49- HİKÂYELER (KISSALAR) | KASAS (Kitap Sırası-28)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Tâ-Sîn-Mîm.1
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
2. Bunlar apaçık
Kitab’ın âyetleridir.
3. İman eden bir
kavm için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek olarak
anlatacağız.
Not.1 Araf
103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48,
Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara
(49-108, 136, 246 vb çoğu ayetler):
Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor.
Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.
a) Kur’an ve Tevrat’a göre Musa
peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put
ustasıydı.
b) 286 cümleden oluşan Bakara
suresi, zaten Musa’nın kavminin
ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara,
Arapçada inek demektir. Yani
Türkçesi inek suresi demektir.
c) Efsanenin hemen her parçası
en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.
d) Araf 103’ten, Şuara 16’dan,
Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak
anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.
e) Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir.
Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında
da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H.
Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü
olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.
f) Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar
için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık
dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun
ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade
kullanılıyor. Bunlar Tevrat’ta teker
teker isimleriyle ve de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7,
8/16, 8/21; 9/9, 19;10/12.)
g) Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda
en çok Tevrat’a başvurmuştur.
Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır.
Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında
inen Taha ve Naziat surelerinde
Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan
Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi
surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye
geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde
bunları tekrar gündeme getirmiştir.
h) Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki
bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına
bir şeyler çağrıştırıyor!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.130-136)
4. Şüphe yok ki,
Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara
ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise
sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.
5. Biz ise,
istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler
yapalım ve onları varisler kılalım.
6. Yeryüzünde
onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Hâmân’a ve
ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim.
7. Mûsâ’nın
annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize
(Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu
peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik.
8. Nihayet Firavun
ailesi kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı.
Şüphesiz Firavun, (veziri) Hâmân ve onların askerleri hata yapıyorlardı.
9. Firavun’un
karısı şöyle dedi: “Bana da, sana da göz aydınlığı (bir çocuk)! Sakın onu
öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz.” Oysaki onlar
(olacak şeylerin) farkında değillerdi.
10. Mûsâ’nın anasının
kalbi bomboş kaldı. Eğer biz (çocuğu ile ilgili sözümüze) inancını koruması
için kalbine güç vermeseydik, neredeyse bunu açıklayacaktı.
11. Annesi, Mûsâ’nın
kız kardeşine, “Onu takip et” dedi. O da Mûsâ’yı, onlar farkına varmadan
uzaktan gözledi.
12. Biz, daha önce
onun, sütanalarının sütünü emmemesini sağladık. Kız kardeşi, “Size onun
bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak bir
aile göstereyim mi?” dedi.
13. Böylece biz,
anasının gözü aydın olsun ve üzülmesin, Allah’ın va’dinin hak olduğunu bilsin
diye onu anasına geri döndürdük. Fakat onların pek çoğu bunu bilmezler.
14. Mûsâ, olgunluk
çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik. Biz,
iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.
15. Mûsâ, halkın
habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri
düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına
karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ,
“Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi.2
16. Mûsâ, “Rabbim!
Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz
O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
17. “Rabbim! Bana
verdiğin nimetle asla suçlulara arka çıkmayacağım” dedi.
18. Korkarak, etrafı
gözetleyerek şehirde sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım
isteyen yine feryat ederek ondan yardım istiyordu. Mûsâ da ona, “Belli ki sen
azgın bir kimsesin” dedi.
19. Mûsâ, ikisinin de
düşmanı olan adamı yakalamak isteyince adam, “Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün
gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak
istiyorsun, arabuluculardan olmak istemiyorsun” dedi.
20. Şehrin öbür
ucundan koşarak bir adam geldi. “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için
aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık. Şüphesiz ben sana
öğüt verenlerdenim” dedi.
21. Mûsâ, korku
içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı ve “Ey Rabbim! Beni bu zalim kavimden
kurtar” dedi.
Not.1 Bu
ayetler (Kasas 15-21) Musa’nın katil
olduğunu anlatıyor. Bu efsane Tevrat’ta daha detaylı bir
biçimde anlatılmıştır; zaten Tevrat
Çıkış, 2/1-22’den alınmadır. Kur’an o iki adamdan kimin haksız olduğunu,
niçin kavga ettiklerini yazmıyor. Bununla birlikte Kur’an’da varolan bilgiler
temel alınsa bile, Musa’nın hiç
yoktan adam öldürdüğü kesin. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.140)
Not.2 Sadece
Kuran ve Tevrat’taki bilgilere
bakıldığında Musa’nın bu olay dışında
başka birkaç katliam daha yaptığı ortaya çıkıyor. bkz. Araf 154, Taha 88, Bakara 54, Ahzab 69 notları. bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.141-146).
22. (Şehirden çıkıp)
Medyen’e doğru yöneldiğinde, “Umarım Rabbim beni doğru yola iletir” dedi.
23. Medyen suyuna
varınca, suyun başında (hayvanlarını) sulamakta olan bazı insanlar gördü.
Bunların yanında da koyunlarını suya salmamak için uğraşan iki kız gördü. Mûsâ
onlara, “(Koyunlarınızı burada tutmaktaki) maksadınız ne?” dedi. Onlar,
“Çobanlar sulayıp çekilinceye kadar biz koyunlarımızı sulayamayız. Babamız ise
çok yaşlı bir adamdır” dediler.
24. Bunun üzerine
Mûsâ onların koyunlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip, “Rabbim! Bana
göndereceğin her hayra muhtacım” dedi.
25. Nihayet kızlardan
biri utana utana yürüyerek ona gelip, “Bizim için koyunlarımızı sulamanın
ücretini vermek üzere babam seni çağırıyor” dedi. Mûsâ, onun (Şu’ayb’ın) yanına
gelip başından geçenleri ona anlatınca Şu’ayb, “Korkma, o zalim kavimden
kurtuldun” dedi.
26. Kızlardan biri,
“Babacığım, onu ücretle tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü
ve güvenilir olan bu adam olacaktır” dedi.
27. Şu’ayb, “Ben,
sekiz yıl bana çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak
istiyorum. Eğer sen bunu on yıla tamamlarsan, o da senden olur. Ben seni zora
koşmak da istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden bulacaksın” dedi.
28. Mûsâ, şöyle dedi:
“Bu, seninle benim aramda bir iş. İki süreden hangisini tamamlarsam bana bir
husûmet yok. Allah, söylediklerimize vekildir.”
Not.1 Kasas
27-28: Kur’an’da, emek
sömürüsünün örneklerini somut olarak görmek mümkündür. Örneğin bu
ayette Şuayb peygamber, Hz. Musa’ya bir kızını yukarıdaki koşullarla vermiş ve
Musa da bu iki tekliften birini kabul etmiştir. Burada şunu sormak gerekir ki,
her ikisi de peygamber oldukları halde,
böyle bir olaya bulaşmaları doğru mu? bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.236-237).
29. Mûsâ, süreyi
tamamlayıp ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafında bir ateş görmüş ve ailesine,
“Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm, (oraya gidiyorum). Umarım oradan size
bir haber ya da ısınmanız için ateşten bir kor getiririm”3 dedi.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara
63, 93, Nisa 154) geçen;
“TUR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “dağ”
anlamına gelir. Ayrıca Nebatice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler
de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.276).
30. Mûsâ, ateşin
yanına gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle
seslenildi: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.”
31. “Değneğini (yere)
at.” (Mûsâ, değneğini attı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder
görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) “Ey Mûsâ!
Beri gel, korkma. Çünkü sen güvenlikte olanlardansın.”
32. “Elini koynuna
sok. (Alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir
hâlde çıksın. Korkudan açılan kolunu kendine çek (toparlan). İşte bunlar,
Firavun ve ileri gelen adamlarına (göstermen için) Rabbin tarafından (sana
verilen) iki delildir. Çünkü onlar fasık bir kavimdirler.”
33. Mûsâ, şöyle dedi:
“Ey Rabbim! Şüphesiz ben onlardan birisini öldürdüm. Onların da beni
öldürmelerinden korkuyorum.”
34. “Kardeşim
Hârûn’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da benimle birlikte, beni
doğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Çünkü ben, onların beni
yalanlamalarından korkuyorum.”
35. Allah, “Seni
kardeşinle destekleyeceğiz ve size bir iktidar vereceğiz de âyetlerimiz
sayesinde size (kötü bir amaçla) ulaşamayacaklar. Siz ve size uyanlar, galip
gelecek olanlardır” dedi.
Not.1 Taha
24-39, Kasas 33-35, Yunus 88-89:
Musa’nın tanrıdan bir şeyler koparma konusunda Kuran’da örnekler hayli
fazladır. Allah kendisini peygamberlikle ilk görevlendirdiği zaman, o bazı
itiraz ve tekliflerde bulunuyor, istediklerini de alabiliyor. Bu ayetlerden
görüldüğü gibi Cebrail bazen aynı
anlamı ve harfleri içeren ayetler için birkaç kez göklere çıkıp inmiş! Burada önemli
bir nokta göze çarpıyor: Her ne kadar İslamcılar kabul etmese de,
Kuran’daki benzer bilgilerden yola çıkılarak Musa’nın zaman zaman Allah’ına danışmanlık yaptığı kesin.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.134)
36. Mûsâ, onlara
delillerimizi apaçık olarak getirince onlar, “Bu, ancak uydurulmuş bir
sihirdir. Biz geçmiş atalarımızın zamanında böyle bir şeyin varlığını duymadık”
dediler.
37. Mûsâ, “Katından
kimin hidayet getirdiğini ve bu yurdun (güzel) sonucunun kimin olacağını Rabbim
daha iyi bilir. Doğrusu zalimler kurtuluşa eremezler” dedi.
38. Firavun, “Ey
ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân!
Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki Mûsâ’nın
ilâhına çıkar bakarım(!) Şüphesiz ben onun mutlaka yalancılardan olduğunu
sanıyorum” dedi.
39. O ve askerleri
yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize
döndürülmeyeceklerini sandılar.
40. Biz de onu ve
askerlerini yakaladık ve onları denize attık (Orada boğuldular). Zalimlerin
sonunun nasıl olduğuna bak!
41. Biz onları, ateşe
çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine yardım edilmeyecektir.
42. Bu dünyada onları
lânete uğrattık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kılınmış kimselerden
olacaklardır.
43. Andolsun, ilk
nesilleri yok ettikten sonra Mûsâ’ya -düşünüp ibret alsınlar diye- insanların
kalp gözünü açan deliller ve bir hidayet rehberi, bir rahmet olarak Kitab’ı
(Tevrat’ı) verdik.
44. (Ey Muhammed!)
Mûsâ’ya o emri verdiğimiz zaman sen (vadinin) batı tarafında değildin. (O
olayı) görenlerden de değildin.4
45. Fakat biz
(Mûsâ’dan sonra) birçok nesiller meydana getirdik. Üzerlerinden uzun çağlar
geçti. Sen Medyen halkı arasında yaşıyor değildin, âyetlerimizi onlardan okuyup
öğreniyor da değildin. Fakat biz (bu haberi) göndereniz.
46. Yine biz
(Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman Tûr’un yan tarafında da değildin. Fakat Rabbinden
bir rahmet olarak, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi,
düşünüp öğüt alsınlar diye uyarman için (o haberleri) sana bildiriyoruz.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara
63, 93, Nisa 154) geçen;
“TUR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “dağ”
anlamına gelir. Ayrıca Nebatice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler
de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.276).
47. Kendi yaptıkları
sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, “Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber
gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyecek
olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik.
48. Onlara katımızdan
gerçek gelince, “Mûsâ’ya verilen (mucize)lerin benzeri niçin buna da verilmedi”
dediler. Onlar daha önce Mûsâ’ya verilen (mucize)leri inkâr etmemişler miydi?
Onlar, “İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor” dediler. “Biz hepsini inkâr
ediyoruz” dediler.
49. De ki: “Eğer
doğru söyleyenler iseniz, Allah katından, doğruya bu ikisinden (Tevrat ve
Kur’an’dan) daha çok ulaştıran bir kitap getirin de, ben ona uyayım.”
50. Eğer (bu konuda)
sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin arzularına
uymaktadırlar. Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin
arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya
iletmez.
51. Andolsun, düşünüp
öğüt alsınlar diye o sözü (Kur’an âyetlerini) onlara peş peşe ulaştırdık.
52. Bu Kur’an’dan
önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar.
53. Kur’an
kendilerine okunduğu zaman, “Ona inandık, şüphesiz o Rabbimizden gelen
gerçektir. Şüphesiz biz ondan önce de müslümandık” derler.
54. İşte onların,
sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları
kendilerine iki kez verilecektir.
55. Boş sözü
işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve, “Bizim işlerimiz bize, sizin
işleriniz de size. Selâm olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri
istemeyiz” derler.
56. Şüphesiz sen
sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru
yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde
“Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
57. Onlar, “Sizinle
beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız” dediler.
Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin
kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi? Fakat
onların çoğu bilmezler.
58. Biz nimetler
içinde şımaran nice memleket halkını helâk etmişizdir. İşte kendilerinden sonra
içlerinde pek az oturulmuş yurtları! (O yurtlara) biz varis olduk, biz.
59. Rabbin, ülkelerin
merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe
oraları helâk edici değildir. Zaten biz, halkları zalim olmadıkça memleketleri
helâk etmeyiz.
60. (Dünyalık olarak)
size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındaki
ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
61. Kendisine güzel
bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya
hayatının geçimliklerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyamet günü (hesaba
çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir?
62. Allah’ın onlara
seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz ortaklarım?” diyeceği
günü hatırla!
63. Haklarında azap
hükmü gerçekleşenler, “Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımızdır.
Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Şimdi de onlardan uzaklaşıp sana
döndük. Zaten (gerçekte) onlar bize tapmıyorlardı” diyeceklerdir.
64. Onlara, “Haydi
ortaklarınızı çağırın!” denir. Onlar da çağırırlar fakat ortakları onlara cevap
veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.
65. Allah’ın onlara
seslenerek, “Peygamberlere ne cevap verdiniz? diyeceği günü hatırla.”
66. O gün onlara
karşı bütün haberler kapanmıştır. Artık birbirlerine de soramazlar.
67. Ama tövbe edip
iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması umulur.
68. Rabbin,
dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların
ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.
69. Rabbin, onların
sinelerinin gizlediğini de açığa vurduklarını da bilir.
70. O, Allah’tır.
O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’na mahsustur.
Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.
71. De ki: “Ne
dersiniz? Allah, üzerinize geceyi kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan
başka hangi ilâh size bir aydınlık getirir? Hâlâ duymayacak mısınız?”
72. De ki: “Ne
dersiniz? Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan
başka hangi ilâh size içinde dinleneceğiniz bir gece getirebilir? Hâlâ
görmeyecek misiniz?”
73. Allah,
rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz
ve şükredesiniz diye sizin için yarattı.
74. Allah’ın, onlara
seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz ortaklarım”? diyeceği
günü hatırla.
75. Her ümmetten bir
şahit çıkarırız ve (kâfirlere), “Kesin delilinizi getirin” deriz. Onlar da
gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler ve (Allah’a ortak diye) uydurdukları şeyler
kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolup gitmişlerdir.
76. Şüphesiz Kârûn,
Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile
taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi
kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları
sevmez.”
77. “Allah’ın sana
verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana
iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü
Allah, bozguncuları sevmez.”
78. Kârûn, “Bunlar
bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi. O, Allah’ın kendinden
önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri
helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları
konusunda soru sorulmaz (Çünkü Allah hepsini bilir).
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH:
a) Mürselat 35-36, Yasin 65,
Kasas 78, Rahman 39: Bu ayetlerde
kıyamet günü ne insandan, ne de cinden günahı
sorulmayacak. O gün suçluların
ağızları mühürlenecek; ancak elleri
konuşacak, ayakları da şahitlik edecek! Yani suçları kesinleşmiş olanlara
günahları konusunda soru sorulmayacak (çünkü Allah hepsini bilir) deniliyor. “Bu, onların konuşamayacakları gündür. Özür dilemek için onlara
izin de verilmeyecek” deniliyor Kur’an’da.
Bir de bunun tam tersi var. Mesela;
b) Kaf 28, Hicr 92-93, Saffat
27-29, Zumer 31: (Ey Muhammed!) Rabbine and olsun ki, onların hepsinden, yaptıklarını mutlaka soracağız.
Şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin
huzurunda yargılanacaksınız. Allah o gün şöyle diyecek: “Benim huzurumda
çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size daha önceden yaptım.” Suçlular
birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler). Şöyle derler: “Siz bize sağdan
gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz.” Diğerleri de onlara şöyle karşılık
verirler: “Hayır, siz zaten mü’min kimseler değildiniz” anlamında farklı içerik belirten ayetler var.
Sonuç: Peki, o zaman soru-cevap şeklinde bir
yargılama var mı, yoksa Allah her şeyi bildiği için buna gerek yok; artık
kendisi bildiği için istediğini cennete, istediğini de cehenneme mi atacak?
O
gün insanlar konuşacak mı, yoksa Allah her şeyi bildiği için buna gerek yok mu?
Bu bilinmiyor...
Kur’an’daki
bilgi bir şekilde birbirine zıt.
Not.2 İşte
Kur’an’da böylesine zıt olan ayetler hakkında İslam âlimleri nasih ve mensuh kuralını devreye
koymuşlar.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.233-234).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
79. Kârûn, zineti ve
görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler,
“Keşke Kârûn’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı. Şüphesiz o
büyük bir servet sahibidir” dediler.
80. Kendilerine ilim
verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! İman edip de iyi işler yapanlara
Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler
kavuşturulur” dediler.
81. Sonunda onu da,
sarayını da yerin dibine batırdık. Allah’a karşı ona yardım edebilecek adamları
da yoktu. Kendisini savunup kurtarabileceklerden de değildi!
82. Daha dün onun
yerinde olmayı arzu edenler, “Vay! Demek ki Allah, kullarından dilediği
kimselere rızkı bol verir ve (dilediğine) kısarmış. Allah, bize lütfetmiş
olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki kâfirler iflah olmayacak”
demeye başladılar.
Not.1 Kasas
76-82, Mü’min 24, Ankebut 39-40: Kuran’da geçen bu olay Tevrat’ta
olduğu gibi anlatılıyor; ancak Kuran’da onun ismi “Karun”, Tevrat’ta ise
“Korah” diye geçiyor (Tevrat, Sayılar,16).
Kuran ve Tevrat’taki bilgiler
dikkatle incelendiğinde, aslında iktidar kavgası yüzünden Musa-Harun ve
güçlerinin, o insanların başlarına çeşitli planlar çevirdikleri akıldan uzak
değil. Ama Tevrat Musa’dan yıllar sonra
yazıldığı için bu olayların meydana
gelip gelmediği konusuna temkinle yaklaşmak gerekiyor. Ancak
Kuran ve Tevrat bilgileri içinde kalınarak değerlendirme yapılırsa dediğim
yorum isabetlidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.146).
83. İşte ahiret
yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara
has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.
84. Kim bir iyilik
getirirse, ona bundan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kötülük getirirse,
bilsin ki, kötülük işleyenler ancak yapmakta olduklarının cezasına
çarptırılırlar.
85. Kur’an’ı sana
farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. De ki:
“Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”5
86. Sen, bu kitabın
sana verileceğini ummuyordun. Ancak o, Rabbinden bir rahmet olarak sana
verildi. Öyle ise kâfirlere sakın arka çıkma.
87. Allah’ın âyetleri
sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan çevirmesinler. Rabbine çağır ve
sakın Allah’a ortak koşanlardan olma!
88. Sen Allah ile
beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun
zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle
O’na döndürüleceksiniz.
Not.1 ŞAİR
KUSS BİN SAİDE: Kasas
88, Enbiya 35, Ankebut 57, Al-i İmran185:
Bu ayetlerdeki “her canlı ölümü tadacaktır” cümlesi harfiyen şair Kuss bin
Saide’den alınmıştır.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harflerle ilgili
olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2. Konu ile ilgili
olarak ayrıca bakınız: Şu’arâ sûresi, âyet, 19-20.
3. Hz.Mûsâ’nın Mısır
yolculuğu sırasında yaşadığı olaylar için ayrıca bakınız: Tâ-Hâ sûresi, âyet,
9-48.
4. Âyette geçen “emir”
için bakınız: Nâzi’ât sûresi, âyet, 16-19.
5. Bu âyetin Mekke ile
Medine arasında hicret sırasında indiği rivayet edilmiştir. Buna göre Hz.
Peygamber’e, müşrikler tarafından çıkarıldığı Mekke’ye tekrar döneceği haber
verilmiş olmaktadır. “Dönülecek yer”, “ahirette en yüksek makam” şeklinde de
yorumlanmıştır.
İSRÂ (BENÎ İSRÂİL) | GECELEYİN YÜRÜTMEK
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |