ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            104- MÜNAKAŞA ETMEK (TARTIŞMAK) | MÜCÂDELE (Kitap Sırası-58)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Medine döneminde inmiştir. 22 âyettir. Sûre, adını ilk âyette sözü edilen olaydan almıştır. “Mücâdele”, münakaşa etmek, tartışmak demektir. Bir adamın “zıhâr” yaptığı karısı, Hz. Peygambere gelerek onu şikâyet etmiş ve Hz. Peygamberle de tartışmıştı. Sûrede başlıca, zıhar, zıhar keffareti gibi bazı dînî hükümler ile birtakım görgü kuralları ve mü’minlerin inanmayanlara karşı takınmaları gereken tavır konu edilmektedir.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

2.         İçinizden kadınlarına zıhar1 yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

3.         Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Not.1         Beled 13, Ahzab 37, Nisa 92, Mücadele 3, 4, Maide 89: Bugün İslamda var olan köleyi azat etme geleneği bile, öteden beri var olan bir uygulamaydı. Muhammed buna da karışmayıp, olduğu gibi onayladı (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No: 705-709).   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32).

Not.2         KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul anlamına ge­lenabddenir.

                   Büyük diye düşünülen Allah, acaba niçin kabul ediyor ki onun bir kısım kulları başka kullarını kendine köle-abd olarak kullansınlar?

                   Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için kendi ayetleriyle bu işi organize edip bu konuda fetva veriyor.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).

Not.3         KUR’AN’DA KÖLE: Nisâ 92, Mücâdele 3:

                   Bu ayetlerde kölenin lehine bazı şeyler öne sürül­müştür. Fakat köleliği yasaklayan, onu ortadan kaldıran bir aye­ti Kur’an’da bulmak mümkün değildir.

                   Kur’an’ın aldığı bazı ka­rarlar, kölenin lehine görünse bile bunlar yeni olan icatlar değildir. Nitekim daha önce ifade edildiği gibi, Hakim bin Hizam adındaki şahıs tek başına kendi imkânlarıyla yüz tane köle azat etmişti ki, o zaman henüz Muhammed peygamberlik davasında bulunmamıştı.

                   Eğer Kur’an’ın arkasında Allah olsaydı, ona dü­şen, onlar hakkında böyle ufak tefek kararlar almak değil; onla­rı tamamen esaret zincirinden kurtarmak olması gerekirdi.

                   Ama maalesef Kur’an’ın köleliği ortadan kaldırdığına ilişkin hiçbir işaret mevcut değildir.

                   Hatta diyebiliriz ki, kişinin işlediği bazı günahlardan kurtulabilmesi için Kur’an’da belirlenen köleyi azat etme formülü, köleliği daha da cazip hale getirmeyi, kurumlaştırmayı teşvik etmiştir.

                   Mesela bir insan, “Mademki büyük gü­nahlardan kurtulmak için köle azat etmek iyi bir şeydir, o halde kölelik kurumu her an devam etsin ki, bu tür günahları işlediği­miz zaman hemen bir köle azat edelim de bu suçtan bir an evvel kurtulalım” şeklinde bir yorumda bulunabilir.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.292-293).

Konu.1      KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   (BU KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

4.         Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar, Allah’a ve Resûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.

Not.1         Mücadele 1-4: “Hak Verilmez Alınır” İlkesi Ayetlerin Gelişinde de Geçerlidir

a)               Muhammed zamanında eskiden beri süregelen şöyle bir gele­nek vardı: Şayet bir erkek hanımına, “Sen bana annemin sırtı gi­bisin” deseydi, o hanım boşanırdı ve ölünceye dek de artık o erkeğe onun nikâhı haram olurdu. Bu şekil bir boşanmaya “zihar” denirdi. Bu işi yapan erkeğe “müzahir”, boşanan kadına “müzarerün minha”, kullanılan ifadeye de “müzaherün biha” denirdi.

b)               Muhammed’in peygamberliğinin son yıllarında Medine’de “Evs bin Samıt” adında bir kişi, Havle veya Cemile ya da Huveyle binti Malik ismindeki hanımını, az önce açıkladığımız “zihar” yo­luyla boşamıştı. Aslında hem erkek hem de hanım bu boşanmayı istemiyordu; ama her nedense adamın ağzından böyle bir ifade çıkmış ve her ikisinin de başlarına dert açmıştı.

c)               Muhammed “Bu konuda henüz bana vahiy gelmedi, fakat bana ka­lırsa artık sen boşanmış sayılırsın” şeklinde yanıt vermişti.

d)               Bunun üzerine, kadın duygu yüklü çok iyi bir savunma yaparak; Mu­hammed’e, “Ey peygamber, kocam bana karşı bu ifadeyi kullandı ama, açık bir şekilde ‘Sen boşsun’ demedi. Kaldı ki, ben bu adam­la evlendiğimde gençtim ve çekiciydim; ne zamanki yaşlandım, birçok çocuk sahibi oldum, o zaman eşim bana karşı, ‘Sen anne­min sırtı gibisin’ dedi ve beni sokaklara terk etti. Benim çocukla­rım vardır, onları terk etsem perişan olacaklar; beraberimde götürsem kendilerine bakamam. Ey Allah’ın Resulü, kurban olayım, yalvarırım bana bir yol...” tarzında şikâyetini tekrarlıyor.

e)               İki-üç sefer bu talebini dile getirip Muhammed’den olumsuz yanıt alın­ca, bu sefer Allah’a yöneliyor ve “Allah’ım, mazeretimi, sıkıntımı sana bildiriyorum; Peygamberine bu konuda vahiy gönder de kurtulayım” şeklinde duada bulunuyor.

f)                Nihayet, kadının bu yal­varışından sonra Mücadele Suresinin ilk dört ayeti -o anda- bir­den iniveriyor.

g)               Bu sureden sonra 9 sure daha inip -Muhammed’in de ölümü üzerine- Kur’an ta­mamlanmıştır. Dolayısıyla, neredeyse tamamlanmak üzere olan Kur’an da, o ana kadar -bu konuyla ilgili- herhangi bir gelişme yoktu. Fakat kadının mücadelesi sonucu, dört ayet birden iniyor ve erkeklerin bu tür ifadelerini boşanma olarak kabul etmiyor. Ayrıca, bu geleneği tamamen yürürlükten de kaldırmıyor. Kur’an’da böyle bir düzenlemenin yapılmasının iyi mi-kötü mü olduğundan ziyade, bu ayetlerin nasıl indikleri konusu üzerinde durmakta fayda vardır. Burada hemen aklımıza “Hak verilmez, ancak alınır” veya “Çalışan kazanır” sözleri geliyor. Bu örneğimizde çok net olarak görülüyor ki, kadının müracaatı sonucu Cebrail’e yol görünmüş ve sonuçta Allah, yarım sayfaya yakın Kur’an ayetini birden gönderivermiş.

h)               Bu ayetlerin, kadının gay­reti sonucu indiklerini zaten Kur’an da kabul ediyor. Çünkü, ayetin hemen başında, “Ey Muhammed! Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden kadının sözünü işitmiştir” deniyor. Yani, Kur’an’da sadece kadının adı belirtilmemiştir; yoksa hadise olduğu gibi yer almaktadır.

i)                 Bu arada; ayet güya kadına cevap mahiyetinde gelmiştir. Ama bakıyoruz ki, kadının sorununa yanıt olmaktan ziyade, Allah’ın övgüsüne daha fazla yer verilmiştir; hem de, edebi üsluba aykırı bir biçimde. Şöyle ki, “Kocası hakkında seninle tartışan mücadeleci kadının sözünü gerçekten Allah işitmiştir; Allah ikinizin de konuşmasını işitir; Allah işitendir” deniyor. Bu temanın burada, bu tekrarlarla anlatılması gerçekten anlam­sızdır.

j)                 Kaldı ki, bu geleneğin böyle yarım yamalak şekilde değil de, tamamen ortadan kaldırılması daha adilane bir karar olurdu. Halbuki, tam tersine, kadın bu gelenekle daha da ezilmeye mahkûm olmuştur. O halde, bu ayetle kadın koruma altına alınmıştır sözü, gerçeği yansıtmıyor.

k)               Olayın bir diğer önemli tarafı da şudur ki, mücadele eden kadın, davasında kazandığı gibi, aynı zamanda bu sureye de damgasını vurmuş oluyor. Zira, kadının hem bu mücadelesin­den dolayı, hem de surede kadının bu olayı anlatılırken, surenin hemen başında mücadele mastarının (kök) bir türevi olan “tücadilü” fiili geçtiği için, bu 22 ayetten müteşekkil Kur’an suresine-bölümüne, “Mücâdele” Suresi adı verilmiştir. Demek ki, ka­dın mücadele etmeseydi, Allah onun çaresine bakmazdı.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.144-147).

5.         Allah’a ve Resûlüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.

6.         Allah’ın onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Allah onları sayıp zaptetmiş, onlarsa bunları unutmuşlardır. Allah, her şeye şahittir.

7.         Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.

8.         Gizlice konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah’ın seni selâmlamadığı selâmla selâmlıyorlar. İçlerinden de, “Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası!2

Not.1         Bu ayette anlatılmak istenen; Yahudiler Muhammed’in aleyhinde konuşurlarmış;  kendisi buna yasak koyduğu halde yine devam ediyorlarmış. Hatta onun yanına gelirken normal selam cümlesi olan “Selamün aleyk” yerine “Sam’un aleyk” yani ölüm senin üzerine olsun diye hakaret anlamında bir ifade kullanıyorlarmış; kullanırken de alay maksadıyla “Allah bu söylediklerimize karşı niye bize azap etmiyor” diyorlarmış da bu yüzden tanrı gerek görüp bu ayeti indirmiştir. Tefsirlere ve diğer İslami kaynaklara gerek yok; zaten ayetin anlamı bu.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.180-181).

9.         Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.

10.       O kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.

Not.1         Sihirbazlıkla ilgili ayetler: Felak 4,  Nas 2, A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46, Bakara 102, Mücadele 10.

a)               Kuran’daki sihirbazlık hikâyelerinin kökeni Sümerlerdir. Sümerlerde bir insan başkasını sihirbazlıkla itham ederse, töhmet altında olan kişi nehre atılır; eğer suyun üstüne çıkarsa, bu iddia yalandır.” Ur-Nammu kanunlarına göre (md.10) iftiracıya para cezası verilir, Hammurabi kanunlarına göre (md.2) ise hem iftiracının malı iftira edilene verilir, hem de iftira eden kişi idam edilir.

                   Kuran’da en çarpıcı örnek Bakara 102. ayetidir

b)               Muhammed, “Sihirbazlık yapan kişiyi bir kılıç darbesiyle öldürün” demiştir. Hatta Muhammed’in hanımlarından halife Ömer’in kızı Hafsa’ya bir cariyesi sihir yaptığı için idam edilmiştir.

c)               Halife Ömer, Muaviye oğlu Cez’a, “Kim sihirbazlık yaparsa öldürün” talimatını verince, sadece bir günde üç sihirbaz öldürülüyor. Halife Ömer, halife Osman, İbni Ömer, Muhammed’in hanımlarından Hafsa, Cündüb bin Abdullah, Cündüb bin Kab, Kays bin Sad, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Hanife ve İmam Malik gibileri, “sihirbazın cezası idamdır” demişlerdir.

d)               Muhammed tarafından kendisine cennet müjdesi verilen 10 kişiden biri olan Sad bin Ebi Vakkas, Muhammed’in “kim sabahleyin hurmanın bir çeşidi olan Acve’den yedi tane yese o gün ne büyü, ne de zehir onda etki yapmaz; yiyen kişi o gün çeşitli tehlikelerden korunmuş olacak” dediğini aktarıyor. Bu hadis, Diyanet işleri başkanlığınca tercüme edilen Tecrid-i Sarih’te de geçiyor.

e)               Bu konuda şu hadis de çok önemli: Muhammed, “Arkadaşlar! Dün gece, namazımı bozmak için bir cin bana camide saldırdı. Onu yakalayıp cami direğine bağlamak istedim; ancak benimle Allah arasında kalsın dedim ve bağlamaktan vazgeçtim. Eğer bağlasaydım siz sabahleyin camiye giderken onu bağlı olarak görmüş olurdunuz” diyor.

f)                Benzer hadislere inanılsaydı bugün tıbbın bu aşamaya gelmesi mümkün olabilir miydi? Neymiş; insan her sabah yedi tane hurma yeseymiş çeşitli hastalıklardan, belalardan korunmuş olacakmış!

g)               Acaba Muhammed neden inandırıcılığı olmayan bu gibi yöntemlere (zaman zaman) başvuruyordu ki, nedir bunun hikmeti? Bunun tek bir yanıtı vardır. Muhammed kendi kerametini göstermek için, o zaman kendilerine inanılan -cin, şeytan gibi- şeyleri bir taktik olarak, etki aracı olarak kullanmıştır; bu bilinçli bir tercihtir.

h)               Olayın masal boyutu bir yana, kendi içinde çelişkileri vardır; özet halinde birkaçını sunayım:

i)                 Bakara 102’de Hz. Süleyman zamanındaki bir hadiseden söz edilirken, “İnsanlara sihir öğreten şeytanlar, Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler/hiçbir etkileri olamaz...” diyor.

                   Yine Mücadele 10’da Allah’ın izni olmadan şeytanlar (değil ki peygambere) normal bir Müslüman’a bile zarar veremezler diyor. Hatta Kur’an’ın birçok yerinde (A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46 vd) Musa ile çeşitli sihirbazlar arasında yaşanan mücadelede kendisinin galip geldiği; karşı tarafınsa mağlup olup ona hiçbir zarar veremediği belirtiliyor.

j)                 Muhammed’in, “Sihir malzemesinin atıldığı kuyunun etrafındaki ağaçların dalları bu malzeme nedeniyle şeytan kafası gibi olmuştu, bundan dolayı o kuyunun suyu bulanık hale gelmişti” açıklamasının bir izahı olabilir mi! Acaba Muhammed’in kendisine inandığı şeytanın kafası nasılmış ki ağaçların dallarını da ona benzetiyor!

k)               İşin ilginç yanı, bu olayın Kur’an’da anlatılmış olmasıdırMuhammed’in başına gelen bu sihir belası nedeniyle Kur’an’dan “Felak” ve “Nassurelerinin indiği, birçok tefsir, sebeb-i nuzul ve hadis kaynaklarında yazılı. Başka kaynağa gerek yok; ayet zaten bu olaya değiniyor.

                   Allah, Felak 4’te “Ey Muhammed! Düğümlere üfürenlerin (üfürükçülerin) şerrinden Allah’a sığınırım de!” anlamında Muhammed’e emir veriyor.

                   Herhalde Kur’an’ın Allah’ı durup dururken Muhammed’e böyle bir talimat vermez; bunun, konuyla ilgisi olduğu belli. Muhammed’in sihirden etkilendiğini anlatan Ayşe, Muhammed’le Medine döneminde evlenmiştir. Onun bu sözlerinden, bu dönemde de Muhammed’in bu hastalığının (din mantığından hareketle) devam ettiği ortaya çıkıyor. Hâlbuki bu beladan kurtulabilmesi için bir nevi reçete gibi gönderilen  “Felak” ve “Nas” sureleri, Mekke döneminde inmiştir. İşin mantıksal yanı bir tarafa; tarihi olaylar da gösteriyor ki, inen bu ayetlerin  Muhammed’e şifa oldukları iddiası doğru değildir. Bir de Ayşe, “Muhammed kendi hanımlarıyla yattığı halde ‘Hayır; yatmadım’ diyordu” hadisini aktarırken, çok önemli bir ipucu daha veriyor. O da şu: Muhammed’in birden fazla kadınla evliliği ancak Medine döneminde gerçekleşmiş. Bu durumda, Mekke’de inen “Felak” ve “Nas surelerinin kendisine yarar sağlamadığı çok açık. Sonuç olarak, olayın akıldan uzaklığı bir yana; kendi içinde çelişkileri olduğu göz ardı edilmemeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.121-127).

11.       Ey iman edenler! Size, “Meclislerde yer açın” denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, “Kalkın”, denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Not.1         KURAN’IN ALLAH’I, İNSANLARIN CEMAATLERDE NASIL OTURMALARI GEREKTİĞİNİ ANLATIYOR!

                   Burada ayetin niçin indiğine ilişkin İslami kaynaklarda farklı sebepler yazılmış; ancak sebep ne olursa olsun o kadar önemli değil; önemli olan Kur’an Allah’ının Muhammed tarafından böylesine ucuz bir olayda kullanılmış olması. Hayati konular varken tanrının, insanın cemaatlerde nasıl oturması gerektiği konusunda bilgi vermesi, bunun için ayet göndermesi, doğrusu çok garip bir şey.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.180).

12.       Ey iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

13.       Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Not.1         Duha 1-3, Kehf 23–24, Mücadele 12-13: Allah, Muhammed’le Konuşmayı Vergiye Bağlıyor!

a)               Mücadele suresi Medine’de ortaya atılmıştır. Dikkat edilirse Muhammed saltanatını kurduktan sonra kendisiyle yapılmak istenen görüşmeleri/konuşmaları bile vergiye bağlıyor. Neymiş; böyle bir yöntemle fakirlere bir kurtuluş yolunu bulmak, onlar için yeni bir gelir kaynağı sağlamak istemiş. Gerçi bu ayetin Kur’an’a yazılmasının nedeni sadece fakirlere bir gelir sağlamak değil; bununla birlikte kâfirlerle müminler arasında bir ölçü olarak düşünülmüş diyenler de var. Yani kişinin imanı zayıf olsa zaten gelip Muhammed’le parayla konuşmaz gibi yorumlar da yapılmıştır.

b)               Diyelim bir kişi günde defalarca Muhammed’le görüştü; bu ayete göre her görüşme için sadaka verirse zaten iflas eder; vermezse Muhammed tarafından töhmet altında kalır. Doğrusu çok ilginç bir ekonomik model. Kadı Beydavi gibileri, “Bu ayetin iniş sebeplerinden biri de Muhammed’den sorulan lüzumsuz soruların önünü kesmektir” diyorlar. Gerçekten bu ayet, bir bakıma Muhammed’den sorulan zor sorulara karşı bir ambargo niteliğindedir. Kur’an’dan örnek verelim:

c)               Bazı insanlar (özellikle de Yahudiler) Tevrat’ta yanıtı bulunmayan konularda (örneğin; ruh nedir, Zul’karneyn kimdir, Ashab-ı Kehf kimlerdir vb) Muhammed’den sorular  sorarlar. Bilmediği konular olduğu için ayet de yazamıyor. Bu nedenle cemaate, “Yarın yanıtını vereceğim” diyor. Amacı, zamandan kazanıp bir yerlerden yanıt bulup da Cebrail vahiy getirdi diyebilmek. Adam ertesi gün de gelir;  fakat yine yanıt veremez.

d)               İşin içinden çıkmak için şöyle bir ayet oluşturuyor“Ey Muhammed, herhangi bir iş için ‘inşallah’/ eğer tanrı dilerse demeden,  yarın onu yapacağım deme.” diyor (Kehf 23–24). Bu konuda bütün tefsirlere bakılabilir.

e)               Burada “İnşallah” ifadesinin kullanılmamasından tanrının duyduğu rahatsızlık dikkat çekicidir. Tanrı niye o kadar kendi kimliği peşine düşmüş anlamak zor! Öyleki, bu konuda “Kestiğiniz bir hayvan üzerinde adımı anmazsanız onun eti haramdır” deyip özel ayet bile gönderiyor (En’am 121).

                   Demek ki Kur’an’a göre bir hayvanın kesiminde ne kadar sağlık kurallarına uyulursa uyulsun tanrı adı söylenmedi mi yenmemeli/ haramdır.

f)                Aynı sorun Kur’an’da bir başka yerde de yaşanıyor. Muhammed henüz Mekke’de iken her nedense bir ara ayetler indirmiyor. Bunun üzerine bazıları kendisine, “Bakıyoruz senin şeytanın bu günlerde seni terk etmiş” diyorlar. Bu gibi olumsuzluklardan kurtulmak, böylesine bir ezikliği yaşamamak için Kur’an’a şöyle bir savunma ayeti yazıyor: “Andolsun kuşluk vaktine ve sakinleştiği zaman geceye ki senin rabbin ne seni terk etti, ne de sana darıldı.” (Duha 1-3)

g)               Görüldüğü  gibi Mekke’de savunma ayetleri gönderiken, Medine’de görüşmeleri vergiye bağlıyor!

h)               Muhammed bu gibi zor sorular konusunda ya Tevrat’tan, ya da bilen arkadaşlarından bilgi alırdı. Hatta Tevrat’tan anlamak için Kur’an’ı hazırlayan komisyonun başkanı Zeyd bin Sabit’e, Tevrat dili olan İbranice’yi öğren diyordu (Kur’an’ın Kökeni, s.46). Muhammed’in Zeyd’e İbranice’yi öğren demesinden maksat, gelen mektupları okumak, onlara yanıt vermek olarak belirtiliyorsa da bu doğru değildir. Çünkü o günlerde İbranice, çevrede bulunan önemli devletlerin dili değildi ki buna önem verilsin. Dolayısıyla burada maksat Tevrat’tan bilgi almak için bu konuda eleman yetiştirmekti.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.181-183).

ayrıca;      benzer konu için; bkz. Maide 102 (Not.1): Allah, Muhammed’le Konuşmaya Kota Getiriyor!

Not.2         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Mücadele 12-13: Burada konu gayet açıktır:

                   Hz. Muhammed’le görüşme önce sadaka­ya bağlanıyor, ikinci bir cümleyle bundan vazgeçiliyor.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.245).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

14.       Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.

15.       Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!

16.       Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.

17.       Onların malları da, evlatları da Allah’a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. Onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

18.       Allah’ın onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş üzerinde olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah’a da yemin edecekleri günü düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.

19.       Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

20.       Allah’a ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.

21.       Allah, “Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

22.       Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Not.1         AKRABAYLA SAVAŞ EMRİ: Tevbe 23, 24, 123, Mücâdele 22:

a)               Bedir savaşında Ömer kendi öz dayısı As Bin Hişam’ı öldürmüştü. Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebu Ubeyde de amcazadeleri olan Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe’yi öldürmüşlerdi. Ebu Bekir ise kendi öz oğlu Abdurrahman’ı müşriklerle teke tek savaşsın diye zorla muharebe meydanına sürüklemişti. Ebu Ubeyde bin Cerrah ise Allah rızası için kendi ba­bası Abdullah b. Cerrah’ı Uhud Savaşı’nda öldürmüştü (Allah rızası için katlettiği babasının adı Abdullah, yani Allah’ın kulu!). Mus’ab bin Umeyr de Uhud günü kendi öz kardeşi Ubeyd’i katletmişti.

b)               Dikkat edilirse, hemen hemen bu katillerin tümü henüz ha­yatta iken Muhammed’den cennet müjdesini alan insanlar.

c)               Kur’an’a göre inanç farklılıkları yüzünden tüm akrabalara karşı düşman kesilmek dini bir vecibedir (onlara karşı çok şiddetli ve sert olun deniyor). Eğer inançsızlıktan ötürü insan­lar akrabalarına düşman kesilmiyor, dostluğa devam ediyorsa zalim ve fasık olarak nitelendiriliyor (Tevbe 23, 24).

                   Daha beteri “Ey müminler! Akrabanız olan kâfirlerle savaşın...” türünden ayetlerle sadece inanç yüzünden savaş talimatını veriyor! (Tevbe 123).

d)               İşte bu seçkin sahabeler çok ağır bir cinayet işlemişlerdi. Bu ci­nayetleri işleyen insanlar ne kadar katı yürekli de olsalar, yine de öldürdükleri akrabalarına mutlaka üzülmüşlerdir. Dolayısıyla, iş­lenen bu ağır suçlar karşısında, ne yapıp edip bu insanlara -mo­ral babından- ayet adı altında bir şeyler gelmeliydi. Nitekim bu olup bitenler esnasında bir moral ayeti oluşturuluyor. Özetle: “İman edenler her ne kadar yakın akrabaları da olsalar Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olmazlar. Allah kendi katından onları bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır” (Mücâdele 22).

e)               Belirtildiği gibi, işlenen bu cinayetlerde Ömer yine başrolde­dir ve sonuçta Kur’an ayeti, her zamanki gibi burada da onu destekler nitelikte inmiştir.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.137-139)

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.118)

                    İslami Kaynaklar: Arif Tekin’in kitaplarında.

Not.2         Mücadele 22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde, kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin, oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.110-111).





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     “Zıhar”, bir kimsenin eşine, “Sen bana anamın sırtı gibisin”, demek sûretiyle onu kendisine haram kılması demektir. Cahiliye döneminde zıhar, kadını kocasına ebediyen haram kılardı. İslâm ise kefaret uygulaması ile bu haramlığın ortadan kalkacağı hükmünü getirdi. Kefaret uygulamasının nasıl yapılacağı sûrenin 3-4. âyetlerinde açıklanmaktadır.

2.     Yahudilerle münafıklar kendi aralarında fısıldaşıp müslümanlara bakarak kaş göz işaretleri yapıyor, onlarla alay ediyorlardı. Hz. Peygamber onların bu davranışını yasaklamış, ancak onlar bundan vazgeçmemişlerdi. Münafıklar ayrıca Hz. Peygambere selâm verecekleri zaman “es-Selâmu aleyke” yerine, “Ölüm sana” anlamına gelen “es-Sâmu aleyke” cümlesini söylüyorlardı. Âyet, onların bu çirkin davranışlarını kınamaktadır.



Sonraki sure
HUCURÂT | ODALAR




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting