ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            92- SIĞIR | BAKARA (Kitap Sırası-2)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Medine döneminde inmiştir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun sûresi olup 286 âyettir. Adını, 67-73. âyetlerde yer alan “bakara (sığır)” kelimesinden alır. Sûre, İslâm hukukunun ana konularıyla ilgili pek çok hüküm içermektedir.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Elif Lâm Mîm.1

Not.1         Bu not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da  Anlamsız Kelimeler (Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).

Konu:         ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT: Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı kelimeler, o dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in şiirlerinde sıkça uyguladığı bir taktiktir.

                   (BU KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

2.         Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.

Not.1         Bu not için bkz. Bakara 24 Not.1

3.         Onlar gaybe2 inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.

4.         Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.

5.         İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.

6.         Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar.3

7.         Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.

8.         İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.

9.         Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.

10.       Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.

11.       Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler.

12.       İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.

13.       Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler.4 İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.

14.       İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler.

15.       Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.    

16.       İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.

17.       Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.

18.       Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.

19.       Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

20.       Şimşek neredeyse gözlerini alıverecek. Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve görme duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

21.       Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız.

22.       O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.

23.       Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).

24.       Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.

Not.1         Aslında insanlar Kuran’ın içini açmamışlar, insan dini konularda gerçekten cahildirBurada Muhammed’in Kuran’a inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine, birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.

a)               İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13, 14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3, Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82: Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini getiremezler” diyor ve adeta meydan okunuyor.

b)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.

Sonuç:       Bu ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net bir biçimde anlaşılıyor.

Kıssa:         Balıkesirli ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’ diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna varıyorduk. Vaazı bitince herkes elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş, halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık kullanıyormuş. İşte böylesine boş şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”

Hisse:         Gerçekten inananların durumu bu. Ben de bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).

                   2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).

25.       İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

26.       Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.5

27.       Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

28.       Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.

29.       O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.

Not.1         Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr 26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc 5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah insanı çamurdan yarattık” diyor.

                   Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Kaf 38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33, Bakara 29, Hadid 4.

                   Bu ayetlerde özetle Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.

a)               Tevrat’tan alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).

b)               Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz), bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması” teması da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).

c)               Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ 30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması aynı.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).

d)               Tevrat’ta “Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).

e)               Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri, dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;

                   ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.

                   2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.49).

f)                Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış; yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin iki katı kadar zaman ayırması, ona biçilen büyüklükle ters orantılıdır.   bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.49-50).

g)               Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da “kâinat yaratılırken önce yer, daha sonra gök yaratılmıştır” diyor.

                   Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle çelişen bir açıklama var. Orada “önce gökleri, daha sonra yeri yarattığını” söylüyor.

                   Kuran’ı açıklamaya çalışanlar (müfessirler) “Allah, hammadde olarak önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır. Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi içinde net çelişkileri mevcuttur.                                            bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.50).

h)               Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını” anlatır.                                                                                                              bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.51).

i)                 Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.

j)                 Yasin 82’de “Allah bir şeye, ‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor?        bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).

Not.2         İsra 44, Fussilet 12, Müminun 17, 86, Mülk 3, Nebe 12, Bakara 29, Talak 12: Bu ayetlerde yerkürenin “7 kat” olduğu yazıyor. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).

30.       Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.

Not.1         Tanrıların yeryüzündeki vekili” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerde Krallar için oluşturulan bu inanç, Hıristiyanlıkta Papa, Müslümanlıkta Halife olarak sürdürülmüştür.            bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.19).

Not.2         Bu ayet Harut-Marut ile ilgilidir (aslı Sumerlerden gelir), 102. ayette (Bakara) ayrıntılı bilgi verilecektir.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.69-75).

31.       Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.

32.       Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.

33.       Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.

Not.1         Bakara 31-33: Bu hikâye başta Tevrat olmak üzere diğer inanç sistemleri üzerinden İslam’a geçmiştir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).

34.       Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

35.       Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”

Not.1         Araf 19-22, Taha 120, Bakara 35: Bu ayetlere göre tanrı, Adem’le Havva’yı, hayat ağacına yanaşmamaları konusunda uyarır. Bu hikâye de çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerin cenneti Dilmun’da da Enki’nin bitkilerden yemesi, Tanrıça Ninhursag’la arasını açar. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.58).

36.       Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.

37.       Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.

Not.1         A’râf 19-26, Meryem 61-62, Tâhâ 115-122, Bakara 31-32, 35-37, Muhammed 15, Saff 12: “Âdem’in cennetten kovulması” hikâyesi Tevrat’ta daha ayrıntılı anlatılmaktadır. Ancak bu hikâye aslında çok tanrılı Sumerlerden gelmektedir.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.41-44).

38.       “İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.

39.       İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

40.       Ey İsrailoğulları!6 Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.

41.       Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının.

42.       Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.

43.       Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.

44.       Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?

45.       Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin.7 Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.

46.       Onlar, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler.

47.       Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.

Not.1         Casiye 16, Bakara 47: “Tanrılar tarafından seçilmiş üstün bir halk” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Tevrat’ta İsrailoğullarının üstün bir halk olduğu ayrıntılarıyla anlatılmakta, Kur’an’a da bu şekilde aktarılmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.23).

48.       Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz.8 Onlara yardım da edilmez.

49.       Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (A’raf 141, Şuara, 22, İbrahim 6, Bakara 49) Arapçasında geçen;

                   ABBEDTEkelimesi Arapça değildir.

                   Nebatice’dir, “öldürmek” anlamına gelir. Kur’an’da çoğunlukla “köle etmek” anlamında kullanılmıştır. Hâlbuki asıl anlamı kullanılsa daha uygun/makuldür. Çünkü ortada köle et­mekten daha vahim bir durum söz konusudur. Yani “Musa Firavun’a, sen İsrail oğullarına soykırım uyguluyorsun (Abbedte), bir de kalkıp bana minnette bulunuyorsun, demiş” daha uygun olurdu (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.289).

50.       Hani, sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun ailesini suda boğmuştuk.

51.       Hani, biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize) zulmederek bir buzağıyı tanrı edinmiştiniz.

Not.1         Araf 103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48, Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara (49-108, 136, 246 vb çoğu ayetler):

                   Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor. Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.

a)               Kur’an ve Tevrat’a göre Musa peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put ustasıydı.

b)               286 cümleden oluşan Bakara suresi, zaten Musa’nın kavminin ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara, Arapçada inek demektir. Yani Türkçesi inek suresi demektir.

c)               Efsanenin hemen her parçası en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.

d)               Araf 103’ten, Şuara 16’dan, Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.

e)               Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir. Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H. Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.

f)                Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade kullanılıyor.  Bunlar Tevrat’ta teker teker isimleriyle ve de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7, 8/16, 8/21; 9/9, 19;10/12.)

g)               Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda en çok Tevrat’a başvurmuştur. Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır. Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında inen Taha ve Naziat surelerinde Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde bunları tekrar gündeme getirmiştir.

h)               Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına bir şeyler çağrıştırıyor!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.130-136)

Konu:         KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!

                   A’raf 142-150, 154, 155, Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:

                   (BU KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

52.       Sonra bunun ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik.

53.       Hani, doğru yolu tutasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) ve Furkan’ı9 vermiştik.

54.       Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün10 (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”

Not.1         Araf 142,148, 150, 152, 154, Taha 85-88, 95, Bakara 54-57:

                   Sadece Kuran ve Tevrat’taki bilgilere bakıldığında Musa’nın hiç yoktan adam öldürdüğü olay (kasas 15-21) dışında başka birkaç katliam daha yaptığı ortaya çıkıyor.

a)               Bakara 54’te Musa kavmine “Cidden siz o buzağıyı ilah edinmekle kendinize zulüm yapmış oldunuz. Hemen tevbe edin de nefislerinizi öldürün.” diyor.

                   Bu ayetle ilgili özellikle de “nefsinizi öldürün” cümlesi hakkında, başta Kadı Beydavi olmak üzere tefsirlerde şu ortak bilgi geçiyor: Musa, dağdan, tanrısı Yehova görüşmesinden gelince, ondan aldığı emirle kendi toplumuna, “Yaptığınıza karşı ya kiminiz kiminizi vurun” veya “Buzağıya tapmayan, onu ilah edineni vursun” diyor.

b)               Musa’ya gelen Tevrat, hem Kuran’daki bilgilere göre, hem de Tevrat’a göre levhalarda toplu halde yazılıyken Musa gidip dağda Allah’tan teslim alıyor. Kuran’sa parça parça iniyor. Bunu hem Kuran, hem Tevrat yazıyor.

                   Tevrat’a göre Musa’dan sonra Harun (Tevrat Çıkış, 16/13-36, Bakara 55- 57), Kuran’a göre de “Samiri” (Taha suresi, 85, 87, 95) adında biri onların süs eşyalarından, ziynetlerinden böğüren bir buzağı yapıyor, onlar o buzağıyı ilah ediniyorlar (Araf 142,148, Taha 88).

c)               Allah Musa’yı, onları bıraktığı için hem azarlıyor, hem de bak sen geldin; ama senin kavmin daha sonra buzağıyı tanrı edindi deyince, Musa kızgın bir biçimde dönüyor ve içinde  tanrı ayetlerinin yazılı olduğu levhaları yere atıyor.          Musa’nın tanrı levhalarını yere attığını hem Tevrat, hem de Kuran yazıyor (Araf 150,154, Taha 85–86).

d)               İşte Musa’nın kavminin bu yaptıklarına karşı Allah, “Buzağıyı ilah  edinenlere gelince, hiç şüphe yok ki, onlara Rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız” diyor (Araf,152).        .

e)               Onların işlediği bu suça karşı Musa kendilerine, “Tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Allah katında sizin için böylesi daha iyidir” diyor (Bakara suresi, 54). Tabi ki ayette detay yok; ancak tefsirlerde Kadı Beydavi başta olmak üzere ilginç yorumlar var. Bu olayla ilgili Tevrat’taki bilgilerse çok nettir.

f)                Tevrat’a göre (Çıkış, 32/ 26–29) o gün akşama kadar üç bin, Kuran tefsirlerine göre ise az önce belirtildiği gibi 70 bin insan öldürülüyor. Suçları ise, tanrıya eş koşup buzağıya inanmaları.

g)               Bazı İslamî yazarlar bu ayetle ilgili, “Efendim ayette geçen ‘Nefsinizi öldürün’ ifadesinden kasıt, artık böyle şeyleri yapmayın, kendinizi düzeltin... demiştir” diyebilirler. Bu yorumun gerçekle ilgisi yoktur. Çünkü Tevrat’ta bir kere böyle bir olayın meydana geldiği kesin.

h)               Olayın meydana geldiğine ilişkin Kuran’da bir diğer ipucu da, Allah’ın bu ceza ayetlerinden birinde, “Buzağıyı ilah edinmelerine gelince, hiç şüphe yok ki onlara rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet erişecektir. İşte biz böyle cezalandırırız.” demesidir  (Araf,152). Eğer bu olay meydana gelmemiş olsaydı Kuran’ın Allah’ı böyle söylemezdi. Bu, Kuran’a göre olayın meydana geldiğine bir kanıttır.

i)                 Kuran’daki bilgilere bakıldığındaMusa’nın kendi kavmini böyle bir katliamdan geçirdiği kesin. Dolayısıyla yersiz yorumlar, dinden bilgisi olmayan halkın kafasını karıştırmaktan başka bir amaç taşımıyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.141-146)

55.       Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.

56.       Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.

Not.1         Kimi yorumcular, ölen bu insanlar (Bakara 54 Not.1-f) 24 saat sonra tekrar normal yaşamına dönmüşler demiş, kimileri daha farklı yorumlar yapmışlar; Tabi ki benim için önemli olan, Kuran Allah’ının böyle bir hadisenin meydana geldiğine onay vermesi, kendi kitabında işlemesi.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.143).

57.       Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.

Not.1         Ne ilginçtir ki, tanrı onlara verdiği bu cezayı Bakara suresinin 55-56. ayetlerinde anlatırken, bu ayette ise onlara yemek için -yıllarca- o çölde bıldırcın kuşu ile kuvvet helvasını gönderdiğini, güneşte yanmasınlar diye bulutu kendilerine şemsiye gibi gölge yaptığını anlatıyor. Tabi hem kuvvet helvası, hem bıldırcın hikâyesi, hem de güneşin şemsiye hikâyesi Tevrat’ın aktarımlarıdır (Tesniye,10/6). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.143).

Not.2         A’râf 160, Taha 80, Ba­kara 57, Mâide 112-115: Allah aç ve sıkıntıda olan İsrailoğullarına kendi katından helva ve bıldırcın eti gönderdiğini beyan ediyor (A’râf 160, Taha 80, Ba­kara 57 vb).

                   Yine Hz. İsa’nın havarileri kendisinden, “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?” demiş­ler O, “İman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun” demiş. On­lar: “İstiyoruz ki, ondan yiyelim, böylece kalplerimiz rahat ol­sun, bize doğru söylediğini bilelim ve ona gözleriyle görmüş şa­hitler olalım” demişler. Meryem oğlu İsa şöyle demiş: “Ey Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir ki bizim ve geçmiş ile gelecek­lerimiz için bayram ve senden bir ayet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” Allah da şöyle buyurmuş (Mâide 112-115.): “Ben şüphesiz onu size indireceğim; ama bun­dan sonra içinizden kim inkâr ederse, kainatta hiç kimseye etme­diğim azabı ona edeceğim” demiş.

                   Bir kere Allah’ın, “Ben şüphesiz size göndereceğim; ama eğer bundan sonra siz hâlâ inkârda devam ederseniz o zaman ben sizi şiddetli bir azapla cezalandıracağımdemesi, eleştiri için yeterlidir. Çünkü böylesine bir olay imkânsızdır.                                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.224).

58.       Hani, “Şu memlekete11 girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz” demiştik.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58) Arapçasında geçen;

                   HITTAkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve İsrailoğulları bu kelimeyi “iyilik söylemek” veya “gü­nahlardan bağışlanmak için af dilemek” anlamında kullanıyorlarmış. Kur’an’da da bu anlama geliyor.

ayrıca;      yine bu ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58) Arapçasında geçen

                   HİTTETÜNkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir, “affetmek” anlamına gelir.

ayrıca;      bu ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58, Nisa 154) Arapçasında geçen;

                   SÜCCEDENkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “baş eğmek” anlamına gelir. Demek ki namazlarda Müslümanların başlarını eğip yere değdirmeleri âdeti Süryanilerden gelmedir. (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.272-276).

59.       Derken, onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.12

60.       Hani, Mûsâ kavmi için su dilemişti. Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece kayadan on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. “Allah’ın rızkından yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın” demiştik.

Not.1         Bu ayetten de görüleceği üzere İslami bir gelenek olarak bilinen “yağmur duası” bile, da­ha önce vardı. Ayrıca bunu teyit eden birçok hadis vardır.           bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.28-29).

61.       Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   FUMkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve “buğday” anlamına gelir. Kur’an’da “sarımsak” anlamını vermişler (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.273).

62.       Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden13 (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).14

63.       Hani, (Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da tepenize dikmiş ve “Sakınasınız diye, size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun içindekileri düşünün (gafil olmayın)” demiştik.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara 63, 93, Nisa 154) geçen;

                   TURkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “dağ” anlamına gelir. Ayrıca Ne­batice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.276).

64.       Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı, herhâlde ziyana uğrayanlardan olurdunuz.

65.       Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını15 çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.

Not.1         Araf 166, Bakara 65, Mâide 60, 82: Bu ayetlerde Yahudilerin ceza olarak Allah tarafından maymuna dönüştü­rüldükleri anlatılıyor. Dikkat edilirse, bu gibi Yahudi aleyhtarı ayetler hep Medi­ne’de inen surelerde geçmektedir. Sadece Araf Suresi’nin 166. ayeti Mekke’de inen bir surenin içindedir. O da ya Medine’de inmiş de oraya alınmış (bu tür ayetler Kur’an’da vardır) ya da bir vesileyle Mekke’de inmiştir. Çünkü Medine’de en çok da Yahudiler Muhammedi rahatsız ediyordu.

                   Kaldı ki, insanın maymuna dönüşmesi olayının akıl ve bi­limsellikle açıklanması mümkün değildir.

                   Mâide Suresi’nin 82. ayetindeMüslümanlar için en ciddi tehlike Yahudilerdir; Müslümanlara en yakın olanlar da Hıristi­yanlardır” diye geçiyor, Halbuki tarihe baktığımızda, Müslümanlara en çok Hıristiyanların kan kustuklarını görüyoruz. Hepimi­zin bildiği gibi, Haçlı Seferleri en az iki asır sürmüş ve bu savaş­larda Müslümanlar neredeyse dağılma-bitme noktasına gelmişti; ama Yahudilerin ise Müslümanlara böylesine büyük çaplı zarar­ları dokunmamıştır.

                   Başka bir ayette (Mâide 64) “Biz Yahudiler arasına kıyamete kadar kin ve düşmanlık soktuk; onlar ne zaman topar­lanmak isterlerse, savaş için hazırlık yaparlarsa biz onları muvafık kılmayız” deniyor.

                   Ama bugün hepimizin bildiği gibi bir avuç Yahudi Müslümanlara kan kusturuyor.

                   Hani az önceki ayetlere göre güya Allah onlara fırsat vermezdi!

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.108-109).

66.       Biz bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık.16

67.       Hani Mûsâ kavmine, “Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. Onlar da, “Sen bizimle eğleniyor musun?” demişlerdi. Mûsâ, “Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” demişti.17

68.       “Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.” dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki: O, ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir sığırdır. Haydi, emrolunduğunuz işi yapın.”

69.       Onlar, “Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın” dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır” dedi.

70.       “Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz” dediler.

71.       Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte, şimdi tam doğrusunu bildirdin” dediler. Nihayet o sığırı kestiler. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.

72.       Hani, bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Hâlbuki Allah, gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı.

73.       “Sığırın bir parçası ile öldürülene vurun” dedik. (Denileni yaptılar ve ölü dirildi.) İşte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle gösterir.

74.       Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.

75.       Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.18

Not.1         Hicr 9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41:

a)               Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.

b)               Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf 27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini kimse değiştiremez” diyor.

c)               Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.

Özetle;      Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur” derken, yine aynı AllahYahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler” diyor.

                   Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle çelişmektedir.

d)               Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar arasında ikili davranıp bazılarına koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!

                   Bu konuda Kur’an’da başka ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.

                   Bu şu demek değildir ki, bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.

                   Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.

e)               Denilebilir ki, Kur’an’da sözü edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli değildir; ben de derim ki, Allah niçin farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.82-84).

76.       Onlar iman edenlerle karşılaşınca, “İman ettik” derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler: “Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi, Allah’ın (Tevrat’ta) size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz? (Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”

77.       Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da.

78.       Bunların bir de ümmî19 takımı vardır; Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar.

79.       Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!

80.       Bir de dediler ki: “Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır.” Sen onlara de ki: “Siz bunun için Allah’tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise, Allah verdiği sözden dönmez-. Yoksa siz Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”

81.       Evet, kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler var ya, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

82.       İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

83.       Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.

84.       Hani, “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız” diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.

85.       Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

86.       Onlar, ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez.

87.       Andolsun, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?

88.       “Kalplerimiz muhafazalıdır” dediler. Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.20

89.       Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.

90.       Karşılığında nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.

91.       Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

92.       Andolsun, Mûsâ size açık mucizeler getirmişti de, arkasından sizler nefislerinize zulüm ederek buzağıyı ilâh edinmiştiniz.

93.       Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik”21 demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti. Onlara de ki: (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara 63, 93, Nisa 154) geçen;

                   TURkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “dağ” anlamına gelir. Ayrıca Ne­batice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.276).

94.       De ki: “Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (cennet) diğer insanlar için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!”

95.       Fakat kendi elleriyle önceden yaptıkları işler yüzünden ölümü hiçbir zaman temenni edemezler. Allah, o zalimleri hakkıyla bilendir.

96.       Andolsun, sen onların, yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki uzun yaşamak, onları azaptan kurtaracak değildir. Allah, onların bütün işlediklerini görür.

97.       De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.”

98.       Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mîkâil’e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır.

Not.1         Bakara 97-98: Bir gün Yahudinin biri Ömer’le sohbet ediyor; “Peygamberinize vahiy geti­ren Cebrail bizim düşmanımızdır. Zira o, hep kötü haberler getiriyor, insanları cehennemle de korkutuyor. Biz Yahudiler, Cebrail’i değil de; Mikail’i sevi­yoruz. Çünkü, Mikail, tabiat olaylarıyla meşguldür...”

                   Yahu­di’nin bu sözüne karşı Ömer, “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine ve özellikle de Cebrail ve Mikail’e düşman ke­silirse, bilsin ki Allah da inkârcıların düşmanıdır” biçiminde karşılık veriyor.

                   Ömer bunları anlatırken, Muhammed de onların yanında bir odada oturup konuşmaları dinliyormuş. Ömer bu tartışmadan sonra Muhammed’in yanına varınca, kendisi Ömer’e, “Gel sana az önce inen bir ayeti bildireyim” diyor ve devamla “Bak Allah senin görüşü­ne onay verdi” diye müjde veriyor. Ömer bu ayetleri dinledikten sonra “Aslında bu konuda benimle bir Yahudi arasında az önce bir münakaşa çıktı; konu hakkında sana bilgi vermek için gelmiş­tim. Ama gördüm ki Allah benden önce bu konuda ayet gönder­miş” diyor.

Kaynak:    bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.78-79). İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

99.       Andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder.

100.     Onlar ne zaman bir antlaşma yaptılarsa, içlerinden birtakımı o antlaşmayı bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.

101.     Onlara, Allah katından ellerinde bulunan Kitab’ı (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını (Tevrat’ı) arkalarına attılar.

102.     "Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!

Not.1         Bu ayetteki karmaşanın aslı hadislerde şöyle açıklanır: “Allah Âdem’i yeryüzüne indirince, melekler ona ‘Ey Tanrı! Oraya bozgunculuk yapacak, kan dökecek bir varlığı neden koyuyorsun? (...) diyorlar. Allah da onlara ‘Haydi öyle ise meleklerden ikisini seçin de yeryüzüne indirelim, bakalım nasıl davranacaklar?’ diyor. Melekler Hârut-Mârut adlı iki meleği seçip yeryüzüne indirtiyorlar, Allah onları sınamak için karşılarına Zühre adlı çok güzel bir kadın çıkartıyor. Sonunda Zühre onlara istediklerinin hepsini yaptırıyor. Böylece Allah, meleklerin de yeryüzünde İnsanlar gibi olacağını onlara kanıtlamış. Bu olay üzerine meleklere dünyada mı, ahirette mi ceza görmek istediklerini sorar. Onlar dünyayı yeğlerler. O zaman Babil’de bir çukura baş aşağı asılırlar. O durumda insanlara sihri ve büyüyü öğretirler. Zühre adlı kadın da göğe çıkarak yıldız olur.”

                   Bu hikâye Sumerlerin İnanna-Dumuzi hikâyesinin farklı bir yansımasıdır. Zühre Tanrıça İnanna’yı, Zühre’ye aşık olan Harut ve Marut melekleri de İnanna’ya aşık olan Çoban Tanrısı Dumuzi ve Çiftçi Tanrısı Enkimdu’yu temsil ederler. Zühre, Venüs yıldızının Arapça adı, Sumer Aşk Tanrıçası İnanna da Venüs yıldızını simgeliyor. Zühre’nin yıldıza dönüşmesi de İnanna’nın Venüs’ü simgelemesine paraleldir.                bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.69-75).

Not.2         Bilindiği gibi ben hep “Kur’an da Tevrat da genelde Hammurabi gibi eski kanunlardan birer alıntıdır” diyor ve tabletlerdeki bilgilerle bunların karşılaştırmalarını yapıyorum; Bu ayette Hammurabi’nin başkent yaptığı Babil şehrinden söz edilmesi, Kur’an’ın Sümerlerin âdetlerinden toplanma bir kitap olduğu konusunda haklı olduğumuzun bir başka kanıtıdır: Doğrusu, Muhammed burada kendisinin önceki örf adetlerden haberdar olduğunu, bunlardan yararlandığını, “Babil” ismini kullanarak işaret etmiş bulunuyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.126)

Not.3         Sihirbazlıkla ilgili ayetler: Felak 4,  Nas 2, A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46, Bakara 102, Mücadele 10.

a)               Kuran’daki sihirbazlık hikâyelerinin kökeni Sümerlerdir. Sümerlerde bir insan başkasını sihirbazlıkla itham ederse, töhmet altında olan kişi nehre atılır; eğer suyun üstüne çıkarsa, bu iddia yalandır.” Ur-Nammu kanunlarına göre (md.10) iftiracıya para cezası verilir, Hammurabi kanunlarına göre (md.2) ise hem iftiracının malı iftira edilene verilir, hem de iftira eden kişi idam edilir.

                   Kuran’da en çarpıcı örnek Bakara 102. ayetidir

b)               Muhammed, “Sihirbazlık yapan kişiyi bir kılıç darbesiyle öldürün” demiştir. Hatta Muhammed’in hanımlarından halife Ömer’in kızı Hafsa’ya bir cariyesi sihir yaptığı için idam edilmiştir.

c)               Halife Ömer, Muaviye oğlu Cez’a, “Kim sihirbazlık yaparsa öldürün” talimatını verince, sadece bir günde üç sihirbaz öldürülüyor. Halife Ömer, halife Osman, İbni Ömer, Muhammed’in hanımlarından Hafsa, Cündüb bin Abdullah, Cündüb bin Kab, Kays bin Sad, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Hanife ve İmam Malik gibileri, “sihirbazın cezası idamdır” demişlerdir.

d)               Muhammed tarafından kendisine cennet müjdesi verilen 10 kişiden biri olan Sad bin Ebi Vakkas, Muhammed’in “kim sabahleyin hurmanın bir çeşidi olan Acve’den yedi tane yese o gün ne büyü, ne de zehir onda etki yapmaz; yiyen kişi o gün çeşitli tehlikelerden korunmuş olacak” dediğini aktarıyor. Bu hadis, Diyanet işleri başkanlığınca tercüme edilen Tecrid-i Sarih’te de geçiyor.

e)               Bu konuda şu hadis de çok önemli: Muhammed, “Arkadaşlar! Dün gece, namazımı bozmak için bir cin bana camide saldırdı. Onu yakalayıp cami direğine bağlamak istedim; ancak benimle Allah arasında kalsın dedim ve bağlamaktan vazgeçtim. Eğer bağlasaydım siz sabahleyin camiye giderken onu bağlı olarak görmüş olurdunuz” diyor.

f)                Benzer hadislere inanılsaydı bugün tıbbın bu aşamaya gelmesi mümkün olabilir miydi? Neymiş; insan her sabah yedi tane hurma yeseymiş çeşitli hastalıklardan, belalardan korunmuş olacakmış!

g)               Acaba Muhammed neden inandırıcılığı olmayan bu gibi yöntemlere (zaman zaman) başvuruyordu ki, nedir bunun hikmeti? Bunun tek bir yanıtı vardır. Muhammed kendi kerametini göstermek için, o zaman kendilerine inanılan -cin, şeytan gibi- şeyleri bir taktik olarak, etki aracı olarak kullanmıştır; bu bilinçli bir tercihtir.

h)               Olayın masal boyutu bir yana, kendi içinde çelişkileri vardır; özet halinde birkaçını sunayım:

i)                 Bakara 102’de Hz. Süleyman zamanındaki bir hadiseden söz edilirken, “İnsanlara sihir öğreten şeytanlar, Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler/hiçbir etkileri olamaz...” diyor.

                   Yine Mücadele 10’da Allah’ın izni olmadan şeytanlar (değil ki peygambere) normal bir Müslüman’a bile zarar veremezler diyor. Hatta Kur’an’ın birçok yerinde (A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46 vd) Musa ile çeşitli sihirbazlar arasında yaşanan mücadelede kendisinin galip geldiği; karşı tarafınsa mağlup olup ona hiçbir zarar veremediği belirtiliyor.

j)                 Muhammed’in, “Sihir malzemesinin atıldığı kuyunun etrafındaki ağaçların dalları bu malzeme nedeniyle şeytan kafası gibi olmuştu, bundan dolayı o kuyunun suyu bulanık hale gelmişti” açıklamasının bir izahı olabilir mi! Acaba Muhammed’in kendisine inandığı şeytanın kafası nasılmış ki ağaçların dallarını da ona benzetiyor!

k)               İşin ilginç yanı, bu olayın Kur’an’da anlatılmış olmasıdırMuhammed’in başına gelen bu sihir belası nedeniyle Kur’an’dan “Felak” ve “Nassurelerinin indiği, birçok tefsir, sebeb-i nuzul ve hadis kaynaklarında yazılı. Başka kaynağa gerek yok; ayet zaten bu olaya değiniyor.

                   Allah, Felak 4’te “Ey Muhammed! Düğümlere üfürenlerin (üfürükçülerin) şerrinden Allah’a sığınırım de!” anlamında Muhammed’e emir veriyor.

                   Herhalde Kur’an’ın Allah’ı durup dururken Muhammed’e böyle bir talimat vermez; bunun, konuyla ilgisi olduğu belli. Muhammed’in sihirden etkilendiğini anlatan Ayşe, Muhammed’le Medine döneminde evlenmiştir. Onun bu sözlerinden, bu dönemde de Muhammed’in bu hastalığının (din mantığından hareketle) devam ettiği ortaya çıkıyor. Hâlbuki bu beladan kurtulabilmesi için bir nevi reçete gibi gönderilen  “Felak” ve “Nas” sureleri, Mekke döneminde inmiştir. İşin mantıksal yanı bir tarafa; tarihi olaylar da gösteriyor ki, inen bu ayetlerin  Muhammed’e şifa oldukları iddiası doğru değildir. Bir de Ayşe, “Muhammed kendi hanımlarıyla yattığı halde ‘Hayır; yatmadım’ diyordu” hadisini aktarırken, çok önemli bir ipucu daha veriyor. O da şu: Muhammed’in birden fazla kadınla evliliği ancak Medine döneminde gerçekleşmiş. Bu durumda, Mekke’de inen “Felak” ve “Nas surelerinin kendisine yarar sağlamadığı çok açık. Sonuç olarak, olayın akıldan uzaklığı bir yana; kendi içinde çelişkileri olduğu göz ardı edilmemeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.121-127).

103.     Eğer onlar iman edip Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında kazanacakları sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi!

104.     Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap vardır.22

105.     Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini isterler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.

106.     Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?

Not.1         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   İmam Süyuti şöyle bir hadis gösteriyor: Hz. Muhammed’e gece vahiy gelirdi, sabahleyin unuturdu. Bunun için Bakara 106. ayet indi ki bu iş tanrının işidir: Allah bir daha o ayeti kaldırmıştır.

                   Bunu İbn-i Ebi Hatem, Hakim Nisaburi, İbn-i Asa- kir ve İbn-i Adiyy’den aktarıyor.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219, ayrıca 114).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

Konu:         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

107.     Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

108.     Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.

Konu:         KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!

                   A’raf 142-150, 154, 155, Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:

                   (BU KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

109.     Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her şeye hakkıyla yetendir.

110.     Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.

111.     Bir de; “Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennet’e girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Bakara 111,135, 140) Arapçasında geçen;

                   HUD-YEHUDkelimeleri Arapça değildir.

                   İbranice’dir, “Hud” “Yahudi” anlamına gelir, “Yehud” “Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere” denir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.274).

112.     Hayır, öyle değil! Kim “ihsan”23 derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.

113.     Yahudiler, “Hıristiyanlar bir temel üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da, “Yahudiler bir temel üzerinde değiller” dediler. Oysa hepsi Kitab’ı24 okuyorlar. (Kitab'ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti. Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet gününde hükmü Allah verecektir.

114.     Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.

115.     Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü25 işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

Not.1         Sâd 75, Bakara 115, Mâide 64: “Tanrı(lar)ın insanı kendi görünüşleriyle yaratmalarıçok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Bu da onların Tanrıları insan gibi düşündüklerine bir kanıt oluyor. Aynı deyimi Tevrat’ta buluyoruz. Kur’an’da da bunun yansımaları bu şekildedir (Allah’ın iki eli gibi). 

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).

116.     “Allah, çocuk edindi” dediler.26 O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na boyun eğmiştir.

117.     O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.

118.     Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşsa, ya da bize bir mucize gelse ya!” derler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine benziyor. Biz âyetleri, kesin olarak inanacak bir toplum için açıkladık.

119.     Şüphesiz biz seni hak ile; müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemlik olanlardan sorumlu tutulacak değilsin.

120.     Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.

121.     Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkâr edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

122.     Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu hatırlayın.

123.     Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.

124.     Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.

125.     Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den27 kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”

Not.1         Bu ayette İbrahim peygamberin, oğlu İsmail’le birlikte Allah’ın emriyle ve onun gözetiminde Kâbe’yi inşa etmesi anlatılıyor. Benzer bir hadise (tanrının ibadethanelere müdahale etme olayı) Tevrat’ta da geçiyor. Hâlbuki bu Tevrat’la Kuran’ın yeni icatları değildir; Sümerlerde benzer efsanelerin haddi hesabı yoktur                          bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.99).

Not.2         Ömer bir gün Muhammed’e, Kâbe’de Makam-ı İbrahim de­nilen yerde namaz kılsaydık-dua etseydik ne kadar güzel olurdu diye istekte bulunuyor. Ömer’in bu sözleri üzerine aynı gün gü­neş batmadan bu ayet iniyor.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.57).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

126.     Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.

127.     Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.

128.     “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”

129.     “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”

130.     Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

131.     Rabbi ona “Teslim ol” dediğinde, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.

132.     İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi.

133.     Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?

134.     Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.

135.     (Yahudiler) “Yahudi olun" ve (Hıristiyanlar da) "Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Bakara 111,135, 140) Arapçasında geçen;

                   HUD-YEHUDkelimeleri Arapça değildir.

                   İbranice’dir, “Hud” “Yahudi” anlamına gelir, “Yehud” “Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere” denir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.274).

136.     Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163) geçen (Arapçasında);

                   ESBATkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.272).

137.     Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

138.     “Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet edenleriz” (deyin).28

139.     Onlara de ki: “Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O’na gönülden bağlanmış kimseleriz.”

140.     Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163) geçen (Arapçasında);

                   ESBATkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir.

ayrıca;      bu ayetlerin (Bakara 111,135, 140) Arapçasında geçen;

                   HUD-YEHUDkelimeleri Arapça değildir.

                   İbranice’dir, “Hud” “Yahudi” anlamına gelir, “Yehud” “Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere” denir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.272-274).

141.     Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.

142.     Birtakım kendini bilmez insanlar, “Onları (müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.”

Not.1         Bilindiği gibi namazlarda daha önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa kıble olarak kullanılıyordu. Muhammed henüz Mekke’de iken yaklaşık 16 ay namazlarını bu camiye yönelerek kılmıştı. Ancak bunu değiştirip kendi öz memleketi olan Kâbe’ye çevirince, bazıları haklı olarak eleştirilerde bulunuyorlar. Bu gibi insanlar için Muhammed şöyle bir ayet indiriyor: Özetle, “Bir takım beyinsizler kıble niçin değiştirildi diyecekler” diyor (Bakara142).

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.180).

Not.2         Bakara 142-145, 149-150: SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: (Bu not için bkz. Bakara 150, Not.1)

Not.3         Bilindiği gibi Kâbe’nin bugünkü misyonu daha önce Ku­düs’teki Mescid-i Aksa’ya aitti. Hz. Muhammed gelince bu kut­siyeti alıp Kâbe’ye, kendi memleketine verdi. Böyle yaptıktan sonra da, BU ayet geldi. Yani Allah’tan sual edilmez, değiştirmişse karşı koymak-itiraz etmek yoktur şeklinde ilginç bir ayettir bu.          bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.16).

143.     Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet29 yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.30

144.     (Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.31

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara 142-144, 149-150:

                   Bu kıble değişikliğiyle ilgili ayetlerden birinde;

                   Kim bu kıble değişikliğini eleştiriyorsa beyinsiz ve ahmaktır deniliyor. (Bakara 142)

                   Bir diğerinde; “Bu de­ğişikliği, acaba kimler bu konuda Hz. Muhammed’e uyacak, kimler uymayacak, bunlar bilinsin diye sınav amacıyla yaptım” deniliyor. (Bakara 143)

                   Yaklaşım ve gerekçeler ilginç. Tanrı bu değişikliğin bir nedenini de şöyle belirtiyor: “Biz se­nin (ey Muhammed!), yüzünün bahire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.” (Bakara 144).

                   Bellidir ki, kıblenin Mekke olması Hz. Muhammed’in beklentisiymiş ve Allah da buna onay verdiğini, sonuçta onu memnun ettiğini belirtiyor.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.244).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Bakara 144, 149-150) Arapçasında geçen;

                   ŞATRkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “taraf” anlamına gelir. Kur’an’da “kıble” konusunda kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.285).

145.     Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.

Not.1         Yunus 87, Bakara 142-145: Bu ayetlerde görüldüğü gibi namazda Kabe’ye yönelmek şarttır. Bu yöne de Kıble denir. İşte kimi tarihçiler, bu ismin Hititlerin, “Kibele” tanrıçasından esinlenerek daha önce Arap müşrikleri tarafından benimsenip Muhammed’ce de kabul edilip tanrı buyruğu olarak Kuran’a alındığını belirtiyorlar. Sasanilerin ibadet esnasında doğu tarafına yöneldikleri bir gerçektir. Burada diyebiliriz ki, bu inanç da diğerleri gibi eski mitolojilerin bir devamı olup köken itibariyle bir güneş putperestlikten gelmedir. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.33).

146.     Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.32

147.     Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!

148.     Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.

149.     (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) Mescid-i Haram’a doğru dön. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçek bir emirdir. Allah, sizin işlediklerinizden asla habersiz değildir.

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara 142-144, 149-150: (Bu konu için bkz. Bakara 144, Not.1)

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Bakara 144, 149-150) Arapçasında geçen;

                   ŞATRkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “taraf” anlamına gelir. Kur’an’da “kıble” konusunda kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.285).

150.     (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. (Ey mü’minler!) Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram’a doğru çevirin ki, zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.

Not.1         Bakara 142-145, 149-150: SAVAŞLARIN SEBEPLERİ:

                   Muhammed tarafından dinde yapılan değişiklikler de savaş için çok önemli bir nedendi.

1)               Yarısını Mescid-i Aksa’ya yönelerek kıldığı ikindi namazının kalan iki rekâtı için namaz içinde iken yönünü Kâbe’ye çeviriyor ve Allah’tan vahiy geldi (Bakara 144) demek suretiyle kıblede bir değişiklik yapıyor.

                   Kıblenin namaz ortasında değişmesi çok önemli bir taktiktir. Çünkü namaz dışında da değişebilirdi. Ama öyle olmadı. Peki ni­çin? Aslında Muhammed böyle yapmakla, halkın, “Kıble deği­şikliği bu kadar önemli olmasaydı, Allah işi o kadar aceleye ge­tirmezdi ve namaz içinde bunu değiştirmezdi” demesini sağlama­ya çalışıyordu.

                   Yani, olaya inandırıcılık kazandırmak için, bilerek başvurulan bir taktiktir bu.

                   Yukarıdaki ayetlerin içeriğinden bunun böyle olduğu net olarak görülüyor. Evet, bir kıble değişikliği için bu kadar ayet gönderiliyor. Aslında yalnız bu olayla ilgili inen ayetler, Kur’an’ın nasıl orta­ya çıktığı konusunda çok bariz ipuçları vermektedir.

2)               KIBLENİN DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN KUR’AN’DA ÖNE SÜRÜLEN GEREKÇELER ÇOK İLGİNÇTİR:

a)               Özetle, “Her kim, kıble niçin değişti diye soruyorsa, (Kur’an diliyle) bu kişi beyinsiz ve ahmaktır” (Bakara 142) deniyor. Devamında da, “Doğu da batı da benimdir, istediğimi yaparım” şeklinde Tanrı’ya pek yakışmayan, insanlar için de tatminkâr olmayan bir ifade kullanıyor.

b)               Allah, kıble değişikliğinin bir diğer gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Kimin Muhammed’e uyup kimin uymadığını bile­yim diye böyle yapıyorum.” (Bakara 143)

                   Bazı şeyleri, insanı denemek için yaparım gibi ayetler Kur’an’da çoktur. Hal böyle olunca, Allah insanın içindekini bilmediğini itiraf etmiş oluyor. Bu da Tanrı’ya uygun olmayan bir nitelik.

                   Bu ayetteki ifade Kur’an’ın diğer bazı ayetlerinde yer alan, “Allah insanın içindekini de bilir” şeklindeki ifadelerle çelişmektedir.

c)               Bakara Suresi’nin 144. ayetinde, kıble değişikliği için çok ilginç bir gerekçe öne sürülüyor. Özetle, “Ey Muhammed! biz, senin kıble değişikliğiyle ilgili -bir an evvel ayet insin, kıblemiz Kâbe olsun yolunda- içindeki sıkıntılarını-sabırsızlığını anlıyoruz-biliyoruz. Bu nedenle, sizin kıbleniz bundan böyle Mescid-i Aksa değil de; Mescid-i Haram’dır” deniyor.

                   Burada, kıble değişikliğinin bir diğer nedeni, Muhammed’in buna çok istekli olması ve bunun sonucu, Allah’ın ona acıyıp böyle bir değişikli­ğe gitmiş olması olarak gösteriliyor.

                   Demek ki, Allah katında diğer insanlar önemli değil; onun için önemli olan sadece Mu­hammed’in şahsıdır. Bakara Suresi’nin 143. ayetinde bu durum net olarak dile getirilmiştir.

d)               Bakara 145’te “Ey Muhammed! Sen kıble değişikliği konusunda her türlü mucizeyi de göstersen, yi­ne onlar senin kıbleni kabul etmezler”;

                   Bakara 145’te de “Her ne kadar bu kıble değişikliği bazılarına zor da gelse, biz yine de değiştiririz” deniyor. Doğrudur, bazılarına zor gelir. Çünkü eğer Allah daha önce Yahudilikte Mescid-i Aksa’yı kıble olarak tayin etmişse, niçin değiştirsin! Eğer o tayin etmemiş ise, niçin 17 ay Muhammed ve Müslümanlar oraya yönelip namaz kılarken, Al­lah buna müsaade etti? Bu durumda, Allah’ın ikide bir kıbleyi değiştirmesi nasıl açıklanabilir?

e)               Bakara 145’te Muhammed bile uyarılı­yor: “Ey Muhammed! Sana bilgi geldikten sonra eğer sen onla­ra uyarsan, o zaman sen zalimlerden olursun” deniyor.

                   Maksat, muhaliflerin, “Kıbleyle ilgili ayetler Allah’tan olmasaydı, Muhammed nasıl kendini uyarabilirdi! O halde, bunun arkasında Allah vardır” demelerini sağlamaktır.

f)                Bakara 150’de kıble değişikliğiyle ilgili “Ey Muhammed! Size eleştiri gelmesin diye biz kıblenizi değiştirdik” deniyor.         Acaba nasıl bir eleştiri geliyordu ki, bu eleştiri yüzünden kıble değişikliğine gereksinim duyuldu?

                   Olay şudur: Yahudiler Muhammed hakkında, “O bizim dinimi­zi kabul etmiyor; ama namaz kılarken bizim kıblemiz olan Ku­düs’teki Mescid-i Aksa’yı kullanıyor” derlerdi veya “Namazda ne­reye yöneleceğini bilmiyordu, biz ona öğrettikşeklinde alay edi­yorlardı.

                   İşte ayette kastedilen eleştiri hikâyesi bundan ibarettir.

                   (...) Yahudilerin de gönlünü almak için Mescid-i Aksa’yı bununla geçiştiriyor, sadece orada kılınan namazın sevabı fazladır diyor. Bu­nun dışında Mescid-i Aksa’ya başka bir şey verilmiyor.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.132-135).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

Sonuç:       SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Bakara 142-145, 149-150, 217-218, Enfâl 7, 58, Âl-i İmrân 186, Nisâ 94:

                   Bütün bu bilgilerden varılan sonuç şudur:

                   Eğer bu savaşlar içinde, inanıldığı gibi çok adil ve her şeyi yapabilen bir yaratıcı olsaydı, müspet bir sonuç alınması gerekiyordu; kan dökülmeden hem onlara, hem de sonsuza dek tüm insanlara barış formülünü göstermeli ve de kabul ettirmeliydi. Bunu zorla değil, insa­nın aklını barışa göre ayarlamak suretiyle yapabilirdi. (Çünkü İslam inancına göre Allah kadiri mutlaktır, her şeyi yapabilir.)

Özetle;      eğer bu işler Muhammed’e bırakılırsa, bazı ko­nularda haklı, bazılarında da haksız olması mümkündür. Ama işin içine Tanrı karıştırılıyorsa o zaman hiç yanlış yapılmaması gerekir.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (s.136-137).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

151.     Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.

152.     Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.

153.     Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.33

154.     Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.34

155.     Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

156.     Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.

157.     İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.

158.     Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.35 Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.

Not.1         Muhammed Mekke’yi aldığı yılda Safa ile Merve tepeleri arasında sa’y yapınca, bazı Müslümanlar, “Bu iki tepe arasındaki koşma (İslam’da buna Sa’y denir) müşriklerin âdetidir biz bunu nasıl yaparız” diye itirazda bulunuyorlar. Bunun üzerine bu ayet iner/ imdada yetişir. Böylece Arapların bu eski âdeti Kur’an’ın tanrısından onay almış olur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.90).

Not.2         Aslında Mekke’nin kutsiyeti Hacer-i Esved denilen siyah taştan ileri gelir. Bu taş, daha önce Ka’be içinde bulunan diğer putlardan bir puttu. Eski zamanlarda Ka’be etrafında dolaşmak bu taş içindi. Dolayısıyla, Ka’be’nin kutsiyetinin asıl esprisi bu taştan kaynaklanır. “Muhammed Mekke’yi fethedip Ka’be’nin önüne varınca, ata binmiş vaziyette 7 sefer Ka’be’yi tavaf etti. Her defasında kendi bastonuyla Hacer-i Esved denilen siyah taşa dokunuyordu. Böylece daha önce müşrikler tarafından yapılan batıl bir ayini İslam’a aldı. Eskiden var olan İhram kıyafetini de İslam’a aldı.” bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.94).

159.     İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.36

160.     Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim.

161.     Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir.

162.     Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.

163.     Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.37

164.     Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.

165.     İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi!

166.     Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır.

167.     Uyanlar şöyle derler: “Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.

168.     Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.

169.     O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.

170.     Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?38

171.     İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.

172.     Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.

173.     Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.39

Not.1         Bu da olduğu gibi iki değişik surede anlatılmaktadır (Nahl 115, Bakara 173; ayrıca Maide 3’te de buna yine değinilmiştir). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.137)

174.     Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.40

175.     İşte bunlar hidayeti verip sapıklığı, bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)

176.     Bu (azab) da, Allah’ın, Kitab’ı hak olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi) sebebiyledir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.

177.     İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.

178.     Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.41

Not.1         KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul anlamına ge­lenabddenir.

                   Büyük diye düşünülen Allah, acaba niçin kabul ediyor ki onun bir kısım kulları başka kullarını kendine köle-abd olarak kullansınlar?

                   Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için kendi ayetleriyle bu işi organize edip bu konuda fetva veriyor.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).

Konu.1      KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   (BU KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

179.     Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.

Not.1         İsra 33, Bakara 178–179, Maide 32-33, 45: Kısas ve ağır ceza ayetleri (öldürme, sürgün etme vb) çok tanrılı Sumer mitolojisinden (Hammurabi Kanunlarından) Tevrat’a, oradan da Kur’an’a geçmiştir.

                   Kur’an tanrısının, bazı suçlular için, “Onları asın, eller ve bacaklarını çapraz olarak kesin” demesi, aslında Kur’an’ın kimden geldiği sorusuna çok açık bir yanıttır.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.107-109, 127-128).

180.     Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.42

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara 180, Nisa 12:

                   “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal/servet bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek bir borçtur.” (Bakara 180)

                   İlk yıllarda varislerin ölüden alacağı pay konusun­da kesin bilgi yokken bu ayet geliyor.

                   Ancak daha sonra herke­sin payı belirlenince, artık bu vasiyet ayetine gerek kalmıyor.

                   Hatta Hz. Muhammed de, varis için vasiyet etmek yoktur diyor.

                   Çünkü sonradan oluşan ayetlerde çoğunun hakkı belli. (Nisa 12)

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.247).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

181.     Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

182.     Vasiyet edenin hataya meyletmesinden ve günaha girmesinden korkan bir kimse, (tarafların) aralarını düzeltirse ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

183.     Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.

Not.1         Bu ayetten de görüleceği üzere oruç ibadetinin Muhammed’den asırlar önce var olduğu­nu Kur’an zaten yazıyor.                                                                             bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.30).

Not.2         Namaz ayetleri: A’lak 9’dan başlayıp 53 sure 119 ayette 132 kez geçer.

                   Oruç ayetleri: Bakara 183’ten başlayıp 7 sure 11 ayette 11 kez geçer.

                   Namaz vakitlerinin güneşe göre tespiti, aynı zamanda ramazan orucunun başlangıcının, hilalin/ayın görünmesine göre saptanması gösteriyor ki namaz, başlangıçta çok tanrılı Sumer mitolojisinin güneş tanrısı Utu/Şamas için icat edilmiş, zaman içinde tanrı buyruğu olarak da bugünkü halini almıştır.

                   Keza Sümer mitolojisindeki bilgilere bakıldığında, orucun da ilk zamanlarda ay tanrısı Nanna/Sin için tutulduğu ortaya çıkıyor. Zaten Sümerlerde ay 15 günlük iken veya görünmediği zamanlarda, halk yas tutarak bazı yemekler yemezdi; ayrıca bu durumda dini törenler düzenlenirdi.

                   Muhammed’den önce Araplar oruç tuttukları zaman bunu aya göre tespit ederlerdi. Bu konuda Muhammed “Ay tamamıyla göründüğünde (dolunay olduğunda) her ayın 13, 14 ve15. günleri oruç tutun sevaptır” diyor. Bu da şunu gösteriyor ki, İslamiyet’te var olan oruç, başlangıçta ay tanrısı için tutulmuş; ne yazık ki bu batıl inanç zamanla kutsal dinlerde de onaylanıp tanrı buyruğu olarak insanlara yutturulmuştur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.100).

184.     Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.43 Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Not.1         ORUÇ AYETLERİ: Bakara 183-185: Burada “Oruç sizden öncekilere yazıldığı/farz kılındığı gibi, size de farz kılındı” deniliyor ve de­vamında, Sayılı günler ifadesi kullanılıyor. (Bakara 183-184)

                   Arap gramatiğine göre (Nahiv kuralına göre) bu sayılı günler dediği ifadeden, farz olan orucun üç ile dokuz gün arasında olması lazım. Yani bir ay değil. Zaten Ramazan’da tutulması gereken orucun bir ay ol­ması diye açık bir ifade Kur’an’da yoktur. Bu sayı ile ilgili geçen ‘Eyyam/günler’ çoğul kelimesi vardır. Buda ‘Külle’ denilen bir çoğul olduğu için ve yanında da rakam bulunmadığı için sayı üç ile dokuz gün arasında olmalı.

                   Daha sonra gelen ayet­te (Bakara 185) “hilali gördüğünüzde oruç tutun deniliyor. Orda da bir kavram kargaşası var: Bir zamir geçiyor. Eğer orada geçen zamirden oruç alırsak (ki cumhur böyle yapmış), demek ki Ramazan ayının hilali ile birlikte oruç başlıyor.

                   Sonuç şöyle oluyor: Rama­zan ayında üç ile dokuz gün oruç tutun. Artık hangi günlerinde tutarsanız serbestsiniz, anlamı çıkıyor.

                   Fakat bu da cumhurun görüşüne ve Hz. Muhammed’in pratiğine ters düşer.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.241).

185.     (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.

Not.1         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   Ayşe bu ayette geçen, Mazeret sahipleri başka günlerde oruç tutsunlar anlamındaki cümlede, “Mütevaliyat (ya da Mütetabiat) kelimesinin de var olduğunu söylüyor ve kendisi Kur’an okurken bunu da okuyordu. Bu durumda diyelim bir insanın kaza orucu varsa onları tutmak için bazı günlerde tutup bazı günlerde ara verirse olmaz.

                   Mütevaliyat (ya da Mütetabiat), üst üste ara vermeden tutup bitirmek demektir.

                   Görüldüğü gibi Ayşe iki yönden Kur’an’da eksikler buluyor: Biri hazırlanırken yazılan yanlış keli­meler. Bir diğeri ve en önemlisi de, kayda geçmeyen birçok ayet.

                   Ayşe’nin bunu söylerken kullanmış olduğu şu cümle önemli: Osman Kur’an’ı bir araya getirirken ancak şu an var olan kısma ula­şabildi; hepsine ulaşamadı diyor.

                   Bu açıklaması birçok güvenilir İslami kaynakta geçmektedir.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.197-198, 230).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   ŞEHRkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “Sehr”den gelir ve “ay” anlamına gelir. Şair Ümeyye b. Ebi Sait bunu o zaman şiirlerinde kul­lanmıştır. Kur’an’da yirmi bir yerde geçiyor. Mesela; Şehr-ü Ramadan/Ramazan ayı deniliyor. (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).

186.     Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.

187.     Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı.44 Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.45 Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.

Not.1         Muhammed’in yaşadığı dönemden önce o coğrafyada oruçlu bir insan akşam uyuyup uyanırsa, artık kendisine o gece için cinsel ilişkide bulunmak haram olurdu. Bir gün Ömer’in de içinde bulunduğu birkaç kişi, bu yasağı çiğniyor. Ömer, haram bir iş yaptığı için çok üzülüyor. Sonuçta konu hakkındaki şikâ­yetini Muhammed’e aktarıyor. Bunun üzerine Bakara 187 ayeti iniyor.

                   Bu ayet açık olarak gösteriyor ki, sözünü ettiği eylem, daha önce helal değilmiş.

                   Yasağın kaldırılma gerekçesi de ilginç.

                   Bundan şu olumsuz sonuç ortaya çıkıyor: ön­ceki zamanlarda yaşayan insanların da Allah’ı olduğuna göre ve onların da gece hayatına düşkün olduklarını bildiği halde, ma­alesef onları böyle bir “bağış” ve “helal kılınma” lütfundan mahrum bırakmıştır.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.72-74).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.122).

Not.2         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ayetin, Allah tarafından daha önce konan bazı hükümleri nesh ettiğine/ortadan kaldırdığına ilişkin kanıtlar yine ayette var. Yani bu bir yorum değil.

                   Eğer daha önce tanrı tarafından oruç gecesinde yiyip-içmek ve cinsel ilişkide bulunmak serbest olsaydı, ‘helal kılındı ve şu andan itibaren geceleyin kayıtsız, şartsız yiyip-içebilirsiniz, cin­sellik serbesttir’ denilmezdi. Yine, Allah bildi ki siz kendi nefsi­nize hainlik yapıyorsunuz, ifadesi gösteriyor ki tanrı daha önce yasak koymuş; ancak onlar kuralı çiğnemişler, nefislerine hakim olamamışlar. Bir diğer kanıt, tövbenizi kabul ettim, deniliyor. Tövbe, işlenen bir günaha karşı olur. Demek ki Allah’a göre on­ların yaptıkları suçtur ki, tövbenizi kabul ettim, diyor.

                   Bunu şu­nun için biraz uzattım:

                   Bazıları, efendim Kur’an’da nasih-mensuh/tanrının fikir değiştirmesi olayı yoktur; burada başka gerek­çeler var gibi asılsız yorumlar öne sürebilirler; ancak bu gibi asılsız yorumların şansı yok.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.246-247).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

188.     Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.

189.     Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.46 İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.47

190.     Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.48 Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.

191.     Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.

192.     Eğer onlar (savaştan ve küfürden) vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

193.     Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.

194.     Haram ay, haram aya karşılıktır.49 Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. O hâlde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri gitmeyin). Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.50

195.     (Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

196.     Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.

Not.1         Bakara 196, Fetih 27: Saç tıraşı inancı ve kuralları da Sümer mitolojisinden gelmedir (sırasıyla; Ana İttusu Kanunları, md. 23, 29; Hammurabi’den yaklaşık 150 yıl önce yaşamış olan ünlü yönetici Esnunna Kanunları, md. 51-52; Hammurabi Kanunları Md. 226-227, Md. 146, Md. 127; Orta Asur Kanunları (MÖ.1450-1250) Tablet A, md. 18-19; Muhammed’den önce Hicaz’da da benzer uygulamalar vardı: Herhangi bir savaşta esir alınanların kakulû/süs için bıraktığı saçı, ceza olarak kesilirdi. Saç tıraşı Hac’da hem erkekler, hem de kadınlar için yapılması gereken bir ibadettir; aksi halde ceza ödemek gerekir (kadınlar sembolik olarak saçından birkaç kıl keser; onlar için kökünden kesmek yoktur).

                   Bu uygulama, Muhammed’den önce o coğrafyada yaşayan insanlar tarafından da yerine getiriliyordu. İslam tarihçileri, “Medineliler, İslam’dan önce Safa’da dikilen ‘İsaf’ (erkek) putu ile Merve’de dikilen ‘Naile’ (dişi) putu için ihrama girer, bu iki tepe arasında 7 sefer koştuktan sonra Merve tepesinde traş olurlardı” diyorlar. Ayrıca cünüb iken bu iki putu tavaf etmeleri yasaktı. Adı geçen putları cünüb olarak tavaf etmeme inancı Muhammed’den önceki Arap şiirlerine bile konu olmuştur. Mesela; Bâlâ bin Kays ile Bişr b. Ebi Hazım’ın şiirleri gibi. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.89).

197.     Hac (ayları), bilinen aylardır.51 Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.

Not.1         Cahiliye döneminde hac ibadetinin icra edildiği zamanlarda kadınlarla cinsel ilişkide bulunmak yasaktı; Muhammed bunu da İslama aldı. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.30-31).

198.     (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin.52 Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.

199.     Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

200.     Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.53

201.     Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır.

202.     İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.

203.     Sayılı günlerde54 Allah’ı anın (telbiye ve tekbir getirin). Kim iki gün içinde acele edip (Mina’dan Mekke’ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin.

204.     İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.

205.     O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.

206.     Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!

207.     İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.

208.     Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.

209.     Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah, gerçekten mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

210.     Onlar (böyle davranmakla), bulut gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler Allah’a döndürülür.

211.     İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.

212.     İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

Not.1         KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:

a)               İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’ 36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm 28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir, Allah’ın takdiridir.

                   Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle be­yan ediliyor.              (pdf-s.222-226).

 

b)               Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’ 39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç vermeyi*, çalışmayı övüyor. (*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)

                   Allah, “Ey insanlar! Çalışın, kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşa­yın...” dese bile, bunun bir anlamı olamaz. Çünkü insanın çalı­şabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.                                                                                 (pdf-s.233-234).

 

c)               Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumlulu­ğunu kendi üzerine aldığı halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili bir ifadeyle çalışmayı övüyor.             (pdf-s.233-234).

 

d)               Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana ait­tir, ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak yarattım” (Zuhruf 32) demesi, hem sık sık “benim adıma, benim namı hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun yerini doldururum” şeklinde beyanat­ta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Al­lah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).

                   İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak, “Vay eli­niz bağlanası, vay lanet olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Ya­hudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul edilip edilmediği de ortada.                                                                                                            (pdf-s.233-234).

 

e)               Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine tes­pih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.                                        (pdf-s.235).

 

f)                Kur’an, insanlara sadaka vermeyi önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce (m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık avlanmayı öğret; böylece sen de kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şek­linde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.                                                                                          (pdf-s.236).

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.222-236).

Not.2         İsrâ 31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime seyirci kalmasının anlamı nedir?

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).

213.     İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

214.     Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.

215.     Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”

216.     Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

217.     Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.55

Not.1         SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Muhammed, Medine’ye geçip oradaki Yahudilerle barış söz­leşmesini onayladıktan sonra çok kısa bir zamanda, hicretten yaklaşık olarak 17 ay sonra miladi 624’te, Abdullah bin Cahş komutasında on-on iki kişilik bir silahlı grubu, (kendince) asa­yişi temin maksadıyla “Batn-i Nahle” denilen bölgeye gönderi­yor. Grup burada dört kişilik bir Mekkeli ticaret kafilesiyle karşılaşıyor. Bu dört kişi, o silahlı Müslümanları görünce korkuyorlar ve kalkıp birbirlerini tıraş etmeye başlıyorlar. Tıraştan gayeleri, kendilerinin, “umre” ibadetinden henüz çıktıklarını, dolayısıyla hiçbir kötü niyetleri olmadıklarını vurgulamaktı. Daha doğrusu, bu tıraş eylemiyle Müslümanlara barış mesajını vermek istiyorlardı. Ama (...) Müslümanlar onlara saldırıp “Hadremi oğlu Amr”ı öldürüyor­lar. (Bu şahıs, aynı zamanda Mekke’nin ileri gelen bir ailesine mensuptu.) Bu menfur (haksız) olayın işlendiği ay “Recep” ayıydı ki, öteden beri Arapların geleneğinde bu ayda savaşmak kesinlikle haramdı (yasaktı). İşte bu olayın hem haksız olarak, hem de böyle kutsal bir ay­da meydana gelmesi, Mekke müşriklerini harekete geçirdi ve bu olay akabinde artık araları iyice açılmış oldu.

                   Bu “Batn-i Nahle” vak’ası, gerçekten de Bedir, Uhud, Hendek, hatta Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka, Beni Kureyza savaşlarının meydana gelmesinin en önemli sebebidir desek, tam isabetli olur. Müslümanların az bir menfaat karşılığı o suçsuz insanları öl­dürmeleri-esir almaları, bu cinayetin Recep gibi kutsal bir ayda işlenmesi, gerçekten Muhammed’i zor durumda bıraktığı için Allah bu konuda ayet gönderip onu kurtarmalıydı. Nitekim de Muhammed, çevrede iyi bir görüntü sergilemek için, önce kendi adamlarına kızdı gibi göründü, onları haksız gördü. Hatta, ilk etapta o insanlardan alınan ganimetten kendi şahsına düşen payı almadı. Bu arada öteden beri gelenek haline gelen Recep ayının kutsallığı, yeni inen yukarıdaki ayetle onaylandı. İnen bu ayetle, o zaman halk arasında yaygın olan Recep ayı kutsallığına meşruiyet kazandırılıyor. Fakat, bir taşla iki kuş misali aynı ayette, ci­nayet işleyenleri savunuyor. Bu ayetler inip ortam biraz yatışınca, Muhammed daha önce kendi payına düşüp de kabul etmediği ganimetin 1/5’ini alıyor. Gerekçe de, bu olayla ilgili inen az önceki Bakara Suresi’nin 217. ve az sonraki 218. ayetleri.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.119-121).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

218.     İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Not.1         SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: (217. ayetin notundan devam) İşin ilginç yanı, bu eylemi gerçekleştiren grubun başı Abdul­lah, Muhammed’den, “Ey peygamber, bizim işlediğimiz bu cinayette günah yoksa, acaba Allah’tan sevap bekleyebilir miyiz veya yaptığımız iş cihad sayılır mı?” diye soruyor. Bu soru üzerine, Bakara Suresi’nin yukarıdaki 218. ayeti iniveriyor. Evet, Allah aynen böyle diyor. İlkin Bakara 217. ayetle Muhammed’in adamlarını savunuyor, daha sonra 218. ayetle o katilleri mücahit olarak ilan ediyor, onların yaptığı işe cihat diyor. Ayetin devamında. “Allah bağışlayandır, merhameti boldur” deniyor. Her ne kadar isim verilmemişse de bu ayetle Abdullah ve diğer katil arkadaşlarına yeşil ışık yakılıyor, onlar ödüllendi­riliyor. Hani Muhammed ilkin arkadaşlarına kızıyordu, karşı tarafa haksızlık yapılmış diye kendi payına düşen ganimeti dahi almı­yordu! Peki zaman içinde niçin değişti, Allah neden ayetlerini ancak bu yanlışları ona yaptırdıktan sonra yolladı?

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.122).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

Sonuç:       SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Bakara 142-145, 149-150, 217-218, Enfâl 7, 58, Âl-i İmrân 186, Nisâ 94:

                   Bütün bu bilgilerden varılan sonuç şudur:

                   Eğer bu savaşlar içinde, inanıldığı gibi çok adil ve her şeyi yapabilen bir yaratıcı olsaydı, müspet bir sonuç alınması gerekiyordu; kan dökülmeden hem onlara, hem de sonsuza dek tüm insanlara barış formülünü göstermeli ve de kabul ettirmeliydi. Bunu zorla değil, insa­nın aklını barışa göre ayarlamak suretiyle yapabilirdi. (Çünkü İslam inancına göre Allah kadiri mutlaktır, her şeyi yapabilir.)

Özetle;      eğer bu işler Muhammed’e bırakılırsa, bazı ko­nularda haklı, bazılarında da haksız olması mümkündür. Ama işin içine Tanrı karıştırılıyorsa o zaman hiç yanlış yapılmaması gerekir.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (s.136-137).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

Not.2         Bakara 217-218: Müslümanların bir diğer gelir kaynağı da esir alınan gayri­müslimlerden aldıkları kurtuluş fidyesidir. Fidye ilk defa, hicri ikinci yılda, Medine döneminde Abdullah bin Cahş komutasında yapılan baskında esir alınan iki Mekkeliden alınmıştır. Bu fidyenin miktarı (4752) gram gümüş paradır; bunu bizzat Muhammed onlardan almıştır. Kaldı ki, bu iki insan da haksız bir biçimde ele geçirilip mallarına da el konmuştu. Bu hadise, daha önce savaş sebepleri bölümünde ayrıntılı olarak açıklanmıştı. Muhammed bu olayda eleştirilere maruz kalınca yukarıdaki ayetler iniyor.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.262-263).

219.     Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.56

Not.1         Bakara 219, Nisa 43, Mâide 90-91:

a)               Ömer bir gün Muhammed’in yanında, “Ya Rab, müminlere içkinin yasağı konusunda faydalı açıklamalarda bulun, ayetler gönder” diye duada bulunuyor. Onun bu isteği üzerine, kesin yasak içer­meyen Bakara 219 ayeti iniyor. Muhammed inen ayeti hemen Ömer’e okuyor. Fakat Ömer, bunu yeterli bulmuyor ve duasını tekrarlıyor.

b)               Zaman içinde bu kez de Nisa 43 ayeti iniyor, burada da kesin bir ya­sak yok. Muhammed yine inen ayeti Ömer’e okuyor. Fakat Ömer, bunu da yeterli bulmuyor ve Muhammed’in yanında duasını tekrarlıyor.

c)               Bu defa Mâide 90 ve 91 ayetleri iniyor. Muhammed bunu da Ömer’e aktarıyor, sonunda Ömer şu yanıtı veriyor: “Ar­tık vazgeçtik vazgeçtik.”

d)               Bu aşamadan sonra Kur’an’a içkiyle ilgili herhangi bir ayet inmiyor.

e)               Bakara 219’da “Senden içki ve kumarı sorarlar” diyor. Güvenilir İslami kaynaklarda, bu soruyu soranın Ömer olduğu yazılı.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.59-61). Diya­netin tercümesi olan Tecrid-i Sarih’inEşribe” bölümü 12/39’a bakılırsa, artık hiçbir kaynağa gerek kalmaz.

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

220.     Dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz, diye böyle yapıyor. Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte yaşar)sanız (sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyu yapıcı olandan ayırır. Allah, dileseydi sizi zora sokardı. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

221.     İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.

Not.1         Muhammed’den önce Yahudilerin geleneğinde, inançları farklı olan insanların birbirleriyle evlenmeleri yasaktı. Bu ayetle Kur’an bu konuda da aynı prensipleri benimsemiş ve onaylamıştır.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32).

Not.2         KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul anlamına ge­lenabddenir.

                   Büyük diye düşünülen Allah, acaba niçin kabul ediyor ki onun bir kısım kulları başka kullarını kendine köle-abd olarak kullansınlar?

                   Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için kendi ayetleriyle bu işi organize edip bu konuda fetva veriyor.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).

Konu.1      KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   (BU KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

222.     Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.”57

Not.1         Bu ayetin Halife Ömer’le ilgili olarak indiği/oluşturulduğu, (soruyu soran kişinin Ömer olduğu) İslami kaynaklarda anlatılmaktadır. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.140). Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

223.     Kadınlarınız sizin ekinliğinizdir. Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık olarak) güzel davranışlar takdim edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve her hâlde onun huzuruna varacağınızı bilin. (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele.

Not.1         Kadınların tarlaya benzetilmesi” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Bu deyim hem Tevrat’ta hem de Kur’an’da bu şekilde kullanılmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.24).

Not.2         Ömer bir gün Muhammed e gidip, “Aman helak oldum. Zira hanımımla sevişirken arkadan ilişkiye girdim. Acaba durumum ne olacak?” diye soruyor. İslami kaynaklarda belirtildiğine göre, Muhammed’e müracaat eden sadece Ömer değil, birkaç kişidir. Ömer’in söz konusu müracaatı üzerine, bu ayet iniyor.

                   Ayet hakkında özetle şunu diyebiliriz: Eğer ayetten kasıt, erkeğin kadını kullanma konusunda tam özgür olması ise, bu, çok sakıncalı ve gayri ahlaki bir fetvadır; eğer İslami kesi­min yorumladığı gibi bir anlam mülahaza ediliyorsa, o zaman Kur’an Tanrısının Arapçayı bilmemesini ve teknik/dil hatası yapmasını kabullenmek durumundayız; acaba neden daha uy­gun ve itirazsız bir cümle seçmedi diye. Bu yüzden, gerçekten nereden bakılırsa bakılsın savunulması pek kolay olmayan bir ayet! Kaldı ki bu ayetin, Ömer’in kendi eşiyle ters bir biçimde yatması sonucu, onun yaptığı şikâyet üzerine ve aynı süreç için­de inmesi dikkat çekicidir.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.67-70).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

                   2) Kaynak: Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.123).

224.     İyilik etmemek, takvaya sarılmamak, insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize Allah’ı siper yapmayın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

225.     Allah, sizi kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

226.     Eşlerine yaklaşmamağa yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

227.     Eğer (yemin edenler yeminlerinden dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

228.     Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Bakara 228, 234: Kur’an’a göre eğer bir kadının eşi ölür veya öldürülürse, ikinci bir eşle evlenebilmek için en az 4 ay 10 gün veya üç ay hali-âdet görünceye ka­dar beklemelidir. Ama bu kural savaş esiri cariyeler için geçerli değildir.

                   Bunun sebebi şudur ki, Muhammed, hem kendisi hem de arkadaşları o kadınlarla bir an önce ilişkiye girebilsinler diye böyle bir imkânı sağlamıştır; yoksa başka ne amaç güdülmüş olabilir ki! Zaten Muhammed’in Safiye ile henüz eve varmadan o çölde gerdeğe girmesi, bunun somut bir ispatıdır.

                   Bu konuda tüyler ürperten bir olayı aktarmak istiyorum; Ebu Sait el-Hudri kendisinin de bizzat katıldığı bir olayı şöyle anla­tıyor: “Ben de Muhammed’le birlikle Beni Mustalık baskınında vardım. Bu baskında ele geçirdiğimiz kadınlarla (o çölde) ilişkide bulunurken, hamile kalmasınlar diye münasebet esnasında spermimizi kadının rahmine değil de dışarı boşaltır­dık. Yaptığımız bu işin dine uygun olup olmadığını Muhammed’den sorduğumuzda kendisi, ‘Evet bir sakıncası yoktur; böyle bir yönteme başvurabilirsiniz’ diye yanıt verdi.”

                   Savaşta ele geçirilen bir kadının, çocuk sahibi olmasının istenmemesi şu sebebe bağlıdır: Savaş esiri bir cariye, çocuk doğurmakla artık “ümmü’l veled” sayılırdı ve kocasının ölümünden sonra esaretten kurtulup hürriyetine kavuşurdu; böylece o cariye mal olmaktan çıkar hür kadınlar statüsüne girerdi.

                   Bu durumda, onun sahibi ekonomik olarak zarar ederdi.

                   Çünkü hamile kalmadığı sürece cariyeleri hem kadın olarak kullanırlardı hem de para sıkıntıları olduğu zaman her an onları satabilirlerdi. İşte bu yüzden hamile kalmasını istemezlerdi. Bu konuda başka nedenler de düşünüle­bilir; ama en önemlisi budur.

Kaynak:    bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.279-280).

229.     (Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.

Not.1         Bu uygulamalar da İslam öncesinden gelmektedir. İslam öncesi Araplarda bir erkek, hanımını 1. ve 2. sefer boşadığında tekrar geri alabilirdi; 3. seferden sonra artık o çift bir daha evlenemezdi. Muhammed bu Arap adetini de beğenip kendi Kuran’ına aldı.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.30-31).

                   2) bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.30).

230.     Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.

231.     Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

232.     Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

233.     -Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.

Not.1         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Bakara 228, 234: (Bu not için bkz. Bakara 228, Not.1)

234.     İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara 234, 240, Nisa 12: (Bu not için bkz. Bakara 240, Not.1)

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -6. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

235.     (Vefat iddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur. Allah biliyor ki, siz onlara (bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz. Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin. Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın.58 Şunu da bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah’a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

236.     Kendilerine el sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. (Bu durumda) -eli geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, aklın ve dinin gereklerine uygun olarak müt’a59 verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur.

237.     Eğer onlara mehir tespit eder de kendilerine el sürmeden boşarsanız, tespit ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Ancak kadının, ya da nikâh bağı elinde bulunanın (kocanın, paylarından) vazgeçmesi başka. Bununla birlikte (ey erkekler), sizin vazgeçmeniz takvaya (Allah’a karşı gelmekten sakınmaya) daha yakındır. Aranızda iyilik yapmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

238.     Namazlara ve orta namaza60 devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.

Not.1         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   Hz. Muhammed’in eşlerinden Hafsa, Ayşe ve Ümmü Seleme’nin Kur’an nüshalarında farklı ayetler vardı. Yukarıdaki ayette geçen Namazlara ve orta namaza dikkat edincümlesinin sonunda, İkindi namazına da dikkat edin cümlesi de vardı ve “ayet bu şekilde gelmiştir diyorlardı.

                   Bu cümle şu an var olan Kur’an’da yoktur.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.131, 227).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

239.     Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah’ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal vakitlerdeki gibi kılın).

240.     İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara 234, 240, Nisa 12:

                   Yine açık örneklerden biri de Bakara suresinde dul kalan kadınların statüsüyle ilgilidir. İslamiyet’ten önce bir gelenekti, kadın dul kaldığında bir yıla kadar kocasının evinde kalır, malından geçinirdi. Kur’an’da bu doğrultuda bir ayet var: Bakara 234.

                   Gelgelelim buna ters düşen farklı ayetler de var; “Kocası ölen kadınlar dört ay on gün beklerler, ondan sonra ne yaparlarsa özgürler” ayeti gibi (Bakara 240).

                   Bir üçüncü durum da şöyle: “Eşi ölen kadın, eğer ölenin evladı yoksa onun malının dörtte birini alır. Şayet ev­lat varsa o zaman sekizde birini alır.” (Nisa 12)

                   Peki, günümüz dünyasında diyelim Müslüman bir memlekette bir kadın dul kaldı. Bu durumda kocasının çocuğunun olup olmadığını da göz önüne alarak ona dörtte bir/sekizde bir verilip serbest mi bırakılsın, dört ay on gün beklesin ondan sonra istediğini yapsın veya eşi vasiyet etsin, onun evinde bir yıla kadar kalsın mı? Bu konuda İslam literatüründe her kafadan bir ses çıkıyor. Ayetler farklı olunca yorumlar da çoğalıyor.

                   Bununla il­gili bir bilgiyi de Buhari’den dinleyelim: Halife Osman za­manında Kur’an ayetleri kitap haline getirilirken, komisyon üye­si Abdullah b. Zübeyr Osman’a öneriyor “bu bir yıl bekleme aye­ti, dört ay on gün ayetiyle mensuh olmuştur/geçerliliği yoktur. Dolayısıyla biz bunu artık Kur’an’a yazmayalım” diyor. Osmansen buna karışma! Biz hepsini yazarız” diyor.

                   Benzer örnekler Kur’an’da çoktur ve nasih-mensuh yöntemiyle işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.249-250).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

241.     Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur.

242.     Düşünesiniz diye Allah size âyetlerini böyle açıklamaktadır.

243.     Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara “ölün” dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.

Not.1         Ayetin (Bakara 243) içerdiği inanılmaz anlamdan ziyade, burada dikkat çekici farklı şeyler var.

a)               Mesela neymiş ölüm korkusu ki Tanrı tarafından kendi ölümlerine neden oluyor? Veya kimlerdir bunlar, ne zaman yaşamışlar? sorularına yanıt yok. Kaldı ki  buna açıklık getiren Kur’an’da başka bir bilgi de yok.

b)               Hele aynı ayette Allah’ın Muhammed’e, “Görmedin mi ki ben onlara neler yaptım” diye hitap etmesi ilginç. Anlaşılan, Muhammed’den epey önce meydana gelen bir olaydan söz ediliyor. Dolayısıyla Muhammed nasıl görmüş olabilir ki Tanrı ona böyle bir hitapta bulunsun! Burada, “Muhammed’in görmesi demek, kalben ruh âleminde bilmesi, görmesi demektir” anlamında bir yorum yapılabilir. Zaten bu yöntem dışında buna yanıt verilmez ki.

c)               Aslında benzer bir olay Tevrat’ta anlatılıyor. Hezekil zamanında, Tanrının isteklerini yerine getirmedikleri için böyle bir olayın onun kavminin başına geldiği yazılı (Tevrat’tan, Hezekil 37/1-11).

d)               Kanımca olayın muğlâk bir anlatımla Kuran’da geçmesinin nedeni, Muhammed’in konu hakkında fazla bilgi sahibi olmamasından kaynaklanıyor; eğer daha fazla bilgisi olsaydı tabi ki daha net olarak işlerdi.

e)               Muhammed’in bu ayetten, az önce Tevrat’tan değindiğim Hezekil hadisesini kastettiğine ilişkin İslami kaynaklarda ipuçları da vardır. Örneğin; Bakara suresi 243. ayette Hamdi Yazır halife Ömer’den bu konuda böyle bir rivayet aktarıyor.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.145-146)

244.     Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir.

245.     Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.

Not.1         KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:

a)               İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’ 36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm 28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:

                   Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir, Allah’ın takdiridir.

                   Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle be­yan ediliyor.              (pdf-s.222-226).

 

b)               Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’ 39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç vermeyi*, çalışmayı övüyor. (*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)

                   Allah, “Ey insanlar! Çalışın, kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşa­yın...” dese bile, bunun bir anlamı olamaz. Çünkü insanın çalı­şabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.                                                                                 (pdf-s.233-234).

 

c)               Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumlulu­ğunu kendi üzerine aldığı halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili bir ifadeyle çalışmayı övüyor.             (pdf-s.233-234).

 

d)               Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana ait­tir, ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak yarattım” (Zuhruf 32) demesi, hem sık sık “benim adıma, benim namı hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun yerini doldururum” şeklinde beyanat­ta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Al­lah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).

                   İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak, “Vay eli­niz bağlanası, vay lanet olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Ya­hudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul edilip edilmediği de ortada.                                                                                                            (pdf-s.233-234).

 

e)               Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine tes­pih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.                                        (pdf-s.235).

 

f)                Kur’an, insanlara sadaka vermeyi önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce (m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık avlanmayı öğret; böylece sen de kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şek­linde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.                                                                                          (pdf-s.236).

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.222-236).

246.     Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.

247.     Peygamberleri onlara, “Allah, size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah, onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

248.     Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir.61 Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır.”

249.     Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”

250.     (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”

251.     Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.

252.     İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Biz onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.

253.     İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya ise açık deliller verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Onlardan inananlar da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah dilediğini yapar.62

254.     Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.

255.     Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur.63 O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?64 O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.65

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Taha 111, Bakara 255, Al-i İmran 2) Arapçasında geçen;

                   KAYYUMkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “uyumayan” anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.278).

256.     Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.66

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;

                   Tağutkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284).

257.     Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.

258.     Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

259.     Yahut altı üstüne gelmiş (ıpıssız duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: “Ne kadar (ölü) kaldın?” O, “Bir gün veya bir günden daha az kaldım” diye cevap verdi. Allah, şöyle dedi: “Hayır, yüz sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir. (Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca, şöyle dedi: “Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”67

Not.1         ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7:

                   Gaddarlığıyla tarihe geçen Haccac b. Yusuf (halk tabiriyle Haccac-ı Zalim) Kur’an’ın on bir-on iki yerinde (yukarıdaki ayetlerde) değişiklik yapmıştır.

                   Haccac b. Yusuf’un oynama yaptığı, değiştirdiği iddia edilen ayetleri aşağıya alıyorum:

                   Kitab-üI Mesahif, İbn-i Ebu Davud Sicistani, 1/280, no: 142 ve devamı. Bakara 259'da geçen ‘Iem yelesemeh’ kelimesinde aslında son harf olan (h) yoktur. Maide 48’de geçen 'Şir'aten' kelimesi, aslında 'Şeriaten' imiş; ama Haccac değiştirmiş. Yine Yunus 22’de geçen 'Yüseyyirukum' aslında 'Yünşiruküm' biçimindeymiş. Yusuf 45’te geçen 'Ünebbiukum' kalıbı, aslında 'Afiktim' şeklindeymiş. Mü'minun 85, 86 ve 89’da 'Lillafı' geçiyor. Bunlar da aslında 'Allah' şeklinde yazılıymış. Şuara 116’da Nuh hakkında geçen 'Meretimin' aslında 'Muhrecin' imiş. Yine Şuara 167’de Lut hakkında kullanılan 'Muhrecin' kelimesi, aslında 'Meretimin' şeklindeymiş. Zuhruf 32’de geçen, 'Maişet' kelimesi de aslında 'Meayiş' biçimindeymiş. Muhammed 15’te geçen ‘Âsin' kelimesi, aslında 'Yasin' şeklindeymiş. Hadid 7’de 'Enfiku' kelimesi de aslında 'İttekav' biçimindeymiş. Tekvir 24’de geçen 'Denin' kelimesi de aslında 'Zenin' şeklindeymiş.

                   Tüm bunları Haccac b. Yusuf değiştirmiştir. Bir iş ki bu adam da ona bulaşmışsa düşün­mek lazım.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.217-218).

Not.2         ZALİM HACCAC HAKKINDA KISA BİR BİLGİ: Kendisi (h. 41-95) yılları arasında yaşamış. Aslen Sakif kabile­sinden olup Emevilerin en zalim valilerindendir. En çok Emevi sultanı Mervan b. Hakem döneminde yıldızı parlamış. Tabi ki o da Emevilerin sadık bir adamıydı. O sıralar halifelik davasında bulunan Zübeyr b. Avam’ın oğlu Abdullah, Mekke’ye yerleşiyor (ki bu adam aynı zamanda Kur’an’ı kitap haline getiren dört ki­şilik komisyonun bir üyesiydi). Abdullah’a muhalif olan Haccac Mekke’yi ablukaya alıyor, sonunda Abdullah katledilince Haccac onun vücudunu parçalara ayırıp Emevi lideri Mervan b. Hakem’e gönderiyor.

                   Tarihi kaynaklar, Haccac’ın yüzbinlerce insanı katlettiğini, onbinlercesini hapsettiğini, hatta tutuklular arasındaki otuz bin kişinin sadece kadın olduğunu yazıyorlar.

                   Meşhur Ömer b. Abdülaziz onun hakkında Dünyadaki her toplum kendi kötü adamıyla ortaya çıksa, biz de Haccac’la çıksak, kesinlikle kötü­lükte şampiyon oluruz diyor.

                   Yine aynı Ömer Velit Şam’da halife, Haccac Irak’ta vali, onun kardeşi Yemen valisi, Osman b. Hayyan Hicaz bölgesinden sorumlu ve Kurre de Mısır’da idare­ci olursa, demek ki dünya zulümle dolmuştur” diyor.

                   Haccac hicri 74. yılında Medine’ye gidince çoğu sahabilere hakaret ediyor. Bunlar arasında meşhur olanları da var. Mesela Enes b. Malik, Sehl b. Sa’d ve Cabir b. Abdullah gibi.

                   Süleyman b. Abdülmelik görevi devralınca, Haccac’ın zindanlara attığı insanlardan, yalnız bir günde 81 bin kişiyi tahliye ediyor.

                   En korkutucu bilgileri, Tarih-i Hamis yazarı ve Mesudi yazmışlardır. Katlettiği insanların sayısı hakkında çok yüksek ra­kamlardan, mesela 170 bin ölü ve tutuklu sayısından söz edili­yor. Tabi ki o zaman insan nüfusu bugünkü kadar fazla değildi. Dolayısıyla o zaman için bu sayı çok yüksek bir rakam.

                   Süyuti gibi biri Kur’an’ın orijinal olmadığına ilişkin bu kadar bilgi sunmuşsa, artık gerisini düşünmek lazım.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.218-219).

260.     Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   SÜRHÜNNE (SÜR)” kelimesi Arapça değildir.

                   Nebatice’dir, “parçalamak” anlamına gelir. Ayette kuşları “parçalamak” anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.289).

261.     Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

Not.1         Sadaka konusunda verilen bu örnekte de “7sayısı ve onun katları kullanılmış. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).

262.     Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.

263.     Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).

264.     Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.

265.     Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

266.     Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklıyor.68

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

267.     Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.

268.     Şeytan sizi fakirlikle korkutur69 ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

269.     Allah, hikmeti70 dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.

270.     Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.

271.     Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

272.     Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.

273.     (Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.

274.     Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.

275.     Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.

Not.1         En’am 146, Nahl 118, Bakara 275, Al-i İmran 93, Nisa 160-161: Sümer kanunlarında (örneğin Ammi Şaduga fermanında), faiz konusu Kur’an gibi sadece vaz’u nasihatle geliştirilmemiş; tersine, faizcilik yapanlara uygulanması gereken cezadan da söz edilmiştir. Faizciliğin cezası Orta Asur kanunlarında da ağırdı. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.29-30).

276.     Allah, faiz malını mahveder, sadakaları71 ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.

Not.1         Rûm Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:

                   Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli cümleler hemen hemen bunlardır.

277.     Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.

278.     Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın.

279.     Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.

Not.1         Rûm Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:

                   Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli cümleler hemen hemen bunlardır.

280.     Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.

281.     Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.

282.     Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin.72 Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.73

Not.1         İnsan çalma/kaçırma meselesi çok önemli olduğu halde Kur’an buna değinmemiştir. Diyelim bir insan başka birine borçla bir kilo soğan satsa, bu ayete göre bu iki insan arasında şahit, senet gerekir; ancak bir insanı öldürmek veya çalmak çok önemli olduğu halde Kur’an buna bir açıklık getirmemiştir. Bu konu, hadislere ve mezhep imamlarının takdirine bırakılmıştır. Tevrat’la Sümer kanunlarında bunu yapan kişiye uygulanan ceza belirtilmiştir (Tevrat, Çıkış 21/16; H. Kanunları md.14).                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128).

Not.2         Daha önce herhangi bir davanın ispatı için en az iki erke­ğin şahitliği gerekiyordu. Kur’an bu geleneğe de onay verdi.                                                          bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32).

283.     Eğer yolculukta olur da bir yazıcı bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi Allah’tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.

284.     Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.

285.     Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”

286.     Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Kur’an’da aynı sure içinde ve aynı konuda iki farklı durum da söz konusu olabiliyor, bu tür ayetlerden örnekler verelim: Bakara 284, 286:

                   Bakara 284’e göre bir insan kendi içinde bir kötülük düşün­se, bu bile suçtur ve o kişi ahiret hayatında yapmadığı; ancak düşündüğü kötülüğün de cezasını çekecektir.

                   Ama bu ayetten hemen bir ayet arayla Bakara 286’da bu sefer “Allah kişiyi ancak gücünün yetti­ği kadar sorumlu tutar” anlamında ayet var ki önceki ayetle çelişiyor.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.247).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     Kur’an-ı Kerim’de yirmi dokuz sûrenin başında yer alan bu gibi harflere “Hurûf-i mukattaa” veya “Mukatta’ât” (Arap alfabesindeki adlarıyla, tek tek okunan harfler) denir. Anlamlarını kesin olarak bilmediğimiz bu harfler üzerinde tefsir bilginleri çeşitli görüşler belirtmişlerdir. Bunlar arasında, bu harflerin; başında bulunduğu sûrenin adı, ya da Allah Teâlâ ile Hz.Peygamber arasında birer şifre olduğu görüşleri ağırlık kazanmıştır.

2.     Gayb, sözlükte görme duyusuyla algılanamayan şey demektir. Kelime (gayb), “duyuların kapsamına girmeyen gizli her şey” anlamında kullanılır. Bir şeyin “gayb” oluşu, Allah’a göre değil insanlara göredir. Zira Allah’ın ilminin dışında kalan hiçbir şey yoktur. Allah’a, meleklere, ahiret gününe, cennet ve cehenneme, kadere inanmak “gaybe iman” konuları arasındadır.

3.     Burada kastedilen, dünyada kâfir olarak yaşayıp sonunda Ahirete de kâfir olarak intikal edeceği, Allah tarafından bilinen inkârcılardır.

4.     Âyetin bu kısmı, “Onlara, insanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz, akılsızların iman ettiği gibi mi iman edelim? derler.” şeklinde de tercüme edilebilir.

5.     Fâsık, Allah’a itaat çizgisinin dışına çıkan kimse demektir. Kelime, Kur’an-ı Kerim’de “kâfir”, “günahkâr”, “yalancı” ve “kötülük yapan” anlamlarında kullanılmıştır. Burada “fasık” kâfir anlamında kullanılmaktadır. Allah’ın saptırması ifadesi mecazî bir ifadedir. Aslında insanları saptıran, cahil önderleriyle şeytandır. Allah, bu örneği vermekle, aslında kendilerinde var olan sapkınlığı ortaya çıkarmış olmaktadır.

6.     İsrâil, İshak Peygamberin oğlu Yakup Peygamberdir.

7.     Sabır, insanı olgunlaştırır, geliştirir ve güçlendirir. Namaz ise, Allah’a kulluğun, teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade biçimi, aktif ve düzenli bir hayatın göstergesidir. Âyette, zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış hayatta güçlü kılacak iki temel ögeden yararlanmamız tavsiye edilmektedir.

8.     Şefaat, birinin bağışlanmasına aracılık etmek demektir. Kıyamet gününde başta Hz. Peygamber olmak üzere, Peygamber ile Allah’ın izin vereceği bazı insanlar ve melekler, günahkâr mü’minlerin affedilmesini, günahsızların derecelerinin yükseltilmesini Allah’tan dileyeceklerdir. Şefaat taleplerinin yerine getirilip getirilmemesi konusunda takdir Allah’a aittir.

9.     Furkan, “Hak ile batılı ayıran” anlamınadır. Burada Mûsâ’ya verilen emirler ve hükümler kastedilmektedir.

10.    Âyetin bu kısmı “İçinizden buzağıya tapanları öldürün” şeklinde de tercüme edilmiştir.

11.    Adı geçen memleketin Kudüs veya Erîha olduğu rivayet edilmiştir.

12.    Âyette ifade edilen bu azabın veba gibi korkunç bir bulaşıcı hastalık olduğu tefsir bilginlerince ifade edilmiştir.

13.    Sâbiîler, bazı tefsir bilginlerine göre, Yahudilik ile Hıristiyanlık arasında bulunan ve tevhid inancına dayanan bir dinin mensuplarıdır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu ise bunların, kitap ehlinden olmadığını söylemektedirler. Bir rivayete göre ise Sâbiîler, Hz. İbrahim’in dinine mensup kimselerdir.

14.    İslâmiyet, kendinden önceki dinlerin hükmünü kaldırmıştır. Bu itibarla, hangi dine mensup bulunursa bulunsun, tüm insanlar İslâm’a girmekle yükümlüdürler. İslâm gelmeden önceki semavî dinlere mensup olanlardan Allah’a ve ahirete inanıp iyi işler yapanlar, tıpkı İslâmiyette olduğu gibi, kurtuluşa ermişlerdir. Bu, genel bir kuraldır. Bu âyet bu noktayı vurgulamaktadır. Yoksa İslâmiyet geldikten sonra, İslâm’ı kabul etmeden, kendi ölçüleri içinde “Allah’a ve ahirete inanıp, iyi işler yapmak” kişiyi kurtuluşa erdirmez. Benzer ifadeler için bakınız: Mâide sûresi, âyet, 69.

15.    Hz.Mûsâ’nın dinine göre, cumartesi günü çalışmayıp ibadetle meşgul olmak bir esastı. İsrailoğullarının bu esası çiğnemeleri ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 47-54; A’râf sûresi, âyet, 163; Nahl sûresi, âyet, 124.

16.    Bazı tefsir bilginleri, âyette sözü edilen maymunlaştırma olayının temsîlî, bazıları da gerçek olduğunu söylemişlerdir.

17.    Tefsir kaynaklarının aktardığına göre, İsrailoğullarından birisi, zengin, fakat çocuğu olmayan amcasını, malını elde etmek için öldürmüş, sonra da cesedi bir başkasının evinin önüne bırakmıştı. Bununla da yetinmeyerek, “Amcamı öldürdüler”, diye ortaya çıkınca, taraflar vuruşma noktasına gelmişlerdi. İçlerinden biri, “Ne diye birbirimizi öldüreceğiz. İşte Allah’ın peygamberi, ona başvuralım”, dedi. Durumu Hz.Mûsâ’ya aktardılar. Katil bulunamayınca, Allah Teâlâ onların bir sığır keserek, sığırın bir parçası ile ölüye vurmalarını emretti. Onlar, kesilecek sığırın niteliklerini sormaya başladılar. Nihayet nitelikleri belirtilen sığırı bulup kestiler ve parçasıyla öldürülen şahsa vurdular. Ölü dirilip, katili haber verdi. İşte, 67-74. âyetler bu olayı anlatmaktadır.

18.    Bu âyet Yahudilerin, kutsal kitapları Tevrat’ı tahrif ettiklerini açık bir ifade ile ortaya koymaktadır. Bu gerçek, Maurice Bucaille gibi Batılı bazı araştırmacı bilginlerce de kesin olarak ifade edilmiştir. Bizzat Tevrat’ta da bunu doğrulayıcı ifadeler yer almaktadır. (Yeremya, 8/8-9)

19.    Ümmî, anadan doğduğu gibi kalan, yani okuma-yazma bilmeyen kimse demektir. Burada dinleri konusunda asgari düzeyde bile bilgisi olmayanlar kastedilmiştir.

20.    Yahudiler, tarihleri boyunca, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı daima direnmişler, onlara işkence etmişler, onları öldürmüşler, olmadık hile ve entrikalara başvurmuşlardı. Bundan sonraki âyetler, Yahudilerin Hz.Peygamber’e karşı da sergiledikleri bu olumsuz tutumu dile getirmektedir.

21.    İsrailoğullarından söz alınması konusunda bu sûrenin 63. âyetine bakınız.

22.    Sahabiler, Hz.Peygamber’in nasihatlerinden daha çok yararlanmak için ona, “Râ’inâ (Bizi gözet)”, diyorlardı. Yahudiler, bu ifadeyi İbranice’de hakaret ifade eden bir anlamda kullanıyorlardı. Bir başka yoruma göre, “râ’inâ” kelimesini, Arapça’da “çobanımız” anlamına gelecek şekilde “râ’înâ” diye okuyorlardı. O sebeple âyet, mü’minlerden, “Râ’inâ” yerine yine, “Bize de bak”, “Bizi de gözet” anlamındaki, “Unzurnâ” ifadesini kullanmalarını istemiştir. Âyette, yanlış anlama çekilebilecek kelimeleri kullanmaktan sakınmanın adaba uygun olduğuna işaret edilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca Nisâ sûresinin 46. âyetine bakınız.

23.    Bu âyette ihsan, Hz. Peygamberin de ifade buyurduğu gibi “Allah’a, onu görür gibi ibadet etmek” demektir.

24.    Âyetteki “Kitap” ile Hz.İsa’yı tasdik eden Tevrat ve Hz.Mûsâ’yı tasdik eden İncil kastedilmektedir. İki kitaptan her biri, diğerini getiren peygamberi tasdik ettiği için, ikisi birden “Kitap” diye zikredilmiştir.

25.    “Allah’ın yüzü” ifadesi, mecazî bir anlatım olup, burada “Allah’ın rahmeti, rızası ve nimeti” demektir. Kul, tümüyle Allah’a ait olan yeryüzünün neresinde ve hangi cihetinde, ne tür bir taat ve işe girişse, Allah’ın lütuf ve rahmetini orada bulur.

26.    Yahudiler, “Uzeyr, Allah’ın oğludur”, diyorlardı. Hıristiyanlar da İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu inancındadırlar. (Bakınız: Tevbe sûresi, âyet, 30)

27.    Âyette geçen “Makam-ı İbrahim”in ne olduğu konusunda tefsir bilginleri çeşitli görüşler belirtmişlerdir. “Hac ibadetinin yapılması sırasında ziyaret edilen yerlerden biri”, “Kâbe”, “Harem diye bilinen alan”, “Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken iskele olarak kullandığı ve halkı hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın bulunduğu alan” şeklindeki açıklamalar bunlardan bazılarıdır.

28.    Hıristiyanlar, doğan çocuklarını, Hıristiyanlığı kabul edenleri ya da bir kiliseden öbürüne geçenleri vaftiz denen bir işlemden geçirirler. Vaftiz, su serpmek ya da suya batırmak suretiyle yapılır. Baba, Oğul ve Ruhu’l-Kudüs adına yapılan bu işlemin insanı aslî günahtan kurtaracağına, insanın âdeta yepyeni bir hayat boyasına boyanacağına inanırlar. Vaftiz uygulamasının aslı Yahudilikten gelmektedir. Bu âyette, gerçek kurtuluşun böyle zahirî ve sembolik eylemlerle değil, Allah’ın insanların fıtratına yerleştirdiği aslî renk olan tevhid inancı ile mümkün olacağı vurgulanmaktadır.

29.    Âyetteki “orta ümmet” ifadesi ile, âdil, seçkin, her yönüyle dengeli, haktan asla ayrılmayan, önder, bütün toplumlarca hakem kabul edilecek bir ümmet kastedilmektedir.

30.    Bu ve daha sonraki üç âyette kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesi ile, bu olay üzerine yahudilerin çıkardıkları dedikodular dile getirilip cevaplandırılmaktadır.

31.    Hz.Peygamber, Hicrî ikinci yılın ortalarına kadar namazlarda Kudüs cihetine yöneliyor, fakat hep Kâbe’ye yönelme emrinin gelmesini bekliyordu. Bir ikindi namazı sırasında Allah Teâlâ, Kâbe’ye doğru yönelmesini emretti. Kudüs’e doğru yönelerek başlanan bu namaz Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu olayın geçtiği yerde yapılan mescit, bugün “Mescid-i Kıbleteyn”, yani iki kıbleli mescit diye anılmaktadır.

32.    Yahudiler ve Hıristiyanlar, Hz. Peygamber’e ait özellikleri kendi kutsal kitaplarında okuyageldiklerinden onu özellikleriyle çok iyi tanıyorlardı. Âyette, yahudilerin ve hıristiyanların Hz. Peygamber’i inkâr etmelerinin bilgisizlikten değil, inattan kaynaklandığına işaret edilmektedir.

33.    Sabır, insanı ruhen olgunlaştırır, geliştirir ve güçlendirir. Namaz ise, Allah’a kulluğun, teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade biçimi ve aktif, düzenli bir hayatın göstergesidir. Âyette zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış hayatta güçlü kılacak iki temel ögeden yararlanmamız tavsiye edilmektedir.

34.    Âyette, şehitlik mertebesinin yüceliği vurgulanmaktadır. Aynı anlamda bir ifade için Âl-i İmran sûresinin 169. âyetine bakınız.

35.    Safa ile Merve, Kâbe’nin doğu tarafında bulunan iki tepenin adıdır. Bu iki tepe arasında usulünce gidip gelme demek olan “sa’y”, Hz.İbrahim, eşi Hacer ve oğlu İsmail’e dayanan bir geleneğin ihyası olup, haccın ve umrenin vaciblerindendir. Cahiliye döneminde Safa ve Merve tepelerinde putlar bulunuyor ve müşrikler de bu tepeler arasında sa’y ediyorlardı. İslâm gelince mü’minler, bu eski müşrik uygulaması sebebiyle, Safa ve Merve arasında sa’y etmekten endişe etmişlerdi. Bu âyet onların endişesini gidermektedir.

36.    Lânet etme konumunda olanların, Allah, melekler ve insanlar olduğu, bu sûrenin 161. âyeti ile, Âl-i İmran sûresinin 87. âyetinde açıklanmıştır.

37.    “Rahmân” ve Rahîm” kelimelerinin anlamları için Fâtiha sûresinin ikinci âyetinin dipnotuna bakınız.

38.    Âyette, yaptıkları işin yanlışlığına ve çirkinliğine akıl erdiremeden, atalarının inançlarını körü körüne taklid eden müşrikler kınanmaktadır.

39.    İslâm’da zaruretlerin mahzurları ortadan kaldırdığına en güzel delil bu âyette ifadesini bulur. Bir haramı helâl saymamak ve haddi aşmamak kaydiyle bazen zaruret miktarınca, yasak bir iş işlenebilir. Yenmesi haram olan şeyler ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nahl sûresi, âyet, 115.

40.    Son peygamber Hz.Muhammed’in nitelik ve özellikleri Tevrat’ta belirtilmişti. Yahudi hahamları bunları gizlediler. Böylece hem kendileri, hem de kavimleri sapmış oldu. Bu değerlendirmeye göre âyette geçen kitaptan kasıt Tevrat; gizlediklerinden kasıt da Hz. Peygamberin nitelikleridir. Ancak Allah’ın kitabında yer alan herhangi bir hükmü gizlemeye yönelik her tür niyet ve teşebbüs bu kategoride değerlendirilir.

41.    Kısas, aynıyla karşılık vermek demektir. İslâm hukukunda ise, kasten ve haksız yere bir kimsenin canına kıyma ya da bedenine veya uzvuna zarar verme suçlarını işleyen kimselerin, verdikleri zararın aynıyla cezalandırılmaları demektir. Bu âyette kısas, “cana can” kuralını ifade etmektedir. Mâide sûresinin 45. âyeti, kısasa tabi suçları topluca belirtmektedir. İlgili şahsın vazgeçmesi hâlinde, kısas diyete dönüşür. Hıristiyanlıkta adam öldürenin affedilmesi; Yahudilikte ise, mutlaka kısasa tabi tutulması esastı. İslâm, diyet uygulaması ile orta yolu getirmiş oldu.

42.    Vasiyetle ilgili bu emir, henüz mirasla ilgili kurallar açıklanmadan önce verilmişti. Amaç ise varisleri adaletsizlikten korumaktı. Daha sonra, mirasla ilgili hükümler Nisâ sûresinde açıklandı.

43.    Ramazan orucu, ergenlik çağına ulaşmış, akıllı her müslümana farzdır. Hastalık, yolculuk, kadınlara has özel hâller gibi meşru sebeplerle Ramazan ayında oruç tutamayanlar, bu oruçları şartların elverişli olduğu başka zamanlarda kaza ederler. Mazeretsiz olarak oruç tutmayanlar, büyük günah işlemiş olurlar. Aşırı yaşlılar ya da iyileşmez hastalar, bu sebeple oruç tutamazlar ve bu oruçları kaza etmekten de ümit keserlerse, oruçsuz geçirilen her gün için bir fidye verirler. Fidye tıpkı fıtır sadakası gibi, bir fakiri bir gün doyurmak ya da bunun bedelini vermektir.

44.    Tefsir kaynaklarının aktardığına göre, orucun farz kılındığı ilk dönemlerde müslümanlar, oruç tutacakları zaman sadece güneş batımından yatsı namazını kılıncaya ya da uyuyuncaya kadar yiyip içebiliyorlar; cinsel ilişkide bulunabiliyorlardı. Kısaca imsak, yatsı namazından ya da uykuya dalınmasından itibaren başlardı. Âyette, yatsı namazından ya da uykudan sonra cinsel ilişkinin oruca engel olmadığı vurgulanmaktadır.

45.    Âyetin bu kısmında, güçlü bir anlatım üslubu içinde, karı koca arasındaki ilişkinin tabiatı ortaya konmaktadır. Elbise ve örtü insanı nasıl soğuktan ve sıcaktan korur, kusurlarını örterse; eşler de birbirlerine karşı öyle koruyucu, kollayıcı ve bağlı olacaklardır.

46.    Hz.Peygamber’e, “Hilâl niçin önce iplik gibi incecik görünüyor, sonra kalınlaşıp nihayet daire şeklini alıyor?” diye soru yöneltilmişti. Âyetin bu kısmında söz konusu soruya, ayın hareketlerinin zaman tayininde, özellikle hac, oruç ve zekât gibi ibadetlerin vakitlerinin belirlenmesinde kıstas olduğu ifade edilerek cevap verilmektedir. Aynı konuya Yûnus sûresinin 5. âyeti ile İsra sûresinin 12. âyetinde de değinilmektedir.

47.    Cahiliye devrinde Araplar ihramlı bulundukları zaman evlerine, arka taraftan açtıkları bir delikten girerler ve bunu iyi bir davranış sayarlardı. Âyet, onların bu uygulamalarının anlamsız olduğunu, gerçek iyiliğin takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) esasına dayalı davranışlar olduğunu vurguluyor.

48.    “Aşırı gitmeyin” ifadesiyle, mecbur kalmadıkça savaşa girilmemesi, savaş kaçınılmaz hâle gelince de savaşta çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve savaşla ilgisi olmayan diğer sivillere zarar verilmemesi, işkenceden sakınılması.. gibi hususlar kastedilmektedir.

49.    Haram ay, saygı duyulması gereken bir zaman dilimi olduğu için savaşın yasak olduğu ay demektir. Haram aylar, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep olmak üzere dörttür. İslâm’da haram ay uygulaması kaldırılmıştır.

50.    Bu âyette haram aylarda kendilerine savaş açılması hâlinde müslümanların da bu aylarda mukabelede bulunabilecekleri ifade edilmekte, ayrıca bu hükmü de içerecek şekilde genel kısas prensibi getirilmektedir.

51.    Hac ayları, Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür.

52.    Meş’ar-i Haram, Müzdelife’de bir yerdir. Müzdelife vakfesinin burada yapılması sünnettir.

53.    Tefsir kaynaklarında ifade edildiğine göre, İslâm’dan önce müşrikler hac işlemlerini tamamladıktan sonra Müzdelife’de oturur, atalarını anar, onlara ve kendilerine ait başarılarla öğünürlerdi. Bu âyette, müslümanlara, müşriklerin bu âdetine uymamaları ve Allah’ı çok anmaları hatırlatılmaktadır.

54.    “Sayılı günler”, teşrik günleridir. Teşrik günleri ise, Zilhicce ayının, 9,10,11,12 ve 13. günleridir.

55.    Hz.Peygamber, Hicretin ikinci yılında, Bedir savaşından iki ay kadar önce, Kureyş’in durumunu tespit etmek üzere Abdullah b.Cahş komutasında sekiz kişilik bir müfreze görevlendirmişti. Müfreze, Batnınahle mevkiine gelince, Kureyş’e ait bir kervana saldırdı. Bir kişiyi öldürüp iki kişiyi de esir alarak Medine’ye geldiler. Hz.Peygamber, izni olmaksızın girişilen bu işe çok üzüldü. Olayın, Cemâziye’l-âhir’in son günü mü, yoksa haram ay olan Recep’in ilk günü mü olduğu kesin değildi. Yahudiler ve müşrikler, “Muhammed, haram ayda savaşıyor”, diye propagandaya başladılar. İşte âyet, bu konuyu gündeme getirerek haram ayda savaşmanın günah olduğunu, ama müşriklerin bundan daha ağır suçlar işleyerek insanları Allah yolundan alıkoyduklarını, onu inkâr ettiklerini, Kâbe’yi ziyarete engel olup, zulüm ve baskı yaptıklarını onlara hatırlatmaktadır.

56.    Bu âyet, içki ile ilgili olarak inen ikinci âyettir. Bu konuda nazil olan ilk âyet ise Nahl sûresinin 67. âyetidir. İçki, daha sonra Nisâ sûresi, âyet: 43 ve Mâide sûresi, âyet: 90 ile tedricî olarak ve kesinlikle haram kılınmıştır.

57.    Âyette, kadınların âdet hâlleri “ezâ” diye nitelendirilmiştir. Âdet sırasında kadınlar hastalığa daha çok yakındırlar. O günlerde onlara yaklaşmamak gerekir. Burada söz konusu olan cinsel ilişkidir.

58.    Boşanan ya da kocası ölen kadının yeniden evlenebilmesi için dinen beklemesi gereken süreye “iddet” denir. Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Boşanan kadın ise üç ay hâli bekler. Eğer boşanan kadın ay hâli görmüyorsa, iddeti üç aydır. Hamile kadının iddeti de çocuğunu dünyaya getirmesiyle sona erer.

59.    Müt’a, yararlandırmak ve yararlanılan şey demektir. Terim olarak ise mehir belirlenmeksizin kıyılan nikâhtan sonra, cinsel ilişki ve “halvet”te bulunmadan boşanan kadına, boşayan tarafından verilmesi gereken, giyim eşyası, mal, ya da bunların karşılığıdır. Müt’anın miktarını, bununla yükümlü kimsenin malî durumu belirler.

60.    Âyette geçen “orta namaz”ın sabah, öğle ve ikindi namazı olduğu şeklinde çeşitli görüşler vardır. Ancak kuvvetli görüş, bu namazın ikindi namazı olduğu görüşüdür.

61.    Rivayete göre söz konusu sandık Tevrat’ın içinde bulunduğu sandıktır. İsrailoğullarının isyanı üzerine bu sandık ellerinden çıkmıştı.

62.    Yani Allah, yapmayı irade ve takdir ettiğini mutlaka yapar. Ancak bu irade ve takdir, kulun kendi iradesini kullanacağı yönde gerçekleşir. Bu sebepten kulların hür iradesi üzerinde ilâhî bir baskı söz konusu değildir.

63.    Kayyûm, “varlığı kendinden, kendi kendine yeterli, yarattıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten” demektir.

64.    Şefaat ile ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 48.

65.    Bu âyet, Âyetü’l-Kürsî (kürsü âyeti) diye adlandırılır. “Kürsü”, Allah’ın kudret ve azameti, O’nun her şeyi kapsayan ilmi demektir. Âyette, Allah Teâlâ kendi zatının çok veciz bir tanımını yapmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te yanlış ve tahrif edilmiş bir biçimde anlatılan Allah, burada nasıl ise öyle tarif edilmektedir. O, yerde, gökte ve ikisi arasında olan her şeyin sahibi ve mâlikidir. Hiç kimse hâkimiyetinde, otoritesinde, mülkünde ve yönetiminde O’na ortak değildir. Hiçbir şey O’na rakip ve eş olamaz. O, mutlak ilim ve irade sahibidir. O’na hiçbir varlık güç yetiremez. O, bütün evrenin sahibi, yöneticisi ve hâkimidir.

66.    Din, inanç esaslarını ve buna bağlı olarak yaşanan hayat tarzını ifade eder. Buna göre İslâm, iman ve hayat tarzı olarak hiç kimseye zorla kabul ettirilemez.

        Tâğût, sözlük anlamıyla sınırı aşan demektir. Kur’an’da kullanıldığı şekliyle kelime, “şeytan”, “nefis”, “putlar”, “sihirbazlar” gibi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kısaca “Tâğût” insanları azdıran, saptıran şeylerin hepsini ifade eder.

67.    Bu âyette ölümden sonra dirilişi merak eden kimsenin mü’min biri olduğu anlaşılıyor. Bu konuda Üzeyr, Yeremya veya Hıdır isimleri zikredilir. Burada vurgulanan şey, Allah’ın diriltici kudretinin etkinliğini görmek, O’nun ölümden sonra dirilişi mutlaka gerçekleştireceğine inanmaktır.

68.    Bu âyette, yaptıkları iyilikleri başa kakıp gönül yıkanların durumu anlatılmaktadır. Yıldırımlı bir kasırga, göz alıcı bir bağı nasıl yakıp yıkarsa, onların bu tutumu da, öylece yaptıkları iyilikleri boşa çıkaracaktır.

69.    Fakir düşeceğinizi söyleyerek, sadaka vermekten uzak durmanızı ister.

70.    Hikmet, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya yarayan derin ve yararlı bilgi demektir. Hz. Peygamber, yararlı bilgi istemeyi tavsiye etmiş, bizzat kendisi de Allah’tan bu dilekte bulunmuştur.

71.    Burada “sadakalar”dan maksat hem farz olan zekât, hem de nafile olarak Allah yolunda yapılan bağışlardır. Âyet-i kerime, hem sadakaların sevabının kat kat olacağını, hem de sadakası verilen malların bereketlendirilip artırılacağını ifade etmektedir.

72.    Âyetin bu kısmı, “Ne yazıcı ne de şahid (adaletten ayrılarak hak sahiplerine) zarar vermesinler” şeklinde de tercüme edilebilir.

73.    Bu âyette, borç ve alışveriş işlemlerinde anlaşmazlık çıkmasını önleyecek, tarafların haksızlığa uğramamasını sağlayacak belgelendirme, şahit tutma ve rehin gibi önlemlerin alınması istenmektedir. Bu uygulamaların ne şekilde gerçekleştirileceği konusunda ayrıntılara kadar inilmiş olması, konuya verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ancak prensip, işlemin sağlama alınması olmakla beraber karşılıklı güven duygusunun da önemli bir unsur olduğu ve bunun kötüye kullanılmaması gerektiği vurgulanmaktadır.



Sonraki sure
ENFÂL | SAVAŞ GANİMETLERİ




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting