73- TANRI ELÇİLERİ | ENBİYÂ (Kitap
Sırası-21)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. İnsanların
hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.
2-3. Rab’lerinden
kendilerine yeni bir öğüt (bir uyarı) gelmez ki, onlar mutlaka onu alaya
alarak, kalpleri de gaflette olarak dinlemesinler. O zulmedenler gizlice şöyle
konuştular: “Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi
kapılacaksınız?”
4. Peygamber, onlara
dedi ki: “Rabbim yerdeki ve gökteki her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.”
5. Onlar, “Hayır,
bunlar karma karışık yalancı düşlerdir. Hayır, onu kendisi uydurdu; hayır, o
bir şairdir. Eğer böyle değilse, önceki peygamberlerin (mucizelerle)
gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin” dediler.
6. Onlardan önce
helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman
edecekler?
7. Senden önce de
ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Eğer
bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.
8. Biz, onları
yemek yemez bir beden yapısında yaratmadık. Onlar ölümsüz de değillerdi.
9. Sonra onlara
verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri
kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik.
10. Andolsun, size
öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı
kullanmayacak mısınız?
11. Biz zulmetmekte
olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar
meydana getirdik.
12. Onlar azabımızı
hissedince, hemen oradan süratle kaçıyorlardı.
13. Onlara,
“Kaçmayın, o içinde şımartıldığınız bolluğa ve yurtlarınıza dönün. Çünkü
sorulacaksınız” denildi.
14. “Eyvah bizlere!
Bizler gerçekten zalim kimseler idik” dediler.
15. Biz onları biçilmiş
ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti.
16. Biz yeri, göğü ve
arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
17. Eğer bir eğlence
edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık böyle
yapardık.
18. Hayır, biz hakkı
batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş.
Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!
19. Göklerde ve yerde
kim varsa hep O’nundur. O’nun katındakiler, ne O’na ibadetten çekinir (ve
büyüklenir) ne de yorgunluk (ve bıkkınlık) duyarlar.
20. Hiç ara
vermeksizin gece gündüz tespih ederler.
21. Yoksa yerden,
ölüleri diriltebilecek birtakım ilâhlar mı edindiler?
22. Eğer yerde ve
gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu.
Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.
23. O, yaptığından
dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar.
24. Yoksa ondan başka
ilâhlar mı edindiler? De ki: “Haydi getirin delilinizi! İşte benimle beraber
olanların kitabı ve işte benden öncekilerin kitabı (Hiçbirinde birden fazla
ilâh olduğuna dair hiçbir delil yok). Şüphesiz çokları hakkı bilmezler de bu
sebeple yüz çevirirler.”1
25. Senden önce
gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur.
Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.
26. (Böyle iken)
“Rahmân, çocuk edindi” dediler. O, böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır,
(evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır.
27. Onlar Allah’tan
önce söz söylemezler ve hep O’nun emriyle iş görürler.
28. Allah, onların
önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir.
Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun
korkusuyla titrerler.
29. İçlerinden her kim,
“Allah’tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım” derse, böylesini cehennemle
cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
30. İnkâr edenler,
göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan
meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
Not.1 Burada
Allah “her canlının sudan yaratıldığını”
anlatır. Thales (İÖ. 640-548) bu
konuda, “Her canlı sudan yaratılmıştır
ve Allah her yeri kuşatmıştır” diyor. Tabi ki bu iddia Thales’in de icadı
değildir. O da Sümer ve Mısır’da eğitim
gördüğü için oralardan aktarmıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.51).
Not.2 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan
yarattık” diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde
yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri,
dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
31. Onları sarsmasın
diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler
diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik.
Not.1 ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Lokman 10, Nahl 15, Enbiya 31, Nebe 7: Bu ayetlerde geçen “dünyanın sallanmaması için dağların kazık
görevini yaptığı” teması şair Kuss
bin Saide’den alınmıştır. Bu tema aslen
Tevrat’tan alınmadır, şair Ümeyye
b. Ebi Sait’in şiirlerinde de işlenmiştir.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
32. Gökyüzünü de
korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın varlığını gösteren)
delillerden yüz çevirmektedirler.
Not.1 ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Enbiya 32, Tur 5: Bu ayetlerdeki “gökyüzünün korunmuş bir tavan gibi yaratıldığı” teması şair Kuss bin Saide’den alınmıştır.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
33. O, geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.
34. Biz, senden önce
de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî mi
kalacaklar?
35. Her nefis ölümü
tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak
bize döndürüleceksiniz.
Not.1 ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Kasas 88, Enbiya 35, Ankebut 57, Al-i İmran185:
Bu ayetlerdeki “her canlı ölümü tadacaktır” cümlesi harfiyen şair Kuss bin
Saide’den alınmıştır.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
36. İnkâr edenler
seni gördükleri zaman ancak alaya alırlar. “Bu mu ilâhlarınızı diline dolayan?”
derler. Hâlbuki kendileri Rahmân’ın kitabını inkâr ediyorlar.
37. İnsan çok aceleci
(tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim.2 Şimdi
acele etmeyin.
38. Bir de “Eğer
doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
39. İnkâr edenler,
yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları ve hiçbir yardım da
görmeyecekleri vakti bir bilseler!
40. Şüphesiz o
(tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşkınlıktan
dondurup bırakacak. Artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de
kendilerine göz açtırılacak.
41. Andolsun, senden
önce de birçok peygamberle alay edildi de içlerinden alay edenleri, o alaya
aldıkları şey kuşatıverdi.
42. (Ey Muhammed!) De
ki: “(Size azab edecek olsa) gece ve gündüz Rahmân’ın azabından sizi kim
koruyacak?” Öyle iken onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirmekteler.
43. Yoksa bizim
dışımızda onları koruyacak ilâhları mı var? O ilâh edindikleri nesneler
kendilerine bile yardım edemezler. Zaten onlar bizden de yardım görmezler.
44. Evet, biz onları
da atalarını da, faydalandırdık. Öyle ki uzun süre yaşadılar. Ama, artık
görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü çevresinden eksiltiyoruz? O hâlde, onlar mı
galip gelecekler?
45. De ki: “Ben sizi
ancak vahy ile uyarıyorum.” Ama sağırlar uyarıldıkları vakit çağrıyı
işitmezler.
46. Andolsun, onlara
Rabbinin azabından hafif bir esinti dokunsa, muhakkak “Eyvah bize! Gerçekten
biz zalim kimselerdik” diyeceklerdir.
47. Kıyamet günü için
adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar
zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu
getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.
48. Andolsun, biz
Mûsâ ile Hârûn’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için o Furkân’ı3
(Tevrat’ı) bir ışık ve öğüt olarak verdik.
Not.1 Araf
103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48,
Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara (49-108,
136, 246 vb çoğu ayetler):
Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor.
Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.
a) Kur’an ve Tevrat’a göre Musa
peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put
ustasıydı.
b) 286 cümleden oluşan Bakara
suresi, zaten Musa’nın kavminin
ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara,
Arapçada inek demektir. Yani
Türkçesi inek suresi demektir.
c) Efsanenin hemen her parçası
en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.
d) Araf 103’ten, Şuara 16’dan,
Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak
anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.
e) Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir.
Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında
da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H.
Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü
olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.
f) Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar
için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık
dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun
ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade
kullanılıyor. Bunlar Tevrat’ta teker
teker isimleriyle ve de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7,
8/16, 8/21; 9/9, 19;10/12.)
g) Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda
en çok Tevrat’a başvurmuştur.
Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır.
Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında
inen Taha ve Naziat surelerinde
Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan
Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi
surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye
geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde
bunları tekrar gündeme getirmiştir.
h) Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki
bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına
bir şeyler çağrıştırıyor!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.130-136)
49. Onlar,
görmedikleri hâlde Rablerinden içten içe korkarlar. Onlar kıyamet gününden de
korkarlar.
50. İşte bu (Kur’an)
da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?
51. Andolsun, daha
önce de İbrahim’e doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten onu
biliyorduk.
52. Hani o, babasına
ve kavmine, “Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?” demişti.
53. "Babalarımızı
bunlara ibadet ediyor bulduk” dediler.
54. İbrahim,
“Andolsun, siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi.
55. “Bize gerçeği mi
getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?” dediler.
56. İbrahim, dedi ki:
“Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları yaratandır ve ben de
buna şahitlik edenlerdenim.”
57. Allah’a yemin
ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra ben putlarınıza muhakkak bir
tuzak kuracağım.
58. Derken (İbrahim)
belki kendisine başvururlar diye içlerinden bir büyüğü bırakarak onları
(putları) paramparça etti.4
59. Onlar, “Kim yaptı
bunu tanrılarımıza! Muhakkak o zalimlerden biridir” dediler.
60. (İçlerinden
bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk”
dediler.
61. (Bir kısmı da) “O
hâlde haydi, onu insanların gözü önüne getirin. Belki (bu konuda) şahitlik
ederler” dediler.
62. (İbrahim gelince)
“Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler.
63. Dedi ki: “Hayır!
Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!”
64. Bunun üzerine
birbirlerine dönüp, “Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz siz” dediler.
65. Sonra eski inanç
ve inatlarına döndüler ve, “Andolsun, bunların konuşmayacağını sen de bilirsin”
dediler.
66. İbrahim, şöyle
dedi: “Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar
veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?”
67. “Yazıklar olsun,
size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza
almayacak mısınız?”
68. (İçlerinden
bazıları), “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilâhlarınıza yardım edin”
dediler.
69. “Ey ateş!
İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.
Not.1 Ateşin İbrahim peygamberi yakmadığı
efsanesi de çok eski mitolojilere dayanır. Bu inanç, Muhammed’den asırlar önce hem İranlılarda, hem Lidyalılarda,
hem de Babil’lilerde vardı. Kaynak:
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.28).
70. Ona böyle bir
tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna
düşürdük.
71. Onu Lût ile
beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık.5
72. Ona İshak’ı ve
ayrıca da Yakub’u bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık.
73. Onları bizim
emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi,
namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet
eden kimselerdi.
Not.1 Meryem
31, 55, Enbiya 73: Bu ve benzeri ayetlerden* görüleceği üzere Zekâtın daha önce var olduğu kabul
edilmektedir (* Mesela Hz. İsa ile ilgili Meryem 31, İsmail peygamber ile ilgili Meryem 55, Hz. İbrahim ile ilgili Enbiya 73. ayet). bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32, 243).
74. Biz, Lût’a da bir
hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapan memleketten kurtardık.
Gerçekten onlar kötü bir toplum idiler, fasık (Allah’ın emrinden çıkan kimseler)
idiler.
75. Onu rahmetimizin
içine soktuk. Çünkü o, gerçekten salih kimselerdendi.
76. (Ey Muhammed!)
Nûh’u da hatırla. Hani o daha önce dua etmişti de biz onun duasını kabul
ederek, kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan (tufandan) kurtarmıştık.
77. Âyetlerimizi
yalanlayanlara karşı ona yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdu. Bu
yüzden biz de onları topyekûn suda boğduk.
78. Dâvûd ile
Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü
halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.6
79. Biz hüküm vermeyi
Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik. Dâvûd ile
birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik.
Bunları yapan biz idik.7
80. Bir de Davud’a,
sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Şimdi
siz şükrediyor musunuz?
81. Süleyman’ın
hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler
yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz.
82. Bir de
şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları
da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik.
83. Eyyûb’u da
hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin
en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.
84. Biz de onun
duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan
bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve
onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.
85. İsmail’i, İdris’i
ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.
86. Onları da
rahmetimizin içine soktuk. Şüphesiz onlar salih kimselerdendi.
87. Zünnûn’u da
hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı
sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni
eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye
dua etti.
88. Biz de duasını
kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle
kurtarırız.
89. Zekeriya’yı da
hatırla.8 Hani o, Rabbine, “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen
varislerin en hayırlısısın” diye dua etmişti.
90. Biz de onun
duasını kabul ettik ve kendisine Yahya’yı bağışladık. Eşini de kendisi için,
(doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar,
(rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize
derin saygı duyan kimselerdi.
91. Irzını korumuş
olan kadını da (Meryem’i de) hatırla. Ona ruhumuzdan üflemiştik. Kendisini de,
oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık.
92. Şüphesiz bu
(İslâm), tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininiz)dir. Ben de
Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin.
93. (İnsanlar)
işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Hepsi de ancak bize dönecekler.
94. Şu hâlde, kim
mü’min olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz
biz onu yazmaktayız.
Not.1 Sâd 41-44, En’âm 84, Enbiyâ 83-94, Nisâ 163:
Tevrat’tan alınan ve tüm dinlere geçmiş “Eyüp
Peygamberin sabrı” hikâyesi de çok
tanrılı Sumerlerden gelmedir. Hikâyenin ana fikri; insanın felaketlere
uğradığı zaman, bunu yapan Tanrıya lanetler saçacağı yerde, onu yücelterek, ona
yalvarıp yakararak kalbini yumuşatıp, bu felaketlerden kurtulabileceğidir.
Sumer’de yalvarılan Tanrı, insanın kendi Tanrısıdır. O, Tanrılar meclisine bu
duaları götürerek iyi sonuç alıyor.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.56-61).
95. Helâk ettiğimiz
bir memleket halkının bize dönmemeleri imkânsızdır.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“HARAM” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “vacip/gerekli”
anlamına gelir. Bu ayette asıl anlamıyla “imkânsız”
olarak kullanılmıştır. Bunun dışında dinde bilinen haram anlamı ile de çok
yerde kullanılmaktadır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.284).
96. Nihayet Ye’cüc ve
Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler.
Not.1 YE’CÜC VE ME’CÜC’DEN KASIT TÜRKLER MİDİR?
Kehf 94, Enbiya 96:
a) Hz. Muhammed’in Türkler aleyhinde
olan açıklamaları meşhurdur. Onun en başta Buhari’de geçen hadisleri var ki, açık olarak Türkleri hedef göstermiştir.
“Sizler Türklerle savaşmadan kıyamet
kopmayacaktır” demiştir. Buhari: a) Cihat, bab 95, no: 2928. b) Menakib
25, no: 3587.
b) Emevilerin orta Asya’yı talan
etmesi ve yine Emevi komutanın, ben
Türklerin kanıyla değirmen döndürmeyene kadar katliam durmayacaktır,
demesi ve en vahimi de bu komutanın, kim
bana bir Türkün kellesini getirirse ben ona yüz dirhem para veririm,
demesi ve bunun üzerine bir gün
içinde on bin Türk kellesinin onun huzuruna getirilmesi Hz. Muhammed’in
böyle cesaret verici hadislerine bağlı olması muhtemeldir.
c) Hz. Muhammed’in bu açıklamaları,
Kur’an yorumcuları üzerinde de etkisini göstermiştir. Örneğin; Kur’an’da geçen (Kehf 94, Enbiya 96) ve bozguncu
diye tanımlanan Ye’cüc ve Me’cüc’den,
Kur’an yorumcuları Türkleri anlamışlardır.
d) Mesela Kadi Beydavi, Hazın
tefsiri, Nesefi, İbn-i Kesir ve daha niceleri, ilgili ayetler kısmında, bu Ye’cüc ve Me’cüc’ün Türkler olduğunu
yazmaktalar. Buhari’de geçen hadislerde iki yerde Hz. Muhammed Türk
kelimesini dillendiriyor. Hatta Buhari
bu konuda özel bir başlık açmıştır. Bu konuda Tecrid-i Sarih 9/95 ve
no: 1372 ve 73’te ve ilgili ayetlerin tefsirlerinde ilginç şeyler de var.
e) Bu Ye’cüc-Me’cüc’le ilgili Hz.
Muhammed’in Buhari’de geçen ayrıca enteresan açıklaması vardır; özetle sunalım,
çünkü konuyla alakalıdır: Kıyamet günü Allah Âdem’e, haydi cehennemlikleri
ayırt et diyecek. Âdem, peki bunların miktarı ne kadar diye sorunca; Allah, her
bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi cehennemliktir diyecek. Bunun üzerine
ashab Hz. Muhammed’e, peki hangimiz bu bir kişi olacağız, diye sorulunca da o, sizden bir kişiye karşı, Ye’cüc
ve Mecüc’den bin kişi cehenneme girecek...
f) Burada vurgulamak istediğim, cehennemi dolduran bu iki kesimin
Türklerle ilişkilendirilen Ye’cüc ve Me’cüc olması. Tecrid-i Sarih,
Diyanet tercümesi, 9/104, no: 1373.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.297-298).
97. Gerçek vaad
(kıyametin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp
donakalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim
kimselermişiz” derler.
98. Hiç şüphesiz siz
ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz oraya
varacaksınız.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“HASEB” kelimesi
Arapça değildir.
Afrika dillerinden gelmedir, “Ateşe
malzeme olan madde” anlamına gelir. Ayette cehenneme “yakıt/odun” anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.283).
99. Eğer onlar ilâh
olsalardı oraya varmazlardı. Hâlbuki hepsi orada ebedî kalacaklardır.
100. Onların orada
derin bir iç çekişleri vardır! Onlar orada hiçbir şey işitmezler.
101. Şüphesiz kendileri
için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar
cehennemden uzaklaştırılmışlardır.
102. Onlar cehennemin
hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak
kalırlar.
103. En büyük korku
bile onları tasalandırmaz ve melekler onları, “İşte bu, size vaad edilen
(mutlu) gününüzdür” diyerek karşılarlar.
104. Yazılı kâğıt
tomarlarının dürülmesi gibi göğü düreceğimiz günü düşün. Başlangıçta ilk
yaratmayı nasıl yaptıysak, -üzerimize aldığımız bir vaad olarak- onu yine
yapacağız. Biz bunu muhakkak yapacağız.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“SİCİLİ” kelimesi
Arapça değildir.
Farsça’dır, “kitap”
anlamına gelir. Yunanca olduğunu söyleyenler de vardır (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.280).
105. Andolsun,
Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da9 da, “Yere muhakkak benim iyi
kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.
106. Şüphesiz bunda
Allah’a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.
107. (Ey Muhammed!)
Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
Konu: KUR’AN EVRENSEL Mİ?
a) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı,
doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz
bölgesindeki insanları (dili
Arapça olanları) ilgilendirdiği
hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara
bir mesaj iletilmek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir
dille olmalı.
Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar
dışındakilere gelmiyor.
Gerekçesi de Kur’an’da belirtiliyor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak
diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.
Tam burada Arap olmayanların
da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dilimizde olmayan
bir dille mi bize kitap gönderiyorsun?” demeye hakları vardır. Eğer
bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de
alınmalıdır.
Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken “Arap
yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve “Müslüman
olmayanları Arap yarımadasından
çıkarın” şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet
açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insanları ilgilendiren
bir din.
Peki, eğer bölgesel bir din
olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın,
denilebilir miydi? Aslına bakılırsa
artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü
Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü
Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ihtisas gerekiyor.
b) Müddessir 36, En’am 19, Sebe
2, Enbiya 107:
Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.
Bu ayetler afaki bir anlam
içeriyor; Kur’an’ın evrenselliğiyle
alakalı değildir.
Bunlar soyut
açıklamalardır ve birer perspektif vermektedir.
Mesela Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir
can acı çekerken mutlu değilim”
demiş.
Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.
Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu
somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun
çıkardı,
deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu
ancak asimilasyonun daniskası olur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).
108. De ki: “Bana
ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık müslüman
oluyor musunuz?”
109. Eğer yüz
çevirirlerse, de ki: “(Bana emrolunanı, ayırım yapmadan) size eşit olarak
bildirdim. Tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa uzak mı, bilmiyorum.”
110. “Şüphesiz, Allah
sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir.”
111. “Bilmem! Belki bu
(mühlet) sizin için bir imtihan ve bir vakte kadar yararlanmadır.”
112. (Peygamber), “Ey
Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı yardımı
istenecek olan Rahmân’dır” dedi.
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. 22. âyette Allah’ın
birliği aklî yönden, bu âyette de naklî yönden ispat edilmiştir.
2. Buradaki âyetlerden
maksat, İslâm’ı inkâr edenlerin yakında görecekleri cezalar veya Allah’ın
varlık ve birliğini gösteren ve zamanla ortaya çıkacak olan apaçık delillerdir.
3. Furkân, hak ile
batılı birbirinden ayıran demektir.
4. İbrahim, putların
hepsini baltayla kırarak baltayı, ilişmediği büyük putun omzuna asmıştı. Bir
bayram şenliğine giden halk dönüşte putların kırılmış olduğunu gördü.
İbrahim’in bütün tehlikeyi göze alarak putları kırmasındaki amacı; halka,
kendilerini bile korumaya güçleri yetmeyen putların, onlara tapınanlara hiçbir
yarar sağlamayacağını canlı bir şekilde anlatmaktı.
5. Tefsir bilginlerinin
ifadesine göre; bu iki peygamber Şam’dan yola çıkmışlar, İbrahim Filistin’e,
Lût da buraya bir günlük mesafede bulunan Mu’tefike’ye yerleşmişti.
6. Tefsir kaynaklarında
belirtildiğine göre; bu olayda Hz.Davud, koyunların ekin sahibine verilerek
zararın tazmin edilmesine hükmetmiş, Hz.Süleyman ise koyunların geliriyle
zararın tazmininin her iki taraf için daha uygun düşeceği yolunda hüküm
vermişti.
7. Kur’an-ı Kerim, her
şeyin insanın hizmetine sunulduğunu pek çok âyette ifade etmektedir. Bu konu
ile ilgili olarak bakınız: Ra’d sûresi, âyet, 2; İbrahim sûresi, âyet, 32,33;
Nahl sûresi, âyet, 12,14; Hac sûresi, âyet, 65; Sâd sûresi, âyet, 18, 36.
8. Zünnûn, balık sahibi
demektir. Burada Hz. Yûnus’u ifade etmektedir. Yûnus, peygamber olarak
gönderildiği kavminin yola gelmemesi üzerine Allah Teâlâ’nın henüz bir izni
olmadan kavmini bırakarak ayrılıp gitti ve bir gemiye bindi. Geminin yürümemesi
veya batma tehlikesi geçirmesi gibi bir nedenle yolculardan birisinin denize
atılması gerekti. Kur’a çektiler, Yûnus’a çıktı ve denize atıldı. Denizde
kendisini bir balık yuttu. Bir süre balığın karnında Allah’a dua eden Yûnus’u
balık sahile attı.
9. Zebur, Hz. Davud’a
indirilen ilâhî kitap yahut da Peygamberlere indirilen ilâhî kitapların genel
adıdır.
MÜ'MİNÛN | İNANANLAR
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |