44- MERYEM | MERYEM (Kitap
Sırası-19)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Kâf Hâ Yâ Ayn
Sâd.1
Not.1 Bu
not için bkz. Kalem 52: Kur’an’da Anlamsız
Kelimeler (“Elif Lam Mim”, “usulcacık çekenlere” vb).
Konu: ŞAİR ÜMEYYE B. EBİ SAİT:
Sure başlarında kullanılan anlamları olmayan bu gibi işaretler ve yabancı
kelimeler, o
dönemin şairlerinden ünlü Ümeyye B. Ebi Sait’in
şiirlerinde sıkça
uyguladığı bir taktiktir.
(BU
KONU KALEM SURESİ’NİN SONUNDA -52. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
2. Bu, Rabbinin,
Zekeriya kuluna olan merhametinin anılmasıdır.
3. Hani o, Rabbine
gizli bir sesle yalvarmıştı.
4. O, şöyle
demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana
yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.”
5-6. “Gerçek şu ki
ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum.
Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis
olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”
7. (Allah, şöyle
dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul
müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.”
8. Zekeriyya,
“Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken,
benim nasıl çocuğum olur?” dedi.
9. (Vahiy meleği)
dedi ki: Evet, öyle. (Ancak) Rabbin diyor ki: “Bu, bana göre kolaydır. Nitekim
daha önce, hiçbir şey değil iken seni de yarattım.”2
10. Zekeriyya,
“Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da,
“Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece
konuşamamandır” dedi.
11. Derken Zekeriya
ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi, konuşamadı) ve
onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti.3
12-14. (Yahya, dünyaya
gelip büyüyünce onu peygamber yaptık ve kendisine) “Ey Yahya, kitaba sımsıkı
sarıl” dedik. Biz, ona daha çocuk iken hikmet ve katımızdan kalp yumuşaklığı ve
ruh temizliği vermiştik. O, Allah’tan sakınan, anne babasına iyi davranan bir
kimse idi. İsyancı bir zorba değildi.
15. Doğduğu gün,
öleceği gün ve diriltileceği gün ona selâm olsun!
16-17. (Ey Muhammed!)
Kitap’ta (Kur’an’da) Meryem’i de an.4 Hani ailesinden ayrılarak doğu
tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla
arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrail’i göndermiştik de ona tam bir
insan şeklinde görünmüştü.
18. Meryem, “Senden,
Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)” dedi.
19. Cebrail, “Ben
ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim”
dedi.
20. Meryem, “Bana
hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl
çocuğum olabilir?” dedi.
21. Cebrail, “Evet,
öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize,
katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme
bağlanmış bir iştir” dedi.
22. Böylece Meryem,
çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.
23. Doğum sancısı onu
bir hurma ağacına yöneltti. “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş
olsaydım!” dedi.5
24. Bunun üzerine
(Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin senin alt
tarafında bir dere akıttı.”
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“SERİYY/SERİYYEN” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “nehir ve su
arkı” anlamına gelir. Ayette de “dere-nehir”
kastedilmiştir. Nebatice olduğunu söyleyenler de vardır.
ayrıca; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“TEHT”
kelimesi Arapça değildir.
Berberice/Kıptice’dir, “batın/karın” anlamına
gelir. Ayette “alt” anlamında
kullanılmıştır ki asıl anlamına yakındır (Arapça karşılığı bulunmasına
rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir). Ayetteki su arkından maksat ne ise
bu da ayrı bir tartışma konusu.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.276, 292).
25. “Hurma ağacını
kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.”
Not.1 Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34,
Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67,
Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.
Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141,
Nahl 11, Nur 35
a) Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la
konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki
ayetler).
b) Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi
verdiği” İncil’de anlatılmaktadır
(Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).
c) Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta
(Tekvin, 3/7), hem İncil’de
(Markos, 13/28), hem de Kuran’da
(Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.
d) İşte Muhammed, incir-zeytin ve
Tur dağıyla ilgili eski mitolojik
inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse
onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta
bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim
takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı
bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi
Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre
(Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.
e) Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı,
söylediklerine inandırıcılık kazandırmak
amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.
f) İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu
söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin
ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok
ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir.
Dolayısıyla, benim bu doğruları
söylemekle en fazla Müslümanlara
faydalı olacağım da bilinmeli.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.149-150)
26. “Ye, iç, gözün
aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, “Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı
adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” de.6
27. Kucağında çocuğu
ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: “Ey Meryem! Çok çirkin bir şey
yaptın!”
28. “Ey Hârûn’un kız
kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.”
29. Bunun üzerine
(Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. “Beşikteki bir bebekle nasıl
konuşuruz?” dediler.
30. Bebek şöyle
konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni
bir peygamber yaptı.”
31. “Nerede olursam
olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı
emretti.”
Not.1 Meryem
31, İbrahim 40, Al-i İmrân 39: Namazın
daha önce var olduğu bu ayetler de dahil Kur’an’ın birçok ayetinde geçiyor. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.27-28).
Not.2 Meryem
31, 55, Enbiya 73: Bu ve benzeri ayetlerden* görüleceği üzere Zekâtın daha önce var olduğu kabul
edilmektedir (* Mesela Hz. İsa ile ilgili Meryem 31, İsmail peygamber ile ilgili Meryem 55, Hz. İbrahim ile ilgili Enbiya 73. ayet). bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32, 243).
32. “Beni anama saygılı
kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı.”
33. “Doğduğum gün,
öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).”7
34. Hakkında şüpheye
düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur.8
35. Allah’ın çocuk
edinmesi düşünülemez. O, bundan yücedir, uzaktır. Bir işe hükmettiği zaman ona
sadece “ol!” der ve o da oluverir.
36. Şüphesiz, Allah,
benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse (yalnız) O’na kulluk edin. Bu,
dosdoğru bir yoldur.
37. (Fakat
hıristiyan) gruplar, aralarında ayrılığa düştüler.9 Büyük bir günü
görüp yaşayacakları için vay kâfirlerin hâline!
38. Bize gelecekleri
gün (gerçekleri) ne iyi işitip ne iyi görecekler! Ama zalimler bugün apaçık bir
sapıklık içindedirler.
39. Onları, gaflet
içinde bulunup iman etmezlerken işin bitirileceği o pişmanlık günüyle uyar.
40. Şüphesiz
yeryüzüne ve onun üzerindekilere biz varis olacağız, biz! Ancak bize
döndürülecekler.
41. Kitap’ta
İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.
42. Hani babasına
şöyle demişti: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan
şeylere niçin tapıyorsun?”
43. “Babacığım!
Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy ki seni doğru yola
ileteyim.”
44. “Babacığım!
Şeytana tapma! Çünkü şeytan Rahmân’a isyankâr olmuştur.”
45. “Babacığım!
Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahmân tarafından bir azabın dokunmasından,
böylece şeytana bir dost olmandan korkuyorum.”
46. Babası, “Ey
İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka
seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.
47. İbrahim, şöyle
dedi: “Esen kal! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz O, beni
nimetleriyle kuşatmıştır.”
48. “Sizi ve
Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb’ime ibadet ediyorum. Rabbime
ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum.”
49. İbrahim, onları
da onların taptıklarını da terk edince, ona İshak ile Yakub’u bağışladık ve her
birini peygamber yaptık.
50. Onlara
rahmetimizden bağışta bulunduk. Onlar için yüce bir doğruluk dili var ettik
(güzel bir söz ile anılmalarını temin ettik).
51. Kitap’ta, Mûsâ’yı
da an. Şüphesiz o seçkin bir insan idi. Bir resûl, bir nebî idi.10
52. Ona, Tûr dağının
sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize
yaklaştırdık.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara
63, 93, Nisa 154) geçen;
“TUR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “dağ”
anlamına gelir. Ayrıca Nebatice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler
de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.276).
53. Rahmetimiz sonucu
kardeşi Hârûn’u bir nebî olarak kendisine bahşettik.
54. Kitap’ta İsmail’i
de an. Şüphesiz o, sözünde duran bir kimse idi. Bir resûl, bir nebî idi.
55. Ailesine namaz ve
zekâtı emrederdi. Rabb’inin katında da hoşnutluğa ulaşmıştı.
Not.1 Meryem
31, 55, Enbiya 73: Bu ve benzeri ayetlerden* görüleceği üzere Zekâtın daha önce var olduğu kabul
edilmektedir (* Mesela Hz. İsa ile ilgili Meryem 31, İsmail peygamber ile ilgili Meryem 55, Hz. İbrahim ile ilgili Enbiya 73. ayet). bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32, 243).
56. Kitap’ta İdris’i
de an. Şüphesiz o, doğru sözlü bir kimse, bir nebî idi.
57. Onu yüce bir
makama yükselttik.
58. İşte bunlar,
Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in,
Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet
verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak
secdeye kapanırlardı.[Bazı tefsir
bilginlerine göre 58. âyet Medine
dönemine aittir.]
59. Onlardan sonra,
namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi.
Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.11
60-61. Ancak tövbe edip
inanan ve salih amel işleyenler başka. Onlar cennete, Rahmân’ın, kullarına
gıyaben vaad ettiği “Adn” cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa
uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun va’di kesinlikle gerçekleşir.
Not.1 Sad
50, Fatır 33, Meryem 61, Taha 76, Mü'min (Gafir) 8, Kehf 31, Nahl 31, Rad 23,
Beyyine 8, Saff 12, Tevbe 72: Bu ayetlerde Cennet’ten “Adn/Aden” olarak söz ediliyor. Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak geçiyor (Tevrat, Tekvin
2/8). Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da
yazılı ki Sümer inançlarıyla tamamıyla
çakışıyor. Cennet/Adn/Aden hikâyeleri çok
tanrılı Sümerlerden gelmedir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).
62. Orada boş söz
işitmezler. Yalnızca (meleklerin) “selâm!” (deyişini) işitirler. Orada sabah
akşam rızıkları da vardır.
Not.1 A’râf 19-26, Meryem 61-62, Tâhâ 115-122, Bakara 31-32,
35-37, Muhammed 15, Saff 12: “Âdem’in
cennetten kovulması” hikâyesi Tevrat’ta daha ayrıntılı anlatılmaktadır.
Ancak bu hikâye aslında çok tanrılı Sumerlerden gelmektedir.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.41-44).
63. İşte bu,
kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanlara miras kılacağımız cennettir.
64. (Cebrail, şöyle
dedi:) “Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdekiler, arkamızdakiler ve
bunlar arasındakiler hep O’nundur. Rabbin unutkan değildir.”12
Not.1 Bu
ayette sanki bir mazeret beyanı
söz konusudur, tanrının unutkan
olmadığına vurgu yapılmakladır.
Hz. Muhammed bir gün Cebrail’e,
“Engel nedir ki sıkça bizi ziyaret etmiyorsun?” diye soruyor. Başka bir hadiste de “İnan
ki sen gecikince ben korktum, acaba Allah benden rahatsız mı olmuş diye” dediği bildiriliyor. Bunun üzerine Cebrail bu ayeti getiriyor.
Başka bir hadise göre önce Duha ikinci ayeti sonra da bu ayeti
getiriyor.
Tabi ki burada şöyle bir soru
da ister istemez karşımıza çıkıyor: Acaba Hz. Muhammed o soruyu sorunca Cebrail
hemen orada kendisi mi bu ayeti indirdi, yoksa dur önce Allah’a gideyim de
ondan sonra soruna yanıt getireyim dedikten sonra mı indirmiş; bunu da düşünmek
lazım!
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.51-53).
Not.2 Meryem
64, Kehf 23-24: Başka bir hadis:
Bir gün Kureyş’ten birkaç
kişi Hz. Muhammed’den bazı sorular soruyorlar: “Dinimizi kabul etmiyorsun; peki senin dinin ne, nasıl bir din?” O
da “Ben Rahman’dan geliyorum”
diyor. Onlar “bizim bildiğimiz tek bir Rahman var, o da Yemameli Rahman’dır” (O
zaman peygamberlik iddiasında bulunan
Müseyleme’ye Rahman diyorlardı).
Nihayet hazırlanıyorlar ve
başlıyorlar soru sormaya: “Zilkarneyn
kimdir ve ruh ile Ashab-ı Kehf (bu meşhur bir mitolojidir) hakkında bize bilgi ver” diyorlar.
Muhammed işi Cebrail’e
bırakıyor: Yarın gelin Cebrail bilgi
getirir sizi yanıtlarım diyor. Burada deniliyor ki, Hz. Muhammed yarın
yanıtlarım derken, ‘Allah dilerse’ cümlesini unutmuş. O yüzden Allah
da Cebrail’i göndermek istememiş. Günün birinde Cebrail gelince Muhammed’in
yanlışını belirtmiş ve şöyle demiş: “Hiçbir
şey hakkında, bunu yarın yapacağım deme. Ancak Allah dilerse yapacağım de.
Unuttuğun zaman hatırına geldi mi hemen Rabbini an!” (Kehf 23-24) uyarısında bulunuyor. Tanrı hep anılmak ister!
Hz. Muhammed, Allah’ı anmanın önemini vurgulamak için
Yahudi peygamberlerinden meşhur Süleyman peygamberi örnek gösteriyor
ki, daha ikna edici olsun: Süleyman peygamber bir gün “Ben bu
gece 90 hanımımla ilişkiye gireceğim, hepsi de hamile kalıp birer kahraman
dünyaya getirecekler ve Allah rızası için cihat edecekler” diyor. Ancak bu kadınlardan yalnız biri hamile kalıyor (...)
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.54).
65. (Allah) göklerin,
yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na
ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?
66. İnsan, “Öldüğümde
gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?” der.
67. İnsan, daha önce
hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?
68. Rabbine andolsun,
onları şeytanlarla beraber mutlaka haşredeceğiz. Sonra onları kesinlikle
cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz.
69. Sonra her bir
topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız.
70. Sonra, oraya
girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz.
71. (Ey insanlar!)
Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak
hükme bağlanmış bir iştir. [71.
âyetin Medine dönemine ait olduğu da
söylenir.]
72. Sonra Allah’a
karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde
bırakırız.
73. Âyetlerimiz
kendilerine apaçık bir şekilde okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlara, “İki
topluluktan hangisinin bulunduğu yer daha hayırlı meclis ve mahfili daha
güzeldir?” dediler.13
74. Biz onlardan
önce, mal-mülk ve görünümü daha güzel olan nice nesilleri helâk ettik.
75. (Ey Muhammed!) De
ki: “Kim sapıklık içinde ise Rahmân onlara, istenildiği kadar süre versin!
Nihayet kendilerine vaad olunan azabı, ya da kıyameti gördüklerinde kimin yeri
daha kötüymüş, kimin taraftarları daha zayıfmış bilecekler.
76. Allah, doğruya
erenlerin hidayetini artırır. Kalıcı salih ameller, Rabbinin katında sevap
bakımından da daha hayırlıdır, sonuç itibari ile de.
77. Âyetlerimizi
inkâr edip “Bana elbette mal ve evlat verilecek!” diyen kimseyi gördün mü?14
78. Gaybı mı görüp
bilmiş, yoksa Rahmân’dan bir söz mü almış?
79. Hayır! (İş onun
dediği gibi değil). Biz, onun söylediklerini yazacağız ve azabını arttırdıkça
arttıracağız!
80. Onun (ahirette
sahip olacağını) söylediği şeylere biz varis olacağız ve o bize tek başına
gelecek.
81. Onlar, kendileri
için kuvvet ve şeref (kaynağı) olsunlar diye, Allah’tan başka ilâhlar
edindiler.
82. Hayır! İlâhları,
onların ibadetlerini inkâr edecekler ve kendilerine düşman olacaklar.15
83. Kâfirlerin
başına, onları durmadan (günaha ve azgınlığa) tahrik eden şeytanları gönderdiğimizi
görmedin mi?
84. Ey Muhammed! Şu
hâlde, onların azaba uğramalarını istemekte acele etme. Biz onlar için ancak
(takdir ettiğimiz günleri) sayıp durmaktayız.
85-86. Allah’a karşı
gelmekten sakınanları Rahmân’ın huzurunda bir elçiler heyeti gibi toplayacağımız,
suçluları da suya koşan susuz develer gibi cehenneme sevk edeceğimiz günü
düşün!
87. Rahmân’ın katında
söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
88. Onlar, “Rahmân,
bir çocuk edindi” dediler.
89. Andolsun, siz çok
çirkin bir şey ortaya attınız.
90-91. Rahman’a çocuk
isnat etmelerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar
yıkılıp çökecektir!
92. Hâlbuki Rahmân’a
bir çocuk edinmek yakışmaz.
93. Göklerdeki ve
yerdeki herkes Rahman’a kul olarak gelecektir.
94. Andolsun, Allah
onları ilmiyle kuşatmış ve tek tek saymıştır.
95. Onlar(ın her
biri) kıyamet günü O’na tek başına gelecektir.
Not.1 ŞAİR KUSS BİN SAİDE: Meryem 95, Mü’min 32: Bu ayetlerdeki “Andolsun
ki siz kıyamet günü teke tek haşr olunacaksınız” cümlesi harfiyen
şair Kuss bin Saide’den alınmıştır.
Bunu bizzat Hz. Muhammed kendisi anlatıyor: “Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm,
kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma
yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum.” diyor ve bu cümle dahil
diğer konuşmalarını anlatıyor.
Bu cümleler daha sonra ayet olarak kullanılmıştır.
Bu şair miladi 600’de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor. Kuss, konuşmasının başında,
giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler
halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor.
Kuss’un, gökte haber var, yerde ibret
var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete
anlatıyor.
Kuss
Hıristiyan’dı;
ancak arayışlar içindeydi, yeni bir
din peşindeydi. Daha doğrusu “ben
peygamberim, bana vahiy geldi” demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı ömrü buna yetmedi.
Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi.
Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Müseyleme ve Tuleyha
gibileri de o dönem peygamberliğini
ilan edenler arasındaydı.
Bu şairden alınan diğer cümleler ve şiirlerinden benzer alıntılar
için...
...bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.46-50).
96. İnanıp salih
ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.
97. Ey Muhammed! Biz,
Allah’a karşı gelmekten sakınanları Kur’an ile müjdeleyesin, inat eden bir topluluğu
da uyarasın diye, onu senin dilin ile (indirip) kolaylaştırdık.
Konu: KUR’AN EVRENSEL Mİ?
a) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ve benzeri en az 16 ayet Kur’an’ın tüm insanları kapsamadığı,
doğrudan Hz. Muhammed’in doğduğu Hicaz
bölgesindeki insanları (dili
Arapça olanları) ilgilendirdiği
hususunu açıkça ifade ediyor. Evet; doğru olanı zaten bu! Madem insanlara
bir mesaj iletilmek isteniyor o halde insanların rahatça anlayabileceği bir
dille olmalı.
Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki Kur’an, Araplar
dışındakilere gelmiyor.
Gerekçesi de Kur’an’da belirtiliyor: Başka dilde gönderseydim haklı olarak diyecektiniz
ki, biz Arabız ama bize gelen kitap yabancı.
Tam burada Arap olmayanların
da, “Peki eğer biz de bu Kur’an’dan sorumluysak, bizim dilimizde
olmayan bir dille mi bize kitap gönderiyorsun?” demeye hakları vardır. Eğer
bu gerekçe Araplar için göz önüne alınıyorsa, dünyanın diğer insanları için de
alınmalıdır.
Hadislere göre Hz. Muhammed ölmek üzereyken “Arap
yarımadasında iki dinin olmasın; buna asla izin verilmesin” ve “Müslüman
olmayanları Arap yarımadasından
çıkarın” şeklinde tavsiyelerde bulunur. Gayet
açıktır ki ancak o bölgede yaşayan ve Arapça konuşan insanları ilgilendiren
bir din.
Peki, eğer bölgesel bir din
olmasaydı; tersine evrensel olsaydı, Müslüman olmayanları bölgeden çıkarın,
denilebilir miydi? Aslına bakılırsa
artık bugünkü Araplar da Kur’an’dan sorumlu olmamalı. Çünkü o günkü
Arapça ile günümüz Arapçası arasında çok afark vardır ve artık bugünkü
Arapların da Kur’an’ı anlamaları için özel bir ihtisas gerekiyor.
b) Müddessir 36, En’am 19, Sebe
2, Enbiya 107:
Tüm insanların Kur’an’dan sorumlu olduğunu iddia edenler bu ayetleri kanıt gösteriyorlar.
Bu ayetler afaki bir anlam
içeriyor; Kur’an’ın evrenselliğiyle
alakalı değildir.
Bunlar soyut
açıklamalardır ve birer perspektif vermektedir.
Mesela Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir can
acı çekerken mutlu değilim” demiş.
Herhalde bu güzel sözden dolayı kimse kalkıp onu peygamber ilan etmez.
Arapları ilgilendirdiğini açıklayan ayetler ise konuyu
somutlaştırıyor. Mesela Araplara başka dille gönderdeydim sorun
çıkardı,
deniliyor. Eğer Arapça gönderilen Kur’an’dan tüm insanlar sorumlu tutulsa, bu
ancak asimilasyonun daniskası olur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.109-112).
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; İnançların
temelini oluşturan “ALLAH”, “KİTAP”, “AYET” ve “CENNET,
CEHENNEM” gibi “ÖTE DÜNYA” ile ilgili kelimeler
hep başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir.
Çoğu İslam âlimi Kur’an’da yüzden fazla yabancı kelime
olduğunu bunların İbranice,
Süryanice/Aramice, Farsça/Pehlevice, Habeşçe, Nebatice, Berberice/Kıptice,
Rumca/Yunanca, Hintçe, Himyerice (güney Arap bölgesi dili), Mağrip (kuzeybatı Afrika bölgesi
dilleri) ve diğer dillerden geldiğini yazıyor.
Kahire Şarkiyat Enstitüsü Sami
Dilleri profesörlerinden Arthur
Jeffery (1893-1959) Kur’an’daki
320 kelimenin Arapça olmadığını/çeşitli
dillerden geldiğini yazmış.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.265-302).
98. Biz onlardan önce
nice nesilleri helâk ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor yahut onların bir
fısıltısını olsun işitiyor musun?
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Bu harflerle ilgili
olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
2. 7-10. âyetlerle
ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 40-41.
3. Zekeriyya (a.s.)’ın
işaret yoluyla anlaşmak zorunda kalması, eşinin hamileliği konusunda, bir
önceki âyette sözü geçen işaretin gerçekleştiğini gösteriyordu.
4. Allah’ın kudretine
delil olmak üzere, Hz. Yahya’nın ilginç doğum olayı anlatıldıktan sonra, burada
daha ilginç olan, Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelmesi olayı dile
getirilmektedir.
5. Hz.Meryem’in çektiği
doğum sancıları onun her kadın gibi doğurduğunu, İsa’nın ilâh olmadığını, onun
her insan gibi bir kadından doğduğunu gösteriyor.
6. Rivayete göre
Meryem’in kavmi İslâm’da bilinen orucun dışında sükût etmek suretiyle de oruç
tutarlarmış. Bu âyet, onlarda böyle bir oruç şeklinin varlığına işaret
etmektedir
7. Hz.İsa’nın, beşikte
iken konuşması ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 46;
Maide sûresi, âyet, 110.
8. Âyet şöyle de
tercüme edilebilir: “İşte hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz
olarak- budur.”
9. Hıristiyanların
kimi, “İsa, Allah’ın oğludur”, kimi, “İsa, bir ilâhtır”, kimi de “İsa, üçlü
ilâh anlayışının üçüncü elemanı olan oğuldur” demektedirler.
10. Nebî: İnsanın kendi
gücüyle elde edemeyeceği bir haberi ya da hükmü Allah’ın kendisine vahyettiği
kimsedir. Resûl ise, Allah’tan aldığı vahyin muhtevasını insanlara tebliğ etmek
ve fiilen uygulamakla görevli bir nebîdir. Bu vahyin muhtevası yeni bir şeriat,
yeni bir din düzeni olabileceği gibi, önceki bir peygamberin şeriatına uyup onu
tebliğ etme emri biçiminde de olabilir. “Resûl, yeni bir kitap ve şeriat
getiren, nebî de; yeni bir kitap ve şeriat getirmeyip, önceki bir peygamberin
şeriatına tabi olarak onu uygulamak üzere gönderilen kimsedir. Veya tam tersine
“Nebî yeni bir kitap ve şeriat getiren, Resûl ise, yeni bir kitap ve şeriat
getirmeyip önceki peygamberin şeriatını uygulamak üzere gönderilen kimsedir”
şeklindeki tarifler isabetli değildir. Zira, Kur’an-ı Kerim, yeni bir kitap ve
şeriat getiren peygamberlere “Resûl” diye atıfta bulunduğu gibi, bu tariflerin
aksine, yeni bir kitap ve şeriat getirmeyen Lût, Salih ve İlyas gibi bazı
peygamberleri de “Resûl” diye nitelemektedir. (Bakınız: Şu’arâ sûresi, âyet,
143,162; Sâffât sûresi, âyet,123. Bu âyetlerin meallerinde geçen “peygamber”
kelimeleri, “resûl” karşılığında kullanılmıştır.)
Görüldüğü üzere
yukarıdaki tariflere, bu âyetler ve benzerleri ışığında bakıldığında onların isabetsizliği
ortaya çıkmaktadır. Bu durum, tarifler yapılırken “Yeni bir şeriat ve kitab”ın
temel kriter olarak alınmasından kaynaklanmıştır. Bu kriter tesbitinin hangi
delil ya da delillere dayandığını söylemek mümkün değildir. Oysa, “Resûl” ve
“Nebî” tariflerinde temel kriter, yukarıda verdiğimiz tarifte olduğu üzere vahy
alma olayı olmalıdır. Ancak bu takdirde söz konusu hatadan kurtulmak mümkün
olabilir. Bu duruma göre nübüvvet, mutlak manada Allah’tan vahy almak, risalet
ise bu vahyin tebliğidir. Her ikisi de bir peygamberin, birbirini tamamlayan
iki ayrı vasfıdır. Resûl olmak için nebî olmak yani vahy almak şart olduğu
gibi, risaletsiz tebliğsiz bir nübüvvet düşünmek de mümkün değildir. Ancak
Kur’an, duruma göre bir peygamberin bu iki vasfından birini, yahut öbürünü, ya
da her ikisini birden öne çıkarmaktadır.
11. Âyetin son kısmı,
“Onlar bu (tutumları)ndan ötürü cehennemdeki Gayya Vadisi’ni boylayacaklardır”
şeklinde de tercüme edilebilir.
12. Müşriklerin, Ashab-ı
Kehf, Zülkarneyn ve Nûh hakkındaki sorularına cevap vermeyen Hz.Peygamber, bu
konuda hemen vahiy geleceğini umuyordu. Fakat vahyin gelişi on beş, yahut kırk
gün gecikmişti. Bunun üzerine müşrikler, “Muhammed’i, Rabbi terk etti”, diye
alay etmişlerdi. İşte bu âyet müşriklere cevap olmak üzere Cebrail’in,
Hz.Peygamber’e söylediği sözü aktarmaktadır.
13. Allah’ın apaçık
âyetlerini işitip onlara nazire yapmaktan âciz kalan inkârcılar, maddî ve
dünyevî varlıklarıyla övünmeye başladılar. Bu âyet, onların bu yüzeysel
düşüncelerine işaret etmektedir.
14. Bu âyet ile bir
sonraki yetmiş sekizinci âyet, Mekkeli müşriklerden Âs b. Vâil hakkında
inmiştir. Rivayete göre, ashaptan Habbâb b. Eret, Âs b. Vâil’deki alacağını
istemiş, o da, “Siz öldükten sonra diriltileceğinizi, cennette altınların,
gümüşlerin bulunduğunu iddia ediyorsunuz ya, işte sana olan borcumu orada
ödeyeceğim. Çünkü orada bana mal ve evlat verilecek” demişti.
15. Putların, müşrikleri
yalanlamaları ile ilgili olarak bakınız: Yûnus sûresi, âyet, 28.
TÂ-HÂ | EY İNSAN
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |