oğlu İsmail’e
dayanan bir geleneğin ihyası olup, haccın ve umrenin vaciblerindendir. Cahiliye
döneminde Safa ve Merve tepelerinde putlar bulunuyor ve müşrikler de bu tepeler
arasında sa’y ediyorlardı. İslâm gelince mü’minler, bu eski müşrik uygulaması
sebebiyle, Safa ve Merve arasında sa’y etmekten endişe etmişlerdi. Bu âyet
onların endişesini gidermektedir.
36. Lânet etme konumunda
olanların, Allah, melekler ve insanlar olduğu, bu sûrenin 161. âyeti ile, Âl-i
İmran sûresinin 87. âyetinde açıklanmıştır.
37. “Rahmân” ve Rahîm”
kelimelerinin anlamları için Fâtiha sûresinin ikinci âyetinin dipnotuna
bakınız.
38. Âyette, yaptıkları
işin yanlışlığına ve çirkinliğine akıl erdiremeden, atalarının inançlarını körü
körüne taklid eden müşrikler kınanmaktadır.
39. İslâm’da zaruretlerin
mahzurları ortadan kaldırdığına en güzel delil bu âyette ifadesini bulur. Bir
haramı helâl saymamak ve haddi aşmamak kaydiyle bazen zaruret miktarınca, yasak
bir iş işlenebilir. Yenmesi haram olan şeyler ile ilgili olarak ayrıca bakınız:
Nahl sûresi, âyet, 115.
40. Son peygamber
Hz.Muhammed’in nitelik ve özellikleri Tevrat’ta belirtilmişti. Yahudi hahamları
bunları gizlediler. Böylece hem kendileri, hem de kavimleri sapmış oldu. Bu
değerlendirmeye göre âyette geçen kitaptan kasıt Tevrat; gizlediklerinden kasıt
da Hz. Peygamberin nitelikleridir. Ancak Allah’ın kitabında yer alan herhangi
bir hükmü gizlemeye yönelik her tür niyet ve teşebbüs bu kategoride
değerlendirilir.
41. Kısas, aynıyla
karşılık vermek demektir. İslâm hukukunda ise, kasten ve haksız yere bir
kimsenin canına kıyma ya da bedenine veya uzvuna zarar verme suçlarını işleyen
kimselerin, verdikleri zararın aynıyla cezalandırılmaları demektir. Bu âyette
kısas, “cana can” kuralını ifade etmektedir. Mâide sûresinin 45. âyeti, kısasa
tabi suçları topluca belirtmektedir. İlgili şahsın vazgeçmesi hâlinde, kısas
diyete dönüşür. Hıristiyanlıkta adam öldürenin affedilmesi; Yahudilikte ise,
mutlaka kısasa tabi tutulması esastı. İslâm, diyet uygulaması ile orta yolu
getirmiş oldu.
42. Vasiyetle ilgili bu
emir, henüz mirasla ilgili kurallar açıklanmadan önce verilmişti. Amaç ise
varisleri adaletsizlikten korumaktı. Daha sonra, mirasla ilgili hükümler Nisâ
sûresinde açıklandı.
43. Ramazan orucu,
ergenlik çağına ulaşmış, akıllı her müslümana farzdır. Hastalık, yolculuk,
kadınlara has özel hâller gibi meşru sebeplerle Ramazan ayında oruç
tutamayanlar, bu oruçları şartların elverişli olduğu başka zamanlarda kaza
ederler. Mazeretsiz olarak oruç tutmayanlar, büyük günah işlemiş olurlar. Aşırı
yaşlılar ya da iyileşmez hastalar, bu sebeple oruç tutamazlar ve bu oruçları
kaza etmekten de ümit keserlerse, oruçsuz geçirilen her gün için bir fidye
verirler. Fidye tıpkı fıtır sadakası gibi, bir fakiri bir gün doyurmak ya da
bunun bedelini vermektir.
44. Tefsir kaynaklarının
aktardığına göre, orucun farz kılındığı ilk dönemlerde müslümanlar, oruç
tutacakları zaman sadece güneş batımından yatsı namazını kılıncaya ya da
uyuyuncaya kadar yiyip içebiliyorlar; cinsel ilişkide bulunabiliyorlardı.
Kısaca imsak, yatsı namazından ya da uykuya dalınmasından itibaren başlardı.
Âyette, yatsı namazından ya da uykudan sonra cinsel ilişkinin oruca engel
olmadığı vurgulanmaktadır.
45. Âyetin bu kısmında,
güçlü bir anlatım üslubu içinde, karı koca arasındaki ilişkinin tabiatı ortaya
konmaktadır. Elbise ve örtü insanı nasıl soğuktan ve sıcaktan korur,
kusurlarını örterse; eşler de birbirlerine karşı öyle koruyucu, kollayıcı ve
bağlı olacaklardır.
46. Hz.Peygamber’e,
“Hilâl niçin önce iplik gibi incecik görünüyor, sonra kalınlaşıp nihayet daire
şeklini alıyor?” diye soru yöneltilmişti. Âyetin bu kısmında söz konusu soruya,
ayın hareketlerinin zaman tayininde, özellikle hac, oruç ve zekât gibi
ibadetlerin vakitlerinin belirlenmesinde kıstas olduğu ifade edilerek cevap
verilmektedir. Aynı konuya Yûnus sûresinin 5. âyeti ile İsra sûresinin 12.
âyetinde de değinilmektedir.
47. Cahiliye devrinde
Araplar ihramlı bulundukları zaman evlerine, arka taraftan açtıkları bir
delikten girerler ve bunu iyi bir davranış sayarlardı. Âyet, onların bu uygulamalarının
anlamsız olduğunu, gerçek iyiliğin takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)
esasına dayalı davranışlar olduğunu vurguluyor.
48. “Aşırı gitmeyin”
ifadesiyle, mecbur kalmadıkça savaşa girilmemesi, savaş kaçınılmaz hâle gelince
de savaşta çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve savaşla ilgisi olmayan diğer
sivillere zarar verilmemesi, işkenceden sakınılması.. gibi hususlar
kastedilmektedir.
49. Haram ay, saygı
duyulması gereken bir zaman dilimi olduğu için savaşın yasak olduğu ay
demektir. Haram aylar, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep olmak üzere
dörttür. İslâm’da haram ay uygulaması kaldırılmıştır.
50. Bu âyette haram
aylarda kendilerine savaş açılması hâlinde müslümanların da bu aylarda
mukabelede bulunabilecekleri ifade edilmekte, ayrıca bu hükmü de içerecek
şekilde genel kısas prensibi getirilmektedir.
51. Hac ayları, Şevval
ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür.
52. Meş’ar-i Haram,
Müzdelife’de bir yerdir. Müzdelife vakfesinin burada yapılması sünnettir.
53. Tefsir kaynaklarında
ifade edildiğine göre, İslâm’dan önce müşrikler hac işlemlerini tamamladıktan
sonra Müzdelife’de oturur, atalarını anar, onlara ve kendilerine ait
başarılarla öğünürlerdi. Bu âyette, müslümanlara, müşriklerin bu âdetine
uymamaları ve Allah’ı çok anmaları hatırlatılmaktadır.
54. “Sayılı günler”,
teşrik günleridir. Teşrik günleri ise, Zilhicce ayının, 9,10,11,12 ve 13.
günleridir.
55. Hz.Peygamber,
Hicretin ikinci yılında, Bedir savaşından iki ay kadar önce, Kureyş’in durumunu
tespit etmek üzere Abdullah b.Cahş komutasında sekiz kişilik bir müfreze
görevlendirmişti. Müfreze, Batnınahle mevkiine gelince, Kureyş’e ait bir
kervana saldırdı. Bir kişiyi öldürüp iki kişiyi de esir alarak Medine’ye
geldiler. Hz.Peygamber, izni olmaksızın girişilen bu işe çok üzüldü. Olayın,
Cemâziye’l-âhir’in son günü mü, yoksa haram ay olan Recep’in ilk günü mü olduğu
kesin değildi. Yahudiler ve müşrikler, “Muhammed, haram ayda savaşıyor”, diye
propagandaya başladılar. İşte âyet, bu konuyu gündeme getirerek haram ayda
savaşmanın günah olduğunu, ama müşriklerin bundan daha ağır suçlar işleyerek
insanları Allah yolundan alıkoyduklarını, onu inkâr ettiklerini, Kâbe’yi
ziyarete engel olup, zulüm ve baskı yaptıklarını onlara hatırlatmaktadır.
56. Bu âyet, içki ile
ilgili olarak inen ikinci âyettir. Bu konuda nazil olan ilk âyet ise Nahl
sûresinin 67. âyetidir. İçki, daha sonra Nisâ sûresi, âyet: 43 ve Mâide sûresi,
âyet: 90 ile tedricî olarak ve kesinlikle haram kılınmıştır.
57. Âyette, kadınların
âdet hâlleri “ezâ” diye nitelendirilmiştir. Âdet sırasında kadınlar hastalığa
daha çok yakındırlar. O günlerde onlara yaklaşmamak gerekir. Burada söz konusu
olan cinsel ilişkidir.
58. Boşanan ya da kocası
ölen kadının yeniden evlenebilmesi için dinen beklemesi gereken süreye “iddet”
denir. Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Boşanan kadın ise üç ay
hâli bekler. Eğer boşanan kadın ay hâli görmüyorsa, iddeti üç aydır. Hamile
kadının iddeti de çocuğunu dünyaya getirmesiyle sona erer.
59. Müt’a,
yararlandırmak ve yararlanılan şey demektir. Terim olarak ise mehir
belirlenmeksizin kıyılan nikâhtan sonra, cinsel ilişki ve “halvet”te bulunmadan
boşanan kadına, boşayan tarafından verilmesi gereken, giyim eşyası, mal, ya da
bunların karşılığıdır. Müt’anın miktarını, bununla yükümlü kimsenin malî durumu
belirler.
60. Âyette geçen “orta
namaz”ın sabah, öğle ve ikindi namazı olduğu şeklinde çeşitli görüşler vardır.
Ancak kuvvetli görüş, bu namazın ikindi namazı olduğu görüşüdür.
61. Rivayete göre söz
konusu sandık Tevrat’ın içinde bulunduğu sandıktır. İsrailoğullarının isyanı
üzerine bu sandık ellerinden çıkmıştı.
62. Yani Allah, yapmayı
irade ve takdir ettiğini mutlaka yapar. Ancak bu irade ve takdir, kulun kendi
iradesini kullanacağı yönde gerçekleşir. Bu sebepten kulların hür iradesi
üzerinde ilâhî bir baskı söz konusu değildir.
63. Kayyûm, “varlığı
kendinden, kendi kendine yeterli, yarattıklarına hâkim ve onları koruyup
gözeten” demektir.
64. Şefaat ile ilgili
olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 48.
65. Bu âyet,
Âyetü’l-Kürsî (kürsü âyeti) diye adlandırılır. “Kürsü”, Allah’ın kudret ve
azameti, O’nun her şeyi kapsayan ilmi demektir. Âyette, Allah Teâlâ kendi
zatının çok veciz bir tanımını yapmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te yanlış ve
tahrif edilmiş bir biçimde anlatılan Allah, burada nasıl ise öyle tarif
edilmektedir. O, yerde, gökte ve ikisi arasında olan her şeyin sahibi ve
mâlikidir. Hiç kimse hâkimiyetinde, otoritesinde, mülkünde ve yönetiminde O’na
ortak değildir. Hiçbir şey O’na rakip ve eş olamaz. O, mutlak ilim ve irade
sahibidir. O’na hiçbir varlık güç yetiremez. O, bütün evrenin sahibi,
yöneticisi ve hâkimidir.
66. Din, inanç
esaslarını ve buna bağlı olarak yaşanan hayat tarzını ifade eder. Buna göre
İslâm, iman ve hayat tarzı olarak hiç kimseye zorla kabul ettirilemez.
Tâğût, sözlük
anlamıyla sınırı aşan demektir. Kur’an’da kullanıldığı şekliyle kelime,
“şeytan”, “nefis”, “putlar”, “sihirbazlar” gibi çeşitli şekillerde
yorumlanmıştır. Kısaca “Tâğût” insanları azdıran, saptıran şeylerin hepsini
ifade eder.
67. Bu âyette ölümden
sonra dirilişi merak eden kimsenin mü’min biri olduğu anlaşılıyor. Bu konuda
Üzeyr, Yeremya veya Hıdır isimleri zikredilir. Burada vurgulanan şey, Allah’ın
diriltici kudretinin etkinliğini görmek, O’nun ölümden sonra dirilişi mutlaka
gerçekleştireceğine inanmaktır.
68. Bu âyette,
yaptıkları iyilikleri başa kakıp gönül yıkanların durumu anlatılmaktadır.
Yıldırımlı bir kasırga, göz alıcı bir bağı nasıl yakıp yıkarsa, onların bu
tutumu da, öylece yaptıkları iyilikleri boşa çıkaracaktır.
69. Fakir düşeceğinizi
söyleyerek, sadaka vermekten uzak durmanızı ister.
70. Hikmet, neyin doğru
neyin yanlış olduğunu anlamaya yarayan derin ve yararlı bilgi demektir. Hz.
Peygamber, yararlı bilgi istemeyi tavsiye etmiş, bizzat kendisi de Allah’tan bu
dilekte bulunmuştur.
71. Burada “sadakalar”dan
maksat hem farz olan zekât, hem de nafile olarak Allah yolunda yapılan
bağışlardır. Âyet-i kerime, hem sadakaların sevabının kat kat olacağını, hem de
sadakası verilen malların bereketlendirilip artırılacağını ifade etmektedir.
72. Âyetin bu kısmı, “Ne
yazıcı ne de şahid (adaletten ayrılarak hak sahiplerine) zarar vermesinler”
şeklinde de tercüme edilebilir.
73. Bu âyette, borç ve
alışveriş işlemlerinde anlaşmazlık çıkmasını önleyecek, tarafların haksızlığa
uğramamasını sağlayacak belgelendirme, şahit tutma ve rehin gibi önlemlerin
alınması istenmektedir. Bu uygulamaların ne şekilde gerçekleştirileceği
konusunda ayrıntılara kadar inilmiş olması, konuya verilen önemi göstermesi
bakımından dikkat çekicidir. Ancak prensip, işlemin sağlama alınması olmakla beraber
karşılıklı güven duygusunun da önemli bir unsur olduğu ve bunun kötüye
kullanılmaması gerektiği vurgulanmaktadır.
ENFÂL | SAVAŞ GANİMETLERİ
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |