ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            113- TÖVBE | TEVBE (Kitap Sırası-9)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Son iki âyet hariç Medine döneminde, Peygamber Efendimizin irtihaline yakın bir zamanda inmiştir. 129 âyettir. Sûre, adını Allah’ın kullarının tövbesini kabul edeceğini bildirdiği 104. âyetten almıştır. İlk âyette geçen “berâet” kelimesinden dolayı sûreye Berâe sûresi adı da verilmiştir. Başında besmele olmayan tek sûredir. Sûrenin başına besmelenin yazılmamış oluşunu bazı bilginler, onun bir önceki sûrenin devamı mahiyetinde oluşu ile açıklamışlardır. Sûrede başlıca, yaptıkları antlaşmalara bağlı kalmayan düşmanlarla ilişkilerin kesilmesi, antlaşmalara bağlı kalanlara karşı ise antlaşmalara bağlı kalınmasının gerekliliği; Kur’an’ın müslümanlar üzerinde oluşturduğu etki ve Hz. Peygamber’in müslümanlar adına duyduğu endişe söz konusu edilmektedir.

Not.1         Kur’an’daki tüm surelerin (bölüm) başında “Besmele” yani rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla anlamındaki ifade yazılıdır; ancak bu surede (Tevbe/Berat suresi) Kur’an’ın Allah’ı tarafından inanmayanlara savaş ültimatomu verildiği için, “barış işareti olan besmele ile savaş bir arada olmaz” denmiş ve tanrı (anılmasından çok memnun olduğu halde) burada besmeleden bile vazgeçmiştir yorumu, İslami kesimce en güçlü olan yorumdur. Burada, savaş hali olduğundan artık tanrı besmeleden vazgeçmiştir sonucu ortaya çıkıyor.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.81).

Not.2         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

a)               İmam Malik’ten besmelenin bu sure başında olmayışının nedeni sorulunca o şöyle yanıt veriyor: Aslında Tevbe suresi, Bakara suresi kadar uzunmuş. Kur’an yazılırken besmeleyle birlikte bu surenin baş kısmına ulaşıl­mayınca, sure besmelesiz yazılmıştır.

b)               Meşhur sahabi Hüzeyfe, “Şu an var olan Tevbe suresi, aslında ancak gerçek Tevbe süre­sinin dörtle biridir; yani bunun dörtte üçü yoktur” diyor.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.200).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

1.         Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır:

2.         Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise, inkârcıları perişan edecektir.

3.         Hacc-ı ekber gününde1, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah’a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!

4.         Ancak Allah’a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.

5.         Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Not.1         Kafirun 6, Şuarâ 3-4, Yunus 99, Zümer 14-15, Gaşiye 21-22: Mekke döneminde oluşturulan bu ayetlere bakıldığında sanki İslamda tam bir inanç özgürlüğü varmış gibi algılanır. Oysa başta İslam literatüründe, “Kılıç ayetleri”olarak geçen Tevbe suresinin ilk 5 ayeti olmak üzere Medine’de oluşturulan bazı ayetlerde İslamı kabul etmeyenler için “ölüm fetvaları” bulunmaktadır. İşin aslı Muhammed henüz Mekke’de iken peygamberliğinin ilk yıllarında/ zayıf olduğu dönemlerde başka inançlara sahip güçlü kavimlerle sorun yaşamamak için bu gibi ayetler ortaya atarken; daha sonra Medine’ye geçip orada güçlenince tamamen farklı ayetler oluşturmuştur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.79-81).

Not.2         Bu normal bir durumdur; çün­kü savunmada olan bir insan veya örgüt elbette ki barıştan baş­ka bir şey isteyemez. Burada önemli olan, bu söylemleri öne sü­ren kişi veya örgütün, galip duruma geçerken takındığı tutumdur/izlediği yoldur.                bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.263-265).

Not.3         Hac 39: Bu ayette “Kendileriyle savaşılanlara (Müslümanlara) savaş için izin verildi. Çünkü bunlara zulüm yapılmıştır” denir. Özellikle bu ayet bağlamında “Muhammed Medine’de maddi olarak güçlendiği için kendisi savaşa izin veren bu gibi cümleleri Kur’an’ına yazmıştırgerçeğine karşı gelinirse, ben de derim ki,  hem Muhammed’in kendisi, hem de Müslümanlar Mekke’de de mazlumdu; peki neden tanrı orada da savunma amaçlı savaş ayetleri göndermedi?! bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.81).

Not.4         Enfâl 12-13, Âl-i İmrân 127, Nisâ 89, 91, Muhammed 4, Tevbe 1-2, 4-5: Kur’an’ın Allah’ı, Muhammed’in güçlü olduğu dönemlerde (Medine dönemi ve sonrasında) karşı tarafa kan kusturacak ayetler göndermiş ve inanmayanlar diye nitelenen insanlara ölüm fermanını vermiştir.

                   Bu ayetlerde bir yaratıcı olarak  insanlara çözüm yerine katliam önerilmiştir.

                   Hele hele Kur’an’ın en son inen Tevbe Suresi’nin ilk beş ayetinde inanmayanlara karşı adeta meydan okunmuştur.

                   Radikal Müslümanların çoğu, bu ayetleri delil olarak göste­rip inanmayanlara karşı savaş ilan etmeyi bir ilahi emir olarak telakki eder ve inanmayanların katli vaciptir derler.

                   Zaten sert­lik ifade ettikleri için İslam âlimleri nezdinde bu ayetlereseyf-kılıçayetleri denir.

                   Muhammed savunmada olduğu zaman ona çok ılımlı ve ba­rışçıl ayetler inmiş; güçlü olduğu dönemdeyse tersine onların idamlarını onaylayan ayetler inmeye başlamıştır.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.265-266).

6.         Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.

7.         Allah’a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.

8.         Onların bir ahdi nasıl olabilir ki! Eğer onlar size üstün gelselerdi, sizin hakkınızda ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirlerdi. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor. Onların pek çoğu fasık kimselerdir.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Tevbe 8, 10) Arapçasında geçen;

                   İLİkelimesi Arapça değildir.

                   Nebatice’dir, “tanrı” anlamına gelir. Ayette “antlaşma” anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.288).

9.         Allah’ın âyetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları O’nun yolundan alıkoydular. Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!

10.       Bir mü’min hakkında ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirler. İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   bu ayetlerin (Tevbe 8, 10) Arapçasında geçen; “İLİkelimesi Arapça değildir (bkz. Tevbe 8, Not.1)

11.       Fakat tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.

12.       Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler.

13.       Yeminlerini bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü’minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.

14,15.  Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

16.       Yoksa; Allah içinizden, Allah’tan, Resûlünden ve mü’minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin cihad edenleri ayırt etmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

17.       Allah’a ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedî kalacaklardır.

18.       Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.

19.       Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez.

Not.1         Numan bin Beşir anlatıyor: “Birkaç kişi arasında şöyle bir tartışma çıktı: Kimisi hacılara su vermenin, kimisi Kâbe işiyle ilgilenmenin, kimisi de Al­lah’a ve ahirete inanmanın... daha makul ve doğru olduğu görüşünü savunuyordu; bu tartışmanın yapıldığı gün de cu­maydı. Ömer bu tartışmacılara müdahale etti ve ‘Bakın cuma günüdür; üstelik vakit de yaklaşmıştır; şimdilik tartışmayı bırakın; namazdan sonra durumu Muhammed’e izah edece­ğim, o gerekli yanıtı verecektir’ dedi. Cuma namazından son­ra Ömer olayı Muhammed’e anlatınca, bu konuda Tevbe 19 ayeti iniverdi.”

                   Burada da Ömer’in Muhammed’e böylesine çok tali olan bir tartışmaya dair yaptığı müracaat, çok kısa bir zamanda ayetle cevap bulmuş oluyor.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.66-67).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

Not.2         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.3         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

20.       İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.

21.       Rableri onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir.

22.       Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz, Allah katında büyük bir mükâfat vardır.

23.       Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.

Not.1         Mücadele 22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde, kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin, oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.110-111).

24.       De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”

Not.1         AKRABAYLA SAVAŞ EMRİ: Tevbe 23, 24, 123, Mücâdele 22:

a)               Bedir savaşında Ömer kendi öz dayısı As Bin Hişam’ı öldürmüştü. Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebu Ubeyde de amcazadeleri olan Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe’yi öldürmüşlerdi. Ebu Bekir ise kendi öz oğlu Abdurrahman’ı müşriklerle teke tek savaşsın diye zorla muharebe meydanına sürüklemişti. Ebu Ubeyde bin Cerrah ise Allah rızası için kendi ba­bası Abdullah b. Cerrah’ı Uhud Savaşı’nda öldürmüştü (Allah rızası için katlettiği babasının adı Abdullah, yani Allah’ın kulu!). Mus’ab bin Umeyr de Uhud günü kendi öz kardeşi Ubeyd’i katletmişti.

b)               Dikkat edilirse, hemen hemen bu katillerin tümü henüz ha­yatta iken Muhammed’den cennet müjdesini alan insanlar.

c)               Kur’an’a göre inanç farklılıkları yüzünden tüm akrabalara karşı düşman kesilmek dini bir vecibedir (onlara karşı çok şiddetli ve sert olun deniyor). Eğer inançsızlıktan ötürü insan­lar akrabalarına düşman kesilmiyor, dostluğa devam ediyorsa zalim ve fasık olarak nitelendiriliyor (Tevbe 23, 24).

                   Daha beteri “Ey müminler! Akrabanız olan kâfirlerle savaşın...” türünden ayetlerle sadece inanç yüzünden savaş talimatını veriyor! (Tevbe 123).

d)               İşte bu seçkin sahabeler çok ağır bir cinayet işlemişlerdi. Bu ci­nayetleri işleyen insanlar ne kadar katı yürekli de olsalar, yine de öldürdükleri akrabalarına mutlaka üzülmüşlerdir. Dolayısıyla, iş­lenen bu ağır suçlar karşısında, ne yapıp edip bu insanlara -mo­ral babından- ayet adı altında bir şeyler gelmeliydi. Nitekim bu olup bitenler esnasında bir moral ayeti oluşturuluyor. Özetle: “İman edenler her ne kadar yakın akrabaları da olsalar Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olmazlar. Allah kendi katından onları bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır” (Mücâdele 22).

e)               Belirtildiği gibi, işlenen bu cinayetlerde Ömer yine başrolde­dir ve sonuçta Kur’an ayeti, her zamanki gibi burada da onu destekler nitelikte inmiştir.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.137-139)

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.118)

                    İslami Kaynaklar: Arif Tekin’in kitaplarında.

25.       Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisingeriye dönüp kaçmıştınız.2

26.       Sonra Allah, Resûlü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu, inkârcıların cezasıdır.

Not.1         Tevbe 25-26: Bedir Savaşı kazanıldıktan sonra inen bu gibi ayetlerde Allah kendisi bizzat yemin ederek savaşta Müslümanlara yaptığı yardımları anlatıyor. Ayrıca, Allah’ın bizzat savaşta inananlara yardım etme konusunda, -üste­lik bir cinayet işinde- yemin etmesi, gerçekten düşündürücüdür! Çünkü İslam inancına göre Allah yalan konuşmaz ki söylediği sözü yeminle pekiştirsin! Allah’ın bazı ayetlerde yemin içip, bazı­larında içmemesi, ister istemez yeminsiz olan diğer ayetler hak­kında güvensizliğe sebebiyet verir. Bu açıdan Allah’ın, savaşta ta­raf tutmak gibi çok kötü olan bir işte yemin içmesi ve bazı ayetle­rini de yeminsiz göndermesi gerçekten dikkat çekicidir.

                   İlginçtir ki, oluşan bu tip yardım ayetlerinin geçerliliği bir yıl kadar sürmedi. (Ayetlerle) Allah’ın yardımı öylesine abartılmıştı ki, sanki artık hiç savaş olmayacak, sanki Müslümanlar hiç mağlup olmayacaktı. Tam tersine bir yıl sonra meydana ge­len Uhud harbinde, dengeler altüst oldu ve Müslümanlar çok ağır bir hezimete uğradılar.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.92-95).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

27.       Sonra Allah, bunun ardından yine dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

28.       Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

29.       Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.

Not.1         Nahl 90, Enfal 41, 69, Haşr 6-7, Ahzab 26-27, 50, 52, Maide 45, Tevbe 29:

a)               Nahl 90: Bu ayette “Allah size adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeği emreder...” diyor. Adaletten söz etmek iş değil, önemli olan sözü edilen adaletin modeli, nasıl bir adalet olması gerektiğidir.

b)               Enfal 41, 69, Haşr 6-7, Ahzab 26-27, 50, 52, Maide 45, Tevbe 29:

                   Kuran’a göre kâfirlerin/ inanmayanların hanımları, kızları -ki tarih boyunca hiçbir zaman kadınlar savaşa neden olmamışlar, onlar masum insanlardı- Müslümanlar tarafından savaşta ele geçirilirlerse, cariye olarak kullanılabilir, herhangi bir mal gibi satılabilir de. Muhammed’in “Beni Kureyza” harbinde uyguladığı gibi. Kur’an’ın Ahzab 26-27. ayetleri bundan söz ediyor.

                   Ayrıca Ahzab 50, 52. ayetlerine göre bu savaş esiri kadınlarını Muhammed de kullanabilirdi. Nitekim onun hanımlarından Cüveyriye, Safiye ve Reyhane birer savaş nimeti olarak ele geçirilmişti. Kuran’a göre savaşlarda müşriklerden ele geçirilen kadın ve kızların  statüsü bu iken; esir düşen erkeklerle erkek çocuklar ise, istenirse köle olarak kullanılabilir, herhangi bir mal gibi satılabilir.

                   Yine Kuran’a göre savaşlarda karşı taraftan (inanmayanlardanele geçirilen mal, Müslümanlar için ganimet adı altında dağıtılır/ helaldir.

                   Bunlar dışında gayri Müslimlerden haraç, fidye, cizye almak da var. Bu konuda Kuran’da ayetler bir hayli fazla (Enfal 41, 69, Tevbe 29, Haşr 6-7 gibi).

                   İşte Kuran’a göre böyle yapmak adalettir.

c)               Gerek Sümer kanun yapımcıları nezdinde, gerekse Kur’an’ın Allah’ı katında insanlara ağır cezalar uygulamak adalettir. İsa’dan 2 bin yıl önce Asurlulara ait ortaya çıkan tabletlerde, Asur hukukunda erkekle kadının aynı haklara sahip oldukları yazılıdır; hem Sümerlerde, hem de Asurlularda evlilik zaten ancak senetle olabiliyordu. Ama aynı Asurluların kanununda şu da var: “Kim başkasına ait bir bayanı öperse onun alt dudağı balta ile kesilir.

Özetle;      Adaletten söz etmek iş değil, önemli olan sözü edilen adaletin modeli, nasıl bir adalet olması gerektiğidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.86-88).

Not.2         Cizye, Müslüman olmayanların (ki bunlara zimmi denir) mağlubiyetleri halinde inançlarında özgür kalabilmeleri için Müslümanlara ödemekle mükellef oldukları kafa-kelle vergisi­dir. Tabi ki bu, yıllık bir vergidir ve her sene ödenmelidir. Bunun miktarı standart değildir; İslam yöneticileri tarafından belirlenir. Bu ayete göre Müslümanlar her an için gayrimüslimlere saldırabilirler. Bu ayete göre, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan insan­larla savaşılır ve sonuçta eğer bunlar Müslümanlara teslim olur­larsa üstelik cizye adı altında vergi vermek zorunda kalırlar.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.260).

Not.3         Bu ayete göre, şayet bir topluluk, “Efendim biz ateistiz, di­yalektiğe inanıyoruz; bizim yönetim biçimimiz de sosyalizmdir; biz, sizin önerdiğiniz helal-harama ve topyekûn formüle inanmamakla birlikte, size herhangi bir zarar da vermeyiz” gibi bir düşünceye sahip ise, bunlara karşı harp ilan edilir, öldürülen gi­der, kalanlar da İslama girene kadar çok ağır bir vergi ödemek zorunda kalırlar.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.261).

Not.4         İslam tarihine baktığımızda, bazı anlarda, cizyeyi vermekle mükellef olan gayrimüslimler İslamiyeti kabul edip toplu halde İslama girdiğinde, İslam idarecilerinin buna şiddetle karşı çık­tıklarını görüyoruz. Çünkü bunların İslama girmesiyle Müslü­manların bütçesinde çok bariz bir biçimde azalma meydana ge­liyordu.

                   Örneğin; Halife Ömer zamanında Irak ele geçirildiğinde, ilk yıllarda bunlardan toplanan vergi 124 milyon dirhem iken, daha sonra bu miktar, Emeviler zamanında 188 milyar dir­heme yükselmiştir. Fakat zaman içinde gayrimüslimlerin İsla­miyeti kabul etmeleriyle bu vergilerin müthiş bir biçimde düş­tüğünü görüyoruz. İşte tam bu sı­rada Emevi hükümdarları toplu halde İslama girmeyi engellemeye çalışmakla birlikte başka çareler de aramaya başlamışlar­dır. Bu çarelerin başında zengin olan ülkelere -yukarıdaki ayeti gerekçe göstererek- saldırmak ge­liyordu. Başta Irak olmak üzere Müslümanların, fetihlerden te­min ettikleri gelirle zengin olmaları, onlar için başta Orta Asya olmak üzere birçok ülkeye saldırma fırsatını verdi ve böylece bu saldırılar teker teker gerçekleşti.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.261-262).

30.       Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!

31.       (Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.

32.       Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.

Not.1         Hicr 9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41:

a)               Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.

b)               Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf 27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini kimse değiştiremez” diyor.

c)               Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.

Özetle;      Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur” derken, yine aynı AllahYahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler” diyor.

                   Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle çelişmektedir.

d)               Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar arasında ikili davranıp bazılarına koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!

                   Bu konuda Kur’an’da başka ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.

                   Bu şu demek değildir ki, bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.

                   Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.

e)               Denilebilir ki, Kur’an’da sözü edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli değildir; ben de derim ki, Allah niçin farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.82-84).

33.       O, Allah’a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.

Not.1         Saf 9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Bu ayetlere göre Hz. Muhammed’e Kur’an geldikten sonra bu din hem nitel, hem de nicel olarak dünya hâkimi olmalıydı; ama maalesef böyle olmamıştır. Nerede bir İslam ülkesi varsa hep üçüncü dünya ülkeleri statüsündedir. Sayı olarak da Hıristiyanlık dünyada bir numaradır! bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.217).

Not.2         Enfal 7-8, Saff 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33:

a)               Bu ayetlerdeki “Ben Kur’an’ın hükmünü yeryüzüne/bütün sistemlere hâkim kılacağım/ galip getireceğim” sözünün, bugünkü dünya realitesiyle çelişik olduğuna ne denir!

b)               Veya şöyle diyelim: Tevrat ve Kuran Allah’ının insanları, Mısır’daki suları kana çevirmekle, çekirge, kurbağa, haşere... göndermekle, tatarcık, dolu, baston, elin cepten çıkarmasıyla, yukarılardan taş yağdırmakla, depremle, bazen denizde batırmakla, yıldırım çarptırmakla... ve Tur-i Sina’da Musa’nın kavmine yaptıklarıyla cezalandırdığını bugün anlatsak kime inandırabiliriz ki!

c)               Şu rahatsızlığımı burada bir daha yineliyorum: Çağımızda kutsal kitaplardakilerle uğraşıp bu konuda kalem kullanmak cidden insanı rahatsız ediyor; ama ne yazık ki buna daha epey zaman ayırmak zorundayız; bunu anlatmama gerek yok; çünkü İslam dünyasının  fotoğrafı hepimizin gözü önündedir.

d)               Bu bölümü, Robert Cooper’ın yaklaşık 150 yıl önce (tüm dinleri eleştirel anlamda) kaleme aldığı kitabındaki önemli bir sözüyle bitirmek istiyorum. “Akıl ve ilim kullanmadan kutsal kitapların masallarına inananlar, aynı kitaplarında Ay’ın küflü peynirden yapıldığı yazılı olsa ona da inanırlar” diyor (The Inqurier’s Text-Book, Substance of Thirteen on the Bibel. s.209, Boston).

                   Ne yazık ki insanlar düşünmeden inanıyorlar.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.157-158).

34.       Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.

35.       O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!” denilecek.

Not.1         Sebe’ 39, Âl-i İmrân 180, Tevbe 34-35, 103: Bazı ayetler (Tevbe 103, Sebe’ 39), zekâtın farz olduğunu belirtmekle birlikte, onun ki­şiye kazandırdığı manevi mükâfatlardan da söz etmektedir. Yani, tehditsiz bir şekilde olaya yaklaşılıyor ve in­sanlar yumuşak bir üslupla bu konuda göreve çağırılıyor.

                   Başka ayetlerdeyse (Tevbe 34-35, Âl-i İmrân 180) olay çok tehditkâr bir biçimde ele alınıyor.

                   İlginçtir ki, insanlar birbirlerine yardım etsinler diye Allah onlara sadaka ve zekât gibi şeyler vermeyi öneriyor, onları cehennemle korkutuyor.

                   Öyle bir formül öneriyor ki, bununla fertler arasında eşitlik sağlamak mümkün değil.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.243-244).

36.       Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır.3 İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.

37.       Haram ayları ertelemek4, ancak inkârda daha da ileri gitmektir ki bununla inkâr edenler saptırılır. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kılmak için haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah, inkârcı toplumu doğru yola iletmez.5

38.       Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.

39.       Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

40.       Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

41.       Gerek yaya olarak, gerek binek üzerinde6 Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

42.       Eğer yakın bir dünya menfaati ve kolay bir yolculuk olsaydı, (sefere katılmayan münafıklar da) mutlaka sana uyarlardı. Fakat meşakkatli yol, onlara uzak geldi. Gerçi onlar, “Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. Onlar kendilerini helâke sürüklüyorlar. Allah, biliyor ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.

43.       Allah, seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?

44.       Allah’a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi bilendir.

45.       Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler.

46.       Onlar eğer savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların harekete geçmelerini istemedi de onları geri bıraktı ve onlara, “Oturun, oturan âcizlerle beraber” denildi.

47.       Eğer onlar da sizin içinizde (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuşturacaklardı. Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.

48.       Andolsun, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde, Allah’ın dini galip geldi.

49.       Onlardan “Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme” diyen de vardır. Bilesiniz ki onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır.

50.       Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse, “Biz tedbirimizi önceden almıştık” derler ve sevinerek dönüp giderler.

51.       De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.”

52.       De ki: “Bizim için siz, (şehitlik veya zafer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah’ın kendi katından veya bizim ellerimizle size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.”

53.       Yine de ki: “İster gönüllü, ister gönülsüz olarak harcayın, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasık bir topluluksunuz.”

54.       Harcamalarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah’ı ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur.

55.       Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah, bununla ancak onlara dünya hayatında azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.

56.       Kesinlikle sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur.

57.       Eğer sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.

58.       İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar; eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar.

59.       Eğer onlar Allah ve Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, “Bize Allah yeter. Lütuf ve ihsanıyla Allah ve Resûlü ileride bize yine verir. Biz yalnız Allah’a rağbet eder (O’nun ihsanını ister)iz” deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.

60.       Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Kur’an, inananlardan aldığı vergiye zekât adını koymuş. Zekât toplama memurlarına da “Amilun” denir Bu uygulamalar da İslamdan binlerce yıl öncesinden gelmektedir. Sümerlerde sistem öylesine kurumlaşmıştı ki, “Musaddinu” denilen vergi toplama memurları vardı; onlarda vergi mükellefine “Nasi bilti” denirdi. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.33).

Not.2         KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul anlamına ge­lenabddenir.

                   Büyük diye düşünülen Allah, acaba niçin kabul ediyor ki onun bir kısım kulları başka kullarını kendine köle-abd olarak kullansınlar?

                   Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için kendi ayetleriyle bu işi organize edip bu konuda fetva veriyor.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).

Konu.1      KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   (BU KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

61.       Yine onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler de vardır. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır, mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”

Not.1         Fussilet 22, Tevbe 61: Abdullah bin Mesut anlatıyor: “Kâbe’nin yanındaydık. Bir grup insan kendi aralarında şu konuda tartışıyordu: ‘Acaba Allah insanın içindekini de bilir mi?’ diye. Bu arada ben Muhammed’in yanına vardım ve bu olayı kendisine anlattım. Bunun üzerine konuyla ilgili Fussi­let Suresi’nin 22 ve 23. ayetleri indi.”

                   Aslında Kur’an’ın insanüstü bir kaynaktan gelmediğini söy­leyenler, Muhammed zamanında da yok değildi. Öyle ki, muha­lifler o zaman, “Muhammed her şeye göz kulaktır; kim ne derse onu dinler ve sonuçta ona göre ayetini uydurup ortaya çıkarır ve ‘Allah’tan geldi’ der” diyorlardı.

                   Bu itirazları bertaraf etmek için, Tevbe 61 ayeti iner ki, anlamı şu: Örneğin; “o sizin için bir hayır kulağıdır, Al­lah’a ve müminlere (onların sözlerine) inanır’ deniyor. Bu ayet, Muhammed’in çeşitli yerlerden bilgi aldığı konusunda çok önemli bir kanıttır.

Kaynak:    bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.149-150).

Not.1         VARAKA:  Nun 2, 51, Tekvir 22, Furkan 5, Neml 68, Nahl 103, Enfal 31, Tevbe 61:

                   Hıristiyan asıllı Varaka b. Nevfel, hem Hz. Muhammed’in soyundandı, hem de Hz. Hatice’nin amcaoğluydu. Birçok dini biliyordu, bilge bir adamdı. İslami kaynaklarda “Hem Arapça, hem de İbranice/Süryanice bildiği, Tevrat konusunda iyi bir uzman olduğu ve kendisinin Hıristiyan olduğu, İncil’in Arapçaya çevirisini yaptığı” ifade ediliyor. Varaka ölün­ce Hz. Muhammed’e vahiy gelmiyor/kesiliyor. Vahyin kesildiğine dair ayet de var. Duha suresi hemen başta bunu açıklıyor. Öyle ki, Hz. Muhammed Varaka’nın ölü­münden sonra oluşan bu boşluk ve vahyin kesilmesi nedeniyle, defalarca dağa çıkıp intihar etmek istiyor; ancak her seferinde Cebrail gelip onu yatıştırıyor, onu intihar etmekten vazgeçiriyor. Buhari’de ve başka birçok kaynakta anlatılan bu bilgiler anlamlı. Şöyle ki, Varaka’nın ölümü üzerine Muhammed’in çok üzülmesi, onun ölümüyle birlikte vahyin uzun süre gelmemesi ve kendisinin sık sık dağa çıkıp intihara kalkışması, hatta zaman zaman geceleri uyuyamaması, az önce de belirtildiği gibi vahye ara verilmesi sonucu bazılarının ona, Ey Muhammed, bakıyoruz senin şeytanın bu günlerde artık sa­na bilgi iletmiyor/vahiy getirmiyor demesi aslında dikkate de­ğer açıklamalardır.  Bir de zaten ona inanmayan o günün insan­ları, ‘Muhammed’in söyledikleri, hep eskilerin masallarıdır. Ar­kadaşlarından birilerine yazdırıyor...’ gibi sözleri hep söylerler­di. Çoğu, Hz. Muhammed’in anlattıklarını boş buluyorlardı.

                   Bü­tün bunlar yukarıdaki gibi ayetlerde de anlatılmaktadır.

Kaynak:    Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.35-36).

62.       Sizi razı etmek için, Allah’a yemin ederler. Eğer gerçekten mü’min iseler (bilsinler ki), Allah ve Resûlü’nü razı etmeleri daha önceliklidir.

63.       Allah’a ve Resûlüne karşı gelen kimseye, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşinin olduğunu bilmediler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir.

64.       Münafıklar, kalplerinde olan şeyleri, yüzlerine karşı açıkça haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz alay ede durun! Allah, çekindiğiniz o şeyi ortaya çıkaracaktır.”

65.       Şâyet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, “Biz sadece lâfa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk”, derler. De ki: “Allah’la, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?”

66.       Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, (sözde) iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden (tövbe eden) bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz.

67.       Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir.

68.       Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini va’detti. O, onlara yeter. Allah, onlara lânet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.

69.       (Ey münafıklar!), siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz: Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de (dünya zevkine) daldınız. İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

70.       Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.

71.       Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Al-i İmrân 195, Ahzâb 35, Nisa 32, Tevbe 71: Muhammed Medine döneminin 3. yılından itibaren 56 yaşı­nda çok evliliğe başladı. Bu tarihe kadar inen su­relerde kadın Kur’an’da yoktur (Bakara Suresi’nde kadınla ilgili iddet olsun, boşanma olsun, alışverişlerde şahitlikler olsun bazı düzenlemeler hariç). Aile yapısı anaerkil olan Medine’de hem birçok kadınla hem de savaş esiri cariyelerle hayatı­nı birleştirince, kadınlar hem seslerini duyurmaya, hem de kocalarına karşı gelmeye başladılar ve bu hem Muhammed’in, hem de Ömer gibilerin ailesinde de etkisini gösterdi.

                   İşte bundan sonra kadınlarla ilgili ayetlerin inmeye başladığını görüyoruz. Medine­li kadınlar, Muhammed’e, “Neden annemiz Havva, babamız Adem olduğu halde biz kadınlar Kur’an’da hiç geçmiyoruz, ne­den biz kadınlar savaşa katılmıyoruz, neden biz kadınlar veraset­te erkeğin yarısı kadar pay alıyoruz (Nisâ 11, 176), nedir bu iki cins arasındaki ayrıcalığın nedeni?” gi­bi sorular soruyorlar. Bu sorular sorulduktan sonra, artık değişik zamanlarda kadınlarla ilgili yukarıdaki ayetler inmeye başlıyor. Gerçi bu ayetlerle kadınlara önemli bir şey verilmiyordu, ama sembolik de olsa bu mücadele sonucu Kur’an’da kendilerine yer verildi. Kur’an’da kadınla ilgili ehven (kadınların biraz lehine) olan ayetler bunlardır. Dolayısıyla, Medineli kadınlar böylesi erkekler yüzünden Kur’an’da ancak bu kadar yer alabilirlerdi.                                     bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.157-159).

72.       Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.

Not.1         Sad 50, Fatır 33, Meryem 61, Taha 76, Mü'min (Gafir) 8, Kehf 31, Nahl 31, Rad 23, Beyyine 8, Saff 12, Tevbe 72: Bu ayetlerde Cennet’ten “Adn/Aden” olarak söz ediliyor. Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak geçiyor (Tevrat, Tekvin 2/8). Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da yazılı ki Sümer inançlarıyla tamamıyla çakışıyor. Cennet/Adn/Aden hikâyeleri çok tanrılı Sümerlerden gelmedir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).

73.       Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası!

Not.1         Bu hikâye de Kuran’ın iki suresinde harfiyen anlatılmaktadır (Tahrim 9, Tevbe 73). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.138)

74.       Bir şey söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve (sözde) müslüman olduktan sonra inkâr ettiler. Ayrıca başaramadıkları şeye (peygamberi öldürmeye) de yeltendiler. Sırf, Allah ve Resûlü kendi lütfu ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azaba çarptıracaktır. Artık onlar için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Not.1         Hz. Muhammed’in kendilerine hayattayken cennet müjdesi verdiği en yakın arkadaşları (en başta Halife Ebubekir, Halife Ömer, Halife Osman, Talha b. Ubeydullah, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Musa el-Eş’arî dahil 15 kişi) Tebük Seferi dönüşü Hz. Muhammed’e başarısız bir suikast girişiminde bulunurlar.

Not.2         Tebük’te bir ara Hz. Muhammed’in devesi kaybolunca, Müslümanlardan biri, “Hani dünyada olup biten her şeyi, geçmişi, geleceği... biliyorum diyen bir Muhammed, nasıl olur da yanı başında devesi kaybolmuş da nerde olduğunu bilemiyor, bu nasıl peygamber?” şeklinde alay ediyor. Cülas bin Süveyd “Eğer Muhammed’in anlattıkları doğruysa, eğer peygamberse ben eşek olayım.” diyerek onunla alay ederken, Muhammed bunlardan haberdar oluyor.

Not.3         Bir de şu cümlecik var: “... zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar”. Peki, bu parçanın olayla ne alâkası var? Hz. Muhammed Medine’ye gelip savaşlarda elde ettiği ganimetleri yandaşlarına dağıtınca bunlar zengin olur. Bu arada muhalefettekiler onların bu durumunu kıskanırlar. İşte ayette sözü edilen zenginliğin kaynağı budur. Yani Allah’ın minnet ettiği zenginlik kaynağı, ganimetler, talan ve çapulculuk. Yoksa başka ne gibi yollarla onları zengin etmiş ki!

Sonuç:       İşte Hz. Muhammed, Tebük’te hem kendine karşı komplo kuranlar/onu vurmak isteyenler, hem de onunla alay edenler için, mucize kabilinden yukarıdaki ayeti oluşturuyor.

                   Ayette her şey açık ve nettir: Onlar yemin ediyorlar ki, biz söylemedik. Peki, neymiş söylemedikleri şey? İşte az önce özetlediğim gibi, “Muhammed’de tanrısal boyut varsa eşek olayım” diyen kişi. Güya ona baskı yapılınca ben bunu demedim demiş ve Tanrı için de onun sözü o kadar önemli olmalı ki bu ayeti onun yalanı için göndermiş.

                   Ayette geçen başarılmayan plan Tebük’teki suikasttir. Zaten Diyanet de, “Muhammed’i öldürmek demek” şeklinde almıştır.

Kaynak:    Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.13-16); İslami Kaynaklar: Arif Tekin’in kitabında.

75.       İçlerinden, “Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz” diye Allah’a söz verenler de vardır.

76.       Fakat Allah, lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler.

77.       Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için O da kalplerine, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar (sürecek) bir nifak soktu.

78.       Allah’ın, içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bildiğini7 ve Allah’ın gaybleri çok iyi bilen olduğunu bilmediler mi?

79.       Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan mü’minlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

80.       Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola iletmez.

Not.1         Fasık topluluktan Tevbe 74 notlarında anlatılan kişiler kastediliyor.

81.       Allah’ın Resûlüne karşı gelerek (sefere çıkmayıp) geri bırakılanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi ve “Bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennemin ateşi daha sıcaktır.” Keşke anlasalardı.

82.       Artık kazandıklarının karşılığı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar.

83.       Eğer (bundan böyle) Allah seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz benimle birlikte ebediyyen çıkmayacak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Çünkü siz baştan yerinizde oturup kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte oturun.”

84.       Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.

Not.1         Ömer’in oğlu Abdullah: “Müslümanların bir numaralı düşmanı Abdullah İbn-i Selul ölmüştü. Babam Ömer, Muhammed onun cenazesine gitmesin diye uğraştı. Ama Muhammed gitti. Fakat aynı gün Tevbe 84 ayeti indi.”

                   Halebi, İnsan-ül Uyun adlı eserinde, bu konuda net konu­şuyor ve “Muhammed’in, bu şahsın cenaze namazını kılmaya gitmesinin sebebi, onun oğlunu ve çevresini İslamiyete kazan­dırmaktı” diyor. Ancak bu arada, Ömer’i de kaybetmemek gerekiyordu. Bu nedenle bu ayet iniyor.

                   Muhammed’in davranışı bu ayetle yanlış bulunuyor; Ömer’inki ise tam tersine doğru bulunuyor.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.61-62).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.130-132)

85.       Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla ancak, dünyada kendilerine azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.

86.       “Allah’a iman edin ve Resûlü ile birlikte cihat edin” diye bir sûre indirildiğinde, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve “Bizi bırak da oturup kalanlarla birlikte olalım” dediler.

87.       Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.

88.       Fakat peygamber ve beraberindeki mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

89.       Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.

90.       Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.

91.       Allah’a ve Resûlüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve (seferde) harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir günah yoktur. İyilikte bulunan kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

92.       Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.

93.       Sorumluluk ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar bilmezler.

94.       Onlara döndüğünüzde, size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: “Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Çünkü Allah bize sizin durumunuzu bildirdi. Bundan böyle davranışlarınızı Allah da Resûlü de görecek. Sonra hepiniz, gaybı da görülen âlemi de bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek.”

95.       Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah adıyla yemin edeceklerdir. Artık onların peşini bırakın. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir.

96.       Kendilerinden razı olasınız diye, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.

97.       Bedevîler inkâr ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

98.       Bedevîlerden öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

99.       Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

100.     İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.

101.     Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.

102.     Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

103.     Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Not.1         Sebe’ 39, Âl-i İmrân 180, Tevbe 34-35, 103: Bazı ayetler (Tevbe 103, Sebe’ 39), zekâtın farz olduğunu belirtmekle birlikte, onun ki­şiye kazandırdığı manevi mükâfatlardan da söz etmektedir. Yani, tehditsiz bir şekilde olaya yaklaşılıyor ve in­sanlar yumuşak bir üslupla bu konuda göreve çağırılıyor.

                   Başka ayetlerdeyse (Tevbe 34-35, Âl-i İmrân 180) olay çok tehditkâr bir biçimde ele alınıyor.

                   İlginçtir ki, insanlar birbirlerine yardım etsinler diye Allah onlara sadaka ve zekât gibi şeyler vermeyi öneriyor, onları cehennemle korkutuyor.

                   Öyle bir formül öneriyor ki, bununla fertler arasında eşitlik sağlamak mümkün değil.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.243-244).

104.     Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?

105.     De ki: “Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.”

106.     (Sefere katılmayanlardan) diğer bir kısmı da, Allah’ın emrine bırakılmışlardır. Bunlara ya azap eder ya da tövbelerini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

107.     Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok” diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar.8

108.     Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.

109.     Binasını takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.

110.     Kurmuş oldukları binaları, (ölüp de) kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli bir kuşku olarak kalmaya devam edecektir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

111.     Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.

Not.1         Mücadele 22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde, kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin, oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.110-111).

112.     Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar9, rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.

113.     Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.

114.     İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi.10 Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Hud 75, Tevbe 114) Arapçasında geçen;

                   EVVAHkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “Merhametli, çok dua eden, inanan kişi” anlamına gelir. Kimileri, İbranicedir “dua” anlamına gelir demiştir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.283).

115.     Doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe, Allah bir toplumu saptıracak değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

116.     Şüphesiz göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

117.     Andolsun Allah; Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan muhacirlerle ensarın tövbelerini kabul etmiştir. Evet, onların tövbelerini kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.

118.     Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti.11 Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.

119.     Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.

120.     Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını elbette zayi etmez.

121.     Allah yolunda küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi katetmezler ki (bunlar), Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle kendilerini mükâfatlandırması için hesaplarına yazılmış olmasın.

122.     (Ne var ki) mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.12

123.     Ey iman edenler! Kâfirlerden (öncelikle) yakınınızda olanlarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.

Not.1         Mücadele 22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde, kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin, oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.110-111).

Not.2         AKRABAYLA SAVAŞ EMRİ: Tevbe 23, 24, 123, Mücâdele 22:

a)               Bedir savaşında Ömer kendi öz dayısı As Bin Hişam’ı öldürmüştü. Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebu Ubeyde de amcazadeleri olan Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe’yi öldürmüşlerdi. Ebu Bekir ise kendi öz oğlu Abdurrahman’ı müşriklerle teke tek savaşsın diye zorla muharebe meydanına sürüklemişti. Ebu Ubeyde bin Cerrah ise Allah rızası için kendi ba­bası Abdullah b. Cerrah’ı Uhud Savaşı’nda öldürmüştü (Allah rızası için katlettiği babasının adı Abdullah, yani Allah’ın kulu!). Mus’ab bin Umeyr de Uhud günü kendi öz kardeşi Ubeyd’i katletmişti.

b)               Dikkat edilirse, hemen hemen bu katillerin tümü henüz ha­yatta iken Muhammed’den cennet müjdesini alan insanlar.

c)               Kur’an’a göre inanç farklılıkları yüzünden tüm akrabalara karşı düşman kesilmek dini bir vecibedir (onlara karşı çok şiddetli ve sert olun deniyor). Eğer inançsızlıktan ötürü insan­lar akrabalarına düşman kesilmiyor, dostluğa devam ediyorsa zalim ve fasık olarak nitelendiriliyor (Tevbe 23, 24).

                   Daha beteri “Ey müminler! Akrabanız olan kâfirlerle savaşın...” türünden ayetlerle sadece inanç yüzünden savaş talimatını veriyor! (Tevbe 123).

d)               İşte bu seçkin sahabeler çok ağır bir cinayet işlemişlerdi. Bu ci­nayetleri işleyen insanlar ne kadar katı yürekli de olsalar, yine de öldürdükleri akrabalarına mutlaka üzülmüşlerdir. Dolayısıyla, iş­lenen bu ağır suçlar karşısında, ne yapıp edip bu insanlara -mo­ral babından- ayet adı altında bir şeyler gelmeliydi. Nitekim bu olup bitenler esnasında bir moral ayeti oluşturuluyor. Özetle: “İman edenler her ne kadar yakın akrabaları da olsalar Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olmazlar. Allah kendi katından onları bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır” (Mücâdele 22).

e)               Belirtildiği gibi, işlenen bu cinayetlerde Ömer yine başrolde­dir ve sonuçta Kur’an ayeti, her zamanki gibi burada da onu destekler nitelikte inmiştir.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.137-139)

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.118)

                    İslami Kaynaklar: Arif Tekin’in kitaplarında.

124.     Herhangi bir sûre indirildiğinde, içlerinden, (alaylı bir şekilde) “Bu hanginizin imanını artırdı?” diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sûre onların imanını artırmıştır. Onlar bunu birbirlerine müjdelerler.

125.     Kalplerinde hastalık olanların ise, pisliklerine pislik katmış (küfürlerini artırmış), böylece kâfir olarak ölüp gitmişlerdir.

126.     Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar.

127.     Bir sûre indirildi mi, “Sizi bir kimse görüyor mu?” diye birbirlerine göz ederler, sonra da sıvışıp giderler. Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı, Allah onların kalplerini çevirmiştir.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

128.     Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.[128 ve 129. âyetler Mekke dönemine aittir.]

129.     Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın sahibidir.”





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     Hacc-ı Ekber günü, İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, hac günlerinden arefe günü ya da bayramın birinci günüdür. Ancak arefe günü olması ihtimali daha kuvvetlidir.

2.     Huneyn, Mekke’den Tâif’e giden yollardan biri üzerinde, Mekke’ye yaklaşık on mil uzaklıkta yer alan bir vadinin adıdır. Bu âyetle bir sonraki ayette, Mekke’nin fethinden sonra (H.8) müslümanlarla müşrik Havâzin kabilesi arasında, bu vadide gerçekleşen savaşa işaret edilmektedir. Bu savaşta müslümanların sayısı düşmanınkinden çoktu. Müslümanlar, sayıca üstünlüklerine güvenerek savaş öncesi fazlaca emin ve rahat hareket ediyorlardı. Bu sebeple, Havâzinlilerin kurduğu pusuya düştüler. İslâm ordusunun büyük bir kısmı düzensiz bir şekilde geri çekilmeye başladı. Ancak, Hz. Peygamber’in ve sebatkâr bir grup müslümanın gayretleriyle dağılan ordunun toparlanması sağlandı ve tekrar hücum edilerek zafer kazanıldı.

3.     Haram aylar, Cahiliye devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş ve kan dökülmesi yasak olan kamerî aylar demektir. Bu aylardan Zilkâde on birinci, Zilhicce on ikinci, Muharrem birinci ve Receb yedinci aydır.

4.     Kur’an’da “en-Nesî” diye ifade edilen bu uygulama kısaca; Cahiliye devrinde, kan dökülmesi yasak olan dört aydan arka arkaya gelen Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem aylarından birinin yerini yasak kapsamına girmeyen bir başka ay ile değiştirerek, yasak devre içinde savaşıp kan dökebilecekleri bir ara dönem oluşturmaları uygulamasıdır. Yasak aylar uygulaması İslâm’da kaldırılmıştır.

5.     Doğru yol Kur’an’da apaçık gösterilmiştir. Âyette, tercihlerini sapıklıktan, inkârdan yana kullananların, bu tercihlerine rağmen doğru yola iletilmeyeceği, bir kural olarak ifade edilmektedir. Benzer diğer âyetleri de böyle anlamak gerekir.

6.     Âyetin bu kısmına tefsir bilginlerince, “Gençler ve yaşlılar olarak”, “Siz kolay da gelse, zor da gelse” gibi çeşitli anlamlar da verilmiştir.

7.     Âyetin bu kısmı, “Allah’ın, içlerinde gizledikleri ve gizlice yaptıkları görüşmeleri..” şeklinde de tercüme edilebilir.

8.     İslâm tarihinde “Dırâr Mescidi” diye bilinen bir mescid, bazı münafıklarca, Kuba mescidi civarında; bu mescidi gözden düşürmek için inşa edilmişti. Münafıklar, bu işe hıristiyan bir rahip olan Ebû Âmir’in teşvikiyle girişmişlerdi. Ebû Âmir, Hz. Peygamber ile uzun müddet savaştıktan sonra Suriye’ye kaçmıştı. Münafıklar, Ebû Âmir’in bir ordu ile gelip müslümanlarla savaşmasını bekliyorlardı. Yaptıkları bu mescidin, müslümanları bölmesini ve böylece ona yardım etmiş olmayı umuyorlardı.

9.     “Oruç tutanlar” şeklinde tercüme edilen “es-Sâihûn” kelimesi, “(Allah yolunda) seyahat edenler” şeklinde de tercüme edilebilir.

10.    Hz.İbrahim’in babasına verdiği söz ile ilgili olarak bakınız: Meryem sûresi, âyet, 47; Şu’arâ sûresi, âyet, 69-86; Mümtehine sûresi, âyet, 4.

11.    Âyette sözü edilen üç kişi Medineli müslümanlardan Ka’b b. Malik, Hilâl b. Ümeyye ve Murâra b. Rabi’dir. Bunlar Tebük seferine katılmayıp geride kalmışlardı. Hz. Peygamber, Tebük’ten dönünce bunlarla konuşmamış, ashap da onlardan yüz çevirmişti. Bunların tövbelerinin kabul edildiği hükmü, öncekilerden elli gün sonra gerçekleşmişti.

12.    Tebük seferinden sonra Hz. Peygamber, küçük bir birlik çıkarmıştı. Seferden geri kalanlar hakkında inen âyetlerin de etkisi ile bu defa herkes bu birliğe katılmış, din konusunda köklü bilgi sahibi olmak üzere meşgul olacak kimse kalmamıştı. Bu âyette, ilmin cihad kadar önemli olduğuna, biri olmadan öbürünün olmayacağına dikkat çekilmektedir.



Sonraki sure
NASR | YARDIM




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting