ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            45- EY İNSAN | TÂ-HÂ (Kitap Sırası-20)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Mekke döneminde inmiştir. 135 âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan harflerden almıştır. Sûrede, Allah’ın peygamberler aracılığıyla insanlara gösterdiği doğru yolun temel gerçeklerine işaret edilmekte, Hz.Peygamber teselli edilerek peygamberlik görevini mutlaka en güzel şekilde başaracağı müjdelenip kendisine karşı çıkanların uğrayacağı sonuçlar izah edilmektedir.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Tâ Hâ.1

Not.1         Bu not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da  Anlamsız Kelimeler (Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).

Konu:         ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT: Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı kelimeler, o dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in şiirlerinde sıkça uyguladığı bir taktiktir.

                   (BU KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayette geçen ve ayete de adını veren;

                   TA-HAkelimesi Arapça değildir.

                   Nebatice’dir, “ey insan” anlamına gelir. Aslen Habeşçedir diyen ve Süryanice olup “ey erkek” anlamına geldiğini söyleyen de vardır. Yabancı bir kelime olduğu için, Kur’an yorumcuları buna anlam vermeden “Ta-ha” şeklinde yazıp geçmişler. Hâlbuki anlamı çok basit. Burada tanrı Muhammed’e hitap ediyor: Ey insan/ey Muhammed demek istiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.289-290).

2-3.      (Ey Muhammed!) Biz, Kur’an’ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı) olsun diye indirdik.2

4.         (O) yüksek gökleri yaratanın katından peyderpey indirilmiştir.

5.         Rahmân, Arş’a3 kurulmuştur.

Not.1         A’raf 54, Furkan 59, Taha 5, Yunus 3, Hud 7, Secde 4, Ra’d 2, Hadid 4Tanrı’nın yedi kat göğün üzerinde Arş’ta oturması” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumer Tanrılarının gökte toplandıkları duku adında bir yerleri var.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.25-26).

6.         Göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O’nundur.

7.         Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.

8.         Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur.

9.         Mûsâ’nın haberi sana ulaştı mı?

Not.1         Araf 103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48, Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara (49-108, 136, 246 vb çoğu ayetler):

                   Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor. Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.

a)               Kur’an ve Tevrat’a göre Musa peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put ustasıydı.

b)               286 cümleden oluşan Bakara suresi, zaten Musa’nın kavminin ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara, Arapçada inek demektir. Yani Türkçesi inek suresi demektir.

c)               Efsanenin hemen her parçası en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.

d)               Araf 103’ten, Şuara 16’dan, Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.

e)               Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir. Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H. Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.

f)                Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade kullanılıyor.  Bunlar Tevrat’ta teker teker isimleriyle ve de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7, 8/16, 8/21; 9/9, 19;10/12.)

g)               Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda en çok Tevrat’a başvurmuştur. Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır. Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında inen Taha ve Naziat surelerinde Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde bunları tekrar gündeme getirmiştir.

h)               Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına bir şeyler çağrıştırıyor!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.130-136)

10.       Hani bir ateş görmüştü de ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm, yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum” demişti.4

Konu:         KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!

                   A’raf 142-150, 154, 155, Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:

                   (BU KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

11.       Ateşin yanına varınca, ona şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ!”

12.       “Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.”

Not.1         Burada geçen “Ben senin Rabbinim” sözünün Arapça Kur’an’daki aslı Ben benim rabbinim”dir. Muhammed “Ben benim rabbinim” sözünü de olduğu gibi  Tevrat Çıkış 3/2–14, 29/46’dan alıp, Kuran’a aktarmıştır. Gerçekten Kuran’da Musa’yla ilgili kullanılan “Ben benim rabbinim” cümlesi ikinci bir yerde geçmiyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.135)

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Taha 12, Naziat 16) geçen;

                   TUVAkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir, “gece” veya “ey erkek” anlamına gelir. Kur’an’da iki yerde Hz. Musa ile ilgili olarak geçi­yor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.273).

13.       “Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.”

14.       “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”

15.       “Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim.”

16.       “Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!”

17.       “Şu sağ elindeki nedir ey Mûsâ?”

18.       Mûsâ dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”

19.       Allah, “Onu yere at ey Mûsâ!” dedi.

20.       Mûsâ da onu attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş!

21.       Allah, şöyle dedi: “Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.”

22-23.  “Sana büyük mucizelerimizden birini daha göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın.”5

24.       “Firavun’a git, çünkü o azmıştır.”

25.       Mûsâ, dedi ki: “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.”

26.       “İşimi bana kolaylaştır.”

27-28.  “Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.”

29.       “Bana ailemden birini yardımcı yap,”

30.       “Kardeşim Hârûn’u.”

31.       “Onunla gücümü artır.”

32.       “Onu işime ortak et.”

33.       “Seni çok tespih edelim diye”,

34.       “Seni çok zikredelim diye.”

Not.1         Taha 24-39, Kasas 33-35, Yunus 88-89: Musa’nın tanrıdan bir şeyler koparma konusunda Kuran’da örnekler hayli fazladır. Allah kendisini peygamberlikle ilk görevlendirdiği zaman, o bazı itiraz ve tekliflerde bulunuyor, istediklerini de alabiliyor. Bu ayetlerden görüldüğü gibi Cebrail bazen aynı anlamı ve harfleri içeren ayetler için birkaç kez göklere çıkıp inmiş! Burada önemli bir nokta göze çarpıyor: Her ne kadar İslamcılar kabul etmese de, Kuran’daki benzer bilgilerden yola çıkılarak Musa’nın zaman zaman Allah’ına danışmanlık yaptığı kesin.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.134)

35.       “Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin.”

36.       Allah, şöyle dedi: “İstediğin sana verildi ey Mûsâ!”

37.       “Andolsun, biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk.”

38.       “Hani annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik:”

39.       “Onu (bebek Mûsâ’yı) sandığın içine koy ve denize (Nil’e) bırak ki, deniz onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”

Not.1         İşte Kur’an ve Tevrat’ta anlatılan bu efsane bile Musa için söylenen yeni bir şey değildir. Musa’dan yaklaşık 12 asır önce Akad kralı 1. Şargon (İÖ.2340-2284) hakkında da böyle bir efsane vardır. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.25).

40.       “Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?” diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük.6 (Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!”

41.       “Ben seni kendim için seçtim.”

42.       “Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta gevşeklik göstermeyin.”

43.       “Firavun’a gidin. Çünkü o azmıştır.”

44.       “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.”

45.       Mûsâ ve Hârûn, şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize karşı aşırı davranmasından yahut azmasından korkuyoruz.”

46.       Allah, şöyle dedi: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.”

47.       “Ona gidin ve şöyle deyin: ‘Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara olsun.’ ”

48.       “Şüphesiz bize, azabın yalanlayan ve yüz çevirenlere olacağı vahyolundu.”

49.       Firavun, “Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsâ?” dedi.

50.       Mûsâ, “Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir” dedi.

Not.1         A’râf 160, Taha 80, Ba­kara 57, Mâide 112-115: Allah aç ve sıkıntıda olan İsrailoğullarına kendi katından helva ve bıldırcın eti gönderdiğini beyan ediyor (A’râf 160, Taha 80, Ba­kara 57 vb).

                   Yine Hz. İsa’nın havarileri kendisinden, “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?” demiş­ler O, “İman etmiş kimseler iseniz Allah’tan korkun” demiş. On­lar: “İstiyoruz ki, ondan yiyelim, böylece kalplerimiz rahat ol­sun, bize doğru söylediğini bilelim ve ona gözleriyle görmüş şa­hitler olalım” demişler. Meryem oğlu İsa şöyle demiş: “Ey Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir ki bizim ve geçmiş ile gelecek­lerimiz için bayram ve senden bir ayet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” Allah da şöyle buyurmuş (Mâide 112-115.): “Ben şüphesiz onu size indireceğim; ama bun­dan sonra içinizden kim inkâr ederse, kainatta hiç kimseye etme­diğim azabı ona edeceğim” demiş.

                   Bir kere Allah’ın, “Ben şüphesiz size göndereceğim; ama eğer bundan sonra siz hâlâ inkârda devam ederseniz o zaman ben sizi şiddetli bir azapla cezalandıracağımdemesi, eleştiri için yeterlidir. Çünkü böylesine bir olay imkânsızdır.                                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.224).

51.       Firavun, “Ya geçmiş nesillerin hâli ne olacak?” dedi.

52.       Mûsâ, şöyle dedi: “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır. Rabbim, yanılmaz ve unutmaz.”

53.       “Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten yağmur indirendir.” Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.

Not.1         ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Taha 53, Zuhruf 10: Bu ayetlerdeki dünya beşik gibidir teması şair Kuss bin Saide’den alınmıştır.

                   Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm, kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil diğer konuşmalarını anlatıyor.

                   Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.

                   Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında, giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Giden­ler halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor. Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete anlatıyor.

                   Kuss Hıristiyan’dı; ancak arayışlar içindeydi, yeni bir din pe­şindeydi. Daha doğrusu “ben peygamberim, bana vahiy geldi” de­meye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.

                   De­mek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi. Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha gibileri de o dönem peygamberliğini ilan edenler arasındaydı.

                   Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar için...

                   ...bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).

54.       Yiyin, hayvanlarınızı yayın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) deliller vardır.

55.       (Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.

56.       Andolsun, biz ona (Firavun’a) bütün mucizelerimizi gösterdik de o bunları yalanladı ve reddetti.

57.       Şöyle dedi: “Ey Mûsâ! Sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?”

58.       “Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle.”

59.       Mûsâ, “Buluşma vaktimiz, bayram günü, insanların toplandığı kuşluk vaktidir” dedi.

60.       Bunun üzerine Firavun ayrılıp, hilesini kuracak sihirbazlarını topladı, sonra geldi.

61.       Mûsâ, onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah’a karşı yalan uyduran mutlaka hüsrana uğramıştır.”

62.       Sihirbazlar, işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli gizli konuştular.

63.       Şöyle dediler: “Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar.”

Not.1         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   Taha 63, Nisa 162, Münâfikûn 10, Maide 69: Yazım konusunda da Kur’an’da yanlışlar var diye Ayşe’nin itirazları vardı. Kendisi üç ayet (Taha 63, Nisa 162, Maide 69) hakkında şu açıklamayı yapıyor: Aslında bunlar yazım hatalarıdır. Komisyon Kur’an hazırlar­ken yanlış yazmıştır diyor.

                   Ayşe aynı zamanda Münafikun 10’u da komisyon tarafından yanlış yazılanlar­dan sayıyordu.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.197).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

64.       “Öyleyse, hilelerinizi toplayın (birbirinize destek olun) sonra sıra hâlinde gelin. Bu gün üstün gelen muhakkak başarıya ulaşmıştır.”

65.       Sihirbazlar: “Ey Mûsâ! Ya önce atmayı tercih edersin, ya da ilk atan biz oluruz” dediler.

66.       Mûsâ: “Yok, (önce) siz atın” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor.

67.       Bunun üzerine Mûsâ, içinde bir korku hissetti.

68.       Şöyle dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün olan.”

69.       “Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez.”

Not.1         Sihirbazlıkla ilgili ayetler: Felak 4,  Nas 2, A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46, Bakara 102, Mücadele 10.

a)               Kuran’daki sihirbazlık hikâyelerinin kökeni Sümerlerdir. Sümerlerde bir insan başkasını sihirbazlıkla itham ederse, töhmet altında olan kişi nehre atılır; eğer suyun üstüne çıkarsa, bu iddia yalandır.” Ur-Nammu kanunlarına göre (md.10) iftiracıya para cezası verilir, Hammurabi kanunlarına göre (md.2) ise hem iftiracının malı iftira edilene verilir, hem de iftira eden kişi idam edilir.

                   Kuran’da en çarpıcı örnek Bakara 102. ayetidir

b)               Muhammed, “Sihirbazlık yapan kişiyi bir kılıç darbesiyle öldürün” demiştir. Hatta Muhammed’in hanımlarından halife Ömer’in kızı Hafsa’ya bir cariyesi sihir yaptığı için idam edilmiştir.

c)               Halife Ömer, Muaviye oğlu Cez’a, “Kim sihirbazlık yaparsa öldürün” talimatını verince, sadece bir günde üç sihirbaz öldürülüyor. Halife Ömer, halife Osman, İbni Ömer, Muhammed’in hanımlarından Hafsa, Cündüb bin Abdullah, Cündüb bin Kab, Kays bin Sad, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Hanife ve İmam Malik gibileri, “sihirbazın cezası idamdır” demişlerdir.

d)               Muhammed tarafından kendisine cennet müjdesi verilen 10 kişiden biri olan Sad bin Ebi Vakkas, Muhammed’in “kim sabahleyin hurmanın bir çeşidi olan Acve’den yedi tane yese o gün ne büyü, ne de zehir onda etki yapmaz; yiyen kişi o gün çeşitli tehlikelerden korunmuş olacak” dediğini aktarıyor. Bu hadis, Diyanet işleri başkanlığınca tercüme edilen Tecrid-i Sarih’te de geçiyor.

e)               Bu konuda şu hadis de çok önemli: Muhammed, “Arkadaşlar! Dün gece, namazımı bozmak için bir cin bana camide saldırdı. Onu yakalayıp cami direğine bağlamak istedim; ancak benimle Allah arasında kalsın dedim ve bağlamaktan vazgeçtim. Eğer bağlasaydım siz sabahleyin camiye giderken onu bağlı olarak görmüş olurdunuz” diyor.

f)                Benzer hadislere inanılsaydı bugün tıbbın bu aşamaya gelmesi mümkün olabilir miydi? Neymiş; insan her sabah yedi tane hurma yeseymiş çeşitli hastalıklardan, belalardan korunmuş olacakmış!

g)               Acaba Muhammed neden inandırıcılığı olmayan bu gibi yöntemlere (zaman zaman) başvuruyordu ki, nedir bunun hikmeti? Bunun tek bir yanıtı vardır. Muhammed kendi kerametini göstermek için, o zaman kendilerine inanılan -cin, şeytan gibi- şeyleri bir taktik olarak, etki aracı olarak kullanmıştır; bu bilinçli bir tercihtir.

h)               Olayın masal boyutu bir yana, kendi içinde çelişkileri vardır; özet halinde birkaçını sunayım:

i)                 Bakara 102’de Hz. Süleyman zamanındaki bir hadiseden söz edilirken, “İnsanlara sihir öğreten şeytanlar, Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler/hiçbir etkileri olamaz...” diyor.

                   Yine Mücadele 10’da Allah’ın izni olmadan şeytanlar (değil ki peygambere) normal bir Müslüman’a bile zarar veremezler diyor. Hatta Kur’an’ın birçok yerinde (A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46 vd) Musa ile çeşitli sihirbazlar arasında yaşanan mücadelede kendisinin galip geldiği; karşı tarafınsa mağlup olup ona hiçbir zarar veremediği belirtiliyor.

j)                 Muhammed’in, “Sihir malzemesinin atıldığı kuyunun etrafındaki ağaçların dalları bu malzeme nedeniyle şeytan kafası gibi olmuştu, bundan dolayı o kuyunun suyu bulanık hale gelmişti” açıklamasının bir izahı olabilir mi! Acaba Muhammed’in kendisine inandığı şeytanın kafası nasılmış ki ağaçların dallarını da ona benzetiyor!

k)               İşin ilginç yanı, bu olayın Kur’an’da anlatılmış olmasıdırMuhammed’in başına gelen bu sihir belası nedeniyle Kur’an’dan “Felak” ve “Nassurelerinin indiği, birçok tefsir, sebeb-i nuzul ve hadis kaynaklarında yazılı. Başka kaynağa gerek yok; ayet zaten bu olaya değiniyor.

                   Allah, Felak 4’te “Ey Muhammed! Düğümlere üfürenlerin (üfürükçülerin) şerrinden Allah’a sığınırım de!” anlamında Muhammed’e emir veriyor.

                   Herhalde Kur’an’ın Allah’ı durup dururken Muhammed’e böyle bir talimat vermez; bunun, konuyla ilgisi olduğu belli. Muhammed’in sihirden etkilendiğini anlatan Ayşe, Muhammed’le Medine döneminde evlenmiştir. Onun bu sözlerinden, bu dönemde de Muhammed’in bu hastalığının (din mantığından hareketle) devam ettiği ortaya çıkıyor. Hâlbuki bu beladan kurtulabilmesi için bir nevi reçete gibi gönderilen  “Felak” ve “Nas” sureleri, Mekke döneminde inmiştir. İşin mantıksal yanı bir tarafa; tarihi olaylar da gösteriyor ki, inen bu ayetlerin  Muhammed’e şifa oldukları iddiası doğru değildir. Bir de Ayşe, “Muhammed kendi hanımlarıyla yattığı halde ‘Hayır; yatmadım’ diyordu” hadisini aktarırken, çok önemli bir ipucu daha veriyor. O da şu: Muhammed’in birden fazla kadınla evliliği ancak Medine döneminde gerçekleşmiş. Bu durumda, Mekke’de inen “Felak” ve “Nas surelerinin kendisine yarar sağlamadığı çok açık. Sonuç olarak, olayın akıldan uzaklığı bir yana; kendi içinde çelişkileri olduğu göz ardı edilmemeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.121-127).

70.       (Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler.

71.       Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

72.       Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.”

73.       “Şüphesiz ki biz; günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için, Rabbimize inandık. Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve daha kalıcıdır.”

74.       Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de (güzel bir hayat) yaşar.

75-76.  Her kim de O’na salih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır.

Not.1         Sad 50, Fatır 33, Meryem 61, Taha 76, Mü'min (Gafir) 8, Kehf 31, Nahl 31, Rad 23, Beyyine 8, Saff 12, Tevbe 72: Bu ayetlerde Cennet’ten “Adn/Aden” olarak söz ediliyor. Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak geçiyor (Tevrat, Tekvin 2/8). Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da yazılı ki Sümer inançlarıyla tamamıyla çakışıyor. Cennet/Adn/Aden hikâyeleri çok tanrılı Sümerlerden gelmedir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).

77.       (Firavun’un imana yanaşmaması üzerine) Mûsâ’ya, “Kullarımı (İsrailoğullarını) geceleyin (Mısır’dan) yürütüp çıkar. Yakalanmaktan korkmaksızın, endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç” diye vahyettik.

78.       Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz onları görülmedik bir şekilde kuşatıp yuttu.

79.       Firavun, halkını saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.

80.       (Allah, şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr’un sağ yanını va’dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara 63, 93, Nisa 154) geçen;

                   TURkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “dağ” anlamına gelir. Ayrıca Ne­batice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.276).

81.       “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım da kimin üzerine inerse, o muhakkak helâk olmuş demektir.”

82.       “Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.”

83.       (Mûsâ, Tûr’a varınca): “Seni, acele ile kavminden uzaklaştıran nedir, ey Mûsâ?” (dedik.)7

84.       Mûsâ, şöyle dedi: “Onlar, işte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye, acele ederek sana geldim.”

85.       Allah, “Şüphesiz, biz senden sonra halkını sınadık; Sâmirî onları saptırdı” dedi.

86.       Bunun üzerine Mûsâ, öfke dolu ve üzgün bir hâlde halkına döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz, size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Ayrılışımdan sonra) çok zaman mı geçti, yoksa üzerinize Rabbinizden bir gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze uymadınız (ve buzağıya taptınız)?” dedi.

87.       Şöyle dediler: “Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz. Fakat biz Mısır halkının mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları ateşe attık. Sâmirî de aynı şekilde attı.”

88.       Böylece (Sâmirî) onlar için böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. (Sâmirî ve adamları) “Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsâ’nın da ilâhıdır. Öyle iken Mûsâ, (ilâhını burada) unuttu (da onu Tûr’da aramaya gitti)” dediler.8

Not.1         Araf 142,148, 150, 152, 154, Taha 85-88, 95, Bakara 54-57:

                   Sadece Kuran ve Tevrat’taki bilgilere bakıldığında Musa’nın hiç yoktan adam öldürdüğü olay (kasas 15-21) dışında başka birkaç katliam daha yaptığı ortaya çıkıyor.

a)               Bakara 54’te Musa kavmine “Cidden siz o buzağıyı ilah edinmekle kendinize zulüm yapmış oldunuz. Hemen tevbe edin de nefislerinizi öldürün.” diyor.

                   Bu ayetle ilgili özellikle de “nefsinizi öldürün” cümlesi hakkında, başta Kadı Beydavi olmak üzere tefsirlerde şu ortak bilgi geçiyor: Musa, dağdan, tanrısı Yehova görüşmesinden gelince, ondan aldığı emirle kendi toplumuna, “Yaptığınıza karşı ya kiminiz kiminizi vurun” veya “Buzağıya tapmayan, onu ilah edineni vursun” diyor.

b)               Musa’ya gelen Tevrat, hem Kuran’daki bilgilere göre, hem de Tevrat’a göre levhalarda toplu halde yazılıyken Musa gidip dağda Allah’tan teslim alıyor. Kuran’sa parça parça iniyor. Bunu hem Kuran, hem Tevrat yazıyor.

                   Tevrat’a göre Musa’dan sonra Harun (Tevrat Çıkış, 16/13-36, Bakara 55- 57), Kuran’a göre de “Samiri” (Taha suresi, 85, 87, 95) adında biri onların süs eşyalarından, ziynetlerinden böğüren bir buzağı yapıyor, onlar o buzağıyı ilah ediniyorlar (Araf 142,148, Taha 88).

c)               Allah Musa’yı, onları bıraktığı için hem azarlıyor, hem de bak sen geldin; ama senin kavmin daha sonra buzağıyı tanrı edindi deyince, Musa kızgın bir biçimde dönüyor ve içinde  tanrı ayetlerinin yazılı olduğu levhaları yere atıyor.          Musa’nın tanrı levhalarını yere attığını hem Tevrat, hem de Kuran yazıyor (Araf 150,154, Taha 85–86).

d)               İşte Musa’nın kavminin bu yaptıklarına karşı Allah, “Buzağıyı ilah  edinenlere gelince, hiç şüphe yok ki, onlara Rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız” diyor (Araf,152).        .

e)               Onların işlediği bu suça karşı Musa kendilerine, “Tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Allah katında sizin için böylesi daha iyidir” diyor (Bakara suresi, 54). Tabi ki ayette detay yok; ancak tefsirlerde Kadı Beydavi başta olmak üzere ilginç yorumlar var. Bu olayla ilgili Tevrat’taki bilgilerse çok nettir.

f)                Tevrat’a göre (Çıkış, 32/ 26–29) o gün akşama kadar üç bin, Kuran tefsirlerine göre ise az önce belirtildiği gibi 70 bin insan öldürülüyor. Suçları ise, tanrıya eş koşup buzağıya inanmaları.

g)               Bazı İslamî yazarlar bu ayetle ilgili, “Efendim ayette geçen ‘Nefsinizi öldürün’ ifadesinden kasıt, artık böyle şeyleri yapmayın, kendinizi düzeltin... demiştir” diyebilirler. Bu yorumun gerçekle ilgisi yoktur. Çünkü Tevrat’ta bir kere böyle bir olayın meydana geldiği kesin.

h)               Olayın meydana geldiğine ilişkin Kuran’da bir diğer ipucu da, Allah’ın bu ceza ayetlerinden birinde, “Buzağıyı ilah edinmelerine gelince, hiç şüphe yok ki onlara rablerinden bir gazap ve dünyada bir zillet erişecektir. İşte biz böyle cezalandırırız.” demesidir  (Araf,152). Eğer bu olay meydana gelmemiş olsaydı Kuran’ın Allah’ı böyle söylemezdi. Bu, Kuran’a göre olayın meydana geldiğine bir kanıttır.

i)                 Kuran’daki bilgilere bakıldığındaMusa’nın kendi kavmini böyle bir katliamdan geçirdiği kesin. Dolayısıyla yersiz yorumlar, dinden bilgisi olmayan halkın kafasını karıştırmaktan başka bir amaç taşımıyor. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.141-146)

89.       Onlar bu heykelin, sözlerine karşılık vermediğini, kendilerinden hiçbir zararı uzaklaştıramayacağını ve onlara hiçbir fayda sağlayamayacağını görmezler mi?

90.       Andolsun, Hârûn onlara daha önce şöyle demişti: “Ey kavmim! Siz bununla yalnızca imtihan edildiniz. Doğrusu sizin Rabbiniz ancak Rahmân’dır. Öyleyse bana uyun ve emrime itaat edin.”

91.       Onlar da, “Mûsâ bize dönünceye kadar buzağıya ibadet etmeye devam edeceğiz” dediler.

92-93.  Mûsâ, (Tûr’dan dönünce) şöyle dedi: “Ey Hârûn! Saptıklarını gördüğün zaman bana uymana ne engel oldu? Yoksa emrime karşı mı geldin?”

94.       Hârûn: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum” dedi.

95.       Mûsâ, “Ya senin derdin neydi ey Sâmirî?” dedi.

96.       Sâmirî, şöyle dedi: “Ben onların görmediği şeyi gördüm. Elçinin izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi.”

Konu:         KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!

                   A’raf 142-150, 154, 155, Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:

                   (BU KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

97.       Mûsâ, “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) “Bana dokunmak yok!” diyeceksin.9 Senin için, asla kaçamayacağın bir ceza daha var. Hele şu ibadet edip durduğun ilâhına bak! Biz onu elbette yakacağız ve onu muhakkak denize savuracağız.

98.       Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

99.       (Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir (Kur’an) verdik.

100.     Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki o, kıyamet gününde ağır bir günah yükü yüklenecektir.

101.     Onlar o günahın cezası içinde ebediyen kalacaklardır. Sûra üfürüleceği gün10, bu ağır yük onlar için ne kötü bir yüktür!

102.     O gün günahkârları, (gözleri korkudan donup) gömgök kesilmiş olarak haşredeceğiz.

103-104.    Aralarında birbirlerine “(Dünya’da) sadece on (gün) kaldınız” diye gizli gizli konuşacaklar. -Onların, hakkında konuşacakları şeyi biz daha iyi biliriz.- O vakit içlerinden en aklı başında olanları, “Siz sadece bir gün kaldınız” diyecektir.

105.     (Ey Muhammed!) Sana dağların (kıyamet günündeki) hâlini soruyorlar. De ki: “Rabbim onları toz edip savuracak.”

106.     “Onların yerlerini dümdüz, boş bir alan hâlinde bırakacaktır.”

107.     “Orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremeyeceksin.”

108.     O gün kendisinden yan çizmek mümkün olmayan davetçiye (İsrâfil’e) uyarlar. Sesler, Rahmân’ın azametinden dolayı kısılmıştır. Artık sadece fısıltı işitebilirsin.

109.     O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.

110.     O, önlerindekini ve arkalarındakini (dünyadaki ve ahiretteki durumlarını) bilir. Onların bilgisi ise Rahmân’ı kuşatamaz.

111.     Bütün yüzler; diri, yaratıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten Allah’a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen, mutlaka hüsrana uğramıştır.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Taha 111, Bakara 255, Al-i İmran 2) Arapçasında geçen;

                   KAYYUMkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “uyumayan” anlamına gelir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.278).

112.     Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan.

113.     İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar, yahut onlara bir uyarı versin diye onda tehditleri teker teker sıraladık.

Konu:         KUR’AN EVRENSEL Mİ?

a)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:

                   Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı, doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz bölgesindeki insanları (dili Arapça olanları) ilgilendirdiği hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara bir mesaj iletil­mek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir dille olmalı.

                   Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar dışındakilere gelmiyor.

                   Gerekçesi de Kur’an’da belirtili­yor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.

                   Tam burada Arap olmayan­ların da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dili­mizde olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun? demeye hakları vardır. Eğer bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de alınmalıdır.

                   Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken Arap yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve Müslüman olmayanları Arap yarımadasından çıkarın şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insan­ları ilgilendiren bir din.

                   Peki, eğer bölgesel bir din olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın, denilebilir miydi? Aslına bakılırsa artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ih­tisas gerekiyor.

b)               Müddessir 36, En’am 19, Sebe 2, Enbiya 107:

                   Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.

                   Bu ayetler afaki bir anlam içeriyor; Kur’an’ın evrenselli­ğiyle alakalı değildir.

                   Bunlar soyut açıklamalardır ve birer pers­pektif vermektedir.

                   Mesela Dostoyevski, Yeryüzünde tek bir can acı çekerken mutlu değilim demiş.

                   Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.

                   Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun çıkardı, deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu ancak asimilasyonun daniskası olur.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        İnançların temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET, CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler hep başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.

                   Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime olduğunu bunların İbranice, Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice, Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.

                   Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami Dilleri profesörlerinden Arthur Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki 320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli dillerden geldiğini yazmış.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.265-302).

114.     Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.

Not.1         Kıyamet 16-19, Taha 114, Kehf 23-24: MUHAMMED YANILDIĞINDA NASIL BİR TAKTİK UYGULARDI?

                   “...acele ederek dilini oynatma... okutulması da bize aittir (onun garantörü biziz -burada biz’den kasıt Cebrail’miş-)...” (Kıyamet 16-19),

                   “(Cebrail tarafından) sana vahiy tamamlanmadan Kur’anı okumakta acele etme” (Taha 114),

                   İnşaallah! demeden “yarın şunu yapacağım” deme” (Kehf 23-24).

a)               Yukarıdaki ayetler ve benzerlerinden anlaşılan şudur ki, Muhammed zaman zaman yanlış bilgiler vermişbunun içinden çıkabilmesi için de, “Ne yapayım Cebrail konuya ilişkin henüz ayeti bitirmeden ben acele ettim, O yüzden yanlış bilgi verdim” mazeretini sağlamak amacıyla bu gibi ayetlere kendi Kur’an’ında yer vermiştir.

b)               Şu yorum da yapılmış: “Kur’an’ın bazı ayetleri pek açık değilmiş, Muhammed bunların ikinci bir ayetle açıklamalarını Allah’tan beklemeden kendi kafasından yanıt vermeye kalkışmasın diye bu ayetler inmiştir” diyenler de vardır.

Notlar:       Konuyu irdeleyelim:

a)               Bir kere tanrı ne demek istiyorsa (az ve öz misali) bir defada açık bir biçimde belirtebilir. Ayeti ilk önce muğlâk gönderip daha sonra 2. bir ayetle açıklamasına ne gerek var!

b)               Bundan da anlaşılıyor ki Muhammed, içine düştüğü yenilgilerden kurtulmak için bir kurtuluş yolu olarak bu yöntemi seçmiştir.

c)               Bir de madem tanrı bu ayetlerde “Ben Kur’an’ı senin kalbine yerleştireceğim”, başka yerde de “Kur’an’ı biz gönderdik, onu biz koruyacağız” (Hicr 9) diyor; o halde neden bir gün adamın biri güzel bir cümle okurken Muhammed ona “Allah senden razı olsun; ben artık o ayeti unutmuştum, sen bana hatırlattın; yeniden Kur’an’a alırım” desin ki!

d)               Hani tanrı “Kur’an’ın garantörü benim” diyor. Hem 40’dan fazla vahiy kâtipleri vardı güya. Neden 3. halife Osman zamanında o da halife Ömer’in teklifi üzerine Kur’an toplanırken taşlar üzerinde (Lihaf) deri (Rika), kemikler (ektaf), ağaç parçaları (ektab) üzerinde -güya- yazılı olan ayetlerle iki şahit gösterip “bende de şu şu ayetler vardır” diyen kişinin elindeki cümleler (sağlıksız bir biçimde) ayet olarak kabul edilip Kur’an’a yazılıyordu ki? Bu da Kur’an’ın ayrı bir sorunu.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.190-191).

115.     Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.

116.     Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.

117.     Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”

118.     “Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”

119.     “Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.”

120.     Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”

Not.1         Araf 19-22, Taha 120, Bakara 35: Bu ayetlere göre tanrı, Adem’le Havva’yı, hayat ağacına yanaşmamaları konusunda uyarır. Bu hikâye de çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumerlerin cenneti Dilmun’da da Enki’nin bitkilerden yemesi, Tanrıça Ninhursag’la arasını açar. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.58).

121.     Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.

Not.1         Araf 22, Taha 121: Bu ayetlere göre Adem’le Havva cennetten kovulunca üzerlerindeki elbise alınır. İslam inancına göre insanlar kıyamet günü dirilince hepsi yalın ayak ve çıplaklar. Bu inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sümerlerde de aşk tanrıçası İnanna, Çoban tanrı Dumuzi’yi kurtarması için yeraltı dünyasına/ cehenneme gidince, elbisesi dahil üzerindeki tüm eşyası oradaki görevliler tarafından alınır. Şu benzerlik de önemli ki, bu olay nasıl Sümerlerde karı koca olan Enki ile Ninhursag arasında yaşanmışsa, Kur’an’a göre de karı koca olan Adem’le Havva arasında yaşanmıştır. “Ahrette kılıçtan keskin bir köprü olacağı efsanesi” hakkında Tevrat’ta malumat olmadığı için Muhammed’in bu konuda kaynak olarak “Zerdüşt inancı”nı tercih ettiği rahatlıkla söylenebilir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.53, 57).

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (A’raf 22, Taha 121) Arapçasında geçen;

                   TAFAK/TAFİKAkelimesi Arapça değildir.

                   Rumca/Yunanca’dır,kastetmek” anlamına gelir. Ayette “yapmaya başlamak” anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.295).

122.     Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.

Not.1         A’râf 19-26, Meryem 61-62, Tâhâ 115-122, Bakara 31-32, 35-37, Muhammed 15, Saff 12: “Âdem’in cennetten kovulması” hikâyesi Tevrat’ta daha ayrıntılı anlatılmaktadır. Ancak bu hikâye aslında çok tanrılı Sumerlerden gelmektedir.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.41-44).

123.     Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”

124.     “Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”

125.     O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak haşrettin?”

126.     Allah, “Evet, öyle. Âyetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun” der.

127.     Haddi aşan ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz ahiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır.

128.     Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır.

129.     Rabbin tarafından daha önce söylenmiş bir hüküm ve belirlenmiş bir süre olmasaydı, onlar da hemen cezalandırılırlardı.

130.     O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki hoşnut olasın.

131.     Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

132.     Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır.

133.     İnanmayanlar, “Doğru söylediğine dair bize Rabbinden açık bir delil (bir mucize) getirse ya!” dediler. Önceki kitaplarda olanların apaçık delili (olan Kur’an) onlara gelmedi mi?

134.     Eğer biz onları o Kur’an’dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, “Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık” derlerdi.

135.     Ey Muhammed, de ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Yakında kimin düz yolun sahipleri olduğunu, kimin doğru yolu bulduğunu bileceksiniz!”

 

Konu:         KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!

                   A’raf 142-150, 154, 155, Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:

a)               Kur’an’da anlatıldığına göre; Musa ve etrafında toplananlar Mısır’dan ayrılıp Sina’ya gelince, Musa uzaktan bir ateş (ışık) görüyor ve ailesine, “Bekleyin! Gözüme bir ateş ilişti. Olabilir ki, ondan size bir kor parçası getiririm ya da onun üzerinde bir kılavuz bulurum” diyor (Taha 10).

b)               Bazı tefsirlerde, onlar çöle gelince Hz. Musa’dan mucize ola­rak bir kitap istiyorlar ve Musa yanına, İsrail oğullarından 70 seçme insan alıp dağa çıkıyor.

                   Kendi aralarında bazı şeyleri (Tevrat adıyla) ortaya koyabilecek bir kadro oluşturuyor.

                   Çünkü bunlar Mısır’dan/harikalar diyarı piramitler memleketinden gelen insanlar. Dolayısıyla Tevrat’ta anlatılan mitolojileri anlatma noktasında uzman kişiler.

                   Yani burada geçerli olan maddi faktör­lerdir; yoksa Musa, Firavun ve etrafındakileri bilmem yılanla, şu mucizeyle mağlup etti gibi sözler hep mitoloji (Kurtubi, Bakara 51 tefsiri).

c)               Hz. Musa’nın bu 70 seçme insanla birlikte dağa çıkma olayı Kur’an’da da anlatılıyor (Araf 155).

                   Aslında tefsirlere gerek yok. Çünkü Kur’an’ın farklı bir yerinde onların Musa’dan bir kitap isteğinde bulundukları anlatılıyor (Nisa 153).

                   Bu konuda Bakara 108 tefsirinde daha detaylı bilgiler var.

                   Musa da bu isteğe karşı arayışlara giriyor ve dağa çıkıp 40 gün içinde onların isteklerine yanıt veriyor.

                   Tanrı ne za­man vahiy başlatsa Musa daha önceden biliyormuş ki, dağa çıkıp kitabını bekliyor. Millet zaten Mısır Firavunlarından bıkmış, can derdinde, şaşkınlık içinde, ne yapacağını bilemiyor.

                   Musa da bu­nu çok iyi değerlendiriyor.

d)               Bu 40 gün olayı Bakara 51’de geçiyor. Araf 142’de ise, önce 30 gün­den söz ediliyor, 10 gün daha ilave edilerek 40 güne tamam­landığı belirtiliyor.

                   Burada belli ki Musa ilk etapta kendi kavmine (tanrıdan kitap getireceğim diye) 30 günlük bir süre belirlemiş ama dağa çıkınca belirlenen süre içinde kitabını bitiremeyince (tabi ki mermer ve­ya taş oymak, üzerinde yazı yazmak hayli zaman alır), on gün­lük bir süre daha ekliyor ve Allah o süreyi uzattı şeklinde kendi kavmine anlatıyor.

                   Bakara 51’de verilen süreyle ilgili Ve Musa ile kırk gece için sözleşmiştik de siz bunun ardından buzağıyı tanrı edinmiştiniz. Zulme sapmıştınız deniliyor.

                   Şu benzerlik de gözden kaçmamalı: Musa işi nasıl dağda başlatmışsa, Hz. Muhammed’in vahiy alması da dağ­da başlamıştır. Muhammed’in vahiyden önce dağa gidip orada çalışma yapması, bir şeylere yoğunlaşması bir gerçektir!

                   Kur’an’da az önceki iki ayette (Bakara 51, Araf 142) Musa’ya verilen sürenin 40 gece olarak ifade edilmesi bence daha da anlamlıdır! Neden 40 gün değil de; 40 gece? Bilinmez!

e)               İşte ne olduysa, yazının başında sözünü ettiğim o ateş olayında oluyor ve Musa dağa gidip dönünce Tevrat’ın levha­larını getiriyor. Kur’an Hz. Muhammed’e parça parça ve yak­laşık 23 yıl değişik aralıklarla inmişken, Musa’ya bir sefere mahsus/ yani toplu halde ve levhalar üzerinde yazılmış vaziyette gönderiliyor...

f)                Bu olay Kur’an’da işleniyor. (A’raf 145, ayrıca 142-150, 154, Taha çoğu ayetleri ve Bakara 51)

                   İlgili ayetin an­lamını verelim: Biz Musa için levhalarda her şeyi ayrıntılı ola­rak yazdık. Bunları kuvvetle tut ve toplumuna da emret, onları en güzel şekliyle tutsunlar.”

                   İlgili ayetlerde deniliyor ki, Hz. Musa dağdan geri dönünce, arkasında bıraktığı kavmi putperestlikle uğraştığı için, ağabeyi Harun’a kızıyor, onun sakalından ve boğazından tutup çekiyor ve bu arada kızgınlıktan, tanrısından getirdiği levhaları yere fırlatıyor.

                   Buraya kadar ayetlerde anlatılıyor (mesela A’raf 145).

                   Ancak tefsirlerde şu da var: Musa o levhaları yere atınca kırılıp parçalanıyorlar.”

g)               Kur’an’ın ne gibi yöntemlerle kitap haline getirildi­ğini baştan beri anlatıyorum. O halde niye Musa’nınki toplu hal­de kıymetli madenler üzerinde yazılıp gönderiliyor da, diğeri parça parça gönderiliyor; sonuçta deri, taş gibi kıymetsiz malze­meler üzerine yazılıyor?

                   Aslında olay şu:

                   Mısır piramitleri şu an dünyanın 7 harikasından biri. Musa, özellikle ağabeyi Harun ve onunla birlikte Sina’ya gelenler aynı kültürün insanları ve zaten Harun çok önemli bir heykeltıraş/mimardı.

                   Olayların akışından bu ortaya çıkıyor (Taha, 88-96 tefsirleri önemli bu konuda).

                   Tabi ki o çöle gelince Musa uygun bir ortam arıyor.

h)               Benim bu konuda hem Tevrat’taki bilgilerden, hem de Kur’an’da anlatılanlardan (ve mantığın da gereği olarak) an­ladığım şu:

                   Kendisi o çölde bir mermer veya başka maden-taş ocağına giriyor, uzun zaman levhalarını oyuyor ve üzerinde iste­diklerini yazıp bir gün kavmine geri geliyor.

                   Ey ahali, haberiniz olsun ben bu levhaları tanrıdan getirdim, bunlar onun ayetleri­dir diyor.

                   Az önce de ifade edildiği gibi, dağdan dönüp ağabeyi Harun’a kızınca ve bu arada onun sakal ve boğazına asılınca, elindeki levhaları yere fırlatıyor...

i)                 Bundan yaklaşık 35 asır önce oluşan bir mitoloji hakkında, Kur’an’daki bilgileri temel alarak bir özet sundum.

                   Burada şunu da eklemek isterim ki, Kur’an’da, “Kur’an’ı parça parça gönderdim ki, insanlar kolay kavrayabilsinler şeklinde bir gerekçe belirtiliyor (İsra 106).

                   Oysa Musa’nın kavmi için toplu hal­de ve levha şeklinde gönderiliyor ayetler.

                   Demek onun kavmi daha zeki imiş!

Kaynak:    Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.343).





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.

2.     Rivayete göre, Hz.Peygamberin çok ibadet ettiğini gören Kureyş müşrikleri, “Allah, bu Kur’an’ı Muhammed’e sıkıntı çeksin diye indirdi” demeleri üzerine bu âyet inmiştir.

3.     Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.

4.     Mısır’da Firavun’un gözetimi altında yetişen Hz. Mûsâ, orada istemeyerek bir kişiyi öldürünce, Medyen’e kaçmak zorunda kalmış, orada Hz. Şu’ayb ile karşılaşmış ve kendisine sekiz yıl -arzu ettiği takdirde on yıl- çobanlık yapmak karşılığında kızlarından biriyle evlenmişti. Müddeti tamamlayan Hz. Mûsâ, bir kış gecesi, doğup büyüdüğü Mısır’a doğru giderken yolunu kaybetmişti. Burada sadece bir kısmı gündeme getirilen ve Hz.Mûsâ’nın Mısır’da Medyen’de ve tekrar Mısır’da yaşadığı olaylar zinciri, Kasas sûresinde (3-42. âyetler) genişçe anlatılmaktadır.

5.     Bu mucize ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Neml sûresi, âyet,12.

6.     Tefsir bilginlerinin açıklamasına göre, Firavun ailesi küçük Mûsâ’yı bulup alınca, çocuk hiçbir kadından süt emmemeye başladı. Ona süt emzirecek bir kadın aradıkları sırada, ablası Meryem, Firavun ailesine, “Size, ona bakıp emzirecek birini göstereyim mi” deyince, bu teklif kabul edildi. Gidip Mûsâ’nın annesini getirdiler ve çocuk onun sütünü kabul etti. Böylece Mûsâ tekrar annesine dönmüş oldu.

7.     Tefsir bilginlerinin bahsettiğine göre, Hz.Mûsâ Tûr’a giderken, yanına, halkından seçtiği bazı temsilcileri de almıştı. Yolda bir an evvel Rabbi ile konuşma arzusuyla acele ederek onları geride bırakmıştı. Âyette ifade edilen uzaklaşma budur.

8.     Rivayete göre İsrailoğulları Mısır’dan çıkacakları gece, “Yarın bizim bayramımızdır” diyerek yerli halktan ödünç olarak süs eşyaları almışlardı. Mûsâ’nın Tûr’a gidişinden sonra, Sâmirî onları ikna ederek altınları ateşte eritmiş, kalıba dökerek bir buzağı heykeli yapmıştı.

9.     Tefsir bilginlerinin açıklamasına göre; Sâmirî, yakalandığı bulaşıcı bir hastalık sebebiyle kimseye dokunamıyor, kimse de ona dokunamıyordu. Biri ona dokunacak olsa, “dokunmak yok” diye uyarıda bulunuyordu. Âyet, “Artık sen hayatın boyunca benimle temas yok! (herkes benimle ilişiğini kesti) diyeceksin. (Hayatın boyunca yapayalnız yaşayacaksın)” şeklinde de tercüme edilebilir.

10.    “Sûr”, üfürülmesiyle kıyametin kopacağı, mahiyeti bizce bilinmeyen bir tür boru demektir.



Sonraki sure
VÂKI'A | GERÇEKLEŞEN OLAY




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting