69- MAĞARA | KEHF (Kitap
Sırası-18)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Hamd, kuluna
Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur.
2-4. (Allah onu),
katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller
işleyen mü’minleri, içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet)
ile müjdelemek ve “Allah, bir çocuk edindi” diyenleri de uyarmak için dosdoğru
bir kitap kıldı.
5. Bu konuda ne
kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ne büyük bir söz (bu)
ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar.
6. Demek sen, bu
söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!1
7. İnsanların
hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki
şeyleri ona bir zinet yaptık.
8. Biz, elbette
(zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline getireceğiz.
9. Yoksa sen,
(sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden
sandın?2
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“RAKİM” kelimesi
Arapça değildir.
Rumca’dır, “levha” anlamına gelir. Bazıları,
İbranicedir “dudakların kıpırdanması”
anlamına gelir demiştir. (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
Ek
not: Ayetteki
olay da şu: Sözde 7-8 kişilik bir grup, dönemin zalim yöneticisinden
kaçıp bir köpekle birlikle mağaraya yerleşmişler ve üç yüz dokuz yıl orada
uykuda kalıp daha sonra tekrar kalkıp çarşıya pazara çıkmışlar, hayata
başlamışlar. İşte Allah burada Hz. Muhammed’e hitaben, yoksa inanılması zor bir olaydır diye sen hayrete mi düştün, diyor
ve bunun meydana geldiğini onaylıyor.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.294).
10. Hani o gençler
mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde
bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır”
demişlerdi.
11. Bunun üzerine biz
de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları uyuttuk).
12. Sonra onları
uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap
ettiğini bilelim.
13. Biz sana onların
haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç
genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.3
14-15. Kalkıp da,
“Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz.
Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O’ndan
başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık
kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların
kalplerine kuvvet vermiştik.
16. (İçlerinden biri
şöyle dedi:) “Mademki onlardan ve Allah’tan başkasına tapmakta olduklarından
yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini
yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.”4
17. (Orada olsaydın)
güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara
dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir
yerinde idiler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte
o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir
dost bulamazsın.
18. Uykuda oldukları
hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri
de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin,
mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile
dolardı.
19. Böylece biz,
birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar
kaldınız”? dedi. (Bir kısmı) “Bir gün, ya da bir günden az”, dediler.
(Diğerleri de) şöyle dediler: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir.
Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir
halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık
getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir
kimseye sakın sezdirmesin.”
20. “Çünkü onlar sizi
ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler. O
zaman da bir daha asla kurtuluşa eremezsiniz.”
21. Böylece biz,
(insanları) onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah’ın va’dinin hak olduğunu
ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar
(olayın mucizevî tarafını ve asıl hikmetini bırakmışlar da) aralarında onların
durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları), “Onların üstüne bir bina yapın, Rableri
onların hâlini daha iyi bilir” dediler. Duruma hâkim olanlar ise, “Üzerlerine
mutlaka bir mescit yapacağız” dediler.
22. (Ey Muhammed!)
Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç kişidirler,
dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler, altıncıları
köpekleridir” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler, sekizincileri
köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Zaten onları pek
az kimse bilir. O hâlde, onlar hakkında (Kur’an’daki) apaçık tartışma(yı
aktarmak)dan başka tartışmaya girme ve bunlar hakkında onlardan hiçbirine bir
şey sorma.”
23. Hiçbir şey
hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme!
24. Ancak, “Allah
dilerse yapacağım” de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim beni,
bundan daha doğru olana ulaştırır” de.
Not.1 Meryem
64, Kehf 23-24: Başka bir hadis:
Bir gün Kureyş’ten birkaç
kişi Hz. Muhammed’den bazı sorular soruyorlar: “Dinimizi kabul etmiyorsun; peki senin dinin ne, nasıl bir din?” O
da “Ben Rahman’dan geliyorum”
diyor. Onlar “bizim bildiğimiz tek bir Rahman var, o da Yemameli Rahman’dır” (O
zaman peygamberlik iddiasında bulunan
Müseyleme’ye Rahman diyorlardı).
Nihayet hazırlanıyorlar ve
başlıyorlar soru sormaya: “Zilkarneyn
kimdir ve ruh ile Ashab-ı Kehf (bu meşhur bir mitolojidir) hakkında bize bilgi ver” diyorlar.
Muhammed işi Cebrail’e
bırakıyor: Yarın gelin Cebrail bilgi
getirir sizi yanıtlarım diyor. Burada deniliyor ki, Hz. Muhammed yarın
yanıtlarım derken, ‘Allah dilerse’ cümlesini unutmuş. O yüzden Allah
da Cebrail’i göndermek istememiş. Günün birinde Cebrail gelince Muhammed’in
yanlışını belirtmiş ve şöyle demiş: “Hiçbir
şey hakkında, bunu yarın yapacağım deme. Ancak Allah dilerse yapacağım de.
Unuttuğun zaman hatırına geldi mi hemen Rabbini an!” (Kehf 23-24) uyarısında bulunuyor. Tanrı hep anılmak ister!
Hz. Muhammed, Allah’ı anmanın önemini vurgulamak için
Yahudi peygamberlerinden meşhur Süleyman peygamberi örnek gösteriyor
ki, daha ikna edici olsun: Süleyman peygamber bir gün “Ben bu
gece 90 hanımımla ilişkiye gireceğim, hepsi de hamile kalıp birer kahraman
dünyaya getirecekler ve Allah rızası için cihat edecekler” diyor. Ancak bu kadınlardan yalnız biri hamile kalıyor (...)
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.54).
Not.2 Kıyamet
16-19, Taha 114, Kehf 23-24: MUHAMMED
YANILDIĞINDA NASIL BİR TAKTİK UYGULARDI?
“...acele ederek dilini oynatma... okutulması da bize aittir
(onun garantörü biziz -burada biz’den kasıt Cebrail’miş-)...” (Kıyamet
16-19),
“(Cebrail tarafından) sana vahiy tamamlanmadan Kur’anı okumakta
acele etme” (Taha 114),
“İnşaallah! demeden “yarın
şunu yapacağım” deme” (Kehf 23-24).
a) Yukarıdaki ayetler ve
benzerlerinden anlaşılan şudur ki, Muhammed
zaman zaman yanlış bilgiler
vermiş, bunun içinden çıkabilmesi için de, “Ne yapayım Cebrail konuya ilişkin henüz ayeti bitirmeden ben acele
ettim, O yüzden yanlış bilgi verdim” mazeretini sağlamak amacıyla bu gibi ayetlere kendi Kur’an’ında yer
vermiştir.
b) Şu yorum da yapılmış: “Kur’an’ın bazı ayetleri pek açık değilmiş, Muhammed bunların
ikinci bir ayetle açıklamalarını Allah’tan beklemeden kendi kafasından yanıt
vermeye kalkışmasın diye bu ayetler inmiştir” diyenler de
vardır.
Notlar: Konuyu irdeleyelim:
a) Bir kere tanrı ne demek istiyorsa (az ve öz misali) bir defada açık bir biçimde belirtebilir. Ayeti ilk önce muğlâk gönderip
daha sonra 2. bir ayetle açıklamasına
ne gerek var!
b) Bundan da anlaşılıyor ki Muhammed, içine düştüğü
yenilgilerden kurtulmak için bir
kurtuluş yolu olarak bu yöntemi seçmiştir.
c) Bir de madem tanrı bu ayetlerde “Ben Kur’an’ı senin kalbine yerleştireceğim”,
başka yerde de “Kur’an’ı biz gönderdik, onu biz koruyacağız” (Hicr 9) diyor; o halde neden bir gün adamın biri güzel bir
cümle okurken Muhammed ona “Allah senden razı olsun; ben
artık o ayeti unutmuştum, sen bana hatırlattın; yeniden Kur’an’a alırım” desin
ki!
d) Hani tanrı “Kur’an’ın garantörü benim” diyor. Hem 40’dan fazla vahiy kâtipleri
vardı güya. Neden 3. halife Osman zamanında o da halife Ömer’in teklifi üzerine
Kur’an toplanırken taşlar üzerinde (Lihaf) deri (Rika), kemikler (ektaf), ağaç
parçaları (ektab) üzerinde -güya- yazılı olan ayetlerle iki şahit
gösterip “bende de şu şu ayetler
vardır” diyen kişinin elindeki cümleler
(sağlıksız bir biçimde) ayet olarak kabul edilip Kur’an’a
yazılıyordu ki? Bu da Kur’an’ın ayrı bir sorunu.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.190-191).
Not.3 Duha
1-3, Kehf 23–24, Mücadele 12-13: Allah, Muhammed’le
Konuşmayı Vergiye Bağlıyor!
a) Mücadele suresi Medine’de ortaya
atılmıştır. Dikkat edilirse Muhammed saltanatını kurduktan sonra kendisiyle
yapılmak istenen görüşmeleri/konuşmaları bile vergiye bağlıyor. Neymiş; böyle
bir yöntemle fakirlere bir kurtuluş yolunu bulmak, onlar için yeni bir gelir
kaynağı sağlamak istemiş. Gerçi bu ayetin Kur’an’a yazılmasının
nedeni sadece fakirlere bir gelir sağlamak değil; bununla birlikte kâfirlerle
müminler arasında bir ölçü olarak düşünülmüş diyenler de var. Yani kişinin
imanı zayıf olsa zaten gelip Muhammed’le parayla konuşmaz gibi yorumlar da
yapılmıştır.
b) Diyelim bir kişi günde defalarca
Muhammed’le görüştü; bu ayete göre her
görüşme için sadaka verirse zaten iflas eder; vermezse Muhammed
tarafından töhmet altında kalır. Doğrusu
çok ilginç bir ekonomik model. Kadı Beydavi gibileri, “Bu ayetin iniş sebeplerinden biri de
Muhammed’den sorulan lüzumsuz soruların önünü kesmektir” diyorlar. Gerçekten bu ayet, bir bakıma
Muhammed’den sorulan zor sorulara karşı bir ambargo niteliğindedir.
Kur’an’dan örnek verelim:
c) Bazı insanlar (özellikle de
Yahudiler) Tevrat’ta yanıtı bulunmayan konularda (örneğin; ruh nedir,
Zul’karneyn kimdir, Ashab-ı Kehf kimlerdir vb) Muhammed’den sorular
sorarlar. Bilmediği konular olduğu için ayet de yazamıyor. Bu nedenle
cemaate, “Yarın yanıtını vereceğim”
diyor. Amacı, zamandan kazanıp bir
yerlerden yanıt bulup da Cebrail vahiy getirdi diyebilmek. Adam
ertesi gün de gelir; fakat yine yanıt veremez.
d) İşin içinden çıkmak için şöyle bir ayet oluşturuyor: “Ey Muhammed, herhangi bir iş için ‘inşallah’/ eğer tanrı dilerse
demeden, yarın onu yapacağım deme.” diyor (Kehf 23–24). Bu
konuda bütün tefsirlere bakılabilir.
e) Burada “İnşallah” ifadesinin kullanılmamasından tanrının duyduğu
rahatsızlık dikkat çekicidir. Tanrı niye
o kadar kendi kimliği peşine düşmüş anlamak zor! Öyleki, bu konuda “Kestiğiniz bir hayvan üzerinde adımı
anmazsanız onun eti haramdır” deyip özel ayet
bile gönderiyor (En’am 121).
Demek ki Kur’an’a göre bir
hayvanın kesiminde ne kadar sağlık kurallarına uyulursa uyulsun tanrı adı
söylenmedi mi yenmemeli/ haramdır.
f) Aynı sorun Kur’an’da bir başka
yerde de yaşanıyor. Muhammed henüz Mekke’de iken her nedense bir ara ayetler indirmiyor. Bunun üzerine bazıları
kendisine, “Bakıyoruz senin şeytanın bu
günlerde seni terk etmiş” diyorlar. Bu
gibi olumsuzluklardan kurtulmak, böylesine bir ezikliği yaşamamak
için Kur’an’a şöyle bir savunma ayeti yazıyor: “Andolsun kuşluk vaktine ve sakinleştiği zaman geceye ki senin rabbin ne
seni terk etti, ne de sana darıldı.” (Duha
1-3)
g) Görüldüğü gibi Mekke’de savunma ayetleri gönderiken,
Medine’de görüşmeleri vergiye bağlıyor!
h) Muhammed bu gibi zor sorular konusunda ya Tevrat’tan, ya da bilen
arkadaşlarından bilgi alırdı. Hatta Tevrat’tan anlamak için Kur’an’ı
hazırlayan komisyonun başkanı Zeyd bin
Sabit’e, Tevrat dili olan
İbranice’yi öğren diyordu (Kur’an’ın Kökeni, s.46). Muhammed’in Zeyd’e
İbranice’yi öğren demesinden maksat, gelen mektupları okumak, onlara yanıt
vermek olarak belirtiliyorsa da bu doğru değildir. Çünkü o günlerde İbranice,
çevrede bulunan önemli devletlerin dili değildi ki buna önem verilsin.
Dolayısıyla burada maksat Tevrat’tan
bilgi almak için bu konuda eleman yetiştirmekti.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.181-183).
ayrıca; benzer
konu için; bkz. Maide 102 (Not.1): Allah,
Muhammed’le Konuşmaya Kota Getiriyor!
25. Onlar
mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler.
26. De ki:
“Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na
aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka hiçbir
dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”
27. Rabbinin
kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur.
O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.
Not.1 Hicr
9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa
46, Maide 13, 41:
a) Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.
b) Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf
27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu
tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini
kimse değiştiremez” diyor.
c) Bakara 75, Nisa 46, Maide 13,
41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler
Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.
Özetle; Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde
ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur”
derken, yine aynı Allah “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler”
diyor.
Ayetlerden açıkça görüldüğü
gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle
çelişmektedir.
d) Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar
arasında ikili davranıp bazılarına
koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!
Bu konuda Kur’an’da başka
ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne
Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama
hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.
Bu şu demek değildir ki,
bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.
Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.
e) Denilebilir ki, Kur’an’da sözü
edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli
değildir; ben de derim ki, Allah niçin
farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.82-84).
28. Sabah akşam
Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının
zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil
kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun
eğme.
29. De ki: “Hak,
Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere
öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre
kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği
gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir
içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir.5
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“SÜRADİK” kelimesi
Arapça değildir.
Farsça’dır, “Dehliz”
anlamına gelir.
ayrıca; bu
ayetlerin (Duhan 45, Kehf 29, Mearic 8) Arapçasında geçen;
“MÜHL” kelimesi
Arapça değildir.
Berberice/Kıptice veya Mağrip
dilinden gelmedir, “zeytinyağı veya zeytinyağı
tortusu” anlamına gelir.
Kur’an’da “erimek” anlamında iki yerde “asit gibi haşlayan bir su” bir yerde “erimiş maden” olarak kullanılmıştır (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen özellikle “cennet,
cehennem” gibi “öte dünya” ile
ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.280, 293).
30. Gerçek şu ki,
iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların ecrini
zayi etmeyiz.
31. İşte onlar için
içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak
altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler
giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir yaslanacak
yerdir!
Not.1 Sad
50, Fatır 33, Meryem 61, Taha 76, Mü'min (Gafir) 8, Kehf 31, Nahl 31, Rad 23,
Beyyine 8, Saff 12, Tevbe 72: Bu ayetlerde Cennet’ten “Adn/Aden” olarak söz ediliyor. Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak geçiyor (Tevrat, Tekvin
2/8). Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da
yazılı ki Sümer inançlarıyla tamamıyla
çakışıyor. Cennet/Adn/Aden hikâyeleri çok
tanrılı Sümerlerden gelmedir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).
Not.2 Fatır
33, Kehf 31, Hac 23, İnsan 21: Kur’an’a
göre -erkekler de dahil- cennette altın bilezikler ve inciler takılacakmış,
bir de o cennetlerde ipek elbise olacakmış. Benzer inançlar çok tanrılı Sümer mitolojisinde de var.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a
Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).
Not.3 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Duhan 53, Kehf 31, Rahman 54, İnsan 21) Arapçasında geçen;
“İSTEBRAK” kelimesi
Arapça değildir.
Farsça’dır, Pehlevi dilinde “kalın
halı” anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
Ek
not: Ayette hem hafif ipek, hem de kalın
ipek giyilir deniyor. Bundan öbür
dünyada havaların değişeceği anlaşılır. Sanki orada da mevsimler yaşanacakmış!
ayrıca; bu
ayetlerin (Duhan 53, Kehf 31, İnsan 21) Arapçasında geçen;
“SÜNDÜS” kelimesi
Arapça değildir. Farsça’dır,
“İnce atlas” demektir.
ayrıca; bu
ayetlerin (Yasin 56, Kehf 31, Mutaffifin 23, 35, bu iki ayet aynıdır, İnsan 13)
Arapçasında geçen;
“ERAİK” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “tahtlar”
anlamına gelir. Ayette “tahtlar/koltuklar” olarak kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.278-279, 281, 283).
32. Onlara şu iki
adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini
hurmalarla donatmış, ikisinin arasına da bir ekinlik koymuştuk.
Not.1 Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34,
Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67,
Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.
Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141,
Nahl 11, Nur 35
a) Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la
konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki
ayetler).
b) Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi
verdiği” İncil’de anlatılmaktadır
(Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).
c) Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta
(Tekvin, 3/7), hem İncil’de
(Markos, 13/28), hem de Kuran’da
(Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.
d) İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur
dağıyla ilgili eski mitolojik
inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse
onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta
bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim
takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı
bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi
Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre
(Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.
e) Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı,
söylediklerine inandırıcılık kazandırmak
amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.
f) İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu
söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin
ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok
ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir.
Dolayısıyla, benim bu doğruları
söylemekle en fazla Müslümanlara
faydalı olacağım da bilinmeli.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.149-150)
33. Her iki bağ da
meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın
arasından bir de nehir fışkırtmıştık.
34. Derken onun büyük
bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: “Benim malım seninkinden
daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm.”
35. Derken kendine
zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun sonsuza değin yok olacağını
sanmıyorum.”
36. “Kıyametin
kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir
sonuç bulurum.”
37. Arkadaşı, ona
cevap vererek dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan,
sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah’ı inkâr mı
ediyorsun?”
38. “Fakat O Allah
benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.”
39-40. “Bağına girdiğinde
‘Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!. Eğer benim malımı ve
çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin
bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de
bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.”
41. “Ya da suyu
çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile.”
42. Derken bütün
serveti helâk edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş hâldeki bağına
yaptığı harcamalar karşısında ellerini oğuşturuyor ve şöyle diyordu: “Keşke
Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım..”
43. Onun, Allah’tan
başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak
güçte de değildi.
44. İşte bu durumda
velayet (himaye ve koruyuculuk) yalnızca hak olan Allah’a mahsustur. O’nun
mükâfatı da daha hayırlıdır, vereceği sonuç da daha hayırlıdır.
45. Onlara dünya
hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki,
onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün
bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey
üzerinde kudret sahibidir.
46. Mallar ve
evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin
katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.
47. Dağları
yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla. Biz
onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.
48. Hepsi saf saf
Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara, “Andolsun, sizi ilk önce yarattığımız
gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin için hesaba çekileceğiniz bir zaman
belirlemediğimizi sanmıştınız” denir.
49. Kitap ortaya
konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah
bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp
dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin
hiç kimseye zulmetmez.
50. Hani biz
meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı
ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi
siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz?
Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir
bedeldir!
51. Ben onları ne
göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum.
Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.
52. (Ey Muhammed!)
Allah’ın, “Ortağım olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın” diyeceği, onların
da çağıracakları, fakat kendilerine (çağırdıklarının) cevap vermeyecekleri ve
bizim de aralarına bir uçurum koyacağımız günü hatırla!
53. Suçlular (o gün)
ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar ve ondan kurtuluş
yolu da bulamayacaklardır.
54. Andolsun, biz bu
Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat
insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.
Not.1 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna varıyorduk.
Vaazı bitince herkes elini öpmek için
kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim sıralarda o cümlenin
ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada
tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
55. İnsanlara hidayet
geldikten sonra onların inanmalarına ve Rab’lerinden mağfiret dilemelerine,
ancak, öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesi, ya da
kendilerine azabın göz göre göre gelmesi (yönündeki beklentileri) engel olmuştur.
56. Biz,
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr
edenler ise, hakkı batılla çürütmek için mücadele ederler. Âyetlerimizi ve
kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar.
57. Kim, kendisine
Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını
unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları için, kalplerine
perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları hidayete çağırsan
da artık ebediyen hidayet bulamazlar.6
58. Rabbin, çok
bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir. Eğer yaptıkları yüzünden onları (dünyada)
cezaya çarptırsaydı, elbette azaplarını çarçabuk verirdi. Hayır, onlar için
belirlenmiş bir gün vardır ki (o gün gelince) hiçbir kurtuluş çaresi
bulamazlar.
59. İşte zulmettiklerinde
yok ettiğimiz memleketler.. Helâk edilmeleri için de belli bir zaman tayin
etmiştik.
60. Hani Mûsâ,
beraberindeki gence şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar
durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim.”
61. Onlar iki denizin
birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık denizde yolunu tutup
kayıp gitti.
62. Oradan
uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence, “Öğle yemeğimizi getir, bu
yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi.
63. Genç, “Gördün mü!
Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana
ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup
gitmişti” dedi.
64. Mûsâ: “İşte
aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri
döndüler.
65. Derken
kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş,
kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.7
66. Mûsâ ona, “Sana
öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi
olayım mı?” dedi.
67. Adam, şöyle dedi:
“Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin.”
68. “İç yüzünü
kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”
69. Mûsâ, “İnşaallah
beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.
70. O da şöyle dedi:
“O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe hiçbir şey hakkında
bana soru sormayacaksın.”
71. Derken yola
koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Mûsâ, “Sen
onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın.”
dedi.
72. Adam, “Sen
benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.
73. Mûsâ, “Unuttuğum
için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.8
74. Yine yola
koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu
öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün?
Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.
75. Adam, “Sana,
benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.
76. Mûsâ, “Eğer
bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle arkadaşlık
etme.9 Doğrusu, tarafımdan (dilenecek son) özre ulaştın (bu son özür
dileyişim)” dedi.10
77. Yine yola
koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk
onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar
gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, “İsteseydin bu iş için bir ücret
alırdın” dedi.
78. Adam, “İşte bu
birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana sabredemediğin şeylerin
içyüzünü anlatacağım.”11
79. “O gemi, denizde
çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların
ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“VERAE”
kelimesi Arapça değildir.
Nebatice’dir, “ilerisinde/önde”
anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.291).
80. “Çocuğa gelince,
anası babası mü’min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden
korktuk.”
81. “Böylece,
Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk
vermesini diledik.”
Not.1 Musa’nın
arkadaş olduğu kişi (Hızır) bir ara
bir çocuk öldürüyor. Musa bunun sebebini sorunca Hızır, “Bu çocuğu
öldürmeseydim ileride büyüdüğünde mümin olan anne-babasını azgınlığa,
küfre sevk edecekti. İstedim ki, o iki müminin Rabbi, kendilerine ondan daha
hayırlı ve merhametlisini versin. İşte bu nedenle onu öldürdüm” diyor. Bu olay bir mucize olarak Kuran’da
anlatılıyor (Kehf 80-81). Hayret! Sanki o çocuktan başka (doğru
olduğunu kabul edelim) gelenlerin hepsi de iyiymiş ki tanrı onlara yaşama
fırsatını veriyor.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.146)
82. “Duvar ise
şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı.
Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve
Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben
kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü
budur.”
83. (Ey Muhammed!)
Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan bir anı
okuyacağım.”
84. Biz onu
yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına ulaşabileceği)
bir yol verdik.
85. O da (Batı’ya
gitmek istedi ve) bir yol tuttu.
86. Güneşin battığı
yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada
(kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da
haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
87. Zülkarneyn, “Her
kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da
kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
88. “Her kim de iman
eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona
emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
89. Sonra yine
(doğuya doğru) bir yol tuttu.
90. Güneşin doğduğu
yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk
üzerine doğar buldu.
91. İşte böyle.
Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
92. Sonra yine bir
yol tuttu.
93. İki dağ arasına
ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
94. Dediler ki: “Ey
Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk
yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir
vergi verelim mi?”12
Not.1 YE’CÜC VE ME’CÜC’DEN KASIT TÜRKLER MİDİR?
Kehf 94, Enbiya 96:
a) Hz. Muhammed’in Türkler aleyhinde
olan açıklamaları meşhurdur. Onun en başta Buhari’de geçen hadisleri var ki, açık olarak Türkleri hedef göstermiştir.
“Sizler Türklerle savaşmadan kıyamet
kopmayacaktır” demiştir. Buhari: a) Cihat, bab 95, no: 2928. b) Menakib
25, no: 3587.
b) Emevilerin orta Asya’yı talan
etmesi ve yine Emevi komutanın, ben
Türklerin kanıyla değirmen döndürmeyene kadar katliam durmayacaktır,
demesi ve en vahimi de bu komutanın, kim
bana bir Türkün kellesini getirirse ben ona yüz dirhem para veririm,
demesi ve bunun üzerine bir gün
içinde on bin Türk kellesinin onun huzuruna getirilmesi Hz. Muhammed’in
böyle cesaret verici hadislerine bağlı olması muhtemeldir.
c) Hz. Muhammed’in bu açıklamaları,
Kur’an yorumcuları üzerinde de etkisini göstermiştir. Örneğin; Kur’an’da geçen (Kehf 94, Enbiya 96) ve bozguncu
diye tanımlanan Ye’cüc ve Me’cüc’den,
Kur’an yorumcuları Türkleri
anlamışlardır.
d) Mesela Kadi Beydavi, Hazın
tefsiri, Nesefi, İbn-i Kesir ve daha niceleri, ilgili ayetler kısmında, bu Ye’cüc ve Me’cüc’ün Türkler olduğunu
yazmaktalar. Buhari’de geçen hadislerde iki yerde Hz. Muhammed Türk
kelimesini dillendiriyor. Hatta Buhari
bu konuda özel bir başlık açmıştır. Bu konuda Tecrid-i Sarih 9/95 ve
no: 1372 ve 73’te ve ilgili ayetlerin tefsirlerinde ilginç şeyler de var.
e) Bu Ye’cüc-Me’cüc’le ilgili Hz.
Muhammed’in Buhari’de geçen ayrıca enteresan açıklaması vardır; özetle
sunalım, çünkü konuyla alakalıdır: Kıyamet günü Allah Âdem’e, haydi
cehennemlikleri ayırt et diyecek. Âdem, peki bunların miktarı ne kadar diye
sorunca; Allah, her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi cehennemliktir
diyecek. Bunun üzerine ashab Hz. Muhammed’e, peki hangimiz bu bir kişi
olacağız, diye sorulunca da o, sizden
bir kişiye karşı, Ye’cüc ve Mecüc’den bin kişi cehenneme girecek...
f) Burada vurgulamak istediğim, cehennemi dolduran bu iki kesimin
Türklerle ilişkilendirilen Ye’cüc ve Me’cüc olması. Tecrid-i Sarih,
Diyanet tercümesi, 9/104, no: 1373.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.297-298).
95. Zülkarneyn,
“Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha
hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına
sağlam bir engel yapayım” dedi.
96. “Bana (yeterince)
demir madeni13 getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu
(dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi)
yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
97. Artık onu ne
aşabildiler, ne de delebildiler.
98. Zülkarneyn, “Bu,
Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu
yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.
99. O gün biz onları
bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları
toptan bir araya getiririz.
100-101. O gün
cehennemi; gözleri Zikr’ime (Kur’an’a) karşı perdeli olan ve onu dinleme
zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin karşısına (bütün dehşetiyle) dikeriz!
102. İnkâr edenler,
beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi
kâfirlere konak olarak hazırladık.
103-104. (Ey Muhammed!)
De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde,
dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?”
105. Onlar, Rab’lerinin
âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o
yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.
106. İşte böyle. İnkâr
etmeleri, âyetlerimi ve Peygamberlerimi alay konusu yapmaları yüzünden onların
cezası cehennemdir.
107-108. Şüphesiz,
inanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar için içlerinde ebedî kalacakları
Firdevs cennetleri bir konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Kehf 107, Mü’minun 11) geçen;
“FİRDEVS” kelimesi
Arapça değildir. Süryanice’dir,
“üzüm bağı” anlamına gelir.
Kur’an’da “cennetin bir çeşidi”
olarak geçiyor. “Üzüm” anlamına gelen
Nebatice “Ferdasa” kelimesinden
geldiğini ve Rumca bir kelime olup “bağ” anlamına geldiğini söyleyenler de
vardır. Yabancı bir kelime olduğu için, Kur’an’ı
tercüme edenler genelde, “Firdevs
cennetleri” deyip geçmişler (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte
dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).
109. De ki: “Rabbimin
sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek
(denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.”
110. De ki: “Ben de
ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek
ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş
yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.”
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu âyet başta inanç
ve ahlâk alanları olmak üzere her yönüyle çöküntüye uğramış bulunan insanlık
adına son derece üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmektedir. Şu’arâ sûresinin 3.
âyeti ile Hicr sûresinin 97. âyeti de aynı özellikteki âyetlerdir.
2. “Kehf” mağara ve
dağların içindeki dehliz demektir. “Rakîm” ise âyette söz konusu edilen
mağaraya konulan kitabedir. Bazı bilginlere göre rakîm, mağaraya sığınan
gençlerin mensub olduğu köyün veya kentin adıdır. Rakîm, yüksek dağ ve tepe
anlamına da gelmektedir. Bu âyette; Allah’ın, hayret uyandıran delillerinin
“Ashab-ı Kehf”ten ibaret olmadığına, sürekli olarak gerçekleştikleri için,
sıradan işlermiş gibi algılanan sayısız olayların da birer ilâhî kudret
göstergesi olduklarına dikkat çekilmektedir.
3. Ashab-ı Kehf
kıssasının Bizans imparatoru Decuis’in (Dekyanus’un) devrine ait olduğu rivayet
edilmektedir.
4. Ashab-ı Kehf, bu
konuşmadan sonra uykuya dalmışlardır. Bundan sonraki âyetler onların uykudaki
hâllerini tasvir etmektedir.
5. Bu âyette, inanıp
inanmama konusunda insanların tamamıyla hür irade sahibi oldukları
vurgulanmaktadır. Yoksa, inanmamanın bir sorumluluk getirmeyeceği kastedilmiş
değildir.
6. Kalplere perde
gerilmesinin, kulaklara ağırlık konmasının sebebi; insanın haktan yüz
çevirmesi, kalbinin katılaşıp imanı kabul etmemesi yani kişinin kendi
eylemleridir.
7. Âyette söz konusu
edilen kul, çoğunluğun görüşüne göre Hızır (a.s.)’dır. Fakat Kur’an, bu “kul”un
kim olduğundan söz etmemiştir.
8. Bu kıssada çeşitli
hikmet ve mesajlar yanında öğretmen-öğrenci ilişkileri ve sabırlı olmak konularında
ilginç ve ibretli öğütler de yer almaktadır. Hoşgörülü davranmak, bilmeyerek
yapılan hata ve kusurlara karşı bağışlayıcı olmak, merak ve ilginin aşırı
noktaya varmaması, eğitim adabı gibi konular bunlardandır. İrşat usulü ve din
eğitimi konularında ihtisas yapacak olanlar, Kur’an’ın terbiye ve tebliğ
metotlarıyla ilgili âyetlerin yorumuna öncelikle eğilmelidir.
9. Müslim ve Ebû
Dâvûd’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz.Peygamber, “Allah, bize ve
Mûsâ’ya rahmet etsin! Eğer sabretseydi, şaşılacak şeyler görecekti. Fakat o
arkadaşından utandı” buyurmuştur. (Müslim, Fezâil, 172)
10. Âyetin son cümlesi,
“O takdirde beni terk etmekte mazur sayılacağın bir noktaya ulaştın” şeklinde
de tercüme edilebilir.
11. Âyetlerde söz edilen
bu üç olay, insanın dünya hayatında karşılaştığı her işte, ilâhî hikmetlerin
nasıl tecelli ettiğini göstermektedir. Tabiatta ortaya çıkan hiçbir olay şer
olarak nitelendirilemez. Her olayda mutlaka hayır hedeflenmiştir. Bunlardan
bazılarının zararlı ve şer gibi görünmesi, kişinin kendi iradesini kötüye
kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bu, kâinatta işleyen ilâhî rahmeti
gölgelemez.
12. Ye’cüc ve Me’cücle
ilgili olarak ayrıca bakınız: Enbiya sûresi, âyet, 96.
13. Kur’an’da
“zübera’l-hadîd” şeklinde geçen ibare “demir parçaları”, “demir kütleleri” diye
çevirilmiş ise de biz “demir madeni” diye çevirmeyi tercih ettik.
NAHL | BALARISI
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |