52- TANRI ELÇİSİ HÛD
HİKÂYESİ | HÛD (Kitap
Sırası-11)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1-2. Elif Lâm Râ.1
Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla
haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış,
sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir
kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı
ve müjdeleyiciyim.”
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
3. Rabbinizden
bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye
(ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet
sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin
adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.
4. Dönüşünüz ancak
Allah’adır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
5. İyi bilin ki
onlar, O’ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi
bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de
açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı)
hakkıyla bilendir.
6. Yeryüzünde
hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada)
duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir.
Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.
7. O, hanginizin
amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı2
su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle
iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu,
apaçık bir büyüdür” derler.
Not.1 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan
yarattık” diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde
yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri,
dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur. bkz.
Arif Tekin, age, (pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır.
bkz.
Arif Tekin, age, (pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
Not.2 A’raf 54, Furkan 59, Taha 5, Yunus 3, Hud 7, Secde 4, Ra’d
2, Hadid 4 “Tanrı’nın yedi
kat göğün üzerinde Arş’ta oturması” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. Sumer
Tanrılarının gökte toplandıkları duku
adında bir yerleri var.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.25-26).
Not.3 YARATILIŞ AYETLERİ: Kaf 38,
Araf 54, Furkan 39, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Hadid 4:
Kur’an’da birçok yerde tanrı, ben yedi gökle yeri altı günde yarattım, diyor (Araf 5 4, Yunus
3, Hud 7, Hadit 4). Birkaç ayette de yedi gök, yer ve aralarındakileri altı günde yarattım, diyor (Furkan 39, Secde 4, Kaf 38).
İster yedi gökle yer yalnız
olsun, ister bunlarla birlikle aralarındakiler de olsun, Kur’an’a göre bunlara harcanan zaman altı gündür. Bu altı
gün meselesi hemen Tevrat’ın başında
da geçiyor.
Bu ayetlerde, kâinat
yaratılırken altı gün harcandığını, yere kaç gün, göğe kaç gün verildiği yazılmıyor;
toplam rakamdan söz ediliyor. Başka
bir ayette (Fussilet 9) ise o altı günden iki günü yere
ayırdığı belirtiliyor ve devam ediliyor. Fussilet 10. ayette “yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti”
deniliyor. Dikkat edilirse daha
önce verilen altı gün burada bitti;
yalnız daha göklere sıra gelmedi.
Devam
ediliyor. Fussilet 12.
ayette “Böylece onları (gökleri), iki
günde yedi gök olarak yarattı” diyor. İşte burada hesap yanlış! Ayetlerde harcanan zaman toplu halde belirtilirken altı gün deniliyordu; görüldüğü gibi detay kısmında sekiz gün
geçiyor. (Burada “efendim dört gün derken daha önce
dünyaya verilen iki gün de bu dört güne dahilmiş” diyerek zorlama kurtarma yorumları yaparlar.)
Görüldüğü gibi ortada çok basit bir hesap yanlışı var. Bunun da nedeni, ayetlerin farklı zamanlarda oluşturulması ve konuya
ilişkin daha önce söylenen ayetlerin farkına varılmamış olması.
bkz. Arif
Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.83-84).
8. Andolsun, biz
onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka “Onu ne
alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden bir
daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini çepeçevre
kuşatmış olur.
9. Eğer insana
tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak,
şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir.
10. Ama kendisine
dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, “Kötülükler
benden gitti” diyecektir. Çünkü o, şımarık ve böbürlenen biridir.
11. Ancak sabredip
salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir
mükâfat vardır.
12. (Ey Muhammed!) Belki
de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek
gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı
edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah
ise her şeye vekildir.
13. Yoksa “onu
(Kur’an’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi
Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi
uydurma on sûre getirin.”
Not.1 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna
varıyorduk. Vaazı bitince herkes
elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim
sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
14. Eğer size (bu
konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak Allah’ın ilmiyle
indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık müslüman oluyor
musunuz?
15. Kim yalnız dünya
hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada
tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.
16. İşte onlar,
kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyada)
yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmakta oldukları da boş
şeylerdir.
17. Rabbi katından
açık bir delile dayanan kimse, yalnız dünyalık isteyen kimse gibi midir? Kaldı
ki, bu delili Rabbinden bir şahit (Kur’an) ve bir de ondan (Kur’an’dan) önce
bir önder ve bir rahmet olarak (indirilmiş olan) Mûsâ’nın kitabı (Tevrat)
desteklemektedir.3 İşte bunlar ona (Kur’an’a) inanırlar. Gruplardan
her kim onu inkâr ederse, ateş onun varacağı yerdir. Ondan hiç şüphen olmasın.
Şüphesiz o, Rabbin tarafından (bildirilmiş) gerçektir. Fakat insanların çoğu
inanmazlar.
18. Kim Allah’a karşı
yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve
şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır” diyeceklerdir.
Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.
19. Onlar (halkı)
Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir.
Hem de onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.
20. Onlar yeryüzünde
(Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah’tan başka
sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar için kat kat
artırılacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem de
görmüyorlardı.
21. İşte bunlar,
kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de
kendilerini yüz üstü bırakıp kaybolup gitmiştir.
22. Şüphesiz bunlar
ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.
23. İman edip, salih
ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar
cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
24. Bu iki zümrenin
durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları
hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?
25. Andolsun, biz
Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için
apaçık bir uyarıcıyım.”
26. “Allah’tan
başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir
günün azabından korkuyorum.”
27. Kavminin inkâr
eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu
görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret
olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz.
Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.
28. Nûh dedi ki: “Ey
Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde
isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz ona karşı kör
kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”
29. “Ey kavmim! Buna
karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a
âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Çünkü
onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum
olduğunuzu görüyorum.”
30. “Ey kavmim! Eğer
ben onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz?”
31. Size ben,
“Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim”
de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir
hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle
bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zâlimlerden olurum.
32. Dediler ki: “Ey
Nûh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru söyleyenlerden isen,
haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.”
33. Nûh dedi ki: “Onu
size, dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah’ı) âciz bırakamazsınız.”
34. Ben size öğüt
vermek istesem de, eğer Allah sizi azdırmak istemişse, öğüdüm size fayda
vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.
35. (Ey Muhammed!)
Yoksa “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu
uydurmuşsam, suçum bana âittir. Ben de sizin işlemekte olduğunuz suçlardan
uzağım.”
Not.1 MUHAMMED, BİR TAKTİK OLARAK ALLAH’I ADINA KENDİNİ SORGULUYOR
İlgili ayetler: İsra 90-94, Yunus 94-95, Hud 35, Hakka
43-47, Enfal 32-33, Nisa 82, Maide 67.
Değinilen ayetler: Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41.
Muhammed güya Allah’ına;
1) “Eğer
Kur’an’ı Muhammed uydursaydı onun
şahdamarını keserdik” dedirtiyor. (Hakka 43-47)
2) “Eğer Kuran’dan şüphe edersen, o
zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor”
dedirtiyor. (Yunus
94-95)
a) Bir kere Kur’an Allah’tan olsaydı bundan Muhammed niye şüphe duysun da Allah böyle bir şey desin
ki?!! Tek başına bu ayet bile
Kur’an’ın Allah’tan değil insanlar
tarafından yazıldığının kanıtıdır!
b) Bu ayet, bir taraftan
tescil ediyor ki, Muhammed
zamanında Kuran’da olup bitenleri kendisinden
daha iyi bilen insanlar varmış.
c) Öbür taraftan beraberinde şu
çelişkiyi de getiriyor: Allah’ın Muhammed’e, “Eğer Kuran’da şüphen varsa, o
zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor” deyip ehliyetli bulduğu o jüri heyeti acaba kimler? Çünkü Kur’an’ın Allah’ı ne Yahudileri, ne de Hıristiyanları kabul etmiyor;
ikisinin de Tevrat ve İncili bozduklarını/ tahrif ettiklerini söylüyor.
(Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41)
Dolayısıyla burada anlaşılmaz bir durum söz konusudur.
3) Yine
Allah’ına “‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? De ki, eğer
uydurdumsa bunun günahı benim boynumdadır” dedirtiyor. (Hud
35)
4) Bir
de abartılı biçimde: “Eğer bu Kur’an
Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı o zaman içinde birçok
tutarsızlıklar olurdu” dedirtiyor. (Nisa 82)
5) “‘Bize gökten mucize göstermezsen biz
sana asla inanmayız’
diyenlere de ki, ‘rabbin şanı yücedir; ben ancak elçi olan bir beşerim’” dedirtiyor.
(İsra 90-94)
6) “Allah seni insanlardan korur” dedirtiyor. (Maide 67)
Ancak dediği çıkmıyor, Allah’ı kendisini korumuyor.
Bu konuda sağlam kaynaklarda Muhammed’in ifadesi vardır ki, o bir Yahudi kadının su-i kastıyla
öldürülmüştür. Yine sağlam kaynaklara göre Muhammed’i iki hanımı Ayşe
ve Hafsa ile babaları (sonraki
halifeler) Ebubekir ve Ömer öldürüyor.
7) “Ey
Allah, eğer bu kitap sendense bize gökten acıklı bir azap ver” diyen inanmayanlara
Allah’ına isnaden “Aranızda Muhammed
varken Allah size azap etmez” anlamında ayet gönderiyor. (Enfal 32-33)
a) İşte Muhammed Kuran’dan bilgisi olmayan insanları bu tür taktiklerle
etkilemeğe çalışıyor.
b) Şu an dünyada milyarlarca insan
çeşitli sıkıntılardan ötürü feryat edip bir kurtarıcı arıyor; ama kutsal
kitaplara göre dar günün tanrısı yardıma gelmiyor.
Muhammed’e
gelince anlatıldığı gibi en ufak bir rahatsızlığında Allah-Cebrail hemen hazır-nazırlar. Böylesine kişiye özel
tanrıya Sümerlerde de rastlanırdı. Her kralın ayrı tanrısı vardı.
c) Muhammed’in bu gibi ayetleri
oluşturmasından tek gayesi, “Bakın
ben kafadan konuşmuyorum; Allah beni göreve davet ediyor, yapmamazlık edemem”
fikrini insanlara kabul ettirmektir. Yoksa daha önce Mekke’de de Allah’ın
peygamberiydi neden korkudan namazlarını gizli kılardı, neden Hz.
Ali’yi kendi yerinde yatağına yatırıp geceleyin Medine’ye kaçıyordu!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.191-192).
36. Nûh’a vahyolundu
ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman
etmeyecek. O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.”
37. “Gözetimimiz
altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey
söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”
38. (Nûh) gemiyi
yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay
ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz
gibi biz de sizinle alay edeceğiz.”
39. Artık, geldiği
kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine sürekli bir azabın
ineceğini ileride anlayacaksınız.
40. Nihayet emrimiz
gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her
cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında daha önce
hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama,
onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.4
41. (Nûh), “Binin
ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi.
42. Gemi, dağlar gibi
dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna,
“Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye
seslendi.
43. O, “Ben, kendimi
sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet
ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken
aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.
44. “Ey yeryüzü! Yut
suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye
oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.
Not.1 A’râf 59, Yâsîn 41-43, Şuarâ 117-120, Yunus 73, Hûd 36-44,
Zâriyât 46, Mü’minûn 26-29, Ankebût 14-15: Nuh’un, kavmi ile olan inanç
problemleri üzerine kurulu “Tufan”
hikâyesi Tevrat’tan alınmadır. Ancak bu hikâyenin aslı da çok tanrılı Sumerlere
dayanmaktadır (Gılgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikâye,
ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a,
tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı. Kur’an da Nuh’un bu hikâyesini
sıkça kullanıp, inanmayanlara “Tufan”
mesajı vermeye çalışıyor).
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.49-53).
Not.2 Tufan hikâyesinde Tanrı tarafından korunan kişi Kur’an ve Tevrat’ta Nuh, Akadlarda
Utnapiştim, Sümerlerde de Ziusudra
olarak geçiyor. Sümerlerde tufan işi bittikten sonra geminin durduğu yer
“Nizir” dağı, Tevrat’ta “Ararat”, Kur’an’da ise “Cudi” dağı olarak gediyor. Kısacası asıl kaynak çok tanrılı Sumer mitolojisidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.61).
Not.3 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“İB’LAİ” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “çekmek-yutmak”
anlamına gelir. Ayette “suyunu yut”
cümlesindeki “yutmak” yerine bu
kelime kullanılmıştır. Hintçe olduğunu söyleyen de vardır.
ayrıca; bu
ayetlerin (Hud 44, Ra’d 8) Arapçasında geçen;
“GİYDE” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “çekilmek”
anlamına gelir. Kur’an’da iki yerde geçer, Nuh Tufanında “suyun çekilmesi” tamam, ama “ana
rahmi” ile ilgili ayette ne demek isteniyor hiç belli değil! (Arapça
karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.282, 286).
45. Nûh, Rabbine
seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din
elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”
46. Allah, “Ey Nûh!
O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde,
hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden
olmamanı öğütlerim” dedi.
47. Nûh, “Rabbim!
Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım.
Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum”
dedi.
48. Ona denildi ki:
“Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve
bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler de olacak ki, biz onları
(dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap
dokunacak.”
49. İşte bunlar, sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne
de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a karşı gelmekten
sakınanların olacaktır.
50. Âd kavmine de
kardeşleri Hûd’u gönderdik. Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin.
O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz, sadece iftira ediyorsunuz.”
51. “Ey kavmim! Ben
buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak beni yaratana
âittir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”
52. “Ey kavmim!
Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki, üzerinize bol bol
yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.”
53. Dediler ki: “Ey
Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımızı
bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz.”
54-55. Biz sadece şunu
söyleriz: “Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış.” Hûd, dedi ki: “İşte ben
Allah’ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah’ı bırakıp da O’na
ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra
da bana göz açtırmayın.”
56. “İşte ben, hem
benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir
canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın.5 Şüphesiz
Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”
57. “Eğer yüz
çevirirseniz; bilin ki ben, benimle gönderileni size tebliğ ettim. Rabbim
(dilerse) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz O’na bir zarar
veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”
58. Helâk emrimiz
gelince, Hûd’u ve beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle
kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtardık.
59. İşte Âd kavmi!
Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine karşı geldiler ve
inatçı her zorbanın emrine uydular!
60. Onlar, hem bu
dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz ki Âd kavmi,
Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden
uzaklaştı.
61. Semûd kavmine de
kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk
edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan)
yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı.6 Öyle
ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim
yakındır ve dualara cevap verendir.
62. Onlar şöyle
dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda ümit beslenen bir kimseydin.
Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize yasaklıyor musun? Şüphesiz, biz
senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz.”
63. Salih, dedi ki:
“Ey kavmim! Söyleyin bakayım, eğer ben Rabbim tarafından apaçık bir delil
üzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet (peygamberlik) vermişse, O’na karşı
geldiğim takdirde beni Allah’tan kim koruyabilir? Demek ki, zarara uğratmaktan
başka bana katkınız olmaz.”
64. “Ey kavmim! İşte
size mucize olarak Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın onu, Allah’ın arzında
yayılıp otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar.”
65. Derken onu
kestiler. Salih, dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. (Sonra helâk
olacaksınız.) İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir.”
66. (Helâk) emrimiz
geldiğinde Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları tarafımızdan bir
rahmetle helâktan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin mutlak
güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
67. Zulmedenleri o
korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
68. Sanki orada hiç
yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki
Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.
69. Andolsun,
elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size
de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.
70. Ellerini yemeğe
uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku
duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”
71. İbrahim’in karısı
ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı müjdeledik; İshak’ın
arkasından da Yakûb’u.
72. Karısı, “Vay
başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu
doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.
73. Melekler,
“Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey
(peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.”
dediler.
74. İbrahim’in
korkusu gidip, kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizim (elçilerimiz)le
tartışmaya başladı.
75. Çünkü İbrahim çok
içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Hud 75, Tevbe 114) Arapçasında geçen;
“EVVAH” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “Merhametli,
çok dua eden, inanan kişi” anlamına gelir. Kimileri, İbranicedir “dua”
anlamına gelir demiştir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.283).
76. Elçilerimiz, “Ey
İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz
onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir” dediler.
77. Elçilerimiz Lût’a
gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok zor bir gün” dedi.
78. Kavmi,
(konuklarıyla çirkin ilişkide bulunmak üzere) ona doğru koşa koşa geldiler.
Zaten onlar önceden de bu tür çirkin işleri yapıyorlardı. Lût, dedi ki: “Ey
Kavmim! İşte kızlarım. Onlar(la nikâhlanmanız) sizin için daha temizdir.7
Allah’a karşı gelmekten sakının ve konuklarıma karşı beni rezil etmeyin.
İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?”
79. Onlar, “İyi
biliyorsun ki kızlarında bizim gözümüz yok. Sen bizim ne istediğimizi çok iyi
biliyorsun” dediler.
80. (Lût da:) “Keşke
size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı, ya da sağlam bir desteğe
dayanabilseydim” dedi.
81. Konukları şöyle
dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar.
Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak
karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap,
onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın
değil midir?!”
82-83. (Azap) emrimiz
gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş
pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir.
Not.1 Kamer
38, Araf 81-84, Furkan 40, Şuara 165-174, Neml 54-57, Hud 78-83, Hicr 60, 68,
73-77, Ankebut 29, 32-35:
a) Bu ayetlerde anlatılan Lut peygamber ve onun homoseksüel kavmi, kavmin
yaşadığı “Sodom” şehrinin bela yağmuru (taşlama) ile yok edilmesi hikâyesi olduğu gibi Tevrat Tekvin 19/1-26’dan alınmadır.
b) Kuran’ın Allah’ı,
gerçekleştirdiği bu ceza hakkında, “İşte
seçkin zekalı, akıllı ve inananlar için bu hadisede ibretler vardır”
diyor.
c) Lut kavmi hakkında Kuran’da, “Onun kavminden yalnız bir aileyi Müslüman
gördük” demesinden, Allah’ın Lut’u
göndermekle yine etkisinin
olmadığı, bir ailenin dışında kimsenin ona inanmadığı ortaya
çıkıyor. Bunun sonucu olarak çok merhametli olduğu söylenen
Kuran’ın Allah’ı, çareyi onları yok etmekte buluyor,
kendilerini imha ediyor.
d) Başka birçok konuda olduğu gibi Lut
kavmi efsanesi de birçok ayette (yukarıda sayılan sekiz ayrı surede)
lüzumsuz olarak tekrarlanmıştır. Hele Şuara
173 ile Neml 58 ayetlerinin hem
harfleri, hem de kelimeleri %100
aynı.
e) Şu da zorunlu olarak ortaya
çıkıyor ki, madem Kuran’daki çoğu bilgiler ve prensipler
Tevrat’takilerin aynısıdır/kopyasıdır, o
halde her Müslüman -istese de istemese de- anayasal anlamda aynı zamanda bir Yahudidir.
f) Her ne kadar Kuran’ın değişik
yerlerinde (örneğin Maide 82) Yahudiler
Müslümanların bir numaralı düşmanları olarak ilan edilmişse de bu, iktidar kavgasından kaynaklanıyor;
yoksa her iki kitap, hem
anlatılan efsaneler, hem de hayatla ilgili diğer konularda çoğunlukla birbirlerinin aynısı.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.154-157)
Not.2 Kur’an’da
Allah, Lut peygamberi dinlemeyen insanlara taş yağdırırken “Onlara atılan taşlar Allah tarafından
numaralandırılmıştı: Hangi taşın hangi adama, onun neresine vurulacağı bile
belirlenmişti” şeklinde net ayetler vardır. Bu ifade, Kur’an’ın 2
yerinde geçiyor (Hud 83, Zariyat 34).
Burada İslamî kesimden
şunu sormak lazım: Diyelim İslama inanmayan güçlü
devletler kalkıp -tıpkı Fil
suresinde geçen Ebrehe gibi- bugün Kâbe’yi
yıkmak isterlerse ve mademki Kur’an’ın Allah’ı katında Kâbe de o kadar
önemliyse, acaba kendisi -Fil vak’asında yaptığı gibi- onları kuşlarla veya başka bir yöntemle yok eder mi! bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.166).
Not.3 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Fil 4, Hud 82, Hicr 74) Arapçasında geçen;
“SİCCİL” kelimesi
Arapça değildir.
Farsça’dır, “taş ve
kil/çamur” anlamına gelir. Ayette “balçıktan
pişirilmiş taşlar” kastedilmiştir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.280).
84. Medyen halkına da
kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik
yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir
günün azabından korkuyorum.”
85. “Ey kavmim!
Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve
haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
86. “Eğer inanan
kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben
sizin başınızda bir bekçi değilim.”
87. Dediler ki: “Ey
Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı
terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve
aklı başında bir adamsın.”
88. Şu’ayb, şöyle
dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere
isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!. Ben size yasakladığımı kendim
yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum.
Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece
O’na yöneliyorum.”
89. “Ey Kavmim! Bana
karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin, veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin
başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin.
(Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden uzak değildir.”
90. “Rabbinizden
bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir,
çok sevendir.”
91. Dediler ki: “Ey
Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz.
Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri
değilsin.”
92. Şu’ayb, şöyle
dedi: “Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı mı ki, O’na sırt
çevirdiniz. Şüphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.”
93. “Ey Kavmim!
Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım. Rezil edici
azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz.
Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.”
94. (Azap) emrimiz
gelince, Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle
kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında
diz üstü çökekaldılar.
95. Sanki orada hiç
yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı gibi
Medyen halkı da uzaklaştı.
96-97. Andolsun, biz
Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve onun ileri gelen
adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un emrine uydular.
Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi.
Not.1 Araf
103-145, 148-156, 159-169, 171, Taha 9-98, Şuara 9-68, Neml 7-14, Kasas 3-48,
Yunus 75-93, Hud 96-99, İbrahim 5-8, Enbiya 45-49, Naziat 15-26, Bakara (49-108,
136, 246 vb çoğu ayetler):
Bu ayetlerde aralıksız Musa’nın efsanesi anlatılıyor.
Toplam 34 surede 136 yerde Musa ismi geçiyor.
a) Kur’an ve Tevrat’a göre Musa
peygamber bir katil, ağabeyi Harun peygamber de put
ustasıydı.
b) 286 cümleden oluşan Bakara
suresi, zaten Musa’nın kavminin
ineğe tapmasından söz ettiği için bu bölüme “Bakara” suresi denmiştir. Bakara,
Arapçada inek demektir. Yani
Türkçesi inek suresi demektir.
c) Efsanenin hemen her parçası
en az iki bazen üç ayrı ayette tekrarlanıyor.
d) Araf 103’ten, Şuara 16’dan,
Kasas 65’ten, Yunus 79’dan başlayarak
anlatılan olaylar hemen hemen aynıdır.
e) Musa’nın âsa hikâyesi de Kuran’da çok tekrarlananlardan biridir.
Burada hemen şunu da ekleyeyim ki, misyonları farklı olmakla birlikte âsa hikâyesi Sümer kanunlarında
da önemliydi. Onlarda âsa, adaletin-güçlü olmanın sembolüydü (H.
Kanunları, sonsöz, 24/42–45). Sümerlerden kalma asa efsanesinin zaman içinde farklı bir biçimde/ bir sihirbazlık gücü
olarak kutsal kitaplara konu olması gayet normaldir. Doğrusu asa (her ne asa ise) efsanesi de çok eskilere dayanır.
f) Kuran’da şu “mucize”ler (!) ismen geçiyor: Âsa, cepten çıkarılan elin bembeyaz olup gözleri kamaştırması, kan, tufan, haşere, kurbağa ve çekirge. Ancak Tevrat’ta ismen anlatılıp da Kuran’a aktarılmayanlar
için de, “Andolsun ki biz Musa’ya apaçık
dokuz mucize verdik”; “Musa Firavun
ve kavmine dokuz mucize ile gitti” diye muğlâk bir ifade
kullanılıyor. Bunlar Tevrat’ta teker
teker isimleriyle ve de detaylıca anlatılıyor (Tevrat, Çıkış, 7/17, 8/2-7,
8/16, 8/21; 9/9, 19;10/12.)
g) Doğrusu, İncil’de efsanelere yer verilmediği için, Muhammed bu konuda
en çok Tevrat’a başvurmuştur.
Kaldı ki Kuran’ına alırken de çok düzensiz ve dağınık bir biçimde almıştır.
Örneğin, Mekke döneminin ilk 5 yılında
inen Taha ve Naziat surelerinde
Musa’yla ilgili bu anlattıklarımı Kuran’a almağa başlamış, daha sonra Mekke’nin son üç yılında inen/ortaya atılan
Araf, Yunus, Kasas ve Şuara gibi
surelerde bunları bir daha işlemiş; Medine’ye
geçince, orada ilk yılda inen Bakara ve son yılda inen Maide surelerinde
bunları tekrar gündeme getirmiştir.
h) Kuran’da anlatılan sadece bu efsanedeki bilgilerin Tevrat’taki
bilgilerle virgülü virgülüne çakışıklığı, herhalde insanın aklına
bir şeyler çağrıştırıyor!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.130-136)
98. Firavun, kıyamet
gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe götürecektir. Ne kötü varış
yeridir orası!
99. Onlar, hem bu
dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü destektir onlara
verilen destek!
100. (Ey Muhammed!)
Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz.
Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de.
101. Biz onlara
zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince,
Allah’ı bırakıp da taptıkları ilâhları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı.
İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı.
102. Zulme sapmış
memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir!
Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.
103. Şüphesiz, ahiret
azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap ve ceza
için) toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin toplanıp bir araya geleceği bir
gündür.8
104. Biz onu ancak
belirli bir zamana kadar erteliyoruz.
105. O gün geldiği
zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz
(cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.
106. Mutsuz olanlara
gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır.
107. Onlar, gökler ve
yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi
başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.
108. Mutlu olanlara
gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler.
Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak
verilmiştir.
109. (Ey Muhammed!)
Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme. Onlar
sadece, daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Şüphesiz biz onlara
(azaptan) paylarını eksiksiz olarak tastamam vereceğiz.
110. Andolsun, biz
Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de onun hakkında ayrılığa düşülmüştü. Eğer
daha önce Rabbinin bir sözü geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm
verilirdi. Onlar da (müşrikler de) o Kur’an hakkında derin bir şüphe
içindedirler.
111. Şüphesiz Rabbin
onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir. Şüphesiz
Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
112. Öyle ise
emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru
olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla
görür.
113. Zulmedenlere
meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız
yoktur. Sonra size yardım da edilmez.
114. (Ey Muhammed!)
Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü
iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.9
115. Sabret! Çünkü,
Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.
116. Sizden önceki
nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan
alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu
yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve
günahkâr kimseler oldular.
117. Rabbin, halkları
salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez.
118-119. Rabbin
dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin
merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları
bunun için yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem
insanlardan (suçlularla) dolduracağım” sözü kesinleşti.10
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola girerse,
kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
120. (Ey Muhammed!)
Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her
bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mü’minlere de bir öğüt ve
hatırlatma gelmiştir.
121. İman etmeyenlere
de ki: “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.”
122. “Bekleyin, biz de
bekleyeceğiz.”
123. Göklerin ve yerin
gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na
kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harflerle ilgili
olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2. “Arş” kavramıyla
ilgili olarak ayrıca bakınız: A’râf sûresi, 54. âyet.
3. Tefsir bilginlerine
göre burada sözü edilen delil akıldır. Buna göre âyette, aklını gereği gibi
kullanan ve bu sayede Allah’ın varlığına ve birliğine inanan kimse ile, her
şeyi dünya hayatından ibaret kabul edip fıtrata aykırı olarak, inkâr yoluna
sapan kimselerin bir olmadığı; üstelik insanın doğru bir inanca sahip olma
yolunda aklıyla baş başa bırakılmayıp, aklın ilâhî vahiyle de desteklendiği
vurgulanmış olmaktadır.
4. Aynı olayla ilgili
olarak Mü’minûn sûresinin 27. âyetine bakınız.
5. Âyetin bu kısmında,
bütün canlıların, Allah’ın kudret ve iradesi altında bulunduğu, mecazî bir
anlatımla dile getirilmektedir.
6. Bu âyet-i kerimede
insanoğluna çok hayatî bir mesaj verilmektedir. Çünkü yeryüzü, Allah’ın insana
bir emanetidir. Bu emanetin, Allah’ın yeryüzünde yarattığı tabii denge
çerçevesinde korunması, geliştirilmesi ve imar edilmesi gerekir. Allah’ın
yeryüzüne koyduğu tabii dengeye zarar verecek her türlü anlayış ve eylem de
Kur’an’ın bu mesajına ters düşer. Çünkü insana verilen görev yeryüzünün
imarıdır, tahribi değil.
7. Bir peygamber,
gönderildiği kavmin manevî babası sayılır. Bu itibarla gönderildiği toplumun
kadınları o peygamberin manevî kızları mesabesindedir. Burada Lût Peygamber,
kavmini içine düştükleri cinsel sapıklığı (erkeğin erkekle cinsel ilişkisi)
terk edip meşru ve doğal ilişkiye dönmeleri ve kadınlarla nikâhlanmaları
konusunda uyarmaktadır.
8. Âyetin son cümlesi,
“Bu, her şeyin ortaya dökülüp görüleceği bir gündür” şeklinde de tercüme
edilebilir.
9. Bu âyet, namaz vakitlerini
göstermektedir. Gündüzün iki tarafından maksat, güneşin tepe noktasına
gelmesinden önceki ve sonraki dilimleri demektir. Buna göre sabah namazı
gündüzün bir tarafında, öğle ve ikindi namazları da öbür tarafında olmaktadır.
Gecenin gündüze yakın vakitleri ise akşam ve yatsı vakitleridir.
10. Allah, peygamberler
aracılığıyla insanlara doğruyu ve yanlışı gösterdikten sonra kendilerine
verdiği hür iradenin bir gereği olarak onları tutacakları yolu seçmekte özgür
bırakmış, mutlaka razı olduğu yolu seçmeye zorlamamıştır. Onlara yanlışı seçme
hakkı tanımamış olsaydı, insanları tek ümmet yapmış olurdu. Böyle yapmayarak
onları doğru veya eğriyi seçmekte serbest bırakmıştır. Aksi takdirde
seçimlerinden dolayı sorumlu tutulmalarının bir anlamı olmazdı. Bunun sonucu
olarak bazıları nefislerinin heva ve hevesine uyup yanlışları seçmişler ve
böylece ihtilaflar ortaya çıkmıştır. İhtilaflar çıkmaya da devam edecektir.
Âyet-i kerimede bu gerçek vurgulanmakta, Allah’ın gösterdiği yolu seçenlerin
O’nun rahmetini elde etmiş olacakları belirtilmekte ve aslında bütün insanların
özgür iradelerini kullanarak bu rahmeti elde etsinler diye yaratıldığı yahut da
kendi seçimlerine göre hangi yolu tercih etmişlerse, o yola gitmek üzere
yaratıldıkları ancak birçoklarının yanlışları tercih ederek Allah’ın
rahmetinden uzak kaldığı, böyleleri için de cehennemin kaçınılmaz bir varış
yeri olarak kararlaştırıldığı ifade edilmektedir. Ayrıca bakınız: İnsan sûresi,
âyet, 3.
YÛSUF | TANRI ELÇİSİ YUSUF HİKÂYESİ
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |