94- İMRÂN AİLESİ | ÂL-İ İMRÂN (Kitap
Sırası-3)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Elif Lâm Mîm.1
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
2. Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Diridir, kayyumdur.2
Not.1 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
Kur’an’da Al-i İmran suresinin hemen başında ikinci ayette “Kayyımı” kelimesi geçiyor. Ancak Abdullah
b. Mesut, halife Ömer, Alkarna gibi ashab bu kelimeyi “Kıynm” şeklinde okurlardı. Hatta halife
Ömer millete namaz kıldırırken özellikle bu ayeti namaz içinde okurdu ve burada
geçen kelimeyi “Kıynm” şeklinde okurdu, diye bilgiler
aktarıyor. Tabi burada bir kelime farklılığı söz konusudur; ancak ben büyük
farklardan söz etmek istiyorum. Benzer örnekler çoktur Süyuti’nin
kaynaklarında. Mesela “Subüm, Mukimin, Suhüm” gibi kelimelerin aslında yanlış
yazıldığını, kâtip hatası olduğunu, bu konuda Hz. Ayşe’nin de itirazları
olduğunu ve onun da bunların bu şekilde yazılmasının bir yazım hatasından
kaynaklandığı ifadesinin olduğunu belirtiyor.
Yani kelime yanlışı düzeyindeki hatalarla ilgili örnekler çok.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.222).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor.
(pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında
da vardır. Süyuti’den derlenen 40
benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Taha 111, Bakara 255, Al-i İmran 2) Arapçasında geçen;
“KAYYUM” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “uyumayan”
anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.278).
3-4. O, sana Kitab’ı hak
ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve
İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı3 da
indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap
vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
Not.1 Araf
136, Hicr 79, Zuhruf 25, 55 Secde 22, Al-i İmran 4: Dikkat çekici bir diğer
nokta, tanrının eski peygamberler dönemindeki insanları cezalandırdığı
anlatılırken, bu gibi ayetlerin sonunda defalarca, “İşte Allah kendisini tanımayanlardan böylece intikamını alır, Allah
intikamcıdır” gibi ifadelerin kullanılmış olması. Kâinatın yaratıcısı olduğu iddia edilene bu gibi
sözleri isnat etmek, doğru olan bir şey değildir. bkz. Arif
Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.147)
5. Şüphesiz yerde
ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.
6. O, sizi
rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak
güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
7. O, sana Kitab’ı
indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır.
Diğerleri de müteşabihtir.4 Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne
çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına
düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş
olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak
akıl sahipleri düşünüp anlar.
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Not.2 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna
varıyorduk. Vaazı bitince herkes
elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim
sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
8. (Onlar şöyle
yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.
Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”
9. “Rabbimiz!
Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın.
Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”
10. Şüphesiz, inkâr
edenlere, ne malları, ne de evlatları Allah’a karşı hiçbir fayda sağlar. Onlar
ateşin yakıtıdırlar.
11. (Bunların durumu)
Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir: Âyetlerimizi
yalanladılar. Allah da onları günahlarıyla yakaladı. Allah, azabı çok şiddetli
olandır.
12. İnkâr edenlere de
ki: “Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız.
Orası ne fena yataktır!”
13. Şüphesiz, karşı
karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah
yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin
iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti
olanlar için bunda elbette ibret vardır.5
Not.1 Bedir harbinde müminlerin sayısı az
olduğu halde (ve Allah rızası için çarpıştıklarından ötürü) Allah’ın onlara yardım etmesi, basiret sahipleri için ibret dersi
olarak gösterilmiştir.
İlginçtir ki, oluşan bu tip yardım ayetlerinin geçerliliği bir yıl
kadar sürmedi. (Ayetlerle) Allah’ın
yardımı öylesine abartılmıştı ki, sanki artık hiç savaş olmayacak,
sanki Müslümanlar hiç mağlup olmayacaktı. Tam tersine bir yıl sonra meydana gelen Uhud harbinde, dengeler altüst oldu ve
Müslümanlar çok ağır bir hezimete
uğradılar.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.95).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
14. Kadınlar,
oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin
şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının
geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Al-i İmran 14 çoğul -iki sefer-, Al-i İmran 75 tekil, Nisa 20 çoğul)
Arapçasında geçen;
“KINTAR” kelimesi
Arapça değildir. Süryanice’dir,
tartıda belli bir “ağırlık birimi”dir,
“bir öküz cildi dolusu altın ya da gümüş
miktarı”na denirmiş. Rumlarda “12
bin Ukkıyye”ye “kıntar” denirmiş.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).
15. De ki: “Size,
onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar
için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları
cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla
görendir.
16-17. (Bunlar), “Rabbimiz,
biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru”
diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan
duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma
dileyenlerdir.
18. Allah, melekler
ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler.
O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
19. Şüphesiz Allah
katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra
sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın
âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.
20. Seninle
tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü
Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere6 de
ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş
olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir.
Allah, kullarını hakkıyla görendir.
21. Allah’ın âyetlerini
inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti
emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele.
22. Onlar, amelleri,
dünyada da, ahirette de boşa gitmiş kimselerdir. Onların hiç yardımcıları da
yoktur.
23. Kendilerine
Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için
Allah’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek
dönüp gidiyor.
24. Bunun sebebi,
onların, “Bize, ateş sadece sayılı günlerde dokunacaktır.” demeleridir.
Uydurageldikleri şeyler dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.
25. Bakalım,
kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve
hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit,
hâlleri nice olacaktır.
26. De ki: “Ey mülkün
sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü
çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin
elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”
27. “Geceyi gündüze
sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü
çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”
Not.1 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:
a) İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’
36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm
28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:
Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir,
Allah’ın takdiridir.
Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle beyan ediliyor. (pdf-s.222-226).
b) Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’
39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç
vermeyi*, çalışmayı övüyor.
(*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)
Allah, “Ey insanlar! Çalışın,
kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşayın...” dese bile, bunun bir anlamı
olamaz. Çünkü insanın çalışabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var
olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.
(pdf-s.233-234).
c) Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumluluğunu kendi üzerine aldığı
halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili
bir ifadeyle çalışmayı övüyor. (pdf-s.233-234).
d) Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana aittir,
ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak
yarattım” (Zuhruf 32) demesi,
hem sık sık “benim adıma, benim namı
hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun
yerini doldururum” şeklinde beyanatta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Allah’ın eli bağlıdır (Allah
cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).
İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak,
“Vay eliniz bağlanası, vay lanet
olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Yahudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul
edilip edilmediği de ortada.
(pdf-s.233-234).
e) Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine
tespih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor.
(pdf-s.235).
f) Kur’an, insanlara sadaka vermeyi
önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce
(m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık
avlanmayı öğret; böylece sen de
kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış
için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şeklinde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir.
(pdf-s.236).
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.222-236).
Not.2 İsrâ
31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37,
Talâk 3, Nûr 38:
Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan
durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime
seyirci kalmasının anlamı nedir?
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).
28. Mü’minler,
mü’minleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir
ilişiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başkadır.
Allah, asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü
dönüş Allah’adır.
29. De ki:
“İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her
şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
30. Herkesin yaptığı
iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile kendi
arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah, sizi kendisine karşı
dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Allah, kullarını çok esirgeyicidir.
31. De ki: “Eğer
Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
32. De ki: “Allah’a
ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri
sevmez.
33-34. Şüphesiz Allah,
Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden
gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her şeyi hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir.
35. Hani, İmran’ın
karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden
kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.
36. Onu doğurunca,
“Rabbim!” dedi, “Onu kız doğurdum.” -Oysa Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi
bilir-7 “Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve
soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.”
37. Bunun üzerine
Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi.
Zekeriya’yı8 da onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun
bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. “Meryem! Bu sana
nereden geldi?” derdi. O da “Bu, Allah katından” diye cevap verirdi. Zira
Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
Not.1 Bu ayetler, İsa’nın neden Tanrının oğlu olarak kabul edildiğine
bir açıklık getirmeye çalışıyor. Bu inanç çok
tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Bazı Sumer rahibelerinin,
evlenseler bile çocukları olmamalı idi. Kazara böyle doğan çocuklar
öldürülürdü. Çünkü bu kadınlar Allah’ın karısı olduğundan, doğan çocuklar da
Tanrı’nın çocuğu sayılıyordu. Sumerler bir ölümlüden Tanrının çocuğunu
istemiyorlardı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.31).
Not.2 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI: Bu
not için bkz. (Âl-i İmrân 27, Not.4)
Not.3 İsrâ
31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37,
Talâk 3, Nûr 38:
Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan
durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime
seyirci kalmasının anlamı nedir?
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).
38. Orada Zekeriya
Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen
duayı hakkıyla işitensin” dedi.
39. Zekeriya mabedde
namaz kılarken melekler ona, “Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi
(İsa’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak
Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler.
Not.1 Meryem
31, İbrahim 40, Al-i İmrân 39: Namazın
daha önce var olduğu bu ayetler de dahil Kur’an’ın birçok ayetinde geçiyor. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.27-28).
40. Zekeriya, “Ey
Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl
çocuğum olabilir?” dedi. Allah, “Öyledir, ama Allah dilediğini yapar” dedi.
41. Zekeriya,
“Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle
dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak
işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“REMZ” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir, “dudakların
kıpırdanması/dudaklarla işaret” anlamına gelir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.273).
42. Hani melekler,
“Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına
üstün kıldı.”
43. “Ey Meryem!
Rabbine divan dur. Secde et ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû
et” demişlerdi.
44. (Ey Muhammed!)
Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine alıp
koruyacak diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu
konuda) tartışırlarken de yanlarında değildin.
45. Hani melekler
şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile
müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı
ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”
46. “O, beşikte de,
yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.”9
47. (Meryem), “Ey
Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah,
“Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona
sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi.
48. Ve Allah ona
kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.
49. Allah, onu
İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle
diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş
şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.
Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler
iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.”
50. “Benden önce
gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl
kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim.
Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: En'am
146, Al-i İmran 50, Nisa 160:
Kur’an’da, Tevrat’ta geçtiği öne sürülen
nasih-mensuh konusunda bir örnek verelim.
Nisa
160 ve En'am 146’da görüldüğü gibi tanrı, normalde helal sayılan bazı şeyleri, ceza olarak Yahudilere yasak
ettiğini söylüyor. Bunun
üzerine Hz. İsa peygamberlik iddiasında bulununca, “Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı
olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim”
diyor (Al-i İmran 50).
Haram kılınan şeylerden kasıt, Nisa 160 ve En'am 146’da sözü
edilen yasaklardır. O yüzden “onları
tekrardan size helal kılacağım” deniliyor.
Bu önceki dinlerle ilgili değişiklik (nasih-mensuh) örneğidir.
Tanrı Yahudilere, normalde
helal olan bazı şeyleri yasaklarken, gerekçesini de gösteriyor:
Onların yaptıkları zulüm, faiz, haksız yere başkalarının malını
yemek... gibi.
Peki, bu gibi cezaları ve hatta çok daha ağırını bugünkü İslami
yönetimler hak etmemişler mi ki, bunlara seyirci kalınıyor?
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.244-245).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
51. “Şüphesiz Allah,
benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin. İşte bu, doğru
yoldur.”
52. İsa, onların
inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz
Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız”
dediler.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Al-i İmran 52, Saff 14 -iki kez-, Maide 111-112) Arapçasında geçen;
“HAVARİYYUN” kelimesi
Arapça değildir.
Nebatice’dir, “elbise
yıkayan-temizlikçi/yardımcı” anlamına gelir. Ayette Hz. İsa’nın “havarileri” kastedilmiştir ki zaten “yardımcıları” demektir; tıpkı Hz.
Muhammed’in “ashabı” gibi (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.288).
53. “Rabbimiz! Senin
indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik
edenlerle beraber yaz.”
54. Onlar tuzak
kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.10
55. Hani Allah şöyle
buyurmuştu: “Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim. Seni kendime
yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve sana uyanları
kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnızca
banadır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.”
Not.1 Âl-i
İmrân 55, Nisâ 159: Kuran’a göre Hz. İsa
tanrı tarafından alınıp göklere götürülmüş. Mısır’da İsis’in eşi Osiris
bir daha hayat buluyor ve son olarak göklere çıkıyor (yani hikâye eskilere
dayanır). Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.25).
56. “İnkâr edenlere
gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim.
Onların hiç yardımcıları da olmayacaktır.”
57. “İman edip salih
ameller işleyenlere gelince, Allah onların mükâfatlarını tastamam verecektir.
Allah, zalimleri sevmez.”
58. (Ey Muhammed!)
Bunu (bildirdiklerimizi) biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan
okuyoruz.
59. Şüphesiz Allah
katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu
topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.11
Not.1 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan
yarattık” diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde
yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri,
dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır. bkz.
Arif Tekin, age, (pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
60. Hak Rabbindendir.
O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma.
61. Sana (gerekli)
bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki:
“Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım.
Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini
(aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”12
62. Şüphesiz bu (İsa
hakkındaki) gerçek kıssadır. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz
Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
63. Eğer yüz
çevirirlerse, şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları çok iyi bilir.
64. De ki: “Ey kitap
ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet
edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi
ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz
müslümanlarız.”13
65. Ey kitap ehli!
İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra
indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?
66. İşte siz böyle
kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç
bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz
bilmezsiniz.
67. İbrahim, ne
Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka
yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.14
68. Şüphesiz,
insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber
(Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.
69. Kitap ehlinden
bir grup sizi saptırabilmeyi çok arzu etti. Oysa sadece kendilerini
saptırıyorlar, fakat farkına varmıyorlar.
70. Ey Kitap ehli!
(Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?
71. Ey Kitap ehli!
Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
72. Kitap ehlinden
bir grup, “Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr
edin, belki onlar (size bakarak) dönerler” dedi.15
73. “Sizin dininize
uyandan başkasına inanmayın” (dediler). De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah’ın
hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbinizin
huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle
söylüyorsunuz)?” De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah,
lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”
74. O, rahmetini
dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir.
75. "Kitap
ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz)
iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen,
tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı
(yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile
Allah’a karşı yalan söylerler.16
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Al-i İmran 14 çoğul -iki sefer-, Al-i İmran 75 tekil, Nisa 20 çoğul)
Arapçasında geçen;
“KINTAR” kelimesi
Arapça değildir. Süryanice’dir,
tartıda belli bir “ağırlık birimi”dir,
“bir öküz cildi dolusu altın ya da gümüş
miktarı”na denirmiş. Rumlarda “12
bin Ukkıyye”ye “kıntar” denirmiş.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).
76. Hayır! (Gerçek,
onların dediği değil.) Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.
77. Şüphesiz, Allah’a
verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların
ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara
bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
78. Onlardan (Kitap
ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız diye
(okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, “Bu, Allah
katındandır” derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a
karşı yalan söylerler.
79. Allah’ın,
kendisine Kitab’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın,
“Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt
verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca
rabbânîler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Al-i İmran 79, 146, Maide 44, 63) Arapçasında geçen;
“REBBANİYYUN/RİBBİYYUN” kelimesi Arapça değildir.
Süryanice’dir, “tanrıya
kulluk yapan kişi” yani bugünkü tabirle “evliya” anlamına gelir. İbranice olduğunu söyleyenler de vardır
(Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.275).
80. Onun size,
“Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin.” diye emretmesi de düşünülemez. Siz
müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?
81. Hani, Allah
peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz
ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi;
verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar, “Kabul ettik”
demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit
olanlardanım” demişti.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“İSRΔ
kelimesi Arapça değildir.
Nebatice’dir, “Sözüm/ahdim”
anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.288).
82. Artık bundan
sonra kim yüz çevirirse, işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.
83. Göklerdeki ve
yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp
götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?
84. De ki: “Allah’a,
bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve
Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden
verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz O’na teslim
olanlarız.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163) geçen
(Arapçasında);
“ESBAT” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.272).
85. Kim İslâm’dan
başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette
hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
86. İman ettikten,
Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller
geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah,
zalim toplumu doğru yola iletmez.
87. İşte onların
cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerine
olmasıdır.
88. Onun (lânetin) içinde
ebedî kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz.
89. Ancak bundan
sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
90. Şüphesiz iman
ettikten sonra inkâr eden, sonra da inkârda ileri gidenlerin tövbeleri asla
kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.
91. Şüphesiz inkâr
edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu,
hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.
92. Sevdiğiniz
şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne
harcarsanız Allah onu bilir.
93. Tevrat
indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında,
yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler
iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
Not.1 En’am
146, Nahl 118, Bakara 275, Al-i İmran 93, Nisa 160-161: Yahudiler faizcilik
yaptıkları için kendilerine haram kılınanlar anlatılıyor. Sümer kanunlarında (örneğin Ammi
Şaduga fermanında), faiz konusu
Kur’an gibi sadece vaz’u nasihatle geliştirilmemiş; tersine, faizcilik
yapanlara uygulanması gereken cezadan
da söz edilmiştir. Faizciliğin cezası Orta
Asur kanunlarında da ağırdı. Kaynak:
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.29-30).
94. Artık bundan
sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
95. De ki: “Allah,
doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a
ortak koşanlardan değildi.”
96. Şüphesiz,
insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve
hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.
97. Onda apaçık
deliller, Makam-ı İbrahim17 vardır. Oraya kim girerse, güven içinde
olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir
hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün
âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.)
98. De ki: “Ey kitab
ehli! Allah, yaptıklarınızı görüp dururken Allah’ın âyetlerini niçin inkâr
ediyorsunuz?”
99. De ki: “Ey kitab
ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili
göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz?
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
100. Ey iman edenler!
Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra
sizi döndürüp kâfir yaparlar.
101. Size Allah’ın
âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkâr
edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola
iletilmiştir.
102. Ey iman edenler!
Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak
müslümanlar olarak ölün.
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Al-i
İmran 102, Tegabün 16:
“Ey iman edenler! Allah’a
karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının” (Al-i İmran 102) Tabi ki bu İslam
inancına göre insanın aleyhine olan
bir ayet.
Çünkü İslam felsefesine göre insanoğlu ne kadar çalışsa da Allah’ın
hakkını ödeyemez.
Bu ayete göre yerine getirilmesi imkânsız bir görev
insana verilmiş oluyor.
İşte burada farklı bir ayet karşımıza çıkıyor: “Gücünüz
oranında Allah’tan sakının.” (Tegabün 16)
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.247).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
103. Hep birlikte
Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size
olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O,
kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler
olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan
kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola
eresiniz.
104. Sizden, hayra
çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte
kurtuluşa erenler onlardır.
105. Kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar
için büyük bir azap vardır.
106. O gün bazı yüzler
ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr
ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.
107. Yüzleri ağaranlar
ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
108. İşte bunlar
Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm
etmek istemez.
109. Göklerdeki her
şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
110. Siz, insanlar için
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve
Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için
hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.
111. Onlar size
eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size
arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.
112. Onlar nerede
bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ve (mü’min) insanların güvencesine
sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar Allah’ın gazabına uğradılar
ve yoksulluk onları kapladı. Bunun sebebi onların; Allah’ın âyetlerini inkâr
ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların
sebebi ise, isyan etmekte ve (Allah’ın koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları
idi.
113. Onların (Kitap
ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran,
secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır.18
114. Onlar, Allah’a ve
ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır
işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.
115. Onlar ne hayır
işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten
sakınanları bilir.
116. İnkâr edenlerin ne
malları ne evlatları, onlara Allah’a karşı bir yarar sağlar. İşte onlar
cehennemliktirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
117. Onların bu dünya
hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun
ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın durumu gibidir. Allah,
onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.
118. Ey iman edenler!
Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla
geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri
konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha
büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık.
119. İşte siz öyle
kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz
hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” derler.
Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını
ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) bilir.
120. Size bir iyilik
dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz
sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size
hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.
121. Hani sen
mü’minleri (Uhud’da) savaş mevzilerine yerleştirmek için, sabah erken ailenden
(evinden) ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
122. Hani sizden iki
takım (paniğe kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah onların
yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.19
123. Andolsun, siz son
derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a karşı
gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
Not.1 Bedir
Savaşı kazanıldıktan sonra inen bu gibi ayetlerde Allah kendisi bizzat yemin ederek savaşta Müslümanlara yaptığı
yardımları anlatıyor. İşin ilginç tarafı, Allah’ın, savaşın sevk ve idaresini (hatta savaşta düşmanı vurmayı) bizzat üstlenmiş olmasıdır.
Ayrıca, Allah’ın bizzat savaşta inananlara yardım etme konusunda, -üstelik bir cinayet işinde- yemin etmesi, gerçekten düşündürücüdür!
Çünkü İslam inancına göre Allah yalan konuşmaz ki söylediği sözü yeminle
pekiştirsin! Allah’ın bazı ayetlerde yemin içip, bazılarında içmemesi, ister
istemez yeminsiz olan diğer ayetler hakkında güvensizliğe sebebiyet verir. Bu
açıdan Allah’ın, savaşta taraf tutmak
gibi çok kötü olan bir işte yemin içmesi ve bazı ayetlerini de yeminsiz
göndermesi gerçekten dikkat çekicidir.
İlginçtir ki, oluşan bu tip yardım ayetlerinin geçerliliği bir yıl
kadar sürmedi. (Ayetlerle) Allah’ın
yardımı öylesine abartılmıştı ki, sanki artık hiç savaş olmayacak,
sanki Müslümanlar hiç mağlup olmayacaktı. Tam tersine bir yıl sonra meydana gelen Uhud harbinde, dengeler altüst oldu ve
Müslümanlar çok ağır bir hezimete
uğradılar.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.92-95).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
124. Hani sen
mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez
mi?” diyordun.
125. Evet,
sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın
üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.
Not.1 Enfâl 9, Al-i İmrân 124-125: Bedir Savaşı kazanıldıktan sonra inen
bu gibi ayetlerde Allah’ın, savaşlarda müminleri meleklerin
yardımıyla desteklediği bildiriliyor. Savaşta yardım eden meleklerin
sayıları belli. İlginçtir ki, oluşan bu tip yardım ayetlerinin geçerliliği bir yıl kadar sürmedi.
(Ayetlerle) Allah’ın yardımı öylesine
abartılmıştı ki, sanki artık hiç savaş olmayacak, sanki Müslümanlar hiç
mağlup olmayacaktı. Tam tersine bir yıl
sonra meydana gelen Uhud harbinde, dengeler altüst oldu ve Müslümanlar çok ağır bir hezimete
uğradılar.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.92-95).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.2 Enfal
9, Al-i İmran 124-125, Maide 67: İşte
ortalıkta bu gibi yardım ve garanti
ayetleri var iken, buna rağmen Muhammed’in
öldürüldüğü söylenirse o zaman ayetlerin
bir anlamı kalmaz. O yüzden Muhammed’in
öldürülmesi hep gizli tutulmak
istenmiştir. bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen
Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.218).
Not.3 Enfal
9, Al-i İmran 125, 140:
a) Bedir harbinde Müslümanlar galip gelince Muhammed rehavete kapılıp Kuran’a acayip ayetler yazıyor.
Mesela; “Allah Bedir harbinde bizim yardımımıza 1000 melek (savaşçı) gönderdi”,
bir başka ayette “üçbin, beşbin melek gönderdi” diyor. (Enfal 9, Al-i İmran
125)
b) Ama aynı Muhammed bir yıl sonra Uhud harbinde kaybettiği
zaman mahcup olmasın diye bu sefer şu taktiği uyguluyor kendi Kuran’ında: Özetle, “savaşta kazanmak varsa kaybetmek de vardır.
Daha önce de biz (Bedir’de) kazandık, bu sefer aleyhimize oldu. Allah bazen bir tarafa, bazen de öbür
tarafa kazandırır” diye ayet indiriyor. (Al-i İmran 140)
Sonuç: Bu
ayetler Muhammed’in tanrıya
inanmadığına, ancak tanrıyı
kendi çıkarı için kullandığına ilişkin önemli örneklerdir.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
Not.4 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Enfal
9, 12, 17, Al-i İmran 124-125, 140:
Bedir harbinde
Müslümanlar kazanınca, Hz. Muhammed rehavete kapılır.
Bu arada ilginç ayetler
oluşur:
“Ben size binlerce savaş melekleri gönderdim, kâfirlerin kalbine korku
salarım; böylece siz onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın” gibi
ayetlerdir (Al-i İmran 124-125, Enfal 9,
12, 17).
Bir yıl sonra meydana gelen
Uhud harbinde Müslümanlar hezimete uğrar, en başta Muhammed’in amcası Hamza
öldürülür ve Hz. Muhammed’in dişi kırılır ayrıca kendisi de yaralanır. Haber
etrafa yayılıp “Muhammed vurulmuştur” denilince, şöyle bir ayet iner:
“Savaşta
kazanmak varsa kaybetmek de vardır.” (Al-i İmran 140).
Kısacası, burada da nasih ve mensuh söz konusudur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.248).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
126. Allah, bunu size
sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım ve
zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır.
Not.1 Enfâl
10, 13, 17, Al-i İmrân 126: Bedir
Savaşı kazanıldıktan sonra inen bu
gibi ayetlerde “Allah niçin
Bedir Savaşı’nı Müslümanlara kazandırdı?” sorusuna yanıt veriyor. Burada yardımın gerekçesi “Müslümanlara sırf müjde olsun ve onların
kalbi huzur bulsun” diye belirtilmiştir.
İlginçtir ki, oluşan bu tip yardım ayetlerinin geçerliliği bir yıl
kadar sürmedi. (Ayetlerle) Allah’ın
yardımı öylesine abartılmıştı ki, sanki artık hiç savaş olmayacak,
sanki Müslümanlar hiç mağlup olmayacaktı. Tam tersine bir yıl sonra meydana gelen Uhud harbinde, dengeler altüst oldu ve
Müslümanlar çok ağır bir hezimete
uğradılar.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.95).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
127. Bir de Allah bunu,
inkâr edenlerden bir kısmını helâk etsin veya perişan etsin de umutsuz olarak
dönüp gitsinler diye yaptı.
Not.1 Enfâl
12-13, Âl-i İmrân 127, Nisâ 89, 91, Muhammed 4, Tevbe 1-2, 4-5: Kur’an’ın Allah’ı, Muhammed’in güçlü olduğu dönemlerde
(Medine dönemi ve sonrasında) karşı
tarafa kan kusturacak ayetler göndermiş ve inanmayanlar diye nitelenen insanlara
ölüm fermanını vermiştir.
Bu ayetlerde bir yaratıcı
olarak insanlara çözüm yerine
katliam önerilmiştir.
Hele hele Kur’an’ın en son inen Tevbe Suresi’nin ilk beş ayetinde inanmayanlara karşı adeta meydan okunmuştur.
Radikal Müslümanların çoğu, bu ayetleri delil olarak
gösterip inanmayanlara karşı savaş ilan etmeyi bir ilahi emir olarak telakki
eder ve inanmayanların katli
vaciptir derler.
Zaten sertlik ifade
ettikleri için İslam âlimleri nezdinde bu
ayetlere “seyf-kılıç” ayetleri
denir.
Muhammed savunmada olduğu
zaman ona çok ılımlı ve barışçıl ayetler inmiş; güçlü olduğu dönemdeyse tersine
onların idamlarını onaylayan ayetler inmeye başlamıştır.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.265-266).
128. Bu işte senin
yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları affeder, ya
da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.
129. Göklerdeki her şey
ve yerdeki her şey Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder.
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
130. Ey iman edenler!
Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki
kurtuluşa eresiniz.20
Not.1 Rûm
Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:
Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli
cümleler hemen hemen bunlardır.
131. Kâfirler için
hazırlanmış ateşten sakının.
132. Allah’a ve
Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.
133. Rabbinizin
bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
134. Onlar bollukta ve
darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir.
Allah, iyilik edenleri sever.
135. Yine onlar, çirkin
bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp
hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim
bağışlar- ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.
136. İşte onların
mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir
ki orada ebedî kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne
güzeldir!
137. Sizden önce(ki
milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da
yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.
138. Bu (Kur’an),
insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet
ve bir öğüttür.
139. Gevşemeyin,
hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan
sizlersiniz.
140. Eğer siz (Uhud’da)
bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir
yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür
dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.)
Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle
yapar. Allah, zalimleri sevmez.
Not.1 Enfal
9, Al-i İmran 125, 140:
a) Bedir harbinde Müslümanlar galip gelince Muhammed rehavete kapılıp Kuran’a acayip ayetler yazıyor.
Mesela; “Allah Bedir harbinde bizim yardımımıza 1000 melek (savaşçı) gönderdi”,
bir başka ayette “üçbin, beşbin melek gönderdi” diyor. (Enfal 9, Al-i İmran
125)
b) Ama aynı Muhammed bir yıl sonra Uhud harbinde kaybettiği
zaman mahcup olmasın diye bu sefer şu taktiği uyguluyor kendi Kuran’ında: Özetle, “savaşta kazanmak varsa kaybetmek de vardır.
Daha önce de biz (Bedir’de) kazandık, bu sefer aleyhimize oldu. Allah bazen bir tarafa, bazen de öbür
tarafa kazandırır” diye ayet indiriyor. (Al-i İmran 140)
Sonuç: Bu
ayetler Muhammed’in tanrıya
inanmadığına, ancak tanrıyı
kendi çıkarı için kullandığına ilişkin önemli örneklerdir.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
Not.2 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Enfal
9, 12, 17, Al-i İmran 124-125, 140:
Bedir harbinde
Müslümanlar kazanınca, Hz. Muhammed rehavete kapılır.
Bu arada ilginç ayetler
oluşur:
“Ben size binlerce savaş melekleri gönderdim, kâfirlerin kalbine korku
salarım; böylece siz onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın” gibi
ayetlerdir (Al-i İmran 124-125, Enfal 9,
12, 17).
Bir yıl sonra meydana gelen
Uhud harbinde Müslümanlar hezimete uğrar, en başta Muhammed’in amcası Hamza
öldürülür ve Hz. Muhammed’in dişi kırılır ayrıca kendisi de yaralanır. Haber
etrafa yayılıp “Muhammed vurulmuştur” denilince, şöyle bir ayet iner:
“Savaşta
kazanmak varsa kaybetmek de vardır.” (Al-i İmran 140).
Kısacası, burada da nasih ve mensuh söz konusudur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.248).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
141. Bir de Allah, iman
edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar.
142. Yoksa siz; Allah,
içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp)
ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Not.1 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173, Muhammed 4-7: Bedir Savaşından bir yıl sonra meydana
gelen Uhud Savaşı’nda Müslümanlar büyük bir hezimete
uğramışlardı. Allah Bedir
Savaşında verdiği destek* ve sözlerle
çelişen bu durumu açıklayabilmek için Uhud Savaşı’ndan sonra inen bu gibi ayetlerde ilginç nedenler
bildirerek kendini savunur. (*
Destek ayetleri: Enfâl 1-13, 17, 19, 30, 43-44, 50-54, Al-i İmrân 13, 123-126,
Ahzâb 9, Muhammed 27, Tevbe 25-26)
Uhud
Savaşı’nın kayıp nedeni ilgili ayetlerde
özetle “Savaşı kazanmak varsa, kaybetmek
de vardır. Biz, savaşı bazen insanların bir kesimine, bazen de diğer
kesimine kazandırırız. Böyle yapmakla, hem
inananların kim olduklarını ortaya çıkarmak, hem de sizden şehit edinmeyi hedeflemek istiyoruz” şeklinde açıklanıyor.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur’an’ın Kökeni,
(pdf-s.96-98).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.2 Âl-i
İmrân 140-142:
Âl-i
İmrân 140’ta özetle,
“Sizden bazı insanlar şehit olsunlar
diye Uhud Savaşı’nda o musibeti başınıza getirdim” deniyor. Allah için şehitlik/can kaybı neden o
kadar önemlidir bilemiyoruz.
Âl-i
İmrân 141’de
kaybetmenin sebeplerinden biri müminleri
günahlardan arındırmak, kâfirleri de
helak etmek olarak gösteriliyor ve “ Yoksa,
Allah içinizden cihat edenleri, sabredenleri öğrenmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız?” deniyor.
Buradan şu ortaya çıkıyor ki
savaş olmadan Allah inananların kimler olduğunu bilemiyormuş!
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.97-98).
Not.3 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173: Bedir Savaşı’nda Müslümanların sayısı 305 kişi. Buna ek olarak bin,
üç bin, beş bin gibi bir melek ordusuyla destekleniyorlar. Ayrıca Allah kendini
de fiilen savaşın içinde addediyor. Ayrıca bu meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatları vardır (bkz. Fâtır
1), yani bu melekler bayağı
askerler değil de; teknolojinin de üstünde olan varlıklardır. Bu kadar melek
gücüne ve ayrıca Allah’ın da bizzat savaşın içinde olmasına rağmen, günlerce
süren bu savaşta sadece 70 kişiyi öldürüyor; üstelik kendileri de 14 kayıp
veriyorlar. Acaba Allah’ın da bizzat
içinde bulunduğu bir savaşta müşriklere bu kadar az kayıp verdirmek nasıl
açıklanabilir?
Bir diğer çelişki de şudur:
Allah, Bedir’den sonra gönderdiği ayetlerde savaş istiyordu ve ben
Müslümanlardan yanayım, onları desteklerim... diyordu. Peki neden Uhud’da tam tersi oldu? Hatta Muhammed’i koruyacağına
dair birçok ayet göndermişti (Örneğin Mâide
67). Neden Uhud’da onu korumadı? Hani Bedir’de Allah çok sertti; neden
Uhud’da Bedir’deki gibi “Siz onları öldürmediniz, ancak ben öldürdüm” demeyip
de, tam tersine vaz-ı nasihata başvurdu? Başka bir deyişle, Bedir Savaşı sonrasında taarruzda olan bir
Allah, Uhud’da savunma amaçlı ayetler göndermiş ve yenik düşen
Müslümanları şehitlikle, ahiret
mükâfatlarıyla ikna etme yöntemine ağırlık vermiştir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.99-100).
143. Andolsun, siz
ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp
duruyorsunuz.
144. Muhammed, ancak
bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya
öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye
dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri
mükâfatlandıracaktır.
Not.1 Uhud harbinde Abdullah b. Kumey’e
el-Harisi, Muhammed’in dişini kırıyor, ayrıca yüzünü de yaralıyor. Muhammed’in
yanındaki koruması Mus’ab b. Umayr onu korumak isteyince, Abdullah onu
öldürüyor. O zannediyor ki öldürülen Muhammed’in kendisidir. İşte bu olup
bitenler bağlamında yukarıdaki
ayet (Al-i İmran 144) gelir/oluşur. bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen
Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.217).
Not.2 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173, Muhammed 4-7: (bkz. Âl-i İmrân 142, Not.1)
Not.3 Bedir Savaşından bir yıl sonra meydana
gelen Uhud Savaşı’nda Müslümanlar
hezimete uğrayınca, Allah böyle bir gerekçe öne sürüyor.
Bu ayette geçen “önceki peygamberler” ifadesinden amaçlanan şudur:
Muhammed Uhud’da yaralanınca, muhalifler kendisine, “Hani Allah’ın elçisiydi, Allah onu korumak için Bedir Savaşı’ndan sonra
inen ayetleriyle aşırı derecede ona yardım vaadinde bulunmuştu, neden Allah
bugün desteğini çekti?..” şeklinde eleştirilerde bulunuyorlar.
Bu tür eleştiriler, özellikle
Yahudilerden geliyordu. Oysa Yahudilerin de peygamberleri öldürülmüştü. İşte bu
eleştirilerde bulunan Yahudileri susturmak için, onların peygamberleri emsal
olarak gösteriliyor: Eğer bir peygamber için öldürülmek kötü ise, sizin de peygamberleriniz öldürülmüştü
şeklinde bir savunma biçimi
seçilmiştir.
Kur’an’da, savaşı kaybeden
Müslümanlara şu şekilde moral veriliyor: Özetle, “Siz de bir yıl önce Bedirde bu musibetin iki katını onların başına
getirdiniz (yani, ‘canınızı
sıkmayın’ denmek isteniyor)”.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.98-99).
Not.4 Bu
ayette Muhammed’in öldürülebileceği
ima ediliyor. Çünkü eğer böyle bir ihtimal olmasaydı, bu şekilde bir
ifade kullanılmazdı. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.101).
Not.5 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173: Bu not için bkz. Âl-i
İmrân 142 Not.3.
145. Hiçbir kimse
Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim
dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını
isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
146. Nice peygamberler
var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda
başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah,
sabredenleri sever.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Al-i İmran 79, 146, Maide 44, 63) Arapçasında geçen;
“REBBANİYYUN/RİBBİYYUN” kelimesi Arapça değildir.
Süryanice’dir, “tanrıya
kulluk yapan kişi” yani bugünkü tabirle “evliya” anlamına gelir. İbranice olduğunu söyleyenler de vardır
(Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan
hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.275).
147. Onların sözleri
ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla
ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et”
demekten ibaretti.
148. Allah da onlara
hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah, güzel
davrananları sever.
149. Ey iman edenler!
Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisingeriye (küfre) çevirirler de
büsbütün hüsrana uğrarsınız.
150. Hayır! Yalnız
Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.
151. Hakkında hiçbir
delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkâr edenlerin
kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları
yer ne kötüdür.
152. Andolsun, Allah,
izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan va’dini
gerçekleştirdi. Nihayet sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra, za’f
gösterdiniz. (Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı
geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, ahireti isteyenler de. Sonra
sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi. (Kaçıp hezimete uğradınız. Buna
rağmen) sizi bağışladı. Allah, mü’minlere karşı çok lütufkârdır.
Not.1 Kalem
10, 13, 16, Müddessir 19-20, Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Humeze 1, Kamer 20, 31,
Araf 175-176, Yasin 8, Furkan 44, En’am 39, Sebe 33, Mutaffifin 1, Rad 6, Dehr
4, Enfal 12-13, A. İmran 152, Cuma 5, Muhammed 12: Allah, Kuran’daki olup bitenlere inanmayan insanlara sadece hayvanlar tabirini kullanmamış; daha ağır terimler de kullanmıştır.
a) “...ancak hayvanlar gibiler. Hatta
daha beterler” (Furkan 44)
b) “...onların durumu, ciltler
dolusu kitap yükletilen eşeğin
durumuna benzer” (Cuma 5)
c) Daha beteri tanrının insana köpek demesi: “Onun durumu köpeğin haline benzer...” (Araf
175-176)
d) Yine Allah, Ebu Leheb hakkında, “Elleri
kurusun” (Tebbet 1), önceki
peygamberlerin kavimlerine verdiği cezalardan söz ederken “Burnunu kıracağız/ burnunu yere sürteceğiz” (Kalem
16), Ad kavmine verdiği ceza konusunda da “Dibinden
kopmuş hurma kütüğü gibi yoluverdiler” (Kamer 20) Semud kavminin
cezasıyla ilgili, “Ağılcı çırpısı gibi
döküldüler” (Kamer 31), Ebabil kuşlarının hışmına uğrayan Ebrehe ve
ordusu için “Yenik ekin gibi yaptı”
(Fil 5), inanmayanlar için “Hayvan gibi
yayıp içerler” (Muhammed 12), “Vay
şu insanların haline!” (Mutaffifin 1, Humeze 1 vb), “Ayetlerimi yalanlayanlar sağır, dilsizler ve karanlık içindeler”
(En’am 39) gibi ifadeler kullanmıştır.
e) Kalem 10’da Allah beğenmediği insan
hakkında, “Mehin”
diyor ki bu kelime hor, alçak, dölü tutmaz erkek hayvan, dar
görüşlü insan anlamlarına gelir. Yine aynı surenin bir başka ayetinde (Kalem 13) insana “Zenim” diyor ki soysuz, nesebi bellisiz kişi anlamına gelir.
f) Bazı ayetlerde de Kur’an, ahrette bazı insanların boğazına köpek
tasması gibi demir geçirileceğini yazıyor (Kalem 16, Müddessir 19-20,
Tebbet 1, Maun 4, Fil 5, Hümeze 1, Kamer 20, 31, Yasin 8, Sebe 33, Mutaffifin
1, Rad 6, Dehr 4).
g) Allah ayrıca Uhud harbiyle ilgili:
“Allah’ın izniyle siz düşmanlarınızı kesip doğruyordunuz” (A. İmran 152), Bedir harbiyle ilgili, “Biz
Allah olarak düşmanın kalbine korku bırakacağız, siz onların boyunlarının
üstüne vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal 12-13) gibi akıl almaz sözler sarfediyor!
Özetle; Demek
ki Tevrat ve Kuran’da anlatılan efsanelere inanmayan insanlar, insanlık
adına ne kadar yararlı şeyler de icat etse yine kutsal
dinlerin Allah’ı katında hayvanlardan
beterler; hatta eşekten
farkları yoktur. Bu ifadeler kâinatın
yaratıcısı olduğuna inanılan bir
tanrıya isnat edilemez!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.160-161 ve
147).
153. Peygamber,
arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp
bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu
durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene, ve başınıza gelene
üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.21
Not.1 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173, Muhammed 4-7: Bedir Savaşından bir yıl sonra meydana
gelen Uhud Savaşı’nda Müslümanlar büyük bir hezimete
uğramışlardı. Allah Bedir
Savaşında verdiği destek* ve sözlerle
çelişen bu durumu açıklayabilmek için Uhud Savaşı’ndan sonra inen bu gibi ayetlerde ilginç nedenler
bildirerek kendini savunur. (*
Destek ayetleri: Enfâl 1-13, 17, 19, 30, 43-44, 50-54, Al-i İmrân 13, 123-126,
Ahzâb 9, Muhammed 27, Tevbe 25-26)
Uhud
Savaşı’nın kayıp nedeni ilgili ayetlerde
özetle “Savaşı kazanmak varsa, kaybetmek
de vardır. Biz, savaşı bazen insanların bir kesimine, bazen de diğer
kesimine kazandırırız. Böyle yapmakla, hem
inananların kim olduklarını ortaya çıkarmak, hem de sizden şehit edinmeyi hedeflemek istiyoruz” şeklinde açıklanıyor.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.96-98).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.2 Bedir Savaşından bir yıl sonra meydana
gelen Uhud Savaşı’nda Müslümanlar büyük bir hezimete
uğramışlardı. Hatta, Muhammed’in dişi kırılmış ve onun öldürüldüğü
haberi çevreye yayılmıştı. Oysa Allah,
bir yıl önce Bedir’le ilgili farklı şeyler söylemiş, onu desteklerim demişti.
Ama Uhud’da, Muhammed neredeyse ölüm
tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Dolayısıyla Allah, böylesine zor
koşullarda kendi elçisini perişan halde yalnız bırakmış ve meleklerin
yardımını ondan esirgemiş olmalıydı! Şunu yineliyoruz ki, bu anlatılan ayetler de tıpkı Bedir’de inen ayetler gibi savaşın
bitiminden epey sonra inmişti.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.96).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.3 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173: Bedir Savaşı’nda Müslümanların sayısı 305 kişi. Buna ek olarak bin,
üç bin, beş bin gibi bir melek ordusuyla destekleniyorlar. Ayrıca Allah kendini
de fiilen savaşın içinde addediyor. Ayrıca bu meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatları vardır (bkz. Fâtır
1), yani bu melekler bayağı
askerler değil de; teknolojinin de üstünde olan varlıklardır. Bu kadar melek
gücüne ve ayrıca Allah’ın da bizzat savaşın içinde olmasına rağmen, günlerce
süren bu savaşta sadece 70 kişiyi öldürüyor; üstelik kendileri de 14 kayıp
veriyorlar. Acaba Allah’ın da bizzat
içinde bulunduğu bir savaşta müşriklere bu kadar az kayıp verdirmek nasıl
açıklanabilir?
Bir diğer çelişki de şudur:
Allah, Bedir’den sonra gönderdiği ayetlerde savaş istiyordu ve ben
Müslümanlardan yanayım, onları desteklerim... diyordu. Peki neden Uhud’da tam tersi oldu? Hatta Muhammed’i koruyacağına
dair birçok ayet göndermişti (Örneğin Mâide
67). Neden Uhud’da onu korumadı? Hani Bedir’de Allah çok sertti; neden
Uhud’da Bedir’deki gibi “Siz onları öldürmediniz, ancak ben öldürdüm” demeyip
de, tam tersine vaz-ı nasihata başvurdu? Başka bir deyişle, Bedir Savaşı sonrasında taarruzda olan bir
Allah, Uhud’da savunma amaçlı ayetler göndermiş ve yenik düşen
Müslümanları şehitlikle, ahiret
mükâfatlarıyla ikna etme yöntemine ağırlık vermiştir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.99-100).
154. Sonra o kederin
ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir
uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah’a
karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu işte bizim hiçbir
dahlimiz yok” diyorlardı. De ki: “Bütün iş, Allah’ındır.” Onlar sana
açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda bizim
elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde dahi
olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları
(öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini denemek,
kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde
olanı) bilir.”
155. İki topluluğun
karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı
hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti.
Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
156. Ey iman edenler!
Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, “Onlar bizim yanımızda
olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen inkârcılar gibi olmayın. Allah,
bunu (bu düşünceyi) onların kalplerine bir hasret (yarası) olarak koydu. Allah,
yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
157. Andolsun, eğer
Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlaması ve rahmeti onların
topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.
158. Andolsun, ölseniz
de öldürülseniz de, Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159. Allah’ın rahmeti
sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın,
onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için
Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar
verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz
Allah, tevekkül edenleri sever.
Not.1 Şura
38, Al-i İmran 159: Bu ayetlerde istişareden
söz edilir. Eğer Muhammed böyle bir cümleyi Kur’an’a yazmayıp tam tersine, “Verdiğim kararların tümü tanrı emridir
ve kat’idir” deseydi, o zaman -diyelim- bir savaşta Müslümanlar
kaybetti; peki bu durumda Muhammed işin
içinden çıkabilir miydi? Muhammed’e hitaben Kur’an’da geçen “Onlarla iş konusunda istişare et”
cümlesi, Bedir ve Uhud savaşlarının anlatıldığı bir bölümde geçiyor.
Özetle; Muhammed, olası bir
olumsuzluğa karşı işin içinden sıyrılmak için, istişareyi içeren ve kapsamını da net olarak belirtmeden,
sadece muğlak bir ifade ile
geçiştiren az önceki ayeti, bir
taktik olarak kendi Kur’an’ına yazmıştır. İstişare sonucu zarar geldiğinde
onlara gayet rahatlıkla, “Sizinle
istişare ettim siz böyle karar verdiniz ben ne yapayım” şeklinde
savunma yapabilmesi için bu gibi ayetleri bilerek Kur’an’a almıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.79).
160. Allah size yardım
ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size
kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.
161. Hiçbir peygamberin
emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet
ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese
kazandığının karşılığı tastamam ödenir.
Not.1 Burada emanetten kastedilen ganimetlerdir. Başka ayetlere (Enfâl 69, Enfâl 41, Haşr 6) bakıldığında net bir biçimde görülüyor ki,
ganimet dağıtımında tartışmalar çıkmış, hatta (yukarıdaki ayetten görüldüğü
üzere) Muhammed ganimetler konusunda hırsızlıkla bile suçlanmıştır. Bu ganimet/fey’ tartışmalarını önlemek için
bir de tedbir ayeti iniyor (Haşr
7). Başka ayetlerde (Fetih 19-21) Allah Müslümanlara birçok
ganimet vaat etmiştir.
İşte Kur’an, el âlemin
kazandığı malı bu şekilde Muhammed
ve yandaşlarına helal kılıyor.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.90-91).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.2 Muhammed,
-ganimetten- ailesine yaptığı yardım şöyle dursun; daha önce de değinildiği
gibi Bedir Savaşı’nda bir kadife
parçasını çalmakla suçlanmış; bunun
üzerine yukarıdaki ayet inmiş
ve bu eleştirilerden kurtulmaya çalışılmıştır.
Ganimet, müşriklerle yapılan savaş sonucu ele geçirilen mala
denir; şayet kan dökülmeden
müşrikler teslim olursa yine onların malına el konur; ama o zaman onun adı ganimet değil “fey’” olur. İşte Muhammed’in
arkadaşları ganimet yüzünden onunla kavga ettikleri gibi, fey’ yüzünden de
kendisiyle kavga etmişlerdir.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.251).
Not.3 GANİMET AYETLERİ: Enfâl 1-2,
7, 41, 67-69, Âl-i İmrân 161, Haşr 6-7, Nisa 94, Fetih 15, 19-21:
Ganimetle ilgili bu ve
benzeri ayetlerden net olarak şu
sonuçlar ortaya çıkıyor:
İnanmayanların malına el koymayı meşru kılmak ve Müslümanların
rahat bir şekilde savaşa gitmelerini
sağlamak için uydurulan ayetler
Allah’a mal ediliyor ve bu konuda Allah
insanlara karşı kullanılıyor.
Yine Muhammed’in, gerek kendine, gerek aile efradına ve gerekse diğer yakın akrabasına ganimet ve fey’den pay alabilmesi için inen Kur’an ayetlerine
anlam vermek gerçekten çok zor.
Bu ganimet ve fey’ yüzünden Müslümanlar arasında çıkan kavgaları önlemek için,
gerek Haşr 6-7, gerekse Enfâl 1-2 ayetlerinin inmesi herhalde normal bir durum değildir.
Keza bu ganimetler bağlamında
bir kadife parçası yüzünden hırsızlıkla
suçlanan Muhammed’i kurtarmak
için inen Âl-i İmrân 161 ayeti dikkat
çekicidir.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.252-253).
Not.4 Havazin Savaşı sonrası haksız ganimet paylaşımı
ve itirazlar, Hz. Ali’nin Yemenden ganimet olarak getirdiği bir miktar altının henüz Müslüman olmuş şahıslara dağıtılması
ve itirazlar, Hz. Osman’ın bile ganimet
nedeniyle Muhammed’le kavga etmesi, Hicri 7. yılda Hayber baskın yoluyla Yahudilerden alınınca, Muhammed’in kendi akrabasına çok farklı bir biçimde ayrıcalık tanıyıp,
sadece bu savaşta elde edilen ganimetten hangi akrabasına ne kadar verdiğine
dair bir liste...
...ve
diğer ayrıntılar için
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.246-259).
162. Allah’ın rızasına
uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi
midir? O, ne kötü varılacak yerdir!
163. Onlar (insanlar)
Allah’ın katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir.
164. Andolsun, Allah,
mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz
yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir
lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.
165. Onların
(müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da)
sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? De
ki: “O (musibet), kendinizdendir.” Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla
yeter.
166-167. İki topluluğun
(ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da
mü’minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara
(münafıklara), “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin” denildi de
onlar, “Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün,
imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı.
Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.
Not.1 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173, Muhammed 4-7: Bedir Savaşından bir yıl sonra meydana
gelen Uhud Savaşı’nda Müslümanlar büyük bir hezimete
uğramışlardı. Allah Bedir
Savaşında verdiği destek* ve sözlerle
çelişen bu durumu açıklayabilmek için Uhud Savaşı’ndan sonra inen bu gibi ayetlerde ilginç nedenler
bildirerek kendini savunur. (*
Destek ayetleri: Enfâl 1-13, 17, 19, 30, 43-44, 50-54, Al-i İmrân 13, 123-126,
Ahzâb 9, Muhammed 27, Tevbe 25-26)
Uhud
Savaşı’nın kayıp nedeni ilgili ayetlerde
özetle “Savaşı kazanmak varsa, kaybetmek
de vardır. Biz, savaşı bazen insanların bir kesimine, bazen de diğer
kesimine kazandırırız. Böyle yapmakla, hem
inananların kim olduklarını ortaya çıkarmak, hem de sizden şehit edinmeyi hedeflemek istiyoruz” şeklinde açıklanıyor.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.96-98).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.2 Bedir Savaşından bir yıl sonra meydana
gelen Uhud Savaşı’nda Müslümanlar
hezimete uğrayınca... şöyle bir farklı gerekçe de gösteriliyor: “İki ordunun karşılaştığı ‘Uhud’ günü
başınıza gelen musibet, Allah’ın izniyleydi” deniyor ve sorumluluk alınıyor ki. 165. ayetteki
gerekçeyle tamamen tezat teşkil etmektedir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.99).
Not.3 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173: Bedir Savaşı’nda Müslümanların sayısı 305 kişi. Buna ek olarak bin,
üç bin, beş bin gibi bir melek ordusuyla destekleniyorlar. Ayrıca Allah kendini
de fiilen savaşın içinde addediyor. Ayrıca bu meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatları vardır (bkz. Fâtır
1), yani bu melekler bayağı
askerler değil de; teknolojinin de üstünde olan varlıklardır. Bu kadar melek
gücüne ve ayrıca Allah’ın da bizzat savaşın içinde olmasına rağmen, günlerce
süren bu savaşta sadece 70 kişiyi öldürüyor; üstelik kendileri de 14 kayıp
veriyorlar. Acaba Allah’ın da bizzat
içinde bulunduğu bir savaşta müşriklere bu kadar az kayıp verdirmek nasıl
açıklanabilir?
Bir diğer çelişki de şudur:
Allah, Bedir’den sonra gönderdiği ayetlerde savaş istiyordu ve ben
Müslümanlardan yanayım, onları desteklerim... diyordu. Peki neden Uhud’da tam tersi oldu? Hatta Muhammed’i koruyacağına
dair birçok ayet göndermişti (Örneğin Mâide
67). Neden Uhud’da onu korumadı? Hani Bedir’de Allah çok sertti; neden
Uhud’da Bedir’deki gibi “Siz onları öldürmediniz, ancak ben öldürdüm” demeyip
de, tam tersine vaz-ı nasihata başvurdu? Başka bir deyişle, Bedir Savaşı sonrasında taarruzda olan bir
Allah, Uhud’da savunma amaçlı ayetler göndermiş ve yenik düşen
Müslümanları şehitlikle, ahiret
mükâfatlarıyla ikna etme yöntemine ağırlık vermiştir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.99-100).
168. (Onlar), kendileri
oturup kaldıkları hâlde kardeşleri için, “Eğer bize uysalardı, öldürülmezlerdi”
diyen kimselerdir. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz kendinizden ölümü
savın.”
169-170. Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında
Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak
rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit
olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine
sevinirler.
Not.1 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173, Muhammed 4-7: (bkz. Âl-i İmrân 167, Not.1)
Not.2 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173: Bu not için bkz. Âl-i
İmrân 167 Not.3.
171. (Şehitler)
Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğine
sevinirler.
172. Onlar
yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir.
Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
büyük bir mükâfat vardır.
173. Onlar öyle
kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar,
onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.
Not.1 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173, Muhammed 4-7: (bkz. Âl-i İmrân 167, Not.1)
Not.2 Bu
ayet, Uhud Savaşı’nın anlatıldığı
bölümde geçiyor. Dolayısıyla, cennet vaadini içeren bu ayet, genele teşmil
edilse de, bunun oluşturulmasına sebep olan Uhud şehitleridir. Böylece,
savaşı kaybeden Müslümanlara manevi bir moral verilmiş oluyordu.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.97).
Not.3 Âl-i
İmrân 140-142, 144, 152-153, 165-167, 169-173: Bu not için bkz. Âl-i
İmrân 167 Not.3.
174. Bundan dolayı
Allah’tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri
döndüler ve Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.
175. O şeytan22
sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min
iseniz, benden korkun.
Not.1 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
Al-i İmran 171-175: Hicri 4. yılında Bir-i Maune’de katledilen bir grup Müslümanla ilgili Enes bin Malik şunu anlatıyor: Bu
katledilen insanlar hakkında (onların lehinde, övgü anlamında) Kur’an ayetleri inmişti. Daha sonra bu ayetler bir daha ortadan
kaldırıldı...
Ayrıca bu Bi’ri Maune’de
katledilen insanlarla ilgili ayet indiği, daha sonra tekrardan mensuh
olduğu/yürürlükten kaldırıldığı konusunu birçok Kur’an yorumcusu da Al-i İmran 171-175. ayetlerinde
işlemişlerdir. Ayrıca bu ayetle ilgili hadis kaynaklarında ve özellikle
Buhari’de birkaç yerde işlenmiştir.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.228).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor. (pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
176. Küfürde yarışanlar
seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, onlara
ahirette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük azap vardır.
177. İman karşılığında
küfrü satın alanlar Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir
azap vardır.
178. İnkâr edenler,
kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu
sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar
için alçaltıcı bir azap vardır.
179. Allah, pisi
temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak
değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah,
peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O hâlde, Allah’a ve
peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.
180. Allah’ın
kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik
ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin
mirası Allah’ındır. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Not.1 Sebe’
39, Âl-i İmrân 180, Tevbe 34-35, 103: Bazı ayetler (Tevbe 103, Sebe’ 39), zekâtın farz olduğunu
belirtmekle birlikte, onun kişiye kazandırdığı manevi mükâfatlardan da söz
etmektedir. Yani, tehditsiz bir
şekilde olaya yaklaşılıyor ve insanlar yumuşak bir üslupla bu konuda
göreve çağırılıyor.
Başka ayetlerdeyse (Tevbe
34-35, Âl-i İmrân 180) olay çok
tehditkâr bir biçimde ele alınıyor.
İlginçtir ki, insanlar
birbirlerine yardım etsinler diye Allah onlara sadaka ve zekât gibi şeyler vermeyi öneriyor, onları cehennemle korkutuyor.
Öyle bir formül öneriyor ki, bununla fertler arasında eşitlik
sağlamak mümkün değil.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.243-244).
181. Allah; “Şüphesiz,
Allah fakirdir, biz zenginiz” diyenlerin sözünü elbette duydu. Onların
dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve, “Tadın yangın
azabını!” diyeceğiz.
182. “Bu, kendi
ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır.” Allah, kullara asla
zulmedici değildir.
183. Onlar, “Allah,
bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı
emretti” dediler. De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve
sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları
öldürdünüz?”
184. Eğer seni
yalanladılarsa, senden önce açık delilleri, hikmetli sayfaları ve aydınlatıcı
kitabı getiren peygamberler de yalanlanmıştı.23
185. Her canlı ölümü
tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam
verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten
kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
Not.1 ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Kasas 88, Enbiya 35, Ankebut 57, Al-i İmran185:
Bu ayetlerdeki “her canlı ölümü tadacaktır” cümlesi harfiyen şair Kuss bin
Saide’den alınmıştır.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
186. Andolsun,
mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz
işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki,
bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.
Not.1 SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Sağlam bir
hadise göre Bedir Savaşı’ndan önce Muhammed merkeple hasta ziyaretine giderken
yolda (Muhammed gelmeden önce Medine
halkının başına geçmesi beklenen) Abdullah bin Selul’un da içinde bulunduğu
bir cemaate rastlıyor. Merkep öylesine hızlı gidiyordu ki, onun ayağından
kalkan toz-duman, o insanları kaplıyor. İbni Selul, -içine toz girmesin diye
burnunu kapatıyor- nezaket dahilinde Muhammed’e, “Senin bindiğin merkebin ayaklarından kalkan toz burnumuza giriyor;
niçin bizi rahatsız ediyorsunuz?” şeklinde çok mütevazı bir itirazda bulununca, Muhammed’in arkadaşlarından
biri, “Ey Abdullah, Allah’a yemin ederim
ki, peygamberin merkebi senden daha iyidir” şeklinde hakaret dolu bir karşılık veriyor. Bu söz üzerine her iki taraf birbirlerine giriyorlar. Sonuçta sadece yönetim kavgasından kaynaklanan bu
olay fazla büyümeden sonlandırılıyor ve hasta ziyareti gerçekleşiyor. Daha
sonra bu olayla ilgili yukarıdaki ayet
iniyor. Bu ayetin asıl geliş nedeni şudur: Muhammed, o toplantıdaki
kavgada zayıf not aldığının farkında; o tartışmalar, kendisinde manen bir
eziklik meydana getirmiş, otoritesini
sarsmıştı. Dolayısıyla, burada
haklılığını ispatlamak durumundaydı. Kendisiyle münakaşa yapan Abdullah’a ceza vermeye kalksaydı, çok
pahalıya mal olacaktı; olayı kendi
haline bıraksaydı iyi olmayacaktı. Durumu yatıştırmak için en sağlam yöntem ayete başvurmaktı.
Nitekim bu tartışmalar esnasında inen
yukarıdaki ayette sanki, “Bakın eğer
ayetten olmasaydı ben kabul etmezdim. Ama Allah bize sabır öneriyor, yoksa ne
yapacağımı bilirdim” şeklinde olumlu bir imaj yaratmayı hedefliyordu. Gelen
ayette, bu davada sanki İbn-i Selul
haksızmış da Muhammed haklıymış gibi, “Ey Muhammed size zaman zaman
haksızlık yapılır, ama siz bazen sabrederseniz daha iyi olur” deniyor. Bu olayda nasıl bir haksızlık yapılmış,
gerçekten anlamak zor!
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.129-130).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Sonuç: SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Bakara
142-145, 149-150, 217-218, Enfâl 7, 58, Âl-i İmrân 186, Nisâ 94:
Bütün bu bilgilerden varılan sonuç şudur:
Eğer
bu savaşlar içinde, inanıldığı gibi
çok adil ve her şeyi yapabilen bir yaratıcı olsaydı, müspet bir sonuç
alınması gerekiyordu; kan dökülmeden hem onlara, hem de sonsuza dek tüm
insanlara barış formülünü göstermeli ve de kabul ettirmeliydi. Bunu zorla
değil, insanın aklını barışa göre ayarlamak suretiyle yapabilirdi. (Çünkü
İslam inancına göre Allah kadiri mutlaktır, her şeyi yapabilir.)
Özetle; eğer
bu işler Muhammed’e bırakılırsa, bazı konularda haklı, bazılarında da haksız
olması mümkündür. Ama işin içine
Tanrı karıştırılıyorsa o zaman hiç yanlış yapılmaması gerekir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(s.136-137).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
187. Hani Allah,
kendilerine kitap verilenlerden, “Onu (Kitabı) mutlaka insanlara
açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar
verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu
alışveriş ne kadar kötüdür!
188. Ettiklerine
sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan
kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
189. Göklerin ve yerin
hükümranlığı Allah’ındır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
190. Göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl
sahipleri için elbette ibretler vardır.
191. Onlar ayaktayken,
otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin
yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni
eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.
192. “Rabbimiz! Sen
kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç
yardımcıları yoktur.”
193. “Rabbimiz! Biz,
‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik.
Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber
al.”
194. “Rabbimiz!
Peygamberlerin aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi
rezil etme. Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”
195. Rableri, onlara şu
karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın
amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından
çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de
andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak
üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli
Allah katındadır.”
Not.1 Al-i
İmrân 195, Ahzâb 35, Nisa 32, Tevbe 71: Muhammed Medine döneminin 3.
yılından itibaren 56 yaşında çok evliliğe başladı. Bu tarihe kadar inen surelerde
kadın Kur’an’da yoktur (Bakara
Suresi’nde kadınla ilgili iddet olsun, boşanma olsun, alışverişlerde şahitlikler
olsun bazı düzenlemeler hariç). Aile yapısı anaerkil olan Medine’de hem birçok
kadınla hem de savaş esiri cariyelerle hayatını birleştirince, kadınlar hem
seslerini duyurmaya, hem de kocalarına karşı gelmeye başladılar ve bu hem
Muhammed’in, hem de Ömer gibilerin ailesinde de etkisini gösterdi.
İşte bundan sonra kadınlarla
ilgili ayetlerin inmeye başladığını görüyoruz. Medineli kadınlar, Muhammed’e,
“Neden annemiz Havva, babamız Adem
olduğu halde biz kadınlar Kur’an’da hiç geçmiyoruz, neden biz kadınlar savaşa
katılmıyoruz, neden biz kadınlar verasette erkeğin yarısı kadar pay alıyoruz
(Nisâ 11, 176), nedir bu iki cins
arasındaki ayrıcalığın nedeni?” gibi sorular soruyorlar. Bu sorular
sorulduktan sonra, artık değişik zamanlarda kadınlarla ilgili yukarıdaki ayetler inmeye başlıyor. Gerçi
bu ayetlerle kadınlara önemli bir şey verilmiyordu, ama sembolik de olsa bu
mücadele sonucu Kur’an’da kendilerine yer verildi. Kur’an’da kadınla ilgili ehven (kadınların biraz lehine) olan
ayetler bunlardır. Dolayısıyla, Medineli kadınlar böylesi erkekler
yüzünden Kur’an’da ancak bu kadar yer alabilirlerdi. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.157-159).
196. Kâfirlerin refah
içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
197. (Onların bu
refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir
yataktır orası!
198. Fakat Rablerine
karşı gelmekten sakınanlar için, Allah katından bir konaklama yeri olarak,
içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah katında
olan şeyler iyiler için daha hayırlıdır.
199. Kitap ehlinden
öyleleri var ki, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah’a
derinden saygı duyarak inanırlar. Allah’ın âyetlerini az bir değere satmazlar. Onlar
var ya, işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır. Şüphesiz Allah,
hesabı çabuk görendir.
200. Ey iman edenler!
Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihat için) hazırlıklı ve
uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harfler ile
ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2. Kayyûm, “Varlığı
kendinden, kendi kendine yeterli, yarattıklarına hâkim ve onları koruyup
gözeten” demektir.
3. Furkan, Kur’an’ın
diğer bir adı olup “hak ile batılı birbirinden ayıran” demektir.
4. Müteşabih âyetler,
manasını ve hakikatini sadece Allah’ın bildiği âyetlerdir. Bunların insan zihni
tarafından tümüyle kavranmasına imkân yoktur. Allah’ın sıfatları, kıyametin
ahvali, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili âyetler ile, sûrelerin başında
yer alan “hurûf-u mukatta’a” bunlardandır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın,
bu âyetleri bütün yönleriyle anlaması mümkün değildir. Müteşabih âyetler
dışındaki âyetler de muhkem âyetlerdir.
5. Bu âyet mü’minlerin;
kendilerinin sayıca üç katı olan müşriklere karşı Bedir’de kazandıkları zafere
işaret etmektedir. Müşrikler kendilerini tahminen mü’minlerin iki katı olarak
görüyor ve sayıca fazla oluşlarına güveniyorlardı. Oysa bu zahirî bir sayı
üstünlüğü idi. Zira Enfâl sûresinin 9. âyetinde de işaret edildiği gibi, Allah
mü’minleri bin melek ile desteklemişti.
6. “Ümmî”, okuma
yazması olmayan demektir. Buradaki kullanımı ile, kendilerine kitap
verilmeyenlerle, Arap müşrikleri kastedilmiştir. Kitap verilenler ise
Yahudilerle Hıristiyanlardır.
7. Âyet-i kerimedeki bu
ifade, İmran’ın karısının doğurduğu kızın, hayalinde canlandırdığı ve adadığı
erkekten daha hayırlı olacağına işaret etmektedir. Çünkü bu kız, Hz. İsa’nın
annesi olacaktır.
8. Zekeriya, Meryem’in
teyzesinin kocası idi. Meryem’in Beyt-i Makdis’te bakımını Zekeriya peygamber
üstlenmişti.
9. Hz.İsa’nın beşikte
iken konuşması ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Maide sûresi, âyet, 110;
Meryem sûresi, âyet, 29-33.
10. Âyette sözü edilen
tuzak, İsrailoğullarının Hz.İsa’ya suikast düzenleme girişimidir. “Allah’ın
tuzak kurması” kavramı ise, Allah’ın kurulan tuzağı bozmasını veya tuzak
kuranları cezalandırmasını ifade etmektedir.
11. Hz.Âdem’i topraktan,
anasız-babasız yaratan Allah, Hz.İsa’yı da babasız yaratmıştır. Âyette Allah’ın
kudretinin sonsuzluğu, O’nun kudretinin her şeye yettiği belirtiliyor; ayrıca
Hz.Meryem’in iffetine de dikkat çekiliyor.
12. Bu âyete “mubâhale”
âyeti denir. Mubâhele, bir konuda haklı olanın ortaya çıkması için usulünce
lânetleşmek demektir. Necran Hıristiyanları; “Kur’an, Hz.İsa’nın babasız
doğduğunu kabul ettiğine göre, onun Allah olması gerekir” iddiasını ileri
sürdüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, hakkın ortaya çıkması için onları
mubâhaleye davet etti. Ancak onlar bunu kabul etmediler.
13. Bu âyet inince, önce
hristiyan iken sonra müslüman olan Adiy b. Hâtem, “Ya Resûlallah, biz din
büyüklerimize tapmazdık” dedi. Hz.Peygamber, “Onlar size bir şeyi helâl veya
haram kılar, siz de onların dediklerine uymaz mıydınız? İşte bu, onlara tapmak
demektir” buyurdu.
14. Yahudiler
Hz.İbrahim’i yahudi, hıristiyanlar da onu hıristiyan kabul ediyor, hakkında
tartışıyorlardı. Âyet, bu konuda onlara gerçeği ifade ediyor.
15. Bu âyette, İslâm’ın
önünü kesmek için başvurulan psikolojik savaş yöntemlerinden biri dile
getirilmektedir. Medine civarında yaşayan birtakım yahudi bilginler ve
liderler, imanı henüz sağlamlaşmamış kimseleri şüpheye düşürmek için aralarında
bir karar almışlardı. Buna göre İslâm’ı kabul etmiş gibi görünecekler, sabah
namazını müslümanlarla birlikte kılıp, akşam üzeri İslâm’dan çıktıklarını ilan
edeceklerdi. Amaçları, hiç olmazsa bazı kimselerin, “Bunlar vazgeçtiklerine
göre, Müslümanlık’ta mutlaka bir eksiklik bulmuşlardır”, demelerini sağlamaktı.
Âyette onların bu planları ortaya konmaktadır.
16. Bu âyette geçen
“ümmî” kelimesi tefsir bilginleri tarafından, “zayıf kimseler”, “bilgisizler”,
“Kitap ehlinden olmayanlar” şeklinde yorumlanmıştır. Yahudilerin bir kısmı hak,
hukuk ve dürüstlük konularında kendilerini yalnızca kendi dindaşlarına karşı
sorumlu tutuyorlar, kendi dinlerinden olmayanlara karşı ise dürüst davranma
zorunluluğu duymuyorlardı.
17. Makâm-ı İbrahim’le
ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 125 ve dipnotu.
18. Bu âyet ile sonraki
iki âyette, kitap ehlinden iken müslüman olan Abdullah b. Selam ve arkadaşları
kastedilmektedir. Bu sûrenin 199. ve 200. âyetlerinde de bu kimselere işaret
edilmektedir.
19. Uhud savaşında, sağ
ve sol kanatlara yerleştirilen Hazrec kabilesinden Seleme Oğulları ile Evs
kabilesinden Harise Oğulları, Hz. Peygamber’in savaş taktiğine uymamış, savaş
esnasında düşmana karşı korkaklık ve za’f göstermişlerdi.
20. Bu âyet, cahiliye
Arapları arasındaki bir uygulamaya işaret etmekte ve bunu yasaklamaktadır.
Müşrik Araplar, vadesinde ödenemeyen borca yüksek faizler tahakkuk ettirerek
vadeyi uzatırlar, böylece alınan borç kısa zamanda kat kat artardı. Âyetten
anlaşılan manayı tersinden ele alarak kat kat olmayan faizin yenebileceğini
söylemek mümkün değildir. Zira Bakara sûresinin 275. âyeti ile; miktarı ne
olursa olsun faiz mutlak olarak yasaklanmıştır.
21. Bu âyetler, Uhud
savaşında cereyan eden olaylara dikkat çekmektedir. Savaş öncesinde
Hz.Peygamber, bir birliği, bir geçide yerleştirerek; emir almadıkça, her ne
pahasına olursa olsun, mevkilerini terk etmemelerini tembih etti. Savaşın
başlangıcında müslümanlar üstün duruma geçince, geçittekiler, birkaç kişi
hariç, yerlerini terk ederek ganimet toplamaya koştular. Bunu fırsat bilen
müşrikler, arkadan dolanarak müslümanları zor durumda bıraktı. Müslümanlar,
başlangıçtaki üstünlüklerini kaybedip dağıldılar. Hz. Peygamberin çağrısı
üzerine sergilenen son bir hamle ile kesin yenilgiden kurtuldular ama kesin bir
başarı da elde edilemedi. Müslüman askerlerin bir kısmının verilen emri tam
olarak yerine getirmemeleri, İslâm ordusuna pahalıya mal olmuştu.
22. Tefsir bilginlerinin
ifadesine göre, âyette “şeytan” olarak işaret edilen adam, Mekke’li
müşriklerin, Medine’li müslümanlar arasında yıkıcı propaganda yapmak üzere
gönderdiği “Nuaym” adlı birisidir.
23. Âyet-i kerimenin
meâli şöyle de olabilir: “Seni yalanladıkları takdirde, (bununla) senden önce
açık deliller, hikmetli sayfalar ve aydınlatıcı kitap getiren (diğer)
peygamberler de yalanlanmış olur.”
HAŞR | SÜRGÜN (TOPLUCA SÜRMEK)
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |