61- GENİŞÇE AÇIKLANDI | FUSSİLET (Kitap
Sırası-41)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Hâ Mîm.1
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
2. Bu Kur’an,
Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan indirilmedir.
3. Bu, bilen bir
toplum için Arapça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.
Konu: KUR’AN EVRENSEL Mİ?
a) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı,
doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz
bölgesindeki insanları (dili
Arapça olanları) ilgilendirdiği
hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara
bir mesaj iletilmek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir
dille olmalı.
Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar
dışındakilere gelmiyor.
Gerekçesi de Kur’an’da belirtiliyor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak
diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.
Tam burada Arap olmayanların
da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dilimizde
olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun?” demeye hakları vardır. Eğer
bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de
alınmalıdır.
Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken “Arap
yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve “Müslüman
olmayanları Arap yarımadasından
çıkarın” şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet
açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insanları ilgilendiren
bir din.
Peki, eğer bölgesel bir din
olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın,
denilebilir miydi? Aslına bakılırsa
artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü
Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü
Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ihtisas gerekiyor.
b) Müddessir 36, En’am 19, Sebe
2, Enbiya 107:
Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.
Bu ayetler afaki bir anlam
içeriyor; Kur’an’ın evrenselliğiyle
alakalı değildir.
Bunlar soyut
açıklamalardır ve birer perspektif vermektedir.
Mesela Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir
can acı çekerken mutlu değilim”
demiş.
Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.
Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu
somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun
çıkardı,
deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu
ancak asimilasyonun daniskası olur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; İnançların
temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET,
CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler
hep başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.
Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime
olduğunu bunların İbranice,
Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice,
Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi
dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.
Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami
Dilleri profesörlerinden Arthur
Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki
320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli
dillerden geldiğini yazmış.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.265-302).
4. Müjdeleyici ve
uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar
işitmezler.
5. Dediler ki: “(Ey
Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir.
Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O hâlde
sen (istediğini) yap, şüphesiz biz de (istediğimizi) yapacağız.”2
6. De ki: “Ben de ancak
sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu
vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak
koşanların vay hâline!”
7. Onlar zekâtı
vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkâr ederler.
8. Şüphesiz iman
edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfat vardır.
9. De ki: “Siz mi
yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar
koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”
10. O, dört gün
içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve
bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak
rızıklar takdir etti.
11. Sonra duman
hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek
gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.
12. Böylece onları,
iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini
bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak
güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
Not.1 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan yarattık”
diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde
yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri,
dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır.
bkz.
Arif Tekin, age, (pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
Not.2 İsra 44, Fussilet 12, Müminun 17, 86,
Mülk 3, Nebe 12, Bakara 29, Talak 12: Bu ayetlerde yerkürenin “7
kat” olduğu yazıyor. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer
mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7
(yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ
aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu
inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).
Not.3 YARATILIŞ AYETLERİ: Kaf 38,
Araf 54, Furkan 39, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Hadid 4:
Kur’an’da birçok yerde tanrı, ben yedi gökle yeri altı günde yarattım, diyor (Araf 5 4, Yunus
3, Hud 7, Hadit 4). Birkaç ayette de yedi gök, yer ve aralarındakileri altı günde yarattım, diyor (Furkan 39, Secde 4, Kaf 38).
İster yedi gökle yer yalnız
olsun, ister bunlarla birlikle aralarındakiler de olsun, Kur’an’a göre bunlara harcanan zaman altı gündür. Bu altı
gün meselesi hemen Tevrat’ın başında
da geçiyor.
Bu ayetlerde, kâinat
yaratılırken altı gün harcandığını, yere kaç gün, göğe kaç gün verildiği yazılmıyor;
toplam rakamdan söz ediliyor. Başka
bir ayette (Fussilet 9) ise o altı günden iki günü yere
ayırdığı belirtiliyor ve devam ediliyor. Fussilet 10. ayette “yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti”
deniliyor. Dikkat edilirse daha
önce verilen altı gün burada bitti;
yalnız daha göklere sıra gelmedi.
Devam
ediliyor. Fussilet 12.
ayette “Böylece onları (gökleri), iki
günde yedi gök olarak yarattı” diyor. İşte burada hesap yanlış! Ayetlerde harcanan zaman toplu halde belirtilirken altı gün deniliyordu; görüldüğü gibi detay kısmında sekiz gün
geçiyor. (Burada “efendim dört gün derken daha önce
dünyaya verilen iki gün de bu dört güne dahilmiş” diyerek zorlama kurtarma yorumları yaparlar.)
Görüldüğü gibi ortada çok basit bir hesap yanlışı var. Bunun da nedeni, ayetlerin farklı zamanlarda oluşturulması ve konuya
ilişkin daha önce söylenen ayetlerin farkına varılmamış olması.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.83-84).
Not.4 YARATILIŞ AYETLERİ: Bu ayetlerde
ilkin yerden başladığını, içindeki dağ, nebatat her ne ise var ettiğini, daha
sonra göklere yönelip onları iki günde yarattığını söylüyor. Ama başka
ayetlerde (Naziat 27-30) tam tersi söz
konusudur: Burada, ilkin gökleri ve
gece ile gündüzü yarattığı, ondan sonra da yerküreyi döşediği söz konusudur,
diyor. (Burada yine şöyle zorlama
kurtarma yorumları devreye girer: Allah ilkin hammadde olarak dünyayı
yaratmış, sonra gökleri yaratmış ama orayı ara vermeden bitirmiş, son olarak da
hammadde olarak bıraktığı dünyaya son şeklini vermeye yönelmiş. Bu varsayıma
göre tanrı dört gününü dünyaya, kalan iki gününü de evrene harcamış oluyor.
Yorumcular burada kaş yapayım derken
göz çıkarmış oluyorlar. Çünkü
bilim, dünyanın çok sonraları güneşten (dolayısıyla göklerden/uzaydan) kopup
oluştuğunu ispatlamıştır.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.85).
13. Eğer yüz
çevirirlerse, onlara de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım
gibi bir yıldırıma karşı uyardım.”
14. Hani onlara
peygamberler önlerinden ve arkalarından3 gelmiş, “Allah’tan
başkasına ibadet etmeyin” demişler, onlar da, “Eğer Rabbimiz dileseydi
(Peygamber olarak) melekler indirirdi. Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri
inkâr ediyoruz” demişlerdi.
15. Âd kavmi ise
yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, “Bizden daha güçlü kim var?”
demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu
görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.
16. Biz de onlara
dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine
dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil edicidir.
Onlara yardım da edilmez.
Not.1 Furkan 38, İsra 15, 16, Fussilet 13, 16, Ahkaf 27, Ankebut
38, Hac 44, Muhammed 13: “Tanrı
kızmaya görsün, kendi ülkesi bile olsa yakıp yıktırır” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. Bu temalar başta Tevrat olmak üzere diğer inanç
sistemleri üzerinden İslam’a geçmiştir. bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni,
(pdf-s.17).
17. Semûd kavmine
gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih
etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.
18. İnananları ve
Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.
19. Allah’ın
düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla!
20. Nihayet cehenneme
vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında,
kendileri aleyhine şahitlik ederler.
21. Onlar derilerine,
“Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?” derler. Derileri de der ki; “Bizi her şeyi
konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O’na
döndürülüyorsunuz.”
22. “Siz (günahları
işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik
etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini
sanıyordunuz.”
Not.1 Fussilet
22, Tevbe 61: Abdullah bin Mesut anlatıyor: “Kâbe’nin yanındaydık.
Bir grup insan kendi aralarında şu konuda tartışıyordu: ‘Acaba Allah insanın içindekini de bilir mi?’ diye. Bu arada ben
Muhammed’in yanına vardım ve bu olayı kendisine anlattım. Bunun üzerine konuyla
ilgili Fussilet Suresi’nin 22 ve 23.
ayetleri indi.”
Aslında Kur’an’ın insanüstü bir kaynaktan gelmediğini söyleyenler,
Muhammed zamanında da yok değildi. Öyle ki, muhalifler o zaman, “Muhammed her şeye göz kulaktır; kim ne
derse onu dinler ve sonuçta ona göre ayetini uydurup ortaya çıkarır ve ‘Allah’tan
geldi’ der” diyorlardı.
Bu itirazları bertaraf
etmek için, Tevbe 61 ayeti iner
ki, anlamı şu: Örneğin; “o sizin için
bir hayır kulağıdır, Allah’a ve müminlere (onların sözlerine) inanır’
deniyor. Bu ayet, Muhammed’in çeşitli
yerlerden bilgi aldığı konusunda çok önemli bir kanıttır.
Kaynak: bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.149-150).
23. “İşte bu sizin,
Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna
uğrayanlardan oldunuz.”
24. Şimdi eğer
dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah’ın rızasını
kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmez.
25. Biz onların
başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve
geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan
cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de gerçekleşti.
Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı.
26. İnkâr edenler
dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara
koparın.”
27. İnkâr edenlere
mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile
cezalandıracağız.
28. İşte böyle, Allah
düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak
orada onlar için ebedîlik yurdu vardır.
29. (Ateşe giren)
inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları
bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan
olsunlar.”
30. Şüphesiz
“Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine
akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada
iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”
31-32. “Biz dünya
hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli
olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var,
istediğiniz her şey orada sizin için var.”
33. Allah’a çağıran,
salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü
kimdir?
34. İyilikle kötülük
bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle
arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.
35. Bu güzel
davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan)
büyük payı olanlar kavuşturulur.
36. Eğer şeytandan
gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O,
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
37. Gece, gündüz,
güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin.
Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.4
38. Eğer onlar
büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar (melekler), gece
gündüz hiç usanmadan O’nu tespih ederler.
39. Allah’ın
varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru)
görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz
ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü
hakkıyla yetendir.
40. Âyetlerimiz
konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde
kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?
Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.
41. Kur’an
kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.
42. Ona ne önünden ne
de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah
tarafından indirilmiştir.
43. Sana ancak,
senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin
Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.
44. Eğer biz onu
başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe
açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?”
derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların
kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir.
(Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).”
Not.1 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna
varıyorduk. Vaazı bitince herkes
elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim
sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
Konu: KUR’AN EVRENSEL Mİ?
a) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı,
doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz
bölgesindeki insanları (dili
Arapça olanları) ilgilendirdiği
hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara
bir mesaj iletilmek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir
dille olmalı.
Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar
dışındakilere gelmiyor.
Gerekçesi de Kur’an’da belirtiliyor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak
diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.
Tam burada Arap olmayanların
da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dilimizde
olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun?” demeye hakları vardır. Eğer
bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de
alınmalıdır.
Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken “Arap
yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve “Müslüman
olmayanları Arap yarımadasından
çıkarın” şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet
açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insanları ilgilendiren
bir din.
Peki, eğer bölgesel bir din
olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın,
denilebilir miydi? Aslına bakılırsa
artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü
Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü
Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ihtisas gerekiyor.
b) Müddessir 36, En’am 19, Sebe
2, Enbiya 107:
Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.
Bu ayetler afaki bir anlam
içeriyor; Kur’an’ın evrenselliğiyle
alakalı değildir.
Bunlar soyut
açıklamalardır ve birer perspektif vermektedir.
Mesela Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir
can acı çekerken mutlu değilim”
demiş.
Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.
Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu
somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun
çıkardı,
deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu
ancak asimilasyonun daniskası olur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; İnançların
temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET,
CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler
hep başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.
Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime
olduğunu bunların İbranice,
Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice,
Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi
dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.
Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami
Dilleri profesörlerinden Arthur
Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki
320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli
dillerden geldiğini yazmış.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.265-302).
45. Andolsun! Biz,
Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer
(azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş
olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında
derin bir şüphe içindedirler.
46. Kim iyi bir iş
yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin,
kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.
47. Kıyametin ne
zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından
ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile
kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye
seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir
kimse yok.”
48. Daha önce
yalvardıkları (tanrılar) onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için
kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.
49. İnsan, hayır
(mal, mülk, genişlik) istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük gelince
umutsuzluğa düşer, yıkılır.
50. Andolsun! Başına
gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka
“Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime
döndürülürsem, şüphesiz O’nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır” der.
Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve andolsun,
onlara mutlaka ağır azaptan tattıracağız.
51. İnsana nimet verdiğimizde
yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur.
52. De ki: “Ne
dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o
zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?”
53. Varlığımızın
delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara
göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin,
her şeye şâhit olması yetmez mi?
54. İyi bilin ki,
onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi
kuşatandır.
Not.1 Fussilet
54, Nisa 126: Bu ayetlerde “Allah’ın
her yeri kuşattığı” anlatır. Thales
(İÖ. 640-548) bu konuda, “Her canlı
sudan yaratılmıştır ve Allah her yeri kuşatmıştır” diyor. Tabi ki bu iddia
Thales’in de icadı değildir. O da Sümer
ve Mısır’da eğitim gördüğü için oralardan aktarmıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.51).
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harflerle ilgili
olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2. Müşriklerin
kalplerinin örtüler içinde olması; kulaklarında ağırlık ve kendileriyle Hz.
Peygamber arasında bir perdenin bulunması, birer mecazî ifade olup, onların
inkâr konusundaki inat ve ısrarlarını vurgulamaktadır.
3. Peygamberlerin
önlerinden ve arkalarından gelmelerinden maksat, onların her vesile ve
vasıtadan yararlanarak gerçekleri anlatmaya çalışmalarıdır.
4. Âyetten, müşriklerin
bir kısmının güneşe ve aya taptıkları anlaşılmaktadır. “Onlara, bizi Allah’a
yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” (Zümer sûresi, âyet, 3) şeklindeki
sözlerinden anlaşıldığına göre, müşrikler güneşe, aya ve putlara ibadet etmekle
gerçekte Allah’a ibadet ettiklerini iddia ediyorlardı. Âyet, onların bu noktada
çelişki içinde olduklarını, eğer gerçekten Allah’a ibadet ediyorlarsa, secdeyi
de ona yapmaları gerektiğini vurgulamaktadır.
ŞÛRÂ | DANIŞMA
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |