62- DANIŞMA | ŞÛRÂ (Kitap
Sırası-42)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Hâ Mîm.
2. Ayn Sîn Kâf1
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o dönemin
şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
3. (Ey Muhammed!)
Mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, sana ve senden öncekilere
işte böyle vahyeder.
4. Göklerde ve
yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir, büyüktür.
5. Neredeyse gökler
(O’nun azametinden) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler ise, Rablerini hamd ile
tespih ederler ve yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah,
çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
6. Allah’tan başka
dostlar edinenlere gelince, Allah onları daima gözetlemektedir. Sen onlara
vekil değilsin.
7. Böylece biz sana
Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde
bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları
uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.
Not.1 ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Bu ayetteki “bir kısım insanlar cennette, bir kısmı da cehennemdedir” cümlesi harfiyen şair Kuss bin Saide’den alınmıştır.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
Konu: KUR’AN EVRENSEL Mİ?
a) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı,
doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz
bölgesindeki insanları (dili
Arapça olanları) ilgilendirdiği
hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara
bir mesaj iletilmek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir
dille olmalı.
Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar
dışındakilere gelmiyor.
Gerekçesi de Kur’an’da belirtiliyor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak
diyecektiniz ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.
Tam burada Arap olmayanların
da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dilimizde
olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun?” demeye hakları vardır. Eğer
bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de
alınmalıdır.
Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken “Arap
yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve “Müslüman
olmayanları Arap yarımadasından
çıkarın” şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet
açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insanları ilgilendiren
bir din.
Peki, eğer bölgesel bir din
olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın,
denilebilir miydi? Aslına bakılırsa
artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü
Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü
Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ihtisas gerekiyor.
b) Müddessir 36, En’am 19, Sebe
2, Enbiya 107:
Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.
Bu ayetler afaki bir anlam
içeriyor; Kur’an’ın evrenselliğiyle
alakalı değildir.
Bunlar soyut
açıklamalardır ve birer perspektif vermektedir.
Mesela Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir
can acı çekerken mutlu değilim”
demiş.
Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.
Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu
somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun
çıkardı,
deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu
ancak asimilasyonun daniskası olur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; İnançların
temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET,
CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler
hep başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.
Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime
olduğunu bunların İbranice,
Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice,
Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi
dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.
Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami
Dilleri profesörlerinden Arthur
Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki
320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli
dillerden geldiğini yazmış.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.265-302).
8. Allah dileseydi,
onları (aynı dine mensup) bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine
sokar. Zalimlerin ise bir dost ve yardımcısı yoktur.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin
diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
9. Yoksa onlar
Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Hâlbuki gerçek dost Allah’tır. O, ölüleri
diriltir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
10. Hakkında ayrılığa
düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır.
Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
11. O, gökleri ve
yeri yaratandır. Size kendinizden2 eşler, hayvanlardan da
(kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi üretiyor. O’nun benzeri hiçbir
şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
12. Göklerin ve yerin
anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğine) kısar.
Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Not.1 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI: Bu
not için bkz. (Şûrâ 19, Not.1)
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Zümer 63, Şura 12) Arapçasında geçen;
“MEKALİD”
kelimesi Arapça değildir.
Farsça’dır, “Anahtarlar”
anlamına gelir. Ayette anahtarlardan kasıt, “hüküm/iktidar Allah’ındır” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına
rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.281).
13. “Dini dosdoğru
tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini,
İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin
kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi.
Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.
14. Onlar,
kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa
düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak)
Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan
sonra Kitab’a mirasçı kılınanlar da, onun hakkında derin bir şüphe
içindedirler.
15. (Ey Muhammed!)
Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların
hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba
inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de
Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz
sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi
bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.”
16. Allah’ın
çağrısına uyulduktan sonra O’nun hakkında tartışmaya girenlerin delilleri
Rableri katında batıldır. Onlara bir gazap vardır. Onlar için çetin bir azap
vardır.
17. Allah, hak olarak
Kitab’ı ve mizanı3 indirendir. Sen nereden bileceksin belki de o
saat (kıyamet) yakındır.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayette ve Kur’an’da defalarca geçen;
“MİZAN” kelimesi
Arapça değildir.
Rumca’dır, “tartı” anlamına gelir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.295).
18. Kıyamete
inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise, ondan korkarlar ve
onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, Kıyamet günü hakkında tartışanlar
derin bir sapıklık içindedirler.
19. Allah, kullarına
çok lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, mutlak güç
sahibidir.
Not.1 KUR’AN’IN EKONOMİK POLİTİKASI:
a) İsrâ 30, 31, En’âm 151, Sebe’
36, 39, Zümer 52, Şûrâ 12, 19, Zuhruf 32, 33-35, Nahl 71, 112, İbrahim 7, Rûm
28, 37, Ankebût 62, Ra’d 26, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37, Talâk 3, Nûr 38 vb:
Bu ve benzeri ayetlere göre fakirlikle zenginlik bir kader işidir,
Allah’ın takdiridir.
Bunların çalışmayla sağlanamayacağı gayet net bir ifadeyle beyan ediliyor. (pdf-s.222-226).
b) Müzzemmil 20, Leyl 8-10, Sebe’
39, İnsan 8, Bakara 245, Haşr 9, Teğabün 16-17, Mâide 12, Hadîd 11, 18: Allah bu ayetlerde yoksullara yardımı, sadakayı, Allah’a güzel bir borç
vermeyi*, çalışmayı övüyor.
(*burada güya muhtaç olanlara Allah rızası için borç vermek kastedilmiş)
Allah, “Ey insanlar! Çalışın,
kimseye yük olmayın, emeğinizle yaşayın...” dese bile, bunun bir anlamı
olamaz. Çünkü insanın çalışabileceği iş alanı yok denecek kadar azdır; var
olanı da onun ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadır.
(pdf-s.233-234).
c) Allah (a)’daki ayetlerde beyan ettiği gibi insanlar arasındaki eşitsizliğin sorumluluğunu kendi üzerine aldığı
halde, (b)’deki ayetlerde çelişkili
bir ifadeyle çalışmayı övüyor. (pdf-s.233-234).
d) Allah’ın, hem “Zenginlikle fakirliğin dağıtımı bana aittir,
ben kimisini kimisine uşak-işçi olarak
yarattım” (Zuhruf 32) demesi,
hem sık sık “benim adıma, benim namı
hesabıma yoksullara borç olarak bir şeyler verin, ben de size öbür dünyada karşılığını vereyim” demesi, hem de “eğer siz başkasına verirseniz ben onun
yerini doldururum” şeklinde beyanatta bulunması, haklı olarak o günkü Medineli Yahudilerin, “Allah’ın eli bağlıdır (Allah
cimridir, kendisi muhtaçlara vermiyor da bizden borç istiyor...)” demelerine neden olmuştu (Mâide 64).
İlginçtir ki, Allah onların bu sözüne karşı kızarak,
“Vay eliniz bağlanası, vay lanet
olası” şeklinde bedduada bulunuyor. Yahudilerin bugünkü haline bakıldığında onun bedduasının kabul
edilip edilmediği de ortada. (pdf-s.233-234).
e) Çok ilginçtir ki, hadislere göre yoksullar çözüm isterken, o (Muhammed) kendilerine
tespih çekmelerini öneriyor ve onları bu şekilde tatmin etmeye çalışıyor. (pdf-s.235).
f) Kur’an, insanlara sadaka vermeyi
önerirken, Muhammed’den 1122 yıl önce
(m-ö. 551) ölen Konfüçyüs, “Sen bir insana balık yedireceğine ona balık
avlanmayı öğret; böylece sen de
kurtul, o da kurtulsun”, deyip konu hakkında daha mantıklı, daha adil ve sosyal barış
için daha uygun bir öneri getirmiş; üstelik “Ey ahali! haberiniz olsun, ben bu bilgileri Allah’tan alıyorum” şeklinde söylediklerini Allah’a mal etmemiştir. (pdf-s.236).
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.222-236).
Not.2 İsrâ
31, En’âm 151, Şûrâ 19, Nahl 112, İbrahim 7, Bakara 212, Âl-i İmrân 27, 37,
Talâk 3, Nûr 38:
Bu ve benzeri ayetlere göre Allah’ın Müslümanları bugünkü perişan
durumdan kurtarması gerekirdi; hele gayrimüslimleri bu kadar zengin yapmamalıydı. Bu mezalime
seyirci kalmasının anlamı nedir?
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.225).
20. Kim âhiret
kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse,
ona da istediğinden veririz, fakat onun ahirette hiçbir payı yoktur.
21. Yoksa, Allah’ın
izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer
(cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm
verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu bir azap vardır.
22. Sen, zalimlerin
yaptıkları şeyler tepelerine inerken bu yüzden korku ile titrediklerini
göreceksin. İnanıp yararlı işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Onlar
için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu büyük lütuftur.
23. İşte bu,
Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki:
“Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan
sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini
artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.
24. Yoksa “Yalan
uydurup Allah’a iftira etti” mi diyorlar. Eğer Allah dilerse senin kalbini
mühürler. Allah batılı yok eder, hakkı sözleriyle gerçekleştirir. Şüphesiz O,
göğüslerin özünü (kalplerde olanları) hakkıyla bilendir.
25. O, kullarından
tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.
26. Allah, iman edip
salih ameller işleyenlerin dualarına karşılık verir; lütfundan onlara fazlasını
da verir. Kâfirler için ise çetin bir azap vardır.
27. Allah, kullarına
(tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi.
Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla
haberdardır ve onları hakkıyla görendir.
28. O, insanlar
umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O,
dost olandır, övülmeye lâyık olandır.
29. Gökleri, yeri ve
bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun varlığının delillerindendir.
O, dilediği zaman, onları bir araya getirmeye de gücü yetendir.
30. Başınıza her ne
musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.
31. Yeryüzünde O’nu
âciz bırakamazsınız. Sizin için Allah’tan başka hiçbir dost ve yardımcı yoktur.
32. Denizde dağlar
gibi yüzen gemiler, O’nun varlığının delillerindendir.
33. O, dilerse
rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok
sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
34. Yahut
(içlerindekilerin) yaptıklarından dolayı onları helâk eder, birçoğunu da
affeder.
35. Allah, böyle
yapar ki, âyetlerimiz hakkında tartışanlar, kendileri için kaçacak bir yer
olmadığını bilsinler.
36-39. (Dünyalık olarak)
size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında
bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükâfat, inananlar ve Rablerine
tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar,
öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve
namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar,
kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya
uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.
Not.1 Şura
38, Al-i İmran 159: Bu ayetlerde istişareden
söz edilir. Eğer Muhammed böyle bir cümleyi Kur’an’a yazmayıp tam tersine, “Verdiğim kararların tümü tanrı emridir
ve kat’idir” deseydi, o zaman -diyelim- bir savaşta Müslümanlar
kaybetti; peki bu durumda Muhammed işin
içinden çıkabilir miydi? Muhammed’e hitaben Kur’an’da geçen “Onlarla iş konusunda istişare et”
cümlesi, Bedir ve Uhud savaşlarının anlatıldığı bir bölümde geçiyor.
Özetle; Muhammed, olası bir
olumsuzluğa karşı işin içinden sıyrılmak için, istişareyi içeren ve kapsamını da net olarak belirtmeden,
sadece muğlak bir ifade ile
geçiştiren az önceki ayeti, bir
taktik olarak kendi Kur’an’ına yazmıştır. İstişare sonucu zarar geldiğinde
onlara gayet rahatlıkla, “Sizinle
istişare ettim siz böyle karar verdiniz ben ne yapayım” şeklinde
savunma yapabilmesi için bu gibi ayetleri bilerek Kur’an’a almıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden
İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.79).
40. Bir kötülüğün
karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve
arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.
41. Zulme uğradıktan
sonra, kendini savunup hakkını alan kimseye (ceza vermek için) bir yol yoktur.
42. Ceza yolu ancak
insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler içindir. İşte
onlar için elem dolu bir azap vardır.
43. Her kim de
sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.
44. Allah, kimi
saptırırsa artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde
zâlimlerin, “Dünyaya dönmek için bir yol var mı?” dediklerini görürsün.
45. Ateşe sunulurken
onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını
görürsün. İnananlar da, “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini
ve ailelerini ziyana sokanlardır” diyecekler. İyi bilin ki zâlimler, sürekli
bir azap içindedirler.
46. Onların Allah’tan
başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah, kimi saptırırsa
artık onun için hiçbir çıkar yol yoktur.
Not.1-2 bkz.
(Şura 8, Not.1-2)
47. Allah’tan, geri
çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O
gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr
edebilirsiniz!
48. Eğer yüz
çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen,
sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda
ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük
dokunursa, o zaman da insan pek nankördür.
49. Göklerin ve yerin
mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız
çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.
50. Yahut o çocukları
erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar.
Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.
51. Allah, bir
insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi
gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Not.1 “Tanrı’nın insana
yapacakları işleri, rüya, fal kehanet şeklinde vahiy yoluyla, perde arkasından
ya da bir elçi (insan şekline girmiş bir melek) yoluyla bildirmesi” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. Bu temalar başta Tevrat olmak üzere diğer inanç
sistemleri üzerinden İslam’a geçmiştir. bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni,
(pdf-s.26).
Not.2 Tufan hikâyesinde Tanrı tarafından korunan kişi Kur’an ve Tevrat’ta Nuh, Akadlarda
Utnapiştim, Sümerlerde de Ziusudra
olarak geçiyor. Sumerlerde Bilgelik tanrısı Enki, bir duvarın arkasından veya rüya yoluyla Ziusudra’ya (İslamî
tabirle buna vahiy denir) bir gemi
yapmasını söyler (...) Muhammed’in hadislerine göre nasıl kendisine tanrıdan
gelen mesaj tanrının
kendisiyle perde arkasından konuşması veya rüya yoluyla onun kalbine atması biçimindeyse, Sümerlerde de aynı inanç söz konusudur. Kısacası asıl kaynak çok tanrılı Sumer mitolojisidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.61).
52-53. İşte sana da,
emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman
nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru
yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola
iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi
bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harflerle ilgili
olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2. Âyetin bu kısmı,
“kendi türünüzden..” şeklinde de tercüme edilebilir.
3. Mizan ölçü demektir.
Burada bu kelime ile hayatımızın temel ölçüsü olan İslâm kastedilmektedir.
ZUHRUF | YALDIZ, MÜCEVHER
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |